Dilber Dural - Türkçenin bilge kalemiydi
Dilber Dural - Türkçenin bilge kalemiydi
Edebiyat ve fikir dünyamızın mihenk taşlarından Türkiye Yazarlar Birliği kurucusu ve Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, 77 yaşında Hakk'a yürüdü. Yeni Şafak Pazar olarak Doğan'ı, dostları Beşir Ayvazoğlu, İbrahim Demirci, Mehmet Narlı, Necip Tosun ve Abdullah Harmancı ile konuştuk.
Dr. Mehmet Doğan
Ankara’nın Kalecik ilçesinde 1947 yılında dünyaya gelen D. Mehmet Doğan, Ankara Gazi Lisesi’nin ardından bugün Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak bilinen SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’nda radyo-televizyon uzmanlık bölümünü başarıyla tamamladı. Mezun olduktan sonra 1972-1974 yıllarında Türk Tarih Kurumu Yeni Türkiye Araştırma Merkezi’nde dokümantalist olarak çalışan Doğan, askerlik görevinin ardından Dergah Yayınları’nda yayın yönetmeni olarak görev aldı. Doğan, 1977 ve 1978’de Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nda (TRT) Genel Müdür danışmanlığı yaptı ve tekrar Dergah Yayınları’nda çalışmaya başladı. Yayıncılığa ara vererek Ankara’ya dönen ve “Büyük Türkçe Sözlük”ü hazırlamaya başlayan Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluş çalışmalarını yürüttü ve Birlik Yayınları’nı kurdu. Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi’nde sözleşmeli film yapımcısı ve senaryo yazarı olarak çalışan, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yazarlık dersleri veren ve Birlik Medya A.Ş’nin genel müdürlüğünü yapan Doğan, 1996’da 2005’e kadar sürdüreceği Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliğine seçildi.
Televizyon metinleri ve senaryolar yazdı
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yayınını planlayan ve ilk ciltlerinin yayınını yöneten Doğan, bu ansiklopediye muhtelif maddeler yazdı ve Türk Aile Ansiklopedisi’nin üç ciltlik yayınını yönetti. D. Mehmet Doğan, siyasi ve sosyal tarih, fikir ve basın tarihi, dil gibi alanlarla ilgili çalışmalarının yanı sıra Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ve Türk Aile Ansiklopedisi’ne katkılar sağladı. Televizyon metinleri ve senaryolar yazdı, çeşitli televizyon programlarının ve filmlerin yapımında görev aldı. Mehmed Akif Fikir ve Sanat Vakfı, Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın kurucuları arasında yer alan Doğan, 1978-1996 arasında TYB genel başkanlığını ve TYB tarafından yayımlanan “Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı”nın yayın yönetmenliğini üstlendi. Yazarlık alanının tanımlanması, yazarların mesleki bir kuruluş altında toplanması, büyük yazarların anılması ve yaşayan yazarların tanıtılması yönünde faaliyetlerde bulunan Doğan, Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı’yla ilgili pek çok çalışmaya da imza attı.
Şiir şölenlerinin yapılmasına öncülük etti
Türkiye’de 1992’de başlatılan ve Türk Dünyası ile münasebetlerin yeniden kurulması sürecinde, kültürel ve edebi ilişkilerin gelişmesinde önemli yeri olan “Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri” düzenlenmesine, Çorum, Konya, Erzurum, Dursunbey, Suçıktı gibi il ve ilçe merkezlerinde şiir şölenlerinin yapılmasına ve 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de yazarlık öğretimi konusunda ilk adımların atılmasına öncülük etti. Doğan, 1978’de “Türkiye Milli Kültür Vakfı teşvik ödülü”, 1982’de “Yazarlar Birliği Dil ödülü”, 1995’te “Özbekistan Yazarlar Birliği Milletlerarası Kaşgarlı Mahmud Mükafatı”, 2004’te “7. Balkanlar Türk Kültürüne Hizmet Ödülü” ve 2012’de “Karaman Dil Ödülü”nü aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “2017 Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Edebiyat Ödülü” takdim edilen Doğan, 2021’de ise “Mehmet Akif İnan Kültür Sanat ve Edebiyat Ödülü”ne layık görüldü.
Çok sayıda kitap, sözlük ve belgesele imza attı
Doğan ayrıca 1981’den bugüne kadar “Büyük Türkçe Sözlük”, “Okullar İçin Büyük Türkçe Sözlük”, “İlk Sözlük”, “Temel Büyük Türkçe Sözlük”, “Büyük Türkçe Sözlük” adlı sözlükleri hazırladı. Çok sayıda eserin yayına hazırlanmasına katkı sunan Doğan, 1977’den itibaren “Sanat Sözlüğü”, “Ulucami”, “Şairler Meydanı”, “Kaybolan Şehirler”, “Nureddin Topçu”, “Mehmed Akif”, “Yaşayan Geçmiş” ve 3 bölümlük “Mimar Sinan” belgeseli gibi film metni ve senaryolara da imza attı. Yeni Şafak Pazar olarak, geçtiğimiz günlerde Ankara’da 77 yaşında Hakk’a yürüyen Doğan’ı dostları Beşir Ayvazoğlu, İbrahim Demirci, Mehmet Narlı, Necip Tosun ve Abdullah Harmancı ile konuştuk. Buyurun sözü dostlarına bırakalım.
Ankaralı Anadolu Ahisi
D. Mehmet Doğan için uygun tanımlamalardan biri, Ankaralı Anadolu Ahisi olsa gerek. Ülkemizin siyasal tarihinde Ankara, yüz yılı aşkın bir süredir İstanbul’a karşı ve karşıt olarak konumlanmıştır ya, Doğan; İstanbul’un fethinde Ankaralı Hacı Bayram Veli’nin ve müritlerinin rolünü hatırlatarak bu karşıtlığın giderilmesine çalıştı. Doğan, bir Anadolu çocuğudur ve onda Anadolu sevgisi derin ve köklü bir duygudur. Fakat bu duygu, onun Anadolu dışını görmediği veya önemsemediği anlamına gelmez: Türk Kimliğinin Coğrafyaları ve Türkendülüsiye siyasi, sosyal ve kültürel değerlendirmeleriyle geçmişe, bugüne ve geleceğe ilişkin önemli bilgiler ve anahtarlar sunan çalışmalardır. Ahilik, tarihimizde toplumumuzla en çok kaynaşmış kurumdur ve bu kurumun siyasi otoriteyle çatıştığı da olmuştur. Doğan, babasının terzi oluşuyla, çocukluk yıllarında onun dükkânında çıraklık edişiyle ve hayat anlayışıyla ahiliğin ahlaki düsturlarını özümsemiş bir insandı. Genel geçer yargılara ve siyasi dayatmalara karşı halkın, hakkın, hakikatin, sağduyunun yanında yer aldı. Muhafazakâr bir dil tutumunu benimsemiş olmasına rağmen, Yeni Lisan hareketindeki “zorlama unsuru”nu görmüş ve göstermiş olması, kayda değer bir güzelliktir. Ankaralı Anadolu Ahisi, sadece ülkemiz ve toplumumuz için değil, gönül ve ümmet coğrafyası için de, tüm insanlık için de daha güzel, daha âdil, daha barışçı, daha dengeli bir dünyanın mütevazı ve kudretli unsurudur.
D. Mehmet Doğan’a ne borçluyuz?
Günümüzde yaşayan birçok kalem, artık yaşamayan birçok başka kalemden türemiştir. “Türemek” kelimesini, usta-çırak ilişkisi içerisinde, bir ocaktan neşet etmiş ve ismini bu ocakla aidiyet duygusu içerisinde var etmiş, anlamında kullanıyorum. Sanırım Nurettin Topçu ocağından türemiş isimleri sayacak olsak, ilk beşte mutlaka D. Mehmet Doğan yer alır. Düşüncelerinin izini, neşet ettiği ocağın kaynağına kadar inerek takip edebiliriz. Ancak beni daha çok, Mehmet ağabeyin sağlam karakteri ile bu hayranı olduğu şairler, düşünürler arasındaki benzerlikler ilgilendiriyor. Örneğin Mehmet ağabeyin ısrarlarında, yalnızlığında, öfkesinde, imanında, yaşantısında, dahası sessizliğinde, içedönüklüğünde Mehmet Akif’i bulmayan yok gibidir. Aynı cümleyi Mehmet Akif’in yerine Nurettin Topçu yazarak yeniden kurabilirim. Mehmet ağabeyin vakarında, duruşunda, öfkesinde, dervişliğinde, safiyetinde; iki güneşli bir galaksinin dünyasıymış gibi, bu şair ve düşünürlerin ışıkları gezinir. Bu iki güneşli galaksinin ışıklarından her daim istifade etmesini bilen bir gezegen gibi, Mehmet ağabey de bu güneşlerin ekseninden ayrılmamıştır.
Yakın tarihe bakışımızı sahihleştirme gayreti gösterdi
D. Mehmet Doğan, yakın tarihe bakışımızı sahihleştirme gayreti gösterdi. 1970’lerin başından itibaren yayımladığı yakın tarihe ilişkin yazılarını 1975 senesinde Batılılaşma İhaneti adıyla neşrettiğinde kitabın gördüğü büyük ilgiyi kendisi de tahmin edememişti. Tarihe bakışının temelinde, vatanseverler ve vatanını başka memleketlere peşkeş çeken işbirlikçiler şeklinde bir tasnifin yattığını düşünebiliriz. D. Mehmet Doğan tarihçiliği, Necip Fazıl’a yakın bir yerde durur. Tanzimat sonrası Batılılaşma hareketleri kendi topraklarımızdan ilham almamış, tersine yüzeyde ve kopya düzeyinde kalmıştır. Doğan’ın eleştirisi; yabancılaştıran, yozlaştıran Batılılaştırmacı hareketlere yönelir. D. Mehmet Doğan’ın “dil” vurgusu, onun tarih anlayışının doğal bir parçasıdır. 1930’lardan sonra, devlet eliyle dile ilişkin yapılan yapay ve beceriksiz müdahaleler özellikle 1980’lere kadar sağ veya dindar diyebileceğimiz kesimlerin ağır eleştirisini aldı. Ancak anlaşılabilir sayısız sebepten dolayı, dildeki özleştirme faaliyetlerine yönelik eleştiriler bir şekilde buharlaştı. Eleştiren kimse kalmadı. Biz aramızda, bu konuyu ele alır ve D. Mehmet Doğan hariç, diyerek, onun dile ilişkin eleştirilerinin altını çizmeden edemezdik. Mahmut Bıyıklı’nın hazırladığı D. Mehmet Doğan belgeselinde, Mehmet ağabey bunu aynen kendisi söylüyor. Dildeki özleştirme çabalarının Türkçeye büyük zararlar verdiğini örnekleyen, olayın tarihsel temellerine ve sebeplerine inen, sonuçlarını ele alan D. Mehmet Doğan, 20. yüzyılda dilimize yapılan haksızlıkları dile getirme noktasında çok iddialı, hararetli, inançlı bir savunma yaptı.
Sözlüğün ulaştığı sayısız baskı, onun dil endişelerini gösteriyor
Ancak Doğan’ın dil çalışmaları asla sadece bu eksen üzerinde ilerlemez. Beş defa eklemeler yaparak bugünkü haline getirdiği sözlüğünün ulaştığı sayısız baskı, onun dil endişelerinin toplumsal bir karşılık bulduğunu gösterir.
Bir güzel ağabey daha göçünü topladı
Sanıyorum Mehmet Akif’le D. Mehmet Doğan arasındaki karakter benzerliğine atıf yapan sadece ben değilimdir. Doğan da Akif gibi dosdoğru bir adamdı, sözlerinde milletinin yükü vardı, inandığı gibi yaşardı; fikri ve karakteri olmayanların çevresinde bulunmaz, o çevrelerden de uzak dururdu. TYB’de bürokratik veya makamsal bir hiyerarşinin olmaması sağlayan onun “düz” bir adam (insani zaafların etkisinde olmamak anlamında) olmasıydı. TYB’de onun yol açtığı veya şekil verdiği latifeli ama derinlikli bir sohbet ağı vardı. Tabi latifenin neresinde hakikate temas edildiğini kavramak için biraz sohbet halkasına müdavim olmak lazımdı.
Dili olanın yurdu olur
Türkiye’de yazar, gazeteci, aydın, kültür adamı gibi unvanlarla anılan çok az kişinin dil şuuru ve idraki Mehmet Doğan’ınkinin yanına eklenebilir. Bir kurumun, kurulun yapacağı Büyük Türkçe Sözlüğü tek başına söz varlığımıza hediye ettiği için demiyorum bunu. Aynı dili konuşan bir milletin ruhunun, hafızasının, düşünme seyrinin, kabiliyet ve yeteneklerinin, ahlakının ve davranış biçimlerinin dilde durduğunu bilirdi. Dilinden uzaklaşanın yurdundan uzaklaştığını bilirdi. Ne yazık ki dil idraki yeterince kavi olmayanların bu hakikati kavrayabilmeleri pek mümkün değildi.
Israrla, sabırla ve azimle yakın tarihin olaylarının, belgelerinin hakikatini aradı. Çoğunu buldu ve paylaştı da. Akademik anlamda bir tarihçi değildi elbette ama Türkiye hayatının, siyasetinin hatta ekonomisinin yakın tarihteki oluşlarla bağı olduğunun bilinceydi. Türkiye sosyolojisinin problemleri, problemi oluşturan zihin dünyası ile çözülemezdi. Ayrıca yakın geçmişini bilmeyenin uzak geçmişini kavramasının imkansız olduğu bilincine de sahipti. Doğan’da davranış ve iş haline gelmiş bir birlik inancı, devamlılık fikri ve geleceği kapsayan bir ufuk vardı. Mehmet Akif’in, Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un, Topçu’nun ve dostlarının zihinleri ve kalpleriyle uğraşa uğraşa böyle bir ortalamaya ulaşmıştı. TYB’nin milletinin değerlerinden ve iradesinden taviz vermeyen duruşu ile Türkiye genelinde ve Türk Dünyasında kıymet görmesinin arkasında bu vasat vardı. TYB’nin, kırk yıldır devam eden kendine ve özgü bir değerlendirme yöntemi ile belirlenen kültür sanat ödüllerinin arkasında bu vardı. Türkiye’nin vücudunun ve ruhunun, Orta Asya’dan Balkanlara uzanan Müslümanlarla ve Türklerle meydana geldiğini kavramış ve kırk yıldır bütün çalışmalarını bu coğrafyalarla paylaşan bir kurumdur TYB yani Mehmet Doğan ve dostlarıdır.
Dur durak bilmeyen bir mücadele adamı
D. Mehmet Doğan yıllardır, dil, kültür, medeniyet üzerine yazılar, kitaplar yazmış, kurucusu olduğu Türkiye Yazarlar Birliği çevresinde, bu toprakların, medeniyetimizin, uygarlığımızın savunusunu yapmış bir yazar, düşünce adamıdır. Hazırladığı sözlük ise edebiyatımıza, medeniyetimize en büyük hizmetlerden biridir. Herhangi bir yazardan bahsetmek istediğimizde aklımıza çeşitli simgeler, kavramlar gelir. D. Mehmet Doğan dendiğinde benim aklıma üç kavram, simge gelir. Bir tanesi dil bilinci, ikincisi Batılılaşma İhaneti, üçüncüsü Türkiye Yazarlar Birliği. Hadi bir tane daha ekleyecek olsam o da şehir kültürü olur. Elbette Doğan’ın bu kavramlara sığmayacak kadar zengin, geniş bir hayatı var. Ama bunlar yine de onun kimliğini ortaya koyacak niteliklerdir.
Doğan birçok yazar gibi edebiyat, kültür hayatına şiir ile başlamış daha sonra denemeye dönmüş, araştırmacılıkta karar kılmıştır. Onun yazı macerası ise Hareket mecmuası, ardından Dergâh Ansiklopedisi, İstanbul ile Ankara arasında gidiş gelişler, Nurettin Topçu ile tanışması ve sürekli faaliyet içerisinde olan bir mücadele adamı olarak şekillenmiştir. Doğan, hayatını kültüre, edebiyata, sanata adamış tam bir ilim, irfan sahibi bir kişilikti. Öncelikle tam bir kültür adamıydı. Her yerinden kitap fışkırır, birini karıştırır, birini okur, iştahla bir başkasına saldırırdı. Âdeta bütün yazılmışları okumak isteyen bir aşkı vardı. Çevresinde ışıltısı olan yazarları bulur, destekler, önlerini açmaya çalışırdı. Bana durmaksızın yazar sorar, eksik kaldığı yerleri tamamlar, bilgisini, kültürünü sıcak, taze ve enerjik tutardı. Doğan bir yandan da müthiş bir teşkilatçıydı. Türkiye Yazarlar Birliği’ni hiç yoktan kurmuş, bu birliği giderek uluslararası bir kültür ocağına dönüştürmüştü. Anadolu’yu karış karış dolaşır, kimseye hayır demez, Yazarlar Birliği’nin faaliyetlerini otuz yıl sonra bile yeni kurmuş gibi düzenler, isimlerle temasa geçer, birliğe konuşmacı olarak gelen yazarları en önde büyük bir saygıyla dinlerdi. Bu kadar tutku, şevk ve coşkuyla işine sarılan az insan gördüm. D. Mehmet Doğan kırk yıllık dostluk, kardeşlik ilişkisi içerisinde en gencimizdi. Yorgunluk, bitkinlik nedir bilmezdi. Doğan’ın en dikkat çekici yönlerinden biri de adil olmasıydı. Otuz yıl boyunca Türkiye Yazarlar Birliği’nin dağıttığı ödüllerin kurumsallaşmasının en büyük dayanağı D. Mehmet Doğan’dı. Ben de bu ödül jürisindeydim. Doğan daha ödüller verilmeden önce hazırlıklara başlar, okunmamış kitapları jüriye okutur, o yılın dikkate değer kitaplarını özenle seçer, bu konuda uğraşır, didinirdi. Toplantıda saatlerce tartışılır ve doğru eser ve isimde isabet gösterilmesi için çok çaba sarf edilirdi. Ödül tartışmalarında herkesi dinler bir kez bile kendi istediği eserin ödül alması için zorlamaz, jürinin kararına saygı duyar, hiçbirimiz onun başkan olduğunu hissetmezdik.
Karşılıksız iyiliklerin son temsilcilerinden biriydi
D. Mehmet Doğan Türkiye’de muhafazakâr camianın âdeta hafızasıydı. İki saatlik konuşmada Nurettin Topçu’dan Nuri Pakdil’e, Cahit Zarifoğlu’ndan Mustafa Kutlu’ya kadar pek çok ismin adı geçer, hatıralar, anekdotlarla konuşma zenginleşir bir ülkenin edebiyat, kültür tarihi gözünüzün önünden geçerdi. Pek çok kez onu hatıralarını yazmak için ikna etmeye çalışmıştım. Genellikle yazarlarla ilgili anılarını, o kişinin ölümünün arkasından yazardı. Yazık ki birikimlerimizi bir sonraki nesle aktaramıyoruz. Bu yüzden, D. Mehmet Doğan’ın kaybı biraz da hafızamızın kaybıdır.
Doğan’ın en önemli özelliklerinden biri de nazik bir insan olmasıydı. Sözlük yazmış biri olmasına rağmen benimle dil tartışmalarına girer ama nezaketini her zaman korurdu. Özellikle “öykü-hikâye” kelimeleri tartışma konularımızın başında geliyordu. Diğer bazı kelimelerde de benim güncel kelimeleri kullanmama rağmen o ısrarla Osmanlıca kullanımını benimserdi. D. Mehmet Doğan, inandığı dava için kendi bireysel ilmi çalışmalardan bile fedakârlık yapmıştı. Eğer Yazarlar Birliği, konferanslar, etkinlikler peşinde koşmasaydı bu yazdıklarından on kat daha fazla eser yazmıştı. O karşılıksız iyiliklerin son temsilcilerinden biriydi. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören’den sonra D. Mehmet Doğan… Ankara gitgide tenhalaştı…
Kırk yıllık dostumu kaybettim
D. Mehmet Doğan, kırk küsur yıllık dostumdu. İsminin başındaki D harfini diğer Mehmet Doğan’larla karıştırılmamak için kullandığını çok sonraları öğrenecektim. Onu önce Hareket Dergisi’ndeki yazıları ve Batıcılığa keskin bir eleştiri getirdiği “Batılılaşma İhaneti” kitabıyla uzaktan tanıdım. İlk defa 1976 Ağustosunun başlarında Dergâh Yayınları’nın Cağaloğlu’nda, Hamam Sokak’taki merkezinde tanıştık. Birinci cildi tamamlanmış olan Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin ikinci cildini hazırlıyorlardı. O gün, savunulan fikirlerin hemen hepsini tasvip ede ede okuduğum, Batılılaşma ve Cumhuriyet devri milliyetçiliğinin milletimizle de milliyetimizle de alakasız bir mağlubiyet ideolojisi olarak analiz edildiği Batılılaşma İhaneti hakkında konuşup konuşmadığımızı hatırlamıyorum. Araya benim askerliğim girdi. Dört yıl kadar sonra Ankara’da buluştuk. Sıkı dostluğumuz o tarihte, yani 1979 yılında başlamıştı. Net olarak hatırladığım, Yazarlar Birliği’ni kurmak amacıyla Aydınlar Ocağı’nın Necatibey Caddesi’ndeki merkezinde toplanmaya başladığımızdır. Ülkede kelimenin tam mânâsıyla bir kör dövüşü hüküm sürüyordu; 12 Eylül 1980 darbesinin ayak seslerinin iyiden iyiye duyulmaya başlandığı çok zor günlerdi. Genç yazarlar olarak basit fikir ayrılıklarına bir yana bırakıp birlikte hareket etme, birbirimize destek olma ihtiyacı içindeydik. “Sol”un karşısındaki bütün kesimleri temsil eden yazar ve şairler bir araya gelmeli, dayanışma içinde hareket edilmeliydi. Bu hiç şüphesiz Birlik’te yer alan herkesin aynı şekilde düşünüp konuşacağı anlamına gelmiyordu. Yazarlar Birliği bir hizip hareketi değildi ve herhangi bir ideolojinin veya bir sanat anlayışının sözcülüğünü üstlenmek bir niyetimiz yoktu. Kurucular ve üyeler, Birlik’e dâhil olmadan önce nasıl düşünüyor, hangi fikri ve sanat anlayışını benimsiyorlarsa, Birlik’te de o kimlikleriyle yer alacaklardı. Yazarlar Birliği, müşterek dostumuz Necmettin Turinay’ın güzel tabiriyle “bir şuur hareketi” olarak doğdu ve benimsendi.
