D. Mehmet Doğan: Cemil Meriç: Batının doğusunda!
Cemil Meriç, yetmiş yıllık hayatının ilk elli yılını tam bir “müstağrib” olarak geçirmişti. Yani, Ahmed Mithat Efendi gibi batı irfanını doğruya nakletme çabası içinde bir aydın olarak.
Bizde batıya gidenler genellikle son duraklarına varırlar. Onlar için kemâl noktası batıdır. Cemil Bey, batıya gitmekte öylesine ısrar etti ki, sonunda doğuya ulaştı. Bu dönüşümü belgeleyen eseri Hind Edebiyatı’nın başında “Yazar, Hind’i tanıyıncaya kadar düşüncenin Yunanla başladığını sanıyordu” der.
Önce batıyı, sonra doğuyu (yani Hind’i) tanımaya, bilmeye ve özümsemeye çalışan Cemil Meriç, bu uzun meşgale sonunda, kendini kendimizi tanımanın kapılarında buldu. “Kendimizi tanıma”nın âletlerine, imkânlarına kendisinden sonraki nesillerden çok, daha fazla sahipti. Çünkü “Osmanlı” olarak doğmuştu. Osmanlı olarak doğmanın, çok daha engin ve zengin bir kültüre mirasçı olmak ve çok daha geniş ufukları gözetlemek gücüne sahip olmak demek olduğunu, şimdiki cumhuriyet nesilleri daha derinden idrak ediyorlar.
Türkiye’de “kendini tanıma”nın, “kimliğimizi bulma”nın bir bilme, hissetme meselesi olmaktan çıkarılarak, son yarım asra mahsus kabullerle belirlenmesine isyanla işe başladı. “Yobazlık şarkın nefis müdafaası” haykırışının bu isyan psikolojisi içinde bazı tepkileri nasıl değerlendirdiğinin ölçüsü olarak görülebilir.
Cemil Meriç, esasta tepkici değildi, ama tepkisiz, mukavemetsiz, üzerine ölü toprağı serilmiş bir toplumda formunu bulamamış, kekre kalmış tepkileri dahi takdis etmekten kendini alamıyordu.
O’nu hep konuşan adam olarak hatırlıyorum. Sesini bulmak isteyen, bunun için öfkesini kullanan ve söyleyeceklerini Namık Kemâl’den, Süleyman Nazif’ten gelen bir nesir sesiyle söylemeyi tercih eden bir yazar. Sözün kudretini bize yeniden anlatan Cemil Bey, kitaba dökülmüş sözleriyle okuyanları en önce ses ve söz çağrışımlarıyla kavrar.
1977’de kendisiyle televizyon için yaptığımız bir konuşmanın montajı yapılırken, işimize hiç alâka duymayan, aksine ideolojik gerekçelerle karşı koyma tavrı içinde olan montajcının renkten renge girdiğini gözlüyorduk. Sonunda, “bu adam ne söylüyor böyle? Ne demek ‘her tarif hakikati tahrif eder?’ Şimdiye kadar hiç duymadım, fakat çok çarpıcı sözler” demekten ve işe ilgisini yoğunlaştırmaktan kendini alamadı.
Cemil Meriç’in “sözü”, yazıları asıl okuması gerekenlere ulaşabilseydi, kendine biçtiği “köprü” olma görevini hakkıyla yerine getirmiş olacaktı. Bu vazifeyi kısmen yerine getirebildi. 1970’lerden itibaren zıtlaşma eğilimi içine giren “milliyetçi” ve “islâmcı” kesimlerin müştereken okuduğu, sahip çıkdığı bir isim oldu Cemil Meriç. Bir vecize şiddeti taşıyan “ideolojiler idrake giydirilen deli gömlekleri” ifadesinin çerçevesine, giren ideoloji mahpusları, mahkûmları ise yaşadığı süre boyunca gömleklerini çıkaramadılar. Ama Cemil Meriç bu dünyadan göçse de onun engin bir birikimden süzülmüş çabalarını yansıtan metinleri elimizde olacak. Ola ki birileri bir gün okumak, düşünmek, kendini bulmak, kimlik sahibi olmak ister...
(Cemil Meriç’in vefatı üzerine D. Mehmet Doğan’ın 36 sene önce kaleme aldığı yazı).
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.