Birnokta Dergisinde Yayınlandı, Ahmet Köseoğlu : “Üstünden Bin Kış ve Bin Sonbahar Geçmiş Şehirlereydi Yolculuğum.”

Birnokta Dergisinde Yayınlandı, Ahmet Köseoğlu : “Üstünden Bin Kış ve Bin Sonbahar Geçmiş Şehirlereydi Yolculuğum.”

Birnokta Dergisinde Yayınlandı, Ahmet Köseoğlu : “Üstünden Bin Kış ve Bin Sonbahar Geçmiş Şehirlereydi Yolculuğum.”

A+A-

Ahmet Köseoğlu : “Üstünden Bin Kış ve Bin Sonbahar Geçmiş Şehirlereydi Yolculuğum.”

Söyleşen: Enver Çapar

Yeni kitabınız “Kendini Arayan Şehir” hayırlı olsun, okuru bol olsun. Bu kitabın yazılma hikâyesinden bahseder misiniz? Şehir nereye kayboldu da kendini arıyor? Kitabımızda bulunan on üç şehrin hemen her birinin ayrı bir hikâyesi var, ayrıca bu şehir yazıları bir kitap çalışması planlanarak yazılmadı, şehirleri yazalım diye yola çıkılmadı. Çeşitli vesilelerle şehirlere gitmiştim, bazı şehirler kendini bana yazdırdı ya da başka bir ifadeyle bazı şehirleri yazma isteği bende oluştu. Bazı kentler ya da ismi şehir olup da kent diye vasıflandırdıklarım var ki yazılması konusunda benim içimden bir istek oluşmadı. Birçok şehir ya da kent görmüş olmama rağmen bir kısmını yazabilmemin nedeni şehrin beni sıtma tutar gibi tutması, karşılıklı bir etkileşim, hissiyat geçişgenliğinin olmasıdır diye düşünüyorum. Dolayısıyla gitmediğim şehirleri yazmadım, gittiklerimden de kendini bana yazdıranları, kendini arayan şehirleri ya da benim aradığım şehirleri yazmış oldum. Hâl böyle olunca birçok yere gitmiş olmama rağmen daha az yeri yazmış durumdayım. Her bir şehri kendi çerçevesinde farklı zamanlarda müstakil yazdım, sonra bunları toplayıp kitap haline getirmiş olduk. Konya’yı çok daha önce bir zamanda başka bir düşünceyle yazmış idim, hakeza Şam da öyle. Nereye kayboldu sorusunun cevabı ise aslında şehir her zaman şehirlik özelliğini aramalı yani hızla yozlaşmaktan kaçmalı, güncelin ve sentetik yapıların esiri olmaktan kaçınmalı ve hep aslını, özünü korumalı. Şehrin kendini araması ya da kendini arayan şehir her zaman insani, fıtri ihtiyaçlara ve güzelliklere göre ve bünyesinde ruhu da hissedilen yapılaşmayı yenilenmeyi sağlayabilmelidir. Şehirlere yolculuğunuzda neyi arıyorsunuz? Burası şehrin kalbi olmalı dediğiniz yerler neresidir bir şehirde? ‘Kendini Arayan Şehir’in başında şehirlere yolculuğum diye yazdığım metinde şehirlerde neyi aradığımı, nelerin peşine düştüğümü, beklentilerimin neler olduğunu şöyle ifade etmiştim:  Büyük kâşiflerin yüreklerinde hissettikleri heyecanı hissettim her yolculukta. Dilini, sesini, rengini, mazisini, efsanesini, tarihe tanıklığını, binlerce yıllık ruhaniyetini merak ettim o güzel şehirlerin. Taşlara sinmiş seslere kulak verdim, çeşmelerin sulara öğrettiği şarkıları dinledim. Yaz sıcağında bir mabedin serin gölgesinde aradım ruhumdaki şehrin kapılarını. Şehrin hafıza mekânlarını aradım seyahatlerimde. Şehrin hafızası ne kadar diriyse şehirlinin de hafızası o kadar canlıdır. Bilinmelidir ki şehirle şehirlinin ilişkisi mekânlardan vareste değildir. Şehrin dünüyle bugününü bir köprü gibi birleştiren mekânları korumanın toplumsal hafızayı korumakla eş değer olduğunu herkesin anlamasını istedim. Üstünden bin kış ve bin sonbahar geçmiş şehirlereydi yolculuğum. “Yaz sıcağında bir mabedin serin gölgesinde aradım ruhumdaki şehrin kapılarını” diyorsunuz. Ruhu olan şehirler nasıldır? Ona ruh katan şeyler nelerdir? İnsanın fıtratına uygun inşa edilen/oluşan oluşturulan şehirlerde bir ruhtan bahsetmek ve şehrin ruhundan bahsetmek olasıdır ve insandan şehre, şehirden insana bir ruh geçirgenliğinden söz etmek mümkündür. Modern kentlerin ruhu olabileceğini düşünmedim hiç. Üstünden bin kış ve bin sonbahar geçmiş şehirler beni daha çok etkiledi sarıp sarmaladı. Kendi uygarlığımız Yenilememiz gereken Ve diriltmemiz Kopyadan taklitten dönmek Ölümden dönmekten daha zor ama Var olmanın tek şartı… Bana ne Paris’ten New York’tan Londra’dan Moskova’dan Pekin’den, Senin yanında bütün türedi uygarlıklar umurumda mı? Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu geceme ve gündüzüme. Üstat Sezai Karakoç’un İstanbul üzerinden gecemizi, gündüzümüzü aydınlattıklarını söylediği İslam’ın kandil şehirlerini görmek istedim. Kudüs, İstanbul, Şam, Konya, Bursa, Urfa gibi kandil şehirlerin kendi şanlı geçmişlerini arayışlarına şahit olmak istedim. Medeniyet coğrafyamızın kadim şehirlerinde gördükleriniz, hissettikleriniz kaynaklık etmiş kitabınıza anladığım kadar. Bu şehirlerin ortak özelliği neler? Mekke, Medine, Kudüs gibi İslam şehirleri temsil ettikleri inancın ve medeniyetin mücessem hâlleridirler. Camiler, imaretler, hanlar, hamamlar şehre yansıyan ruhun kristalleşmiş hâlinin ilanıdırlar. Şehir hakikatte bir kristaldir, sadece mana itibari ile değil şekil olarak, zaten ölüme işaret eden tamamlanmışlık ve durağanlık, ikili bakış ile de öyledir diyor İbrahim İzzettin. Şehrin senkronize olmuş dili, manası, ruhu, tarihi ve elbetteki güzelliği. Güzellik deyince felsefeci Alain de Botton şehirlerle ilgili yapıları ya da mekânları güzel kılan özellikler zihnime düştü şimdi. Düzen, denge, zarafet, tutarlılık, kendini tanıma sıralar ve güzelleştirmeye dikkat çekiyordu. Güzellik anlayışımızda ise dostluk, nezaket, derinlik, güç ve zeka gibi kavramları üzerinde barındıran yapılar veya mekanlar alanlar güzel şehirlerin ortak özellikleri olsa gerek yukarıda söylediğim özelliklere ilave olarak. Büyük kâşiflerin yüreklerinde hissettikleri heyecanı hissettim her yolculukta. BİRNOKTA “ Şehir, bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül eden müşterek bir hayattır. Hiçbir şeye mukavemet etmiyoruz. Biz şehrin sahibi değiliz” bu ifadenize bakarsak biz şehre yabancı mıyız? Şehir ve insan birbirinden kopmuş mu günümüzde? Aslında burada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözünün üzerinden serzenişte bulunuyoruz. Yani bu serzeniş şehir insan ilişkisini, insan şehir ilişkisini vurguluyor. Dolayısıyla bazen şehirleri yönetenler ya da şehre hizmet ettiklerini söyleyenler; şehrin insanına, insanın fıtratına ve isteğine yönelik hizmetlerden ziyade ranta teslim olabiliyor ve insanın da hoşuna gitmeyen ucube yapılaşmalar meydana gelebiliyor. Dolayısıyla biz şehrin sahibi değiliz ifadesi aslında şehrin hem sahibiyiz hem değiliz, hem mukimiyiz hem misafiriyiz bunu manevi anlamda da söylüyorum ki şehir bâki şehirli fani. Şehir figürlerini özelliklerini, şehre sonradan eklemlenecek yapıları, şehrin ruhuna uygun yapabilme ile ilgili şehirde bu yapılarla birlikte insanı terbiye edeceğini, insanın yapılara tesirinin büyük olduğunu ve yapıları da insan yapıyor ise gelecek neslin daha iyi eğitilebilmesi için şehrin fonksiyonunu vurgulamış oluyoruz. Şehri insan imar eder ama o şehir de aynı zamanda insanı inşa eden canlı bir mekandır, mekanizmadır. Şehir şehirliyi şehirde bünyesinde bulunanı mamur eder, şekillendirir, geçmişini, bugününü ve hatta yarınını da belirler. Günümüzün modern şehirlerine gürültü ve uğultu hâkim. Şehrin sesini duyamıyoruz. Şehrin sesini duyabileceğimiz yerler kalmış mıdır? Aslında şehir ile kırsalın arasındaki farkı en iyi şehrin sesinden anlarsınız. Bugün sakinlik açısından Avrupa’daki birçok şehir gürültülü ve uğultulu değildir. Yani bunlar da belli bir nüfusun etrafında dönen şehirlerdir ama yoğun bir sanayinin ve sanayinin içinde çalışan insanların çokça olduğu şehirlerde gürültü uğultu ve mekanik sesler şehre hakim olur. Şehrin sesini, gerçek sesini ve ruhunu hissedemezsiniz. Şehirlerin ruhunu ve sesini duyabilmek ve hissedebilmenin yolu şehirleri geçmişine, tarihine uygun olarak büyütmenin yürütmenin yolunu bulmaktan geçiyor. Aksi taktirde hızlı değişimlere, hızlı yapılaşmalara ve şehirlerin yanı başına hemen kondurulan sanayileşmelere müsaade edilirse bu aslında şehrin yaşanılmaz ve sürekli gürültülü şehir olmasına prim verir. Şehrin de sesini duyamamış olursunuz. Bu da yaşamı için huzur arayışında olan insan için şehirde bir arayışa girmesine sebep olur. Kendini arayan şehir’de huzurunu arar, insan da şehir de huzurunu arar. Başlangıçtan itibaren çevresel faaliyetleri ve tabiata yönelik güzellikleri de şehrin içine dahil edebilirseniz, bunları destekler, eker, diker, biçer mamur hale gelmesi için devam ederseniz ekolojik denge kendisini tamamladığı yerlerde tabiatın sesi, şehrin sesi ile ahenk içinde size sunulur. “Kastım budur şehre varam, feryâd-u figan koparam” diyor Yunus Emre hazretleri. Ruhsuz , kokusuz modern şehirleri görünce biz de feryat mı edelim, elde kalan eski şehrin kalıntılarıyla mı avunalım? Hazreti Yunus’un ifadesi tam da sorunuzdaki gibi ben de kentlere uğradığımda “Kastım budur şehre varam, feryâd-u figan koparam” mısrası hemen dilime dolanıyor. Aynı şeyleri düşünüyoruz, hiç kimse kızmasın gücenmesin ama ben Kırıkkale’ye ya da Karabük kentine vardığımda bu mısra dilimden dökülüyor. Devlet eliyle ya da bir takım büyük kooperatiflerle, organizasyonlarla kurulan ve henüz ruhunu oluşturamamış sentetik kentleri görünce de figan koparıyorum. Hepsi birbirine benzeyen binalar, tekdüze, tek tip renkler, tek tip yapılaşma, hususiyet barındırmayan, özelliği olmayan yapılaşmaların olduğu yere kent diyorum. Böyle yerleşim yerlerini görünce bu mısra da aklıma gelir. Tabii ki eski şehirlerle avunmak yerine biz erdemli şehre (faziletli) yolculuğa da her zaman hazır olmalıyız ve her zaman bunun için gayret sarf etmeliyiz. Erdemli şehirlere yolculuğumuz yaşadığımız şehirlerde devam etmeli, şehir zaten ya cahil şehre doğru hareket edecek ya erdemli şehre doğru hareket edecek, biz şehrin insanları Şehri insan imar eder ama o şehir de aynı zamanda insanı inşa eden canlı bir mekandır, mekanizmadır. BİRNOKTA olarak iyiye, güzele doğru şehrin yolculuğuna devam etmesi için gayret içinde olmalıyız. Bunun için de hem yapılaşmada hem insani değerleri yüceltmede güzel örneklerle ve insanların sürekli huzur içinde yaşayabilmesinin yolunu bulmalıyız. Şehir yazıları yazmaktan muradınız nedir? Konyalısınız ve Konya’da yaşıyorsunuz. İnsanı doğup büyüdüğü, yaşadığı yere bağlayan şeyler neler? Kamuda 30 yıla yakın belediyecilik görevi görmekteyim. Büyükşehir ve il belediyelerinde ve ilçe belediyelerinde hemen her türlü görevleri yaptım. Belediyecilikte, kültür sanat işleri ile ilgilenmem hasebiyle çok fazlaca şehirlere yolculuğum oldu. Şehirler üzerine de hem mesai sarf ettiğim , hem de özel ilgim olduğu için şehirleri daha dikkatlice incelemeye ve bu yönde çıkmış yazıları yazarları takip etmeye 27 yıl önce başlamıştım. Bunun da ilk hareket noktası 1995 yılında merhum Turgut Cansever, Mustafa Armağan, Nezih Başgelen, Haşim Karpuz’dan oluşan yazarların katıldığı bir