İslam'ın Şiir ve Edebiyata bakışı
İSLÂM'IN ŞİİR VE EDEBİYATA BAKIŞI
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubemizin Cumartesi günleri düzenlediği Kültürel Etkinlikleri kapsamında...
İSLÂM'IN ŞİİR VE EDEBİYATA BAKIŞI
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubemizin Cumartesi günleri düzenlediği Kültürel Etkinlikleri kapsamında geçtiğimiz hafta, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili Ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi Sayın Prof. Dr. Ahmet Kazım Ürün Bey'in;İslâm'ın Şiir Ve Edebiyata Bakışı konulu Konferansı vardı. Hakikaten çok özlü ve mükemmeldi. Bu güzel etkinliklerin yapılmasına vesile olan başta TYB Konya Şube Başkanımız M. Ali Köseoğlu olmak üzere bütün emeği geçenlere kalb-i şükranlarımı sunarım. Siz değerli okuyucularıma bu güzel sunumu aktarmak istiyorum:
"Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle yüce dinimizin dünya üzerindeki en seçkin temsilcisi olan Peygamberimizin yaşadığı toplumu sosyo-kültürel açıdan kısaca tanıttıktan sonra gerek Kurân-ı Kerim'den ayetler gerekse Peygamberimizin sözleri ışığında konuyu değerlendirmek istiyorum.
Malumunuz üzere Peygamberimizin yaşadığı ve dolayısıyla İslamiyet'in doğduğu yer olan Mekke, Arabistan yarımadasının güneyinde yer alan bir şehirdir. Tarihin derinliklerine inildiğinde insanlık tarihinin bu yarımada üzerinde başladığını görürüz. Hz. Adem'in yeryüzünde bu yarımada üzerinde hayata ilk adımını attığı ve Mekke yakınlarında Arafatta Hz. Havva ile buluştuğu rivayet edilir. Daha sonraki yıllarda Hz. Nuh Aleyhisselam'ın Yarımadanın kuzey kısmında hayat sürdürdüğü ve oğullarından biri olan Sam'dan Samiler diye adlandırdığımız Akadlar, Asurlular, Kenanlılar, Nabatlılar gibi toplulukların türediği nakledilir.
Tarih boyunca bu yarımada üzerinde yaşamış topluluklardan kutsal kitaplarda ve diğer önemli kaynaklarda sıkça geçenleri detaylara inmeden sadece isimleriyle zikretmek istiyorum.
Hz. Nuh'un torunu İrem'in neslinden geldiği rivayet edilen AD, Tevrat'ta dünyanın en eski milleti olarak belirtilen kimi kaynaklarda Akabe Körfezi ile Lut Gölü arasında yerleşik, bazı kaynaklarda ise Babil çevresinde yerleşik iken Babil Kulesinin yıkılmasından sonra Hicaza göç eden Edom'un kavmi AMALİKA, Salih Peygamberin kavmi olan Medine ile Şam arasında yerleşik SEMUD ve Hz. Musa'nın Mısır'dan kaçıp kendilerine sığındığı Ürdün Suriye arasında yaşamış MEDYEN kavimleri bu yarımadada yaşamışlar. Ancak bu kavimler nesli kesilmiş kavimler olarak bilinir.
Günümüzde bu yarımada üzerinde yaşayanların büyük bir kısmını teşkil eden Araplar, iki gruba ayrılır. Halis Araplar ki bunlar anavatanı Yemen olan Kahtaniler'dir. Bu bölgede kurulan ilk devlet Main Devleti İkinci devlet SEBA devletidir. Ünlü Seba hükümdarı Belkıs ile Hz.Süleyman arasında geçen olay ile Yemen Valisi Ebrehe'nin Sana'da yaptığı el-Kulleys tapınağını gölgede bıraktığı için Ka'be'yi yıkmak istemesi ancak sonuçta ilahî gazaba uğraması olayı hepinizin malumudur.
İkinci gurup ise Sonradan Araplaşanlardır. Mekke'ye gelen Hz. İbrahim ve Hacer validemizin oğlu Hz. İsmail'in bir Arap kabilesi olan Curhum kabilesinden bir kadınla evlenmesinden sonra oluşan nesildir. Hz. Peygamber bu tabakadan gelmiştir. Bunlara el-'Adnâniyyûn / Kuzey Arapları denir. Hz.İsmail ve Hz.İbrahim'in asıl dilleri İbranice veya Keldanca olduğu rivayet edilir.
