Daha karpuz bile kesememiştik oysa...

Daha karpuz bile kesememiştik oysa...

Daha karpuz bile kesememiştik oysa... TYB Konya Şubesi Başkanımız M. Ali Köseoğlu'nun süresi dolmadan bayrak devrinden söz ediyorum. Sanıyorum 2002...

A+A-

Daha karpuz bile kesememiştik oysa... TYB Konya Şubesi Başkanımız M. Ali Köseoğlu'nun süresi dolmadan bayrak devrinden söz ediyorum.

Sanıyorum 2002 yılıydı. Böyle karlı kış günlerinden birinde, çok önemli bir duruşmaya yetişme derdindeyim. Eski Adliye binasının arka avlu kapısının dibine park ettim. Arabadan inerken hemen yanda restore edilmiş, şirin bir Konya evi gözüme çarptı. Ev değildi aslında o acele içinde beni durduran. Kapının üstündeki küçük sade tabelada "Türkiye Yazarlar Birliği" yazıyordu. Bu derneğin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu ve tüm sivil toplum kuruluşlarına olumsuz bir ön yargım ve mesafem vardı. Ama buradaki "yazarlar" lafzı beni bir anda mest etmeye yetmiş artmıştı bile.

Bir ayağım hala arabada birini dışarı atmış öylece tabelaya bakıyordum. O da benim yıllardır içimde biriken özlemi biliyormuş ya da beni bekliyormuş gibi "bir gün geleceğim, mutlaka geleceğim..." diye mırıldandım. Bunu o yazıdaki "yazarlar" kelimesine söylüyordum içinde kimler olduğunu bilmeden onlara söz veriyordum. Elbette bu vaat, ilk önce yazmanın y'sini duyunca içimdeki çarpıntını hızını düşüremediğim deli yürek içindi. Ancak bu kesin sözden sonra ferahlayıp kendi işime odaklandım. Ama söz verdiğim o bir gün gelmedi bir türlü.

 

 

Sonraki zamanlarda da, adliye giriş çıkışımı arka kapıya bağladım. Ve nerdeyse her gün, adeta o tabelanın harflerinde gizlenen yazar gözleri ile selamlaştık. Ama vaktim uygun olduğunda da birkaç adım atıyor oraya giremiyordum. İşim gereği hangi kurum, makam, ortam olursa olsun girmeye konuşmaya hatta yasakları delmeye mücadele etmeye alışık olduğumdan kendime hayret ettim.

Çünkü yazarların, şairlerin ediplerin, müelliflerin bulunduğu bir dernek ya da mekân hiçbir resmi protokol şartı, kâğıt, evrak, kimlik, havale yazısı aranmayan, kimseye engel bulunmayan bir dost meclisi olurdu ancak. Bunu bilmeme rağmen neden kapıyı çalamıyorum diye sordum kendime.

Sonra fark ettim Sezai Karakoç'un "Bütün törenlerin, şölenlerin, ayinlerin, yortuların dışında..." ya da Mevlana'nın "Bir yer var bu cihandan da öbür cihandan da dışarı..." dediği gibi gönlümde, tüm ölçülerden yukarıda bir "yazarlık makamı" vardı.

O tabelayı görüp ah ettiğim kış gününde çocukluğumdan beri öyle veya böyle yazarak devam ettirdiğim ama hayatımda bir türlü sıra gelmeyen yazarlık hevesimi durduramaz hale gelmiş. Artık ciddi bir aşamaya gelerek romana başlamıştım. Diğer işlerimin arasında devam etsem bile beni kendi çekimi ile bağlamış roman yazma sürecim zorunlu işler dışında her şeyi kafamda geri plana kendiliğinden itmişti. Konya'da yazıp İstanbul'da yayınlatma da bambaşka bir hikâye... Yani kısaca söylemek gerekirse ben o kapıdan ancak sözümden on yıl, romanımın yayınlanmasından bir yıl sonra girebildim. Yani 2012 Kasım'ında...

Nasıl mı? İlk romanım GEL -Aşkın Kimya'sı adı ile 11 Haziran 2011'de Callisto Yayınevi tarafından basıldı. Tanıtım için TV programları falan derken bir süre daha İstanbul'daki çalışmalar devam etti. Sonra Konya'daki kültür edebiyat camiası ile hiç yakınlığım olmadığını fark ettim. En son fakülte yıllarında birlikte dergi çıkarma çalışmalarımız olan Konyalı gazeteci yazar eski bir arkadaşımı arayıp yardım istedim. Kendisi Ankara'da ama Konya ile yakından ilgiliydi. Bana mutlaka tanışmam gereken birkaç isim ile telefonlarını verdi.

Bunlar içinde M.Ali Köseoğlu da vardı. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi Başkanı ve Memleket Gazetesi Genel Yayın Müdürü olarak. Hemen kendisi aradım tanışmak ve kitap hediye etmek istediğimi söyledim. Herkesin bildiği zarafetle kaplı vakur sesi ve ilgisi ile dernek ya da gazeteye ziyaretimi beklediklerini, yazar arkadaşların da çok memnun olacağını dile getirdi. Ama bu kez de içimden bir ses o güzel dernek tabelasının zihnimde astığım kutsal yerinde öylece kalmasını söylüyordu. Buradan ilk kez itiraf ediyorum: Eğer oraya gider tanışırsam, ileride beni öyle hayal kırıklığına uğratırlar ki gönlümdeki makam yere düşer, tabela kırılır bir daha toparlayamam diye korktum. Yaşadığımız çoğu tanışıklıkların, girdiğimiz bir sürü kurumların sonu öyle değil mi? Hayır, gönlümdeki çöplüğe daha fazla yer yoktu. Yine gidemedim.

Sonra, 2012 Kasım sonundaki Konya Kitap Günlerine davet edildim. Okurlardan da soranlar artmaya başlamıştı. Yazarlar Birliği standında etkinlik boyunca bulunabilecek, okurlarımla söyleşip kitabımı imzalaya bilecektim. Yine telefonda M.Ali Bey'e "Ama ben üyeniz bile olmadım daha" diye sorular sordum. Eseri yayınlanmış bir yazar olarak tabii üye olduğumu, arzu edersem görevli arkadaşların fuar yerinde üyelik kaydı yapabilecekleri, önemli olanın bizi okurlarımız ve kitapseverle buluşturmak olduğunu söyledi.

Ve sonunda Zindankale Sanat Galerisine, Türkiye Yazarlar Birliği tabelasının altına gittim. İlk önce Fotoğrafçı Yazar Zeki Oğuz ile tanıştım. Sonra her biri için bir hikâye, bir başka yazı yazmak istediğim Şair Sehavet Solak, Reyhan Sur, Duran Çetin, Cemil Paslı, Huzeyme Yeşim Koçak, Ömer Lütf Ersöz ve M.Ali Köseoğlu beyefendi ile orada tanıştım. Önceki başkan Ahmet Köseoğlu beyle tanışınca ikisini karıştırmamak için Başkan I. Köseolğu ve II. Köseoğlu isimlerini taktım. Sonrası da daha birçok kıymetli isim geldi.

Genel başkanımız Hicabi Kırlangıç ve Mehmet Doğan hocalarımız da artık kitaplarda kaldı gerçek hayatta yoktur dediğim gözlerinde daimi bir hüznü gizli bir vakarla taşıyıp etrafa daim bir tebessüm ferahlğı yayanlardan...

Ve kapının üstündeki "yazarlar" kelimesinin boyası içine yerleştirip sembolize ettiğim yazar gözleri gerçek çıktı. Mucize gibidir, beni hiç hayal kırıklığına uğratmadılar. Nasıl ki bir kitap bir cümlede, bir cümle bir harfte toplanıp hatta son noktada özetlenebilirse, Mehmet Ali Bey de tüm bu güzel topluluğun, bezm-i aşıkan, yazaran, şairan, muhibban'ın üstündeki noktaydı başkan olarak, benim gözümde. Bazen insanları doğadan benzetmelerle anlatırız ya Mehmet Ali bey sessiz ama yalçın, başındaki dumana rağmen etekleri şehirle barışık bir dağa benzer. Yıldırımları kendi üstüne çekse de, yağmur sularını toplayıp yerine ulaştırır. İşinin gereğini yapar, reklamını unutur.

Esin Bayru Çelebi, mevlevi bakışını tanımlarken " Yarısı boş bardak gördüğünde, bu neden boş diye soran değil, ben nasıl doldurabilirim diye düşünendir" demişti. İşte öyle biri...

Bu arada onca faaliyeti, anıyı, etkinliği sıralamaya yer yok dileyen heryerde bulabilir. Ben topluma yapılan hizmetten dolayı kimseye vefa borcu duymuyorum pek, bana da duyulmasın.

Ama gerçekten artık tükendi, hayır yoktur dediğimiz insanlar ve kurumlar var umudu için ve örnek almak isteyenler için Türkiye Yazarlar Birliğini göstermek isterim. Yerelde bunlar yapılamaz diyenler içinde TYB Konya şubesini örnek veririm.

Başkan, Muğladaki görevi gereği bize erken veda edince doğal bulsam da üzüldüm. Anadolu'da itiraz edilemez bir mazeretle erken kalkan başka ikram kabul etmeyen misafire "zengin kalkışı" yaptı derlerler. Bizimki de öyle oldu biraz. Ama bu oturuşa bu kalkış da yakıştı yolunuz ve bahtınız açık olsun sayın başkan eminim bulunduğunuz her makama, altında yer aldığınız her tabelaya buradaki gibi anlam ve fark kazandıracasınız.

Güzel örneklerimizin artması dileğiyle Cumanız Kutlu olsun.

Kaynak: Memleket Gazetesi Fatma Şeref

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.