panel yapılmıştı. Bu programı organize eden belediyenin kültür müdürü olarak bendeniz de oradaki programda konuşmacılardan özelde de Turgut Cansever’den şehrin bir ruhu olabileceğini ve şehrin maneviyatı üzerinde ruhu üzerinde ayakta durabileceğini, şehirlerle kentlerin ayrılmışlığını da duymuştum. Sonrasında bu yöne ilgim gelişti gittiğim gezdiğim yerlerden ya da çeşitli programlara katıldığım bazı şehirler beni adeta bir Tanpınar’ın deyimiyle sıtma tutar gibi tuttu. Tarihi yapıların içine, güzelliklerin içine çekti. Bu şehirlerin bazıları atmosferine çekmiş olması beni ciddi manasıyla etkiledi ve bu şehirleri karınca kararınca yazmaya çalıştım. Dolayısıyla her yazı birbirinden müstakil ve ayrı ayrı yazıldı, farklı zamanlarda gidildi. Bir kitap olsun diye de uğraşılmamıştı. Bu şekilde şehirleri yazmış olduk. Konya’ya bağlılığım ileri derecede, hatta yakın arkadaşlarıma çok uzun süreli Konya’dan ayrılmamam gerektiğini “Ayrılırsam Konya’yı çalıverirler” diye espri yapardım. Konya’nın aşığıyım ama bu mevcut Konya’nın erdemli bir şehir olduğu ideal bir şehir olduğu anlamına gelmez. Bu yolculukta olduğunu hep düşünürüm ve hizmet etmek için çok uğraşırım. Özelde Konya ve genelde tüm şehirler kendini arıyor olmalıdır. Erdemli bir şehre yolculuk için kendini arar şehirler, neyi arıyor diye önceki sorularda da sormuştunuz ya, şehirlerde ne aranır; ben de cahil şehir, erdemli şehre yolculuğa çıkar ve faziletli şehir olmayı arar derim. Konya’da geçmişi gibi görkemli ve bir şehir olma yolculuğunda mesafe kat etmiş bir şehirdir. Konya bir payitahttır, Selçuklu‘nun ve Osmanlı’nın önemli şehirlerinden biri olduğu için biz de kitabımızda biraz dua makamında da olsun diye huzur şehri dedik. “Konya demek Mevlânâ demek” ise şehrin merkezi insan mıdır? Şehre kimlik kazandıran büyük şahsiyetler çekilince şehirler de kaybolup gidiyor mu acaba? Şehir insan ilişkisi adeta birbirinin tamamlayıcısı gibidir; ruhu olmayan, gerçek manada kâmil insanları az olan ya da hiç olmayan şehirler ölü şehirlerdir, cehalet içinde olan cahil şehri, ölü şehri ile işimiz olmamalı. Şehirler insanlarıyla kâimdir ve mütekâmiliyete erer yani şehirler insanları ile mütemmim olurlar, tamama ererler. Burada da erdemli şehir diyebilmemiz için kâmil insanların o şehirlerde bulunması gerekir ve sayısı arttıkça şehirlerin değeri de artar. Bu tip insanlar geçmişten bugüne her zaman şehrin şehirlilik özelliğini artırır, güzelleştirir. Hem yaşayanların hem de geçmiş tarihte yaşayan insanların önemli, önder, mümeyyiz olanları, kamil insanları o şehre değer vermeye her zaman devam eder. Mevlânâ’da Konevi , Şems , Cemal Ali Dede gibi Konya’nın bir çok değerinin başında gelir. “Konya Mevlânâ Demek” şiirini yazan Arif Nihat Asya da şehirle Mevlânâ’yı özdeşleştirmiş. Mevlânâ’yı şehirden çıkardığımızda şehir kaybolur mu sorusuna cevap ise elbette ki kaybolmaz. Zaten Konya 13. yüzyılda dünyanın en önemli şehirlerinden biri olduğu için Mevlânâ da ailesi ile beraber bu ışığa doğru, kandile doğru, ilmin merkezine doğru hareket ederek Konya’ya gelmişlerdir. Dolayısıyla Mevlânâ Konya’ya gelmeden önce Konya var idi ve Konya’ydı ama Konya ile Mevlânâ şerefendi, Mevlânâ da Konya’yla şereflendi. İkisi de birbirini taşıyor, taşımaya da devam ediyor.

web-yakalama-11-11-2022-112942.jpegweb-yakalama-11-11-2022-113017.jpeg

web-yakalama-11-11-2022-1570.jpeg

web-yakalama-11-11-2022-15715-001.jpegweb-yakalama-11-11-2022-15731.jpegweb-yakalama-11-11-2022-15749.jpeg

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.