ANUŞ GOKCE - VEFATININ 64. YILINDA YAHYA KEMAL BEYATLI

ANUŞ GOKCE - VEFATININ 64. YILINDA YAHYA KEMAL BEYATLI

VEFATININ 64. YILINDA YAHYA KEMAL BEYATLI

A+A-

 

VEFATININ 64. YILINDA YAHYA KEMAL BEYATLI

 

Yahya Kemal, 2 Aralık 1884 yılında Üsküp’te doğdu. Babası Nişli adliye memuru İbrahim Naci Bey, annesi Lefkoşalı İsmail Paşazade Dilaver Bey’in kızı Nakıye Hanım’dır.  Asıl adı Ahmet Ağâh’tır.  Soyu Sultan III. Mustafa dönemine sancak beyliği yapan Şehsüvar Paşa’ya dayanır.  Şair daha sonra şeceresini devam ettirmek amacıyla Beyatlı soyadını almıştır.

Eğitimi ve iş hayatı

Yahya Kemal ilk tahsiline Üsküp’te 1889 yılında Yeni Mektep’te başladı. 1892’de oldukça modern bir eğitim veren Mekteb-i Edeb’e girdi. 1895’te Üsküp’te başladığı ortaöğretimine Selanik İdadisinde devam etti. O yıl annesinin ölümü ve babasının yeniden evlenmesi üzerine ailecek Üsküp’e döndüler. Ailedeki huzursuzluk yüzünden Yahya Kemal yatılı olarak Selanik İdadisine devam etti. 1900 yılında hastalığı yüzünden yeniden Üsküp’e dönen Yahya Kemal, İdadiyi tamamlamak üzere İstanbul’a geldi. Yıl ortasında geldiği için Galatasaray Sultanisine giremedi. Robert Kolejine de bir yıl beklemesi gerektiği için açıkta kaldı ve devrin siyasi hareketlerine katıldı. Temmuz 1903’te bir fırsatını bularak devrin birçok genci gibi Paris’e kaçtı ve Jön Türklerin arasına katıldı. Fransızcasını ilerletmek için Meaux Kolejinde okudu. Birkaç yıl Ecol Libre de Sciences Politiques’te okudu. 1906’da iki ay kadar Londra’da bulundu. Avrupa’nın pek çok ülkelerini gezdi. 1912’de zengin bir sanat ve tarih kültürüyle yurda döndü.

1913’te Darüşşafaka Mektebinde başladığı tarih, medeniyet tarihi öğretmenliğine Medresetü’l Vaizin ve Heybeliada bulunan Bahriye Mektebinde devam etti. 1916-1919 yılları arasında Darülfünun Edebiyat Şubesinde Garp edebiyatı ve Türk edebiyatı dersleri verdi.

Tedavi için bir süre Sofya’da bulundu. 1922’de Lozan Barış müzakerelerine müşavir delege olarak katıldı. 1923-1927’de Urfa mebusu olarak TBMM’ye girdi. 1925 yılında Türkiye- Suriye sınır tespit komisyonunda önemli çalışmalar yaptı. 1926’da Varşova, 1929’da Madrid, 1931’de Lizbon’da orta elçi olarak görev yaptı. 1933’te yurda döndü ve TBMM’de Yozgat’ı temsil etti. 1935’te Tekirdağ, 1942’de İstanbul mebusluğu görevini ifa etti. 1947’de yeni kurulan Pakistan Devleti nezdinde ilk Türkiye Büyükelçisi oldu. 1949’da emekliye ayrılarak yurda döndü.

Türk edebiyatına birbirinden değerli şiirler kazandıran, araştırmaları ve incelemeleri ve birikimleriyle nesre yeni bir ruh veren Yahya Kemal 1 Kasım 1958’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mezarı Rumelihisarı Kabristanı’nda bulunmaktadır.

Eserleri:

Yahya Kemal’in Eski Şiirin Rüzgârıyla adlı eseri 1918’de Yeni Mecmuada basılmaya başlamıştır. Dergâh, Şair, Nedim, Büyük Mecmua, Tavas, İnsan, Akademi, Fotomagazin,  İstanbul, Aile, Hayat, İstanbul Haftası gibi dergilerde ve Hürriyet, Akşam ve Cumhuriyet gibi gazetelerde yayınlanmıştır.

Yahya Kemal’in şiirleri vefatından sonra kurulan Yahya Kemal Enstitüsü tarafından kitap haline getirilmiştir. Şairin 1961-1970 yılları arasında kitap haline getirilen eserleri şunlardır:

Kendi Gök Kubbemiz(1961-1963-1967), Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962), Rubailer (1963) Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Aziz İstanbul (1964), Eğil Dağlar (1966), Siyasî Hikâyeler (1968), Siyasî ve Edebî Portreler (1968) (Aziz İstanbul, s.IV)

Sanatı

Yahya Kemal’in sanat anlayışı millî ve dinidir. O, kökü mazide olan ve geleceğin de sağlam temeller üzerine kurulması gerektiğine inanan bir sanatkârdır. Gerek şiirlerinin gerekse nesirlerinin muhtevasında temel fikir,  Türk milletini meydana getiren nesillerin 1000 yıllık bir zaman içinde (1071 Malazgirt Zaferi’ni esas alıyor) vatan toprağında kan, ter ve gözyaşıyla yoğrulmasından doğuşudur.  Bu kıymetler; sanatımız ( mimari, hat, tezhip, çini, musiki, şiir…) tevekkül anlayışı, merhameti ve âlicenaplığıyla hayat felsefemiz, cihangirlikle beraber fethedilen yerlerde bir ümran tesis etme idealidir.

Türklerin tarihi anlayışını da Anadolu’ya gelişleriyle başlatır.

Yahya Kemal’in gönlünde ve gözünde İstanbul’un apayrı bir yeri vardır. Türk İstanbul adlı makalesinde bir iklimin mimarisi ve halkı arasında halis ve tam bir ahenk varsa orada gözlere bir vatan tablosu görünür, der. “İklimden anlayan hassas ve gerçek bir sanatkâr İstanbul’un eski semtlerinden herhangi birini, mesela Koca Mustafa Paşa semtini yahut Eyüp’ü yahut Üsküdar’ı yahut Boğaziçi’nin henüz millî hüviyetini muhafaza eden herhangi bir köyünü seyredince kat’i bir hüküm vererek der ki: ‘Bu halk bu iklimde ezelden beri sakindir ve bu iklime bu mimariden ve bu halktan başka unsurlar yaraşmaz.’

Türklük beş yüz seneden beri İstanbul ve Boğaziçi’ni bütün beşeriyetin hayaline böyle nakşetti. Mimarisini bu şehrin her tepesine, her sahiline, her köşesine kurarken gûyâ:  ‘Artık bu diyar dünya durdukça Türk kalacaktır.’ dediği hissedilir.”

O, farzı mahal Türklüğün yeryüzünü eserleriyle süslediği hiçbir yer olmasa bile yalnız bu şehir onun ne kadar yaratıcı bir ruha sahip olduğunun delilidir, der. (Beyatlı, Yahya Kemal, Aziz İstanbul, s.5 v.d,  MEB Basım evi- İST/ 1969)

Türk dilinin sadeleşmesini isteyen şair, dili şiirin hammaddesi olarak görür. Halkın konuştuğu Türkçenin daha anlaşılır ve sade olduğuna kanat getiren şair, hece vezniyle şiirler yazmış olsa da bunları beğenmez.

Şiirin vezin, kafiye ve iç ahenge dayandığını söyleyen Yahya Kemal, Türk şiir geleneğinde önemli bir yer tutan aruzu tercih etmiştir. Paris’ten döndüğü yıllarda daha çok eski dille gazeller söyler. Şiirleri gazete ve dergilerde yayınlanır. O, sade dil ile yazılan şiirin zamanla kabul göreceğine inanıyordu. Aruzla günlük dil ile iç içe iç ahenge dayanan şiirler yazdı. Edebiyatımızda rubai yazan ender şairlerimizdendir.

Nihat Sami Banarlı 20 yy.da Türkçenin büyük fırtınalar arasında çalkandığı bir dönemde Yahya Kemal’in Türkçenin sedasına, mimarisine, ruhuna ve dehasına sadık kalarak bu lisanı kendi devrinin şahikasına ulaştırdığı ifade etmektedir. “Şair, Türkçenin Türkiye topraklarına güzelleşme sürecini adım adım takip ederek, milletimizin asırlar boyu bu lisana verdiği güzellikteki sırları araştırarak bulmuş ve onu terennüm etmiştir.” der. Yahya Kemal’le yaptığı bir röportajda şairin Türkçe anlayışını madde madde yazdırdığını ve beyitlerle örneklendirdiğini kaydeder: “ 1- Şiirde yaşayan Türkçeye girmemiş hiçbir Arap, Acem ve Frenk kelimesinin kullanılmaması; 2- Yaşayan Türkçeye girmiş Arap, Acem ve Frenk kelimelerini, onlara Türklerin verdiği ses ve mana içinde Türkçe addetmek;

3- Nahivde Türk milletinin cümleye verdiği mimariye şiddetle sadık kalmak; “Tatlısu Türkçesi”nin Servet-i Fünun şiiri üzerindeki etkisini kaldırmak;

4- Aşka, kahramanlığa, elemler ve şevklere Türk milletinin verdiği ifadeyi gözetmek;

5- Şiirde ritmin lisan haline gelmesi demek olan halis mısraı bulmak ve böyle mısralardan müteşekkil manzumeyi, ilk mısradan son mısra’a kadar yekpare bir ritim terkibi halinde terennüm etmek. Böylelikle şiiri nesre zıt bir terkip olarak yaratmak;

6- Şiiri o çıkış noktasından hareket ederek söylemek ki bu şiir önce bizi, bizim milliyetimizi, bizim duygu ve düşünce dünyamızı söylesin. Aynı şiir milli atmosfer içinde beşeri olsun. Bütün insanlığın duygu, düşünce, şevk ve heyecan âlemlerini terennüm edebilsin. ( Banarlı, Nihat Sami, Türkçenin Sırları, s.118, Kubbealtı Neşriyat, 7. Baskı, İstanbul- 1984)

Dumlupınar Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim görevlilerinden Yrd. Doç. Dr. Bilal Aktan, Yahya Kemal’e göre şiirin bir besteden ibaret olduğunu ifade ediyor.  Yahya Kemale göre “Şiir, kalpten geçen bir olayın dil şeklinde kendini göstermesi, duygunun birden bire dil oluşu ve kalışıdır. Düşündüklerimizi yalnız vezin ve dil ile ifade etmemiz şiir değildir. Bir mısra eğer derunî bir aşkla ifade edilmişse şiirdir; yoksa kalpten duyulmadan, yalnızca vezin ve dil uyumuyla söylenen şiir şiir olamaz. Şiir aslında bir nağmedir. Bu nağmeyi ifade etmek için vezin ve dil ancak bir vasıtadır.  

“Şiir ritim yani nazım sanatı olduğu için güfteden önce bir bestedir. Mısralarında nağme hissedilmeyen bir manzume sadece bir güftedir ki onu sahasına atarız. Mısra mısra bir beste olan şiir ise asıl şiirdir.”  (Aktan, Bilal, “Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiirinde Dil ve Ahenk” dergipark.org.tr. pdf, s.10)

Yahya Kemal’in iki ayrı dil anlayışından bahseden Aktan, bunlardan birisinin sade Türkçe, diğerinin de “Eski Şiirin Rüzgârıyla “adlı şiir kitabındaki sergilediği dil anlayışı olduğunu belirtir. Buradaki manzumelerin dili işlemiş olduğu konu ve tarihi dönemlerle bir paralellik arz eder, demektedir. Yani şiirde söz konusu olan dönemin tarihi havası en iyi şekilde yine o dönemin klasik şiir dili ve üslubuyla anlatılır.