Oldukça zengin bir geçmişe sahip bu yarımadanın güney batısında yer alan Mekke'de dünyaya gelen Peygamberimiz, çocukluk ve gençlik dönemlerini, şiirin önemli bir toplumsal değer olarak kabul edildiği Cahiliye Döneminde geçirir. Bu dönemde şiir, bir üstünlük ölçütüdür. Şair ise, toplumda önemli bir saygınlığa sahiptir. Ünlü Cahiliye şairi İmru'u'l-Kays'ın "جرح اللسان كجرح اليد""Dil yarası el yarası gibidir"sözünde ifade edildiği gibi dilin çok etkili olduğu bir dönemdir. Her yıl düzenlenen Ukaz, Mirbed, Zu'l-Mecaz, Dumetu'l-Cendel ve Suhar gibi panayırlarda şiir müsabakaları yapılmakta ve bu yarışmalarda dereceye giren şiirler, Kabe-i Muazzamanın duvarına asılmaktadır. Bu şiirler "muallaka şiirleri", söyleyenleri de "muallaka şairleri" olarak adlandırılır. En ünlüleri; İmru'u'l-Kays, Züheyr b. Ebî Sulmâ, Lebîd b. Rebî'a, en-Nâbiğa ez-Zubyânî, Amr b. Gulsûm, Antara b. Şeddad, el-Haris b. Hilliza ve el-Aşâ'dır.
Bu arada şiirin çıkışı ile ilgili birkaç şey söylemekte yarar vardır diye düşünüyorum. Şiir'in teğanni yani musiki ile başladığı rivayet edilir. İlahlara meliklere terennüm şekilde söylenen bu şiirlerin vezin haline getirilmesi de o günün vazgeçilmez ulaşım aracı olan devenin hareket halindeki ritminden HIDA denen deve ezgisinin çıktığı bunun da daha sonra aruzun ilham kaynağı olduğu rivayet edilir.
Böylesi kültürel düzeyi yüksek bir topluma inen Kuran-ı Kerîm ve Peygamberimizin söyledikleri bizim İslam'ın şiir ve edebiyata bakışını belirlemede temel dayanağımız olacaktır. Bu konuda inen ayetlere ve Peygamberimizin sözlerine geçmeden önce Peygamberimizin çeşitli vesilelerle diyalog kurduğu şahsiyetlere değinmek istiyorum.
Bu konuda şüphesiz en öne çıkan kişi meşhur Cahiliye şairi Zuheyr b. Ebî Sulmâ'nın oğlu Ka'b b. Zuheyr (ölm. 662)'dir. Hz. Peygamber s.a.v.'ın baba Zuheyr hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: " Biz hatiplerin ve belağat sahibi kimselerin sözlerini de, Zuheyr b. Ebî Sulma'nın sözlerini de dinledik. Hiç kimseden Züheyr'in sözüne denk bir söz işitmedik."
Ka'b, Mekke'nin fethine kadar putperest olarak kaldı. Mekke'nin fethinden çok az önce kardeşi Buceyr, İslamiyeti kabul etmiştir. Ka'b, İslamı kabul ettiğinden dolayı kardeşi Buceyr'i hicvetmiştir. Bundan dolayı Hz. Muhammed tarafından gıyabi ölüme mahkum edilmiştir. Kardeşi Buceyr, kendisine Hz. Peygamberi'in İslamiyeti kabul etmeyen ve ona saldırıda bulunan bütün müşrik şairleri öldüreceğini bildiren bir mektup yolladı ve onun tövbe ederek İslam'a girmesini istedi. Bunun üzerine Ka'b Medine'ye gider ve Hz. Ebûbekir ile buluşur. Hz. Ebûbekir, sabah namazı bitiminde onu Hz. Peygamber'e götürür. Ka'b korkusundan dolayı sarığını yüzüne dolamıştı. Resulullah'a
Ey Allahın Resulu, Ka'b b. Zuheyr tevbe etmiş ve Müslüman olarak senden canının bağışlanması için gelmiştir. Onu sana getirsem onun Müslümanlığını kabul eder misin?
Resulullah :
-Evet buyurunca,
-Ey Allah'ın Resulu, Ka'b b. Zuheyr benim, diyerek kendisini tanıttı. O esnada Ensardan biri:
-Ey Allah'ın Resulu, bana izin verin de, şu Allah düşmanının boynunu vurayım, dedi.
Resulullah:
-Onu bırak, zira o tövbe etmiş ve yaptıklarından pişman olarak gelmiştir.
Ka'b affa mazhar olunca Resulullah ve Ensarla Muhacirinden oluşan cemaatin önünde Banet Suad kasidesini okumuştur. Bu kaside meşhur şu mısralarla başlar.
بانَتْ سُعادُ فقلْبِي اليومَ مَتْبولُ مُتيَّمٌ إِثرَهَا لم يجز مَكْبُولُ
بانَتْ سُعادُ فقلْبِي اليومَ مَتْبولُ مُتيَّمٌ إِثرَهَا لم يجز مَكْبُولُ
و ما سعاد غَداة البيْن إذ برزت إلا أَغَنُّ غضيضُ الطرْف مكحولُ
لا يُشتكى قِصر منها و لا طولُ هيفاءُ مقبلةً عجزاءُ مدبرةً
تَجْلو عوارضَ ذي ظَلْمٍ إذا ابتسمت كأنه مُنْهلٌّ بالراح معلولُ
Suad ayrıldı. Bundan dolayı kalbim bitkin ve çaresizdir. Onun arkasından, ondan kurtulmayacak derecede bağlanmıştır.
Suad, göç ettikleri zaman, ayrılık sabahı üzüntülü sesler çıkaran, sürmeli ve mahmur gözlü bir ceylan gibiydi.
Ne kısa ne de uzundur. Önden narin geriden yaşlı gözükür.
Gülümserse, şarabın ilkiyle sulanmış ve sulanmakta devam ediyormuş gibi beyaz dişlerini gösterir."
Böyle devam eden kasidenin, Peygamberimizi en çok hoşnut eden okunduğu sırada heyecana gelip üzerindeki hırkasını çıkarıp hediye ettiği mısraları, kanaatimce bizler için de çok önem arz eder.
أُنبئتُ أنَّ رسول الله أوعدني والعفوُ عند رسول الله مأمول
مهلا هداك الذي أعطاك نافلة القران فيها مواعيظ و تفصيل
إنَّ الرسولَ لنورٌ يُستضاءُ بهِ مهنَّدٌ من سيوفِ (الهند) الله مسلولُ
-Allah'ın Resulü'nün beni tehdit ettiğini öğrendim; affetmek Allah'ın Resulü'nden umulur.
-Resul ışığına muhtaç olduğumuz bir nurdur, kınından çıkarılmış Allah'ın kılıçlarından bir kılıçtır
Bu hırka daha sonra Muaviye tarafından Ka'b'ın çocuklarından yirmi bin dirheme satın alınır. Muaviye'den sonra halifeler bu hırkayı iki bayramda giyiyorlardı. Daha sonra mukaddes emanetler kapsamında İstanbul'a getirilir. Günümüzde Hırka-i Şerif Camiinde muhafaza edilmektedir.
Ka'b b. Züheyr'in Kasidei Bürde'si çok meşhurdur. Çoğu kez halk arasında bu kasideyle İmam Busiri'ye ait Kaside-i Büre/Bürde karıştırılır. Şifa niyetiyle okunan kaside, Bür'e Kasidesidir. İmam Busiri felçliyken bu naatı kaleme alır, sonrasında rüyasında Hz. Peygamber tarafından sırtına hırka giydirilerek mükâfatlandırılır ve sonrasında şifa bulur. Bizde daha çok tanınan kaside bu Bür'e kasidesidir. Arap edebiyatında ise Ka'b b. Züheyr'e ait olan Bürde kasidesi önemli yer tutar.
Müslüman olan Ka'b'ın İslam'ın etkisinde kalarak şiirlerine yeni bir çehre kazandırdığını görmekteyiz. Rızık kapısının ve insanların tek koruyucusunun Allah olması gibi dinî hususlara şiirlerinde yer vermiştir. Kendisini küfür ve kötü sözlerle yeren rakibine yapıcı bir üslupla uygun cevaplar vermiştir. Bütün bunlarda Kuran'ı ve Hz. Peygamber'in ahlakını kendisine rehber edindi.
Dönemin kimi şairleri Kuran ayetlerine temkinli yaklaşıyorken Lebîd b. Rebîa gibi şairler bu ayetlerdeki belağat karşısında hayranlığını gizlemez ve şiir söylemekten vazgeçer. Ancak Ka'b b. Züheyr, el-Hansa, Abdullah b. ez-Ziba'ra, Malik b. er-Rayb ve el-Hutay'a gibi şairler şiir söylemeye devam etmişlerdir.
Bu arada Arap edebiyatında kadın şairler arasında şüphesiz en öne çıkan isim olan Hansa'dan da bahsetmekte fayda var. Şiirlerinin çoğunu Câhiliye Döneminde yazmasına rağmen, özellikle kardeşlerinin şehadetinden sonra, İslâmî Dönem'de mersiye türünün en duygulu örneklerini vermiştir. Kadisiye Savaşı öncesinde cepheye göndereceği dört oğlunu toplayıp yaptığı vasiyet onu eşsiz kılar. Onları derin bir şefkatle süzdükten sonra şöyle der: "Dünya, ahiret karşısında değersizdir; payidar olan yurt, payidar olmayan yurttan daha iyidir. Dininiz için çalışın ve cepheleri sıcak tutun." Peygamberimiz'in ölümünden sonra ona da birçok mersiye söylemiştir."
"İslam'la beraber gerek Ka'b b. Zuheyr gibi daha önce de şiir söyleyen şairlerin yanı sıra Hassan b. Sabit, Ka'b b. Malik, Abdullah b. Ravaha, ve Nabiğa el-Ca'dî gibi yeni şiir söyleyen Müslüman şairleri de görmekteyiz. Bunlar arasında öne çıkanı adeta "Peygamber Şairi" olarak adlandırılan Hassân b. Sâbit (563-659-673) olmuştur. Soyunun bir tarafı Beni Neccâr kabilesine dayandığından Hz. Peygamberle akrabalık bağı bulunmaktaydı.
Hz. Peygamber'in Medine'ye hicreti esnasında Müslüman olan Hassan b. Sabit, Resulullah ve arkadaşlarını hicveden 'Abdullah b. ez-Zibe'ra, 'Amr b. el-Âs ve Ebû Sufyân b. el-Hâris gibi müşrik şairlere karşı etkin bir mücadele örneği verdi. Durumdan hoşnut olan Hz. Peygamber, onu şiir söylemeye teşvik ederek onun hakkında şu duada bulundu: "Ey Allah'ım, onu Ruhu'l-Kuds ile koru, destekle". Hz. Peygamber, devrin Müslüman şairleri arasında ona özel bir yer vermiştir. "Abdullah b. Ravaha ve Ka'b b. Mâlik ile karşılaştırarak onların sadece söylemekle yetindiklerini, fakat Hassan gibi etkili olamadıklarını ifade etmiştir.
Resulullah'ın ona şöyle dediği rivayet edilir:
أهجُهم فوالله لهجاؤك عليهم أشد من وقع السهام في غلَس الظلام ، أهجهم و معك جبريل روح القدس ، و ألقَ أبابكر يعلمك تلك الهَنات.
"Onları hicvet. Yemin ederim ki senin onları hicvetmen zifiri karanlıkta okun isabet etmesinden daha etkilidir. Onları hicvet Zira Cebrail seninle beraberdir Ebû Bekr'e git, sana onların tarihi vakalarını ve neseplerini anlatsın"
Peygamberimiz hakkında birçok methiye kaleme almıştır. Methiyelerinden yaygın olan iki dizeyi sizinle paylaşmak isterim:
و أحسن منك لم تر قط عيني و أجمل منك لم تلد النساء
خلقت مبرأ من كل عيب كأنك قد خلقت كما تشاء
"Gözüm senden daha iyisini görmemiştir ve hiçbir kadın senin gibisini doğurmamıştır.
Bütün noksanlardan uzak yaratıldın adeta istediğin gibi yaratıldın"
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in hilafeti esnasında siyasi bir faaliyeti görülmeyen Hassan'ın Hz. Osman döneminde kabilecilik ruhunun tekrar filizlendiğini görmekteyiz. Hassan, Emevî ailesini Hz. Ali'den üstün tutarak Hz. Osman taraftarı bir hüviyetle siyaset sahnesinde göründü. Hz. Osman öldürüldüğünde Haşim ailesi ve Hz. 'Ali'yi göstererek şu şiiri okudu:
لتسمعن وشيكا في ديارهم الله أكبر يا ثارات عثمانا
يا ليت شعري وليت الطير تخبرني ما كان شأن علي وابن عفانا
Yakında onların diyarında "Allahu Ekber" sözünü işiteceksiniz ey Osman'ın suikastçıları.
Hz. Ali ile Hz. Osman arasındaki hadiseleri keşke bilseydim veya bir kuş bana haber verseydi.
Buraya kadar Ka'b b. Zuheyr ve Hassan b. Sabit gibi şairler üzerinden Peygamberimizin ve dolayısıyla İslam'ın konuya bakışı konusunda bir fikir edindik; Ancak İslam'ın şiire bakışı konusunda üzerinde en çok tartışılan ve en önemli delil olarak gösterilen Kuran-ı Kerim'de Şuara Suresinin 224-227 arası ayetleridir:
وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ* أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ *وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لا يَفْعَلُونَ
Şairler (e gelince), onlara da sapıklar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?
Konuyla ilgili olarak yapılan birden fazla rivayete göre bu ayetler inince Hz. Peygamber'in önde gelen şairleri olan Abdullah b. Revâha (8/629), Ka'b b. Mâlik (50-5/670-3) ve Hassân b. Sâbit (55/674), ağlayarak yanına gelmiş ve şöyle demişlerdir:
Ey Allah'ın resulü! Şüphesiz Allah, şair olduğumuzu bildiği halde bu ayetleri indirdi ve biz helak olduk."
Bunun üzerine:
إِلاَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيرًا وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi akıbete döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.
"mealindeki ayet inmiş ve Hz. Peygamber, bu ayeti onlara okuyarak: "İşte bu ayette sözü edilenler sizlersiniz" demiştir.
Hassân b. Sâbit, Ka'b b. Mâlik ve Abdullah b. Ravaha hakkında Hz. Peygamber: "
هؤلاء النفر أشد على قريش من نُضح النَبل
"Bunlar Kureyş üzerinde oktan daha etkilidirler." demiştir.
Bu ayetlerin tefsiri konusunda esasen bir edebiyat eleştirmeni olan daha sonra tefsir alanına kayan ve bu alanda Fî Zılâli'l-Kur'ân adında kaliteli bir tefsir çalışması yapan Seyyid Kutub'un konuyla ilgili söylediklerinden bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.
İslam'ın esas karakteri, bütün bir hayatı kucaklamış, hayatta olması muhtemel hadiselere de cevap vermeye hazır bir durumda olmasıdır. İslâm, insanın iç âlemiyle de, dış âlemiyle de ilgili muazzam bir harekettir. İşte İslam'ın bu esaslı vasfı, şairlerin yaratılışına uygun düşmemektedir. Bütün insanların bildiği gibi şairler, çok kere, his âleminde hayaller kurarlar ve bununla iktifa ederler. İslam ise tasavvurların gerçekleşmesini ister ve onun tahakkukuna çalışır.
Bununla beraber İslâm bizatihi şiir sanatlarına karşı çıkmaz. Karşı çıktığı, şiir sanatının takip ettiği yoldur. Arzuları ve hiçbir kayıt altına girmeyen duygular yolu, hakikatleri bırakıp gerçekleşmesi mümkün olmayan ham hayallerle uğraşma yolu.
"İslam'ın şiire karşı çıkmadığı konusunda bir başka argüman ise Kur'ân ve Hadisi anlamak için zaman zaman eski şiire başvurulduğudur. Bir istişhad kaynağı olarak görülen şiir ahlaka mugayir olmadığı sürece beğenilmiş hatta teşvik edilmiştir.
Ayrıca daha önce ifade ettiğimiz gibi Kur'ân'ın indiği toplumda şiirin popüler oluşundan, olağanüstü bir ifade üslûbuna sahip Kur'ân ayetlerini şiir, Hz. Peygamberi de şair olarak niteleyen İslam düşmanlarına cevap olarak şu ayetler inmiştir:
وما علمناه الشعر وما ينبغي له إن هو إلا ذكر وقرآن مبين
"Biz, Peygamber'e şiir öğretmedik. Zaten ona şiir yaraşmaz da. Ona verdiğimiz ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır."
إنه لقول رسول كريم . وما هو بقول شاعر قليلا ما تؤمنون . ولا بقول كاهن قليلا ما تذكرون .
O bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz. Ve bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz.
Ebû Hureyre tarafından nakledilen Peygamberimize ait şu sözün ağırlığı ve sorumluluğu Hz. Ayşe validemizin naklettiği bilgiyle hafifletiliyor:
لأن يمتلئ جوف أحدكم قَيْحا و دما خير له من أن يمتلئ شعرا
Herhangi birinizin içinin irin ve kanla dolu olması, şiirle dolu olmasından daha iyidir.
Hz. Aişe (58/678), Ebû Hureyre'nin bu hadisi eksik rivayet ettiğini, hadisin tamamının: "Herhangi birinizin içinin, kan ve irinle dolu olması, benim hicvedildiğim bir şiirle dolu olmasından daha iyidir" şeklinde olduğunu söylemiştir.
Bazı eleştirmenler İslamî Dönem şairlerinin şiirle uğraşmayı bırakıp daha çok Kur'ân-ı Kerim'i anlamaya, yorumlamaya, Allah yolunda cihat etmeye ilgi gösterdiklerini söylemektedirler. Buna delil olarak Lebîd b. Rebî'a'nın şiir söylemekten vazgeçtiğini ve Hassân b. Sâbit'in şiirlerindeki zayıflığı göstermişlerdir. Ancak bu yaklaşımın daha çok Brockelmann gibi oryantalistlerin etkisinde kalınarak söylenen sözler olarak düşünüyorum. Şiirin kalitesinde bir düşmeden ziyade içerikte değişim söz konusu olmuştur.
Müslümanlar, Hz. Peygamber'in de desteğiyle müşrik rakiplerine karşı ciddi bir üstünlük elde etti¬ler. Nitekim Peygamberimiz Mescid-i Nebevi'de kendi minberinin yanında şairler için bir minber koydu. Şairler bu minbere çıkıp şiirlerini oradan okurlardı. Şairlerin yanı sıra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi hatipler de bu minberden seslenirlerdi.
Cahliye'de kabileler arasında yapılan savaşlar öncesinde tarafların şairleri meydana çıkıp atışıyorlardı. Bu adet İslamî Dönem'de de devam etti. Ancak kabilecilik olan içerik dinî bir hüviyet kazandı. Bedir Savaşı öncesinde müşriklerle Müslümanlar arasında uzun bir şiir düellosu olmuştur. İbn Hişâm es-Sîre en-Nebeviyye adlı eserinde yaklaşık yirmi sayfada bu şiirleri nakleder.
Peygamberimizin İslam karşıtı duruş sergileyen şairler karşısındaki tutumunu gösteren birkaç anekdot: Amr b. Abdillah b. Umeyr de Bedir esirleri arasında idi. Bir daha İslâm aleyhine şiir yazmayacağına dair söz vererek hayatını bağışlaması için Resûlullah'a yalvardı. Efendimiz onun yetim kalacak beş adet kız çocuklarını da düşünerek bağışladı. Ancak hürriyete kavuşunca, tekrar İslam aleyhinde şiirler söylemeye başladı ve Uhud'a katıldı. İkinci sefer esir düşünce, kurtulmak için yaptığı ricaları: "Müslüman bir yılana kendini iki sefer sokturmaz" diye geri çevirerek idam ettirdi.
Mekke Fethi'nde herkes affedilirken "Kâbe'nin örtüsünde sarılı olarak bile bulunsa öldürülmesi" emredilen on kişiden üçü de şâir idi: Bunlardan biri Abdullah İbnu Hatal'dır. Bu kişi, önceleri Müslüman olup Medîne' ye yerleşmiş ise de bilahare Müslümanlıktan vazgeçip Mekke'ye kaçtı ve Resûlullah aleyhinde şiirler söylemeye başladı. Bunun şiirlerini, çalgı aletleri refakatinde Fertânâ ve Karîba adında şarkıcı iki köle, Habeşî bir beste ile söyleyip Mekkelileri eğlendiriyorlardı. İşte bu üç şahıs Fetih günü af kapsamının dışında tutuldular.
"Peygamberimizin İslam'a ters düşmeyen şiirler karşısındaki tutumu konusunda da birkaç anektdot verelim.
Rasûl-i Ekrem ile aynı mecliste yüzden fazla oturduğunu söyleyen Câbir b. Semura, sahabenin birbirlerine şiir okuduklarını ve bazı Cahiliye şiirlerini müzakere ettiklerini, bu durum karşısında Resûl-i Ekrem'in sükût ettiğini ve çoğu kez onlarla birlikte gülümsediğini ifade eder.
Übeyy b. Ka'b (r.a), Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu bildirmektedir:
إن من الشعر لحكمة وإن من البيان لسحرا
Şüphesiz ki, bazı şiirler hikmetli ve bazı ifadeler büyülüdür".
Rasûl-i Ekrem'in şöyle buyurduğu da rivayet edilir: "Şiir bir kelamdır. Şiirin güzelliği kelamın güzelliği, çirkinliği de kelamın çirkinliği gibidir".
Bir peygamber olarak şiirde de en çok sevindirici bulduğu özelliğin, Allah'a bağlılık olduğunu Lebîd b. Rabîa'nın (56/675) Müslüman olmadan önce söylemiş olduğu:
"ألا كلّ شيئ ما خلا الله باطل "
"Allah'tan başka her şey batıldır"
şeklindeki dizesiyle ilgili olarak söylediği şu sözüyle ifade etmiştir: "Bir şairin söylediği en doğru söz, Lebîd'in bu sözüdür.
Bu arada, Hz. Peygamber'in bizzat şiir terennüm ettiğini duyup duymadığı sorulan Hz. Aişe, şu cevabı vermiştir: Bazen eve girerken (ünlü Muallaka şairi Tarafa'ya ait) şu dizeyi söylerdi:
ستبدى لك الأيام ما كنت جاهلا و يأتيك بالأخبار من لم تزُوِّدِ
"Günler, yakında sana, bilmediklerini gösterir ve kendisine yol azığı vermiş olmadığın kimse sana haberler getirir."
يأتيك من لم تزُوِّدِ بالأخبار
şeklinde son mısrada yer değişikliği yaptığını gören Hz. Ebû Bekir, ona doğrusunun böyle olmadığını söyler. Peygamberimiz de "Ben şair değilim ve böyle olmam da gerekmiyor" ifadesini kullanır.
Peygamberimizden sonra Dört Halife döneminde de şiir büyük rağbet görmüştür. Mesela Hz. Ömer'in şiire verdiği şu söz anlamlıdır:
كان الشعر علم قوم لم يكن لهم علم أعلم منه.
Bir kavme ait şiir, o kavmi en iyi anlatan doğru bilgidir.
Daha sonraki dönemlerde Emevî, Abbâsî, Endülüs ve Modern Dönemde İslamî mesajlar taşıyan güzide şiirler kaleme alınmıştır. Zaman darlığından dolayı burada yer vermek mümkün değildir.
Şiiri "sözlerin güzel ve estetik hali" olarak tanımlarsak bir hadiste ifade edildiği gibi "Allah güzeldir, güzeli sever." sözü gereğince şiirin bütünüyle reddedilmediği sonucunu çıkarabiliriz. Önemli olan içeriktir. Zarfa değil mazrufa bakmak gerekir.
Konuşmamı belki konuyla direk irtibatlı olmasa da beğeneceğinizi umduğum iki sözle bitirmek istiyorum.
"Şiirin kıymetini iki şey düşürür: Şiirden anlamayanların alkışı, şiirden anlayanların sükûtu"
"Eğer maksûd eser ise, mısrâ-ı berceste kâfidir". Eğer maksat bir eser ortaya koymak ise tek bir mısra bile yeterlidir. Mesela Bâkî'nin şu sözü gibi:
Avazeyi bu aleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş
Umarım biz de bu hoş sadayı bırakmışızdır."
Bu güzel ve özlü sunumları için Sayın Prof. Dr. Ahmet Kazım Ürün Hocamıza, bu organizeyi Yapan TYB Konya Şube Başkanımız M.Ali Köseoğlu Bey'in şahsında emeği geçenlere kab-i şükranlarımı sunar, sıhhat ve afiyetler dilerim.
-DoğruSES Gazete-
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.