AMASSEİA NOTLARI
“Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.” Abdurrahim Karakoç
Bir nazik davete icabetle Amasya-Tokat turuna dâhil oldum. Ailemden aldığım duaları sırt çantama yerleştirdim. En büyük şansım, TYB Konya şubesinden, seçkin gezginlerle yola çıkmaktı. Seyahat arkadaşlarımızın her birisi ayrı dağarcıklara sahipti. Onları dinlerken öğrendiklerimi de çantama attım. Böylece Kırıkkale’yi çıkana kadar etraftan hiç haberim olmadı. Otobüsümüz Çorum’dan itibaren değişen coğrafyaya uymuştu. Her kilometrede daha da yeşile dönen yollarda kıvrılarak ilerliyordu. Farklı meslek ve sosyal gruplarından insanlar hızla kaynaşmıştı. İşte sanat ve kültür ekseninde kardeş olmak bu olmalı, diye yorumladım. Yolculuk boyunca, dışımdan içime doğru derin bir tur atacaktım. Ayçiçek tarlalarında yitirdim kırgın düşleri…
Amasya’ya girerken dikkatimi ilk çeken, dik dağlarla çevrilmiş olmasıydı. Sanki dört cepheyi kapatan bu doğal duvarlar, tarihi de içeriye hapsetmişti. Tarihçi Strabon’a göre Amazon kraliçesinin ismi verilmişti. Başka bir görüş daha doğuyu temel alıyordu. Kadim Pers inancında yer alan, tanrıça “Ma” Anadolu’ya uzanmış. Bu belde de ona ait şehir anlamında: Amasseia ismini almış. Böylece, tanrı enflasyonu yaşayan Hitit uygarlığı bir transfer daha gerçekleştirmiş. Sonra Kimmerya’lı Conan da buradan geçmiş. Pontus, Roma derken 11. asırla birlikte bizim olmuş. Veni, vidi, vici…
Amasya`nın neredeyse 3.600 yıllık ömründe, dış dünyayla bağlantısı da hep Yeşilırmak olmuş olmalı. Su dili biliyor olsam da anlattıklarını dinlesem, dedim içimden. Şimdi yosunlu kıyılarına pet şişeler tutunmuş. Kral mezarlarından taraftaki yakada deniz görmemiş yalılar var. Bol miktarda köprüyle bezeli suyun güney cephesindeki ince şeridi binalar kaplamış. Bazıları dağın yüzeyine ilişmiş modern yapılar çok ilgi çekici. Kendimce haset ve vesvese ediyorum: “Şöyle zengin olmak vardı be!” diye kulak veriyorum fısıltıya. Hemen ertesi sabah cevap geliyor. Hem de İlhanlı sultanının mumyalanmış cesedinden: “Sultan Süleyman’a kalmamış evlat!”…
İrfan vasıtamıza binerek Ferhat ile Şirin efsanesine ulaşıyoruz. Şahinkayası üzerinden suyu getirişini hayal ediyorum. Trajediyle biten aşklara yenisini ekleyişlerine şahit oluyorum. Gerçi gezdiğimiz kanal Roma dönemindenmiş ama o kadar hata kadı kızında da olur. Kapitalizme yenik düşmekte olan bu asrın toplumuna anımsattıkları yeter. Hem aşk olmazsa Kays’tan Mecnun mu olur…
Gezimizde neredeyse 150 yaşında bir saat kulesi görüyoruz. Silindirik gövdesi çok badireler atlatmış. Hele Mondros’un ardından İngiliz bayrağı dikilmeye kalkışılması tam bir felaket. O anda çıkan fırtınanın bayrağı yırtıp Yeşilırmak sularına gömmesine ne demeli! Analarımızın nefesi yeter! Hep aynı dua gönlümde: “Allah bu millete bir daha Kurtuluş Savaşı yaşatmasın.”
Güzel olan her deneyim hızlı bitiyor. Amasya’dan ayrılma vaktimiz geldiğinde, hepimize buruk bir lezzet kalıyor. Dostlarla içilen elma çayları, 2. Beyazıt Külliyesinin yüreği yanık ağaçları, Yalıboyu konaklarının sıcaklığı ve dahasını arkamızda bırakarak ayrılıyoruz. Bekle bizi Tokat, biz geliyoruz!
04.08.2021
Mustafa Ergün Şencan
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.