Anuş Gköce yazdı: Tadı Damağında Bir Gezi: MUĞLA

Anuş Gköce yazdı: Tadı Damağında Bir Gezi: MUĞLA

TYB Konya Şubesi "Yazılacak Çok Şeyimiz Var" projesi kapsamında 8-10 Nisan tarihleri arasında Muğla'ya bir gezi düzenledi. Geziyi organize edenler Muğla Basın...

A+A-

TYB Konya Şubesi "Yazılacak Çok Şeyimiz Var" projesi kapsamında 8-10 Nisan tarihleri arasında Muğla'ya bir gezi düzenledi.

Geziyi organize edenler Muğla Basın İlan Kurumu Müdürü ve TYB Konya Şubesi Başkanı Mehmet Ali Köseoğlu ve İl Milli eğitim Müdürü Celaleddin Ekinci ve mihmandarımız Ümit Savaş Taşkesen.

Otobüsümüz Cuma günü saat 18.11'de Kılınç Arslan köşkünün karşısındaki duraktan hareket etti. Konya Ticaret Odasının yanındaki üst geçide ulaştığımızda gezimizin müdavimlerinden ve esprileriyle hoşça vakit geçirten Osman Bozdemir, bir televizyon programında işi çıktığını söyleyerek bizlerden özür diledi, iyi yolculuklar dileyerek araçtan indi. Aradan yarım saat ya geçti ya geçmedi bir telefon geldi; "Alo, ben de geliyorum. Yerime adam bulmuşlar, beni bekleyin." Otobüsümüz, Konya Valiliği İl Özel Binasının önünde bir müddet bekledi. Tatlıları Osman Bozdemir'in hesabına kesmek kaydıyla yaklaşık 15-20 dakika sonra Otobüsümüz hareket etti.

Yol boyunca mihmandarımız Ümit Savaş Taşkesen hoş sohbetleriyle bizlerin güzel vakit geçirmesini sağladı. Uyku vaktine kadar her beş dakika da ya da on dakikada mikrofona arkadaşlarımızdan birini davet etti. Yol arkadaşımız hem kendisini tanıttı hem de yolculuk ve gezi hakkındaki düşüncelerini ifade etti. Şair İsmail Desteli Abimizin isimlere atıfta bulunarak okuduğu şiirler mükemmeldi. Mikrofonik bir ses yapısına sahip olan Osman Bozdemir, Aşık Özhani'nin "Kamyon" ve "Taksi" şiirlerini okudu. Burada bir kere dahi anladık ki şairleri olmayan bir millet ayakta kalamaz. Ozansız bir millet, kendini ifade gücünü bulamaz. Mikrofona davet edilen Hüzeyme Yeşim Koçak'ın nefis hitabetiyle ve okuduğu şiirle adeta bizleri büyüledi. Sanki bir koltukta oturmuyorsunuz ruhunuzla beraber yedi iklim dört köşe dünyayı dolaşıyorsunuz. Otogar Müdürü Ömer Lütfi Ersöz'ün de şiirleri çok etkileyiciydi.

Ara sıra fıkralar ve başlarından geçen ilginç olayları anlatarak yolculuk sıkıntılarını en aza indiren Ümit Taşkesen hem esprili hem de çok iyi bir teşkilatçı. Organizasyonda gezi boyunca hiçbir aksama olmadı. Bunda gurup ruhu ile hareket etmenin de çok önemi var. Arkadaşlarımız sağ olsunlar dinlenme vakitlerinde süreyi çok idareli kullandılar. Yolculuk esnasında hiç kimseyi beklemek zorunda kalmadık.

Otobüsümüz namaz vakitleri haricinde yolda mola vermedi. Gece saat 3.30' da Köyceğiz'e indik ve Turizm ve Otelcilik Uygulama Otelinde konakladık. Seyahatimiz boyunca telefonuyla bizi Muğla İl Milli Eğitim Müdürü Celaleddin Ekinci ve ekibi görevlilere yolu tarif etti ve kalacağımız yeri rahatlıkla bulmamıza yardımcı oldu.

Otelde Sabah kahvaltısında Celaleddin Bey ve Mehmet Ali Bey bizi yalnız bırakmadılar. Hep birlikte otobüse binerek Köyceğiz gölüne hareket ettik. Otobüsümüze Köyceğiz İlçe Milli eğitim Müdürü Fazıl Karabağ da binerek bize ev sahipliği yaptı. Köyceğiz, gölet, dalyan ve Kaya Mezarları hakkında bilgi verdi. Köyceğiz'e indiğimiz zaman tarifi imkânsız mükemmel bir koku karşılamıştı bizi. Bu kokunun sebebiniz izah etti Fazıl Bey. Dedi ki;" Portakal mevsimizdir. Bu yörede bir yandan ağaçlar çiçek açarken bir taraftan meyve verir. Şu ağaçların dallarında gördüğünüz portakallar geçen seneden kalma değildir. Yeni üründür. Burada belediye doğal güzelliği gölgelemek adına çok katlı binalara izin vermiyor. Evler iki ya da üç katlıdır."

Köyceğiz gölünde bir tekne turu yaptık Manzara çok harika. Adacıklara yabani hayvanlar bırakılmış. Kıyıya yakın bir yerde zannedersem bir ahır vardı. Gölün suyu tatlı. Hayvanlar doğal besinler gıdalanıyorlar ve temiz havada yaşıyorlar. Bizlerden daha şanslılar, desem yalan olmaz. Şehrin gürültüsünden uzakta kafa dinliyorlar.

Kaya mezarları, enfes bir görüntü teşkil ediyor. Sanki Efes'teki Artemis Tapınağı gibi abidevi mezarlar yapmışlar. Adamlar o kadar zevk ehlileriymiş ki mezarlarını bile denize nazır. Tekne turunda ilerliyoruz ve Batı Akdeniz sahiline ulaşıyoruz. Burası İztuzu plajı. Bu plajın bir özelliği varmış. Karetta karetta kaplumbağaları yumurtalarını bu sahile bırakıyormuş. Biz kaplumbağaları ve yumurtaları görmedik. Fazıl Bey bize İztuzu plajı hakkında varid olan bir hikâyeyi nakletti. Tepedeki kaya mezarlarını göstererek; "Burada Kalanos Krallığı yaşarmış ve adından da anlaşılacağı üzere İztuzu plajından tuz çıkarırlarmış. Vaktiyle Dalaman çayının getirdiği alüvyonlarla burası dolunca, çay da sonradan mecrasını değiştirince aralara su dolmuş ve ulaşım zorlaşmış. Onlar da tuz çıkarmaktan vazgeçmişler." Burada 1 saat kadar mola verdik. Tatlı su ile tuzlu su bıçak gibi kesilmiş, Yaradan'ın hikmeti olsa gerekir. Sahilde ayakkabılarımızı çıkartarak kumsalda yürüdük. Kum ve deniz suyu ayaklarımıza çok iyi geldi. Yol yorgunluğunu üzerimizden aldı. Burada eşimle beraber kızım için deniz kabuğu ve küçük çakıl taşları topladık. Kızım bunları en kıymetli hediyelerden daha üstün tutar. İsmail Abi de bulduğu güzel kabukları bize verdi.

Tekne turundan sonra ormanlık bir bölgede Seydişehirli Hasan Avcıoğlu'nun işlettiği "Kaptan" Dinlenme Tesislerinde mola verdik. Burada mola vermemizi özellikle Seydişehirli hemşehrimiz istemiş. Bizleri misafir ettiğinden çok memnun olduğunu dile getirdi. Burası çok doğal bir ortam. Etraf ağaçlardan görünmüyor, ormandan bir denizin ortasında bulduk kendimizi sanki. Bahçesinde küçük bir ırmak, yer yer göletler ve üzerinde tahta köprüler... Bana Kur'an'daki cennet tasvirlerini hatırlattı. Bir tek köşkleri eksik. Bahçede tavuklar, güvercinler, rengârenk tüyleriyle tavus kuşları, ağaçlar, dünyanın iki ve göz alabildiğine yeşillik ve çimen... Bizler biraz hayvanların keyfini kaçırdık gibi. Fotoğraf çekme arzumuz hayvanları ürküttü ve tavus kuşları acı acı sesler çıkartarak havalandılar, ağaçların dalına, tüneklerinin çatısına kondular. Bir saat kadar burada eğleştikten sonra otobüslerimize binerek ikindi vaktine yakın Akyaka'ya hareket ettik.

Saat 17.00 sularında Gökova körfezini ve Akyaka'yı dağın tepesinden temaşa ettik. Eşim ben ve Arkadaşım Hüzeyme Hanım arabadan inmedik. Fotoğraf severler araçtan inip birkaç poz çektiler. Akyaka, çok şirin bir belde... Çam ve zeytin ağaçlarının arasında beyaz badanalı evleriyle insanın gözünü gönlünü açan bir yer. Akyaka'nın çok orijinal, kendine mahsus evleri var. Evleri villa tipi modern olsa da kapıları, avluları, balkonları ve pencere kanatlarıyla klasik devirle modernliği bağdaştırmış gibi.

Akyaka'da Azmak deresi var ve denizle birleşiyor. Bu derenin özelliği suyunun sodalı oluşu ve akvaryum gibi türlü güzellikleri içinde barındırması. Kadınlar bu sudan bidonlarla evlerine götürüp çamaşırlarını onunla yıkıyorlarmış ve yudukları bembeyaz oluyormuş. Bize bir tekne tut yapmamızı, envai güzellikleri bir arada yaşayacağımız önerdiler. Biz de 10-15 kişi bir araya gelerek bir tekne kiralık ve akıntıya karşı yol aldık. Suyun altındaki görüntü üstündeki görüntüyü aratmayacak nitelikte idi. Balıklar kümeler halinde gözümün önünden kayıp gidiyor, sazlıklar arasında yaban ördekleri ve karabataklar avlanıyordu. Sazlıklar canlıların korunması ve yumurtlama dönemi için oldukça güvenilir yerlermiş gibi görünüyor. Gölün ortasında Akvaryum dedikleri bir noktaya geldik ki teknemiz burada bir müddet durdu. Suyun dibi o kadar berrak ki içinde ne varsa görünüyor ve sanki elinizi uzatsanız hemen ulaşacakmışsınız gibi bitkiler, yosunlar, taşlar... Yeşilin envai güzellikleri... Hepsi bir arada... Yurdumuz gerçekten her tarafıyla bir cenneti andırıyor.

Akşam yemeğini yine Konyalı bir hemşehrimiz olan Gülbeyaz tesislerinde yedik. Burada yediğimiz balık çok lezzetli idi. Hemşehricilik duygusu burada da kendini gösterdi. Daha önce Ormanlık alanda dinlendiğimiz Kaptan tesislerinin sahibi, biz kalabalık olduğumuz için Gülbeyaz tesisine elemanlarıyla birlikte yardıma gelmiş. Ne güzel bir dayanışma örneği. Biz Konyalılar ne hikmetse içerde birbirimizi yeriz, dışarıda ise arka çıkarız. Saat 10.30 gibi Gülbeyaz tesislerinden ayrılarak Turgut Reis İlçesindeki Turizm ve Otelcilik Uygulama Oteline hareket ettik. Saat 12.00 gibi otelimize vardık. Kendimiz uykunun sıcak kollarına bırakıverdik. Sabah Kahvaltısında yine İl Milli Eğitim Müdürü Celaleddin Ekinci ve Basın İlan Kurumu Müdürü Mehmet Ali Bey bize eşlik etti. Saat 10.00'dan sonra Bodrum'a gitmek üzere hareket etti.

Bodrum, nüfus olarak Muğla Merkezden ve Fethiye'den fazla. Gelirinin büyük bir kısmı turizme dayanıyor. Geri kalanı ticaret, balıkçılık ve tarım ürünleri teşkil eder.

Bodrumda da evler iki ya da üç katlı. Tabii dengeye uyum sağlamış, dış cepheleri beyaz badanalı, üzeri düz evler. Gerçekten de Bodrum yeşil beyaz bir görüntü ile iç içe. Antik Tiyatronun karşısında durarak Bodrum'u tepe üzerinden temaşa ettik. Bodrum kalesi ve eski bir kale uzaktan mükemmel görünüyor. 12.00- 13.00 arası bodrum Kalesini, Su altı Müzesini gezdik. Burası eskiden Rodos şövalelerine aitmiş. 15 yy.da Şövalyeler inşa etmiş ve yapımı 100 yıl sürmüş. Papa bu inşaatta çalışanlara endülijans dağıtmıştır. 1523 yılında Rodos'un fethiyle beraber Türk hâkimiyetine geçmiş. Fethin sembolü olarak da içindeki şapel yanına bir minare yaptırılmak suretiyle camie çevrilmiş. Ziyaret esnasında gördük ki içinde koca bir kadırganın kıç kısmı bizi karşıladı. İçler acısı bir durum. 1961'den sonra müzeye çevrilmiş, 63-64 yılları arasında da gemi maketi caminin içine yerleştirilmiş. Bir camiinin Müslümanlar eliyle müzeye çevrilmesi ve içine gemi yerleştirilmesi atalarımızın torunları olarak bizleri son derece hüzünlendirdi.

Bodrum Kalesinde İngiliz, Fransız, İtalyan v.s. gibi birçok burç var ve hepsinde de su altındaki batık gemilerden çıkan eşyalar, çift kulplu çömlekler, çapalar, kadınlara ait süs eşyaları, kap kacaklar sergileniyor. Cam müzesinde sadece cam eşyalar, sürahiler, bardaklar, kupalar yerlerini almış. Kulenin birisinde Karya Prensine, Birisinde Mısır İmparatoriçesine ait eşyalar sergileniyor. Şimdi bu kadar sergi yeri varken caminin müzeye çevrilerek için bir kadırga maketi yerleştirilmesi gerçekten acınacak bir durum.

Bodrum kalesinden sonra sahilde bir iki camii gezme imkânı buldum. Birisi 1720 yılında yapılmış Kızılhisarlı Mustafa Paşa Camii, diğeri 1902'de Abdülhamit zamanında yapılmış Adliye Camii. Kızılhisarlı Mustafa Paşa Camii, mermer dört direk üzerine yükselmekte tavanı ahşap ve üzeri kiremit çatı ile örtülmüştür. Cami tamirat görmüştür. En orijinal kısmı ise minberidir. Minber bitkisel motiflerle, resimlerle süslüdür. Adliye camii, kapalı olduğu için içine giremedik. Yine yol üzerindeki 1737 tarihli Kızılhisarlı Mustafa Paşa'nın Kahyası Hasan Ağa tarafından yapılan Tepecik Camiini de dışarıdan gördük ve içini gezmek mümkün olmadı.

Yel değirmenlerinin bulunduğu tepenin karşındaki marinadan bit tekne kiralayarak deniz turu yaptık. Adalara yakın bir yerde teknemiz yarım saat kadar durdu. Burası akvaryum mıntıkası imiş.Su berrak olduğu için denizin dibini, kayalıkları net olarak gördük. Normalde çok derin. 25- 30 metre derinlikte en az. İki saat bir tekne gezintisinden sonra öğle yemeğini Bodrum Öğretmen evinde yedikten sonra saat Dört gibi Muğla'ya hareket ettik.

Muğla'ya akşam namazına bir- bir buçuk saat kala vardık. Kaleyi uzaktan gördük. Sarp bir tepenin üzerinde yer almış. Fotoğraf almaya zamanımız olmadı. İkindi Namazımızı şehir meydanındakiKurşunlu Camiinde kıldık. 15.yy da yapılmış, Osmanlı camilerindendir. İnşasına 1493 yılında Menteşe beylerinden Şücaeddin Bey tarafından başlanmış ve iki yılda bitirilmiştir. Caminin duvarlarında yelkenli gemiler, kubbesinin etrafında çiçekler ve ortasında kâbe resimleri, kubbe yuvarlağında ise papatya vari çiçek desenleri ve kalem işleri görülmeye değer. Camiinin avlusunda bulunan medresesi yıkılmıştır. II. Abdülhamid döneminde cami esaslı bir tamirat geçirmiştir. Daha sonra Şahidiye Camiine gitmek üzere yola revan olduğumuzda bir tepe üzerinde Ulu Camierastladık. Bu camiyi de 1344 yılında Menteşe oğullarından İbrahim Bey yaptırmıştır. 1838 yılında Abdizade tarafından tamir edilmiştir. Bundan sonra yanan camiyi tekrar Hacı Nazife Hanım tamir ettirmiştir. Şahidiye Camii: Cami Muğla Hanedanından Hacı Osman Ağazade Elh Hac Mehmet Ağa tarafından 1286 yılında yapılmış. Bu tarih hicridir. Miladi olarak 1848 yılına tekabül etmektedir. Yıkık bir halde bulunan Mevlevi mescidinin üzerine yapılmıştır. Camie, Mevlevi Şeyhi Şahidi'nin ismi verilmiştir. Şeyh Şahidi'nin mezarı camiinin haziresindedir. Şeyh Şahidi içli bir Mevlevi şairi olup Muğla'da 1470 yılında doğduğunu beyitlerinde ifade etmektedir. Ölüm yılı ise 1547 yılıdır. Mezarı dedesiyle beraber yan yanadır. Bazı kaynaklar onu Afyonkarahisar'da vefat ettiğini ve şeyhinin ayak ucuna gömüldüğünü yazsa da ona ait camiinin haziresinde bir kabir taşı bulunmaktadır. 1869 yılında onarılan cami, 1911 yılında Mevlevi Postnişini Şeyh Cemal tarafından yeniden tamir edilmiştir. Camiinin haziresinde Mevlevi dergâhından şeyhlerin mezarları bulunmaktadır.

Muğla'da kısa günün kârı bunlar oldu. Akşam namazını da yine Kurşunlu caminde ifa ettikten sonra Öğretmen evinde ikram edilen çayların ardından Konya'ya revan olduk. Güzergâhımız Muğla-Denizli- Dazkırı, Çay ve Konya idi. Sabah 4.30'da Konya'ya vasıl olduk.

Gezide emeği geçen herkese; bilhassa TYB Başkanı Mehmet Ali Köseoğlu ve 2 gün boyunca bizleri yalnız bırakmayan Celaleddin Ekinci'ye, organizasyonda görevi personellere, organizatörlerden mihmandarımız Ümit Savaş Taşkesen'e, bizlere her türlü hizmeti usanmadan ifa eden Yusuf Özdemir'e, kurallara uyarak dakik olan ve konuşmalarıyla geziye renk katan tüm yol arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Mutlu yarınlar efendim.

Kaynak: Konya Yenigün Gazetesi - Anuş Gökce

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.