KARAPINAR AÇILIŞLARI
Şehirler, beldeler de hapsediliyor, kapana kısılıyor; şartlara mahkûm, ezik kalıyormuş meğer. 2004 senesi, Karapınar ilçesi.
"Karapınar'ı ilk gördüğümde;...
Şehirler, beldeler de hapsediliyor, kapana kısılıyor; şartlara mahkûm, ezik kalıyormuş meğer. 2004 senesi, Karapınar ilçesi.
"Karapınar'ı ilk gördüğümde; bizi çoraklıktan, aşınmadan, "çölleşmeden" koruyacak; gölgesinde güveni, sulhu, sükûnu, huzuru bulacağımız; meyveleriyle gıdalanacağımız (maddî-manevî) ağaçların önemini bir kez daha kavradım." diye yazmışım.
Toz, kum, bir çöl manzarası. Kum tepelerinde bata çıka yürümek. O kuruluğu yakıştıramamış, insan zekâsına ve kuvvetine uygun görmemiş olacağım ki, gerçeküstü bir yer gibi algılamışım.
Karapınar Belediye Başkanı Mehmet Mugayıtoğlu'nun davetiyle, TYB Konya Şubesi'nin gerçekleştirdiği 7 Eylül, 2013 tarihli gezimizde ise; bu yürek oynatan, kanatan manzaralardan oldukça farklı, şifalı görüntülere şahit olduk.
Sadece Karapınar'ın değil, Türkiye'nin, şehir ve insanların fırsatlara, yeni imkânlara ihtiyacı var. Çalışkan başkan varlığı ve ekibiyle ilçeyi hareketlendirmiş, toprağa can gelmiş. Alt yapı, üst yapı yatırımları, ağaçlandırma; boynu gururla dikilen çamlar, yeşil gülümseyişi, nefeslenişi, bir ümidi de filizlendiriyor.
Fakat güzelliklerin yanı sıra bazı iç burkan tanıklıklar, duyduklarımız, okuduklarımız, kaçınılmaz gerçekler bulunuyor:
Kuruyan pınarlar, Meke Gölü, genişleyen İnoba Obruğu, obruk sayısının artışı, hatta bu yüzden ilçeden taşınanların bulunması, hâsılı tabiatın feryadı, ağıdı dinmiyor.
Derin yaralar var. Görev zorlu, engeller güçlü sızılı, yokuş uzun. Köklü bir mücadele gerekiyor.
Ben başarılı Belediye Başkanına ve TYB Konya Şubesi Başkanı Mehmet Köseoğlu'na, Karapınarlı, Konyalı gazeteci yazar akademisyen arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum; misafirperverlikleri, rehberlikleri, yoldaşlıkları bu güzel, yararlı, unutulmaz, gönle kayıtlı gezi için.
Mevcudiyetleriyle göneniyoruz.
...Karapınar'da en çok etkilendiğim olgu, yeryüzü şekillerinden obruklar; özellikle Yarımoğlu obruğu, mekânın muhteşem gösterisi.
Gösteriş; derinlik, aşağı ve yukarı doğru. İnsan ister istemez ölümü hatırlıyor. Arz ve semayla bağlar, münasebet, ağlar.
Orayı mekân tutmuş güvercinler, uçuş, uçurum, kuyu, düşüş, yükseliş, hazin bekleyiş...
Bir çeşit sarhoşluk, ürperiş. Sınırsızlık hissi. Kendini suyun, tabiatın koynuna atıvermek. Canın çıkması için değil, yeni bir c(anla) birleşmek buluşmak, erimek, büyümek duygusu. Kuru(luşlar).
Ancak yine bir sınırla karşılaşılıyor. Netice, akıl freni; düzen ve muvazene.
Hudutlar. İnsan mahdut bir mahlûk. Kalp ise coşkun. Gerçi 1'ledikten sonra zıtlıklar da hoş.
...Karşılaştığınız türlü hayat serencamları, yüzleri, insan hikâyeleri, öne çıkan isimler, kesişen yollar.
Gazeteci Mehmet Okuyucu'nun anlattığı; Karapınar'ın mütevazı simalarından, ayağı aksak müvezzi Mustafa Sucuoğlu'nun sonunda felç olup, yatağa kilitlenirken, dosta aç hasretli bakışı ve mahzun ölümü gibi mesela.
Ona Merhaba Gazetesi'nden bir selâmlama ve tâzim... Ruhu şâd, mekânı Cennet olsun!
..."Benim nazarımda, Türk şehirleri, genellikle beyinlerden çok beyinciklerle yönetiliyorlar; yani teorik zekâyla değil, pratik zekâyla. Hikmet-i kadimenin terimleriyle söyleyecek olursak: akl-ı meadla değil, akl-ı meaşla.
Felsefesi olmayan bir şehircilik bu. Estetiği yok. Güzeli tanımayan, bilmeyen, önemsemeyen bir şehircilik. Her şey halk için ve halka göre. Çoğunluk için ve çoğunluğa göre.(...) her şey onlara göre, kalabalığın seviyesine göre. Oysa bir şehrin seçkinleri de olur, olmalı. Beyni ve kalbi. Pek tabii ki bir de ruhu.
Şehirlerimizin artık ruhu yok. Hastalanmıyorlar bu yüzden, sadece bozuluyorlar. Bir makine gibi. Cansız bir makine. Ruhsuz." Diyor Dücane Cündioğlu. (Mimