“Eski mûsıkî”den anlamayanlar ve eski mûsıkîden anlamayanları anlamayanlar!
Timur Selçuk da veda etti… 20. Yüzyılın en büyük Türk mûsıkîsi icracılarından ve bestekârlarından Münir Nureddin’in oğlu idi.
Babasının idaresinde İstanbul Belediyesi Konservatuvarı İcra Heyeti’ni Şan sinemasında 1970’lerde birkaç defa dinlemiştim. Münir Nureddin topluluğu idare ettiği gibi, zaman zaman hayli yaşlı olmasına rağmen kendisi de okuyordu. Muhtemelen bir fetih yıldönümü konseri idi. Yahya Kemal’in “İstanbul’u fetheden yeniçeriye gazel” şiirinden yaptığı mehter marşı formunda besteyi okudu.
Vur pençe-i Ali’deki şemşîr aşkına
Gülbangi asumanı tutan pir aşkına
Diye başlıyan şiir,
Son savletinle vur ki açılsın bu surlar
Fecr-i hücum içindeki tekbir aşkına
Beyti ile bitiyordu. Son mısraın ardından bir hücum fecri canlandırılır gibi,
“Ya settar, ya cebbar, ya gaffar ya Allah” nakaratı tekrarlanıyordu. Bu o zamanlar bir cesaretti. Solist Münir Nureddin’di, bestesini büyük bir heyecanla seslendirdiği fark ediliyordu. İşte o sondaki “Ya settar, ya cebbar…” nakaratında bu heyecan daha görünür hale geldi. Hatta üstadın gözlerinden yaşlar süzüldü. Belki o an kendini İstanbul’un fethine katılan sabah hücumundaki bir asker gibi hissetmişti.
Münir Nureddin, Türk musikisinin zirvede olduğu zamanlarda yetişmiş, Fransa’da şan dersleri almış fakat, öz musikisinden kopmamıştı. Oğlu da Paris’e gitti, dönüşte onu hafif müzikçi olarak gördük. Elbette Türk müziğinden tamamen kopmamıştı, fakat babasının yolunu da sürdürmüyordu.
Timur Selçuk’la ilgili bir tarama yaparken babasının bir konser resmini gördüm. Bir 10 Kasım konseri olmalıydı. Nota sehpalarından birinde 10.11.1954 tarihi görülebiliyordu. Muhtemelen bir “Atatürk’ün sevdiği şarkılar” konseri. 10 kasımlarda böyle konserler yapılır, radyolar, televizyonlar bir iki gün bu şarkıları çalar. Bu şarkılar üzerinden Atatürk’ün büyüklüğünü bir daha isbat ederler.
Ne tuhaf değil mi?
Atatürk “bu basit mûsıkî” dediği, milletimize yakıştıramadığı Türk mûsıkisini radyolarda yasaklamıştı. Zamanında televizyon olsa idi, hiç şüphesiz televizyonlarda da yasaklanırdı. Bu yasak daha ötelere gitmiş, çalgılı mekanlarda icrasının yasaklanması yolunda adımlar atılmış, düğünlerde dahi icrasının men edilmesi o sıralar yazılıp çizilmişti.
Yüzyıllardır, hissimizi, heyecanımızı, ahengimizi, ritmimizi kattığımız milli kültürümüzün bir ifade tarzı olan bir müzik devlet başkanı tarafından yasaklanıyordu. Kendisi dinlemeye devam ediyordu, ama halkın dinlemesini istemiyordu!
Nasıl harf inkılabından sonra hattatlar boşta kaldı ise “müzik inkılabı”ndan sonra da müzik erbabı açığa çıktı. Neyse bu uzun sürmedi. Türk musıkisi kendine gazinolarda, meyhanelerde, kahvehanelerde yer buldu. Sonraki yıllarda radyolarda da yasak kalktı. Konservatuar batı müziği üzerinde öğretim yaparken, türk musıkısinin lafı bile edilemezdi. Türk musıkîsine düşmanlık batı müziği ile yetişen müzikçiler nezdine öylesine ideolojik bir mahiyet almıştı ki, ilk kültür bakanımız Talat Halman’ın bakanlığının sonunu getirmişti.
Amerika görmüş bir kültür adamı olarak Talat Halman, Türkiye’deki atatürkçülüğün nasıl bir şey olduğunu unutmuş olmalıydı. Büyük bestecimiz Itrî’nin 259. ölüm yılı sebebiyle düzenlenen bir Klasik Türk müziği konseri için Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun tahsis edilmesini uygun bulmuştu. İşte o zaman bir yakıcı bir Atatürkçülük fırtınası koptu. Bu Atatürk devrimlerinin dibine dinamit koymaktı! Meşhur Kemancı Suna Kan, zamanın başbakanı Nihat Erim'e "İş ne Itri meselesidir ne Devlet Konser Salonu'nda alaturka konser vermek meselesidir, kökünden Atatürk devrimleriyle sıkı sıkıya ilgilidir" mealinde bir mektup göndermişti.
Tabii konser iptal edildi, Talat Halman istifa etti.
Şimdi klasik Türk müziği icracıları 10 kasımlarda ağızlarını yaya yaya “büyük Atatürk klasik musikimizi çok severdi” demiyorlar mı…
Hakikat bir ülkede nasıl bu kadar zelil edilebilir? İşte resmi:
8 Kasım 1934 - Cumhuriyet Gazetesi
Bu arada, bazı “halk müzikçi”leri, atatürk’ün saray müziği olduğu için klasik musikiye karşı çıktığını, halk müziğini yasaklamadığını züğürt tesellisi kabilinden söylüyorlar. Elbette bu da yakışıksız bir yakıştırma. Türk müziği külliyen yasaklanmıştı. Bunu bilip, Yahya Kemal’in
Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlayamayan bir şey anlamaz bizden.
şiirini bilhassa 10 kasımlarda yüksek sesle okumak lâzım!
26 Aralık 1937 - Cumhuriyet Gazetesi
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.