İFTARDA İĞDE DALLARI ASARDIK AYNAYA
Hoş geldin 11 ayın sultanı Ramazan; hoş geldin, bu günlere yeniden erişebilmenin mutluluğu ve şükrüyle….
Hiç kış geçirmeden girdiğimiz mart ayı, meyve ağaçlarının çiçeklerinin erken açmasına sebep olunca; vakit de mübarek ramazan ayı malum bu yılda iğdeler erken açar mı diye sordum içten içe, geçmiş yılların anılarını yaşayabilme arzusuyla, bir yanım çok isteyip, bir yanım hiç istemese de…
Çumra’da kanal boylarının, duvar diplerinin sahibi deli iğdelerdi suyu bol olan Çarşamba Çayı’nın delice akıp mahalle aralarına yayıldığı yıllarda. Mayıs geldi mi sokaklar iğde kokar, küçük ellerimizle zor bela kırdığımız sarı çiçekli dalları koparır evin girişindeki aynaya asardık. O günlerdeki sokakların sahibi arkadaşlarımızla; hele aylardan ramazan ayı ise o koku akşama kadar tutulmuş orucun, sanki cennetten gelmiş kokuları gibi mükafat olurdu…
Tam da baharın bitimine denk gelmiş ramazan ayının oruçla yeni tanıştığımız günlerin kokusuydu o; Baraj Mahallesinin tüm sokaklarında.
Henüz çocuğuz, yanı sıra oruca teşvik edilmişiz, ilk oruçlarımızı tutuyoruz. İftar zamanını da her açıdan büyük bir heyecanla bekliyoruz, tek sebebin açlık olmadığı.
Daha iftar vakti çok sorumluluğumuzun olmadığı yıllar ve zamanı geçirmek için en iyi yapılacak şeylerden birisi Baraj Mahallesi Çiftlik sokaktaki evimizin köşe başlarıydı…
Artık akşamın serinliği çökmeye başladığında ve oruçlu halin bile oyuna dönüştürüldüğü o anlarda; evimizin karşısındaki Seyyarcıların evinin köşesindeki büyümüş ama nerdeyse hiç büyümemiş gibi görünen iğdelerin aralarında, altında, dallarında oynanan oyunların devamında genzi yakan o şekersi kokuyu evimize, salonumuza taşımak istiyoruz. Çoğumuzun annemizin çeyizinden kalma üstü tavus kuşlu aynanın köşesinde yer almak üzere, çiçekleri en yoğun dalları koparır evin yolunu tutardık, ezanı beklerlerken o kokunun rüzgârı burnumuzda essin; sabırla, inançla beklenen iftar vakti güzel kokulara boğulsun diye…
Oruç ayının susuzluğuna, açlığa, sabırsızlığa karşı verilen mücadelesinin yanında, iftar vaktinin o anlamlı halleri doyumsuzdu. Topluca sininin başına oturacak olmanın sevinci, evden yayılan yemek ve salatanın taze sebze ve arada alınan pidenin kokusu.
Karınlar doyduktan sonra kana kana içilen sular, aceleyle içilen çaylardan sonra babamın gözünün içine bakardık bir an önce teraviye gitmesi için. O gitsin ki biz, mahallenin çocuklarıyla sokağa atalım kendimizi ve artık suya kanmış bir enerjiyle yarım kalan oyunlarımız o günlük son bulsun.
Teraviyi Namazının olabildiğince uzun sürmesini dileyerek sokaklardayız ve namazı hızlı kıldıran hocalardan da hoşlanmıyoruz, çünkü bu oyunlarımızın erken sona ereceğini gösteriyordu.
Derken Teravi Namazını eda etmiş ilk baba uzaktan görününce bizler sanki hiç kapı önlerine çıkmamış gibi evlerimize girer, aynanın kösesine asılmış iğde dalları tatlı kokusuyla günün özetini gözlerimizin önüne sererek bizlere ‘hoş geldin’ derdi. Bizler de salonumuzun köşesindeki minderlerde, aile sıcaklığının her yere sindiği yerlerimizi alırdık.
Artık içimizde sahur telaşı olurdu. Eğer ertesi gün okul yoksa o vakte kadar oturmak kadar tatlı bir duygu yoktu tam da o zamanlar. Dededen kalma çalar saatin alarmına hiç sektirmeden kalkan annemin; ablalarımla birlikte hepimize kalkın talimatıyla başlayan telaş. Uykunun en tatlı yerinde kalkmanın verdiği mahmur hallerle, birkaç saat önce yaşanmış oyun dolu tatlı anlar unutulmuşçasına o yaş için eziyet olduğu düşünülen saatlerde…
Artık sahur hazırlığı için aşağı mutfaklara doğru yol alınırdı ekmek yapmak için. Özellikle biz yani Yörükler yıllarca kültür ve yaşam şekilleri sebebiyle o an ki ihtiyaçları kadar yaparlarmış ekmeklerini. Bir şekilde annemde o geleneği bilmeden sürdürürcesine her gece sadece sahurda yiyeceğimiz kadar ekmek yapardı. Ekmek dediysem bizlerin sahurunda olmaz ise olmazları yapılırdı. En çok kaymak ve süzme yoğurdun karıştırılmasıyla yapılan bükme yanı sıra bezdirme ya da sermeç yapılır, yine annemin elleriyle yaptığı mis gibi tereyağ ile yağlanırdı. Aşağı mutfaktan yukarıya çıkarılan sıcak ekmekler ve koca yemek sininin etrafında toplanan kalabalık ev halkıyla, tatlı uykuyla karışık ailenle olmanın şeker gibi tadında sahur yemeği yenirdi. Yine çay faslının ardından ezanın olabildiğince geç okunmasını dileyen çocuk yüreklerimizle…
Rahmetli ebem siyah beyaz ayırt edilene kadar yenip içilebilir dediği için evin perdelerini arada bir aralar, elimize aldığımız siyah ve beyaz makarayı sokağın karanlığına tutardık; henüz su içme vaktimiz var mı diyerek…
Ve saba makamında okunan sabah ezanıyla birlikte hissedilen o müthiş huşu ve teslimiyet duygusuyla; inançla yaşanacak ve çocukça tadı çıkartılacak bir gün için daha başlarımızı yün yastıklarımıza gömerek uykuya dalardık.
O günlerin üstünden geçmiş bir 40 yıla rağmen; yaşanmış anların lezzetini hala damağımda hissederek çok şükür bu yıl da eda etmek, yaşamak nasip mübarek ramazan ayını. Daha nicelerine nasip olması dileğiyle hayırlı ramazanlar, hayırlı bayramlar diliyorum hepinize…
Elife Yılmaz Mısral
27.03.2024/Konya