Yahya Kemal’in edebiyat, sanat ve tarih alanındaki görüşlerinin gelişmesinde Paris’te geçirdiği dokuz yılın önemli bir etkisi olduğunu söyleyen yazar M. Orhan Okay, şairin eski ile yeniyi birleştirici bir rol üslendiğini, garp edebiyatından sentezler yaparak Türk edebiyatına yeni nazım şekilleri verdiğini ve şiire derinlik kattığını ifade etmektedir.

“O, bir taraftan şöhretleri devam eden Fransız romantiklerini okuyor bir taraftan da realist romancıların eserlerini takip ediyor, sembolist ve parnasyen şairleri tanıyordu. Şiirine bir kültür temeli bulmak için Fransızların yaptıklarını araştırıyor, onların milli tarih görüşlerinin edebiyatlarına nasıl kaynak teşkil ettiğine dikkat ediyordu. Devrin meşhur tarihçileri Albert Sorel ile Camille Jullian’ın yazılarını ve derslerini takip ediyor, evlerindeki sohbetlere katılıyordu. Çeşitli istikametlerde gelişen kültürü ona edebiyatta ve tarih anlayışında yeni ufuklar açtı. O güne kadar beğenip taklit ettiği Servet-i Fünun şiirinden giderek uzaklaştı. Esasen bir süreden beri yenileşme ve sadeleşme yolunda olan Türkçe ile bir şiir dili kurmak istiyordu. Bu dil, milletimizin duygularını ifadeye ulaşacak halis bir dil olacaktı. Fransızlar klasik metinlerden hareket edip yeni Fransız şiirine ulaşmışlardı. Öyle ise biz de divan şiirini günümüzde ihya etmenin, ondan pürüzsüz, saf mısralar elde etmenin yolunu aramalıydık.

Bunların yanında tarih anlayışı için de bir çıkış yolu aradı. Asırlardı hüküm süren Osmanlı fikri karşısında şimdi ufkunda Turan düşüncesi uyanıyordu. Türk milli tarihinin temeli ne olacaktı? Tarihçi Camille Julian’ın bir sözü ona yeni bir ufuk açtı. “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı.” Bu cümle Yahya Kemal’in tarih felsefesinin formülü oldu ve bunu Türk tarihine uyguladı. Böylece Ziya Gökalp’in bütün Türk dünyasını kapsayan Turan görüşü yerine millî tarih kavramını vatan edinilen topraklar üzerinde başlatmış oldu. Bugünkü Türk milleti ile Anadolu toprağı arasında bir medeniyetin yoğrulmuş olduğuna inanıyor, Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra ortaya koydukları yeni medeniyeti ve bu medeniyeti meydana getiren unsurları tanımak gerektiğini kabul ediyordu. (Okay, M. Orhan , “BEYATLI, Yahya Kemal”, TDV İslam Ansiklopedisi, BEYATLI maddesi, pdf)

 

Eserlerinin İncelenmesi

 

Eğil Dağlar:

İstiklal Harbinde günü gününe yazılan şiirleri ihtiva etmektedir. Kitap adını 1897 yılında Türk Yunan savaşında Gazi Edhem Paşa’nın orduları Atina’ya yürütürken bir askerin söylediği türküden alır:

“Eğil dağlar eğil üstünden aşam,

Yeni talim çıkmış, varam, ulaşam.”

Şair çocukluğunda dinlediği bu türküyü çok sevmiştir. O, Türk askerine ve vatanın kurtuluşuna inanmıştır. Kitaptaki nesirlerden biri de Eğil Dağlar başlığını taşımaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı izlerini, acılarını ve kayıplarını yaşamış, mütarekeyi ve akabinde elimizde kalan son vatan parçasının da işgal edildiğini görmüş, Milli Mücadelenin ilk anlarından itibaren vatanseverlerin yanında yer almış, şiirleriyle yazılarıyla halka ve askerlere moral kaynağı olmuştur.

İlk şiir 1918.

“Ölenler öldü, kalanlar muzdarip kaldık

Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık…” (Beyatlı, Yahya Kemal, Eğil s.5, MEB Basımevi, İST-1970) dizeleriyle devam eden şiirde Mondros Mütarekesinden sonra vatanın medeni sandıkları devletler tarafından işgal edilişini, Yunanlıların İzmir’e çıktıktan sonra yaptıkları fecaatleri ve Türk halkına reva görülen işkencelerin yarattığı derin ıstıraplarının izleri görülür. Daha sonraki mısralarda bu kara günlerin kararıp kalmayacağını, elbette şafak sökeceğini söyleyerek Türk milletine ve askerine ümit aşılamaktadır.

26 Ağustos 1922 şiiri ise, uzun bir bekleyişin ardından yorulan ve bezginlik gösteren Türk ordusuna motorize güç gibi olmuş orduyu şevke getirmiştir…

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yarabbi!

Senin uğrunda ölen ordu budur Yarabbi!

Ta ki ezanlarla yükselsin mübarek namın” (Eğil Dağlar, s.6)

Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın” diyen Yahya Kemal, bu kadar inançlı ve azimli bir milletin savaşı tekrar kazanacağına çok güçlü bir şekilde inanmaktadır. Ayrıca İslam dünyasının kurtuluşunu da Türk Ordusunun bu savaştan galip çıkmasına bağlamıştır. Çünkü bağımsızlık için mücadele eden Tek millet Türk Milleti ve tek ordu da Türk ordusudur.

“Esir Jeminüs ve Altor Şehrinde” Milli Mücadele yıllarında Boğaziçi’nde bulunduğu bir esnada gençliğinde okuduğu Roma ve İsviçre kahramanlarının zor hayat mücadelesini anlatarak, Türk çocuklarının özgür bir şekilde Anadolu’da dolaşabilecekleri günlerin yakın olduğu müjdesini veriyor.

Eğil Dağlar, makalesinde 1897’de Tesalya‘ya giren Edhem Paşa komutasındaki Türk askerinin “Eğil dağlar eğil üstünden geçem” türküsünün Yeni Türkiye için bir muştu olduğunu, bu kez Yunanlıların ordunun değil bir çığın önünden kaçamayacaklarını ve yok olacaklarını söylüyor. (Eğil Dağlar, s. S.155 v.d)

Bebek Şamandırası, Siyasiler, Tecrübe ve Hüküm, Eser, Onun Sesi, Taarruz Şayiası, Bir Düşünce, Deva, Asıl Siyaset, Hatıraların kuvveti, Tûl-i Emel, Vaziyet, Neticeye Yakın, Milli Fikirler, Mustafa Kemal, Misak-ı Milli, Kurdun Dişisi ve Yavruları… kitapta yer alan makalelerden bazı başlıklardır.

Eski Şiirin Rüzgârıyla: Yahya Kemal’in bu eserinde klasik şiirleri ve gazelleri toplanmıştır. Divan edebiyatının nazım şekillerini kullanarak bazen ağdalı bazen de sade bir Türkçe ile şiirler yazmıştır. Bu şiirlerinde Türk tarihindeki büyük devlet adamlarına; Sultan Alparslan’a, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Yavuz Sultan Selim, II. Selim vs. devlet adamlarını metheden gazel ve kasideler yazmıştır. Ayrıca İstanbul’un güzide yerlerine Boğaziçi, Üsküdar, Çubuklu, Bebek gibi doğa harikası yerlere de gazeller yazmayı ihmal etmemiştir. Bunun yanında Abdülhak Hamid gibi edebiyatta üstat kişilere şiirler atfederek Şemsi Tebrizî ve Mevlana’yı anlatan şiirler kaleme almıştır. Yavuz Sultan Selim’in İran üzerine yaptığı Çaldıran seferini anlatırken gözlerinizin önüne ardına koskoca bir orduyu takmış Yavuz Sultan Selim Han ve birbirine girmiş iki ordunun savaş meydanı gelir.

“Her tûğ-ı pür-füruğ verirken hücuma şan

Her tîğ-bi-dirîğ parıldadı hun-feşan

Meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader

Andırdı rûz-ı mahşeri hengâme-i imtihan…” şiirin diğer beyitlerinde savaşı Osmanlıların kazandığını, Tebriz’de Yavuz Sultan Selim adına zafer tuğları dikildiğini, dönüşte Zülkadiroğlu Beyliğini Osmanlı’ya bağlandığını bildirir ve “Hüdâları bir olan Türk halkının tek bir bayrak altında toplamasını” ister. (Eki Şiirin Rüzgârıyla, pdf, s.6) Yavuz Sultan Selim’in Mercidabık be Ridaniye savaşlarıyla Mısır’ın Osmanlı hükümranlığına girdiğini anlatan Yahya Kemal, “Rıhlet” adlı kasidesiyle Yavuz’un ölümünü dile getirir. (Eski Şiirin Rüzgârıyla, s.43) 

16 Mart 1920;

“Dil var mı kahr-ı dehr ile viran edilmedik

Beytü’l-hazen mi kaldı perişan edilmedi..”  (Eski Şiirin Rüzgârıyla, s.49) beytiyle başlayan gazelinde İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgal edilmesi üzerine duyulan üzüntüyü dile getirir…

Bu şiirleriyle Yahya Kemal, geçmiş ile geleceği birleştirmiş, kökü mazide yönünü atiye çeviren bir anlayışa sahip olduğunu göstermiştir. Eser 1962’de gazete ve mecmualardaki şiirleri taranarak Yahya Kemal enstitüsü tarafından 1962’de kitap haline getirilmiştir.

Kendi Gök Kubbemiz: Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayınlana 4. kitaptır. İlk defa 1961’de yayınlanmıştır.

“Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı şiirinde milletiyle bütünleşmiş ulvi bir havayı teneffüs ediyor, Malazgirt’ten beri yürüyen Türkoğlunu, hem devleti koruyan hem de sahip çıkan ve varisi olarak görüyor. Bayramda atılan top seslerini yurdun dört bir yanından; Üsküdar, Hisar, Kavaklar, Bursa İzmir, Konya, Beyazıd, Van; tarihin derinliklerinden, Çaldıran, Mohaç, Kosova, Niğbolu, Varna, Belgrad, Budin, Uyvar, Eğri, Barbaros, Tunus, Cezayir gibi kaybettiğimiz vatan topraklarını zikrederek buralardaki yaşayan soydaşlarımızı ve şanlı mazimizi bir bir yad ediyor.

İlk defa 1957 yılında neşredilen bu şiirde Yahya kemal, yeni kurulmuş olan Türkiye Devleti’nin genç dimağlarına tarih şuuru aşılamak ve geleceğe yön vermek hedefini gütmüştür.  (Kendi Gökkubemiz, s.11, pdf, İstanbul Fetih Cemiyeti Yay., İST-1974)

Kitapta yayınlanan ikinci şiir “Açık Deniz”, ilk defa 1925 yılında neşredilmiştir. “Itrî” şiirinde musikisindeki derinliği, bestelerinin güzelliğini, sabah ezanının makamını, ayini şerifini, NAAT’nı veciz bir şekilde ifade eder (Kendi Gökkubbemiz,s.17 v.d).

“Bir Tepeden” ve “Bir Başka Tepeden” adlı şiirlerinde İstanbul’un ihtişamını dile getirmiştir.

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir sengini sevmek bile bir ömre değer…” (Kendi Gökkubbemiz., s.21) şiiri Münir Nurettin’in sesinde daha bir efsunlaşmıştır.

Siste Söyleyiş,

“Bir devri lanetiyle boğan şairin Sis’i

Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi” (Kendi Gökkubbemiz, s.26) Tevfik Fikret’i eleştiren bir şiirdir. Kitapta yer alan şiirlerden bazı başlıklar; Akıncı, Mohaç Türküsü, İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar, Hayal Şehir, Ziyaret, Atik Valide’den İnen Sokak’ta, Üsküdar’ın Dost Işıkları.. İstanbul’u anlatan bir şehrengizdir.

Aziz İstanbul: 1964 yılında kitap halinde yayınlanmıştır. İçinde Yahya Kemal’in 1942’de Halkevinde verdiği Türk İstanbul Konferansıyla ilgili yazıların yanında,”Hisar’dan Şehitlik’e” 1922’de Tevhid-i Efkar’da, “Çamlar Altında Musahabe” 1914’te Peyam-i Edebî’de,”Çamlar Altında Muhasebe II” de 1913’de Peyam’da, vs. tarihlerde yayınlanmış makaleleri vardır. Nesirlerin sonunda şairin şiir kitaplarından seçilen şiirler eklenmiştir. Makalelerinin hepsinde İstanbul’un fethi, fetih için yapılan hazırlıklar, daha önce yapılan fetih teşebbüsleri, fethin ardından İstanbul’daki imar faaliyetlerine değinir. “Türk İstanbul II” makalesinde milli mimarimizle atalarımız İstanbul’u nasıl süslemişse, hali hazırda da aynı şekilde tarihi ve milli dokuya zarar vermeden yeni köylerin, kentlerin inşa edilmesini istemektedir:

“Geçmişte sevdiğimiz, hayran olduğumuz ve bağlandığımız şeyler yalnız güzellikler, iyilikler, doğruluklardır; yoksa çirkinlikleri, kötülükleri ve haksızlıkları sevmiyoruz. Demek ki maziyi bir kütle halinde, olduğu gibi, her tarafıyla sevmekten uzağız. Böyle olduğuna göre yaşadığımız devirde de, halde de sevdiğimiz ve sevmediğimiz aynı şeylerdir. Gelecekte de aynı şeyleri seveceğiz, aynı şeyleri sevmeyeceğiz.

Milli şuura ermiş bir insana göre muhafazakârlık, liberallik ve daha ileri fikirler arasında fark azdır. Eski İstanbul’un güzel semtlerini yaratan Türklük, Şark medeniyeti içinde yaşıyordu; o zaman o medeniyetin manevi havasıyla, ahlâk ve muaşeret kaideleriyle, hayat şartlarıyla onları yaratmıştı. Şimdi Garp medeniyetinin havası ve onun kaideleri, hayat şartları içinde yaşıyor, ona göre mesken, kent ve şehir yaratmaya mecburdur. Türklük milli şuuruna sahip olursa, hayat ve varlık manzarası, eskisinden farklı üslupta, fakat gene güzel olabilir.” diyerek hal ile geleceği birleştirmek istemiştir. (Aziz İstanbul, s.65)

Rubailer: Yahya Kemal’in rubaileri 1963 yılında kitap halinde yayınlandı. Ömer Hayyam’ın Rubailerinin Türkçe Söylenişi yanında kendisi de rubai yazmıştır. İsmail Dede,  Nihat Sami Banarlı, Haluk Şehsüvaroğlu, Fuat Ömer vs. kişilere rubai yazmıştır

“Hayyam’ı alıp tercüme et derlerse

Öğrenmek için talib isen bir derse

Derdim ki rubaisini nazmetmelisin

Onu Türkîde nasıl söylerse.”( Rubailer, s.13)

Yahya Kemal kaside ve gazellerinde gösterdiği üstün başarıyı rubai gibi yazılması zor bir nazım şeklini ustalıkla kullanmıştır.

Sonuç

Elimdeki kıt imkânlarla Yahya Kemal Beyatlı’nın sanatını, şiirdeki ve nesirdeki kudretini siz değerli okuyucularıma tanıtmaya çalıştım. Ancak dergi için hazırlanan bir yazı olduğu için sayfalar yetersiz kalıyor.

Gördük ki Yahya Kemal Türk düşünce, tarih, kültür ve edebiyat tarihine ışık tutan bir münevver,  bir umman. Biz ancak uzaktan bakabildik, ummanın kenarına bile yaklaşamadık.

Gerçekten Yahya Kemal’i anlatmak bir makaleye sığacak bir konu değil. Başka makalelerde farklı yönlerini ele alırız İnşallah.

Türk Milleti böyle bir edebiyatçı ve diplomat ve siyasetçi olarak çok yönlü bir şahsiyet yetiştirdiği için çok bahtiyardır. Ruhu şâd olsun.

 

 

web-yakalama-7-11-2022-15330.jpeg

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.