Aramızda sadece onda liderlik kumaşı vardı
Hareketin öncülüğünü Doğan üstlenmişti; aramızda galiba sadece onda liderlik kumaşı vardı, ama bütün kurucu üyeler canla başla çalışıyorlardı. Kuruluş 1978 ağustosunda tamamlanan Yazarlar Birliği’nin kurucular listesi, hayal ettiğimiz geniş tabanlı bir yazar teşkilatı kurmayı başardığımızı göstermektedir. Bir arkadaşımızın evi derneğin resmi adresi olarak gösterilmişti ve evrakı Doğan çantasında taşıyordu. Bunları bir mücadeleyi nasıl zor şartlarda yürüttüğümüz bilinsin diye anlatıyorum. Doğan’ın kararlı tutumu ve mücadele azmi bütün zorlukların aşılmasını sağlayacaktı. Yazarlar Birliği’nin faaliyetlerine en az katkıda bulunan belki de bendim. 12 Eylül Darbesi’nden kısa bir süre önce gazeteciliği de bırakıp Millî Eğitim Bakanlığı’na dönmüş, Bursa’ya tayin edilmiştim. Yeni evliydim ve zar zor ısıttığımız küçücük bir evde, ilk kitabım Aşk Estetiği’ni yazmaya çalışıyordum. Bu arada Yazarlar Birliği epeyi mesafe almış, Kızılay’daki Hatay Sokak’ta bir daire kiralanmış, hatta Doğan tarafından Birlik adında bir yayınevi kurulmuş ve Aşk Estetiği, Birlik Yayınları’nın altıncı kitabı olarak 1982 yılında vitrinlerde yerini almıştı. Aziz dostumun telif ücreti olarak gönderdiği çek’in ev kirasını bile ödemekte zorlandığım o günlerde ilaç gibi geldiğini hatırlıyorum.
Daktilosunun başında lügat hazırlarken bulurdum
Hatay Sokak’taki daire hepimiz için yıllarca bir ilticagâh vazifesi görmüştür. Ankara’ya yolum düştüğünde soluğu orada alır ve Doğan’ı daktilosunun başında, lügat hazırlarken bulurdum. Yıllarca süren bir çalışma... Daktiloyla küçük fişlere tek tek yazılan kelimelerden sonunda Büyük Türkçe Sözlük doğdu. Aslında bu sözlüğü de Batılılaşma İhaneti’nin bir uzantısı olarak görmek mümkündür. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünü hedef tahtasına koyan Doğan, bu sözlükte ideolojik bir yaklaşımla anlamların nasıl çarpıtıldığını göstermiş ve alternatif bir sözlük yapma iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Sürekli genişletilerek yeni baskıları yapılan Büyük Türkçe Sözlük’ün çok kapsamlı ve güvenilir bir sözlük olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Fikirlerinde istikrarlı, kararlı, mücadele azmini hiç kaybetmemiş bir aydın olan Doğan, Türkçe meselesini yazarlık hayatının temel meselesi haline getirmişti. 2001-2005 yılları arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nda üye olarak mesai arkadaşlığı da yaptığım Doğan’la son olarak bir ay kadar önce telefonla konuşmuştum. Bir ara evine çıkarılınca ümitlenmiştik. Acı haberi vefat ettiği gün akşamüzeri aldım ve çok, çok üzüldüm. Aziz dostlarımdan biriydi. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, dostlarına ve kültür camiamıza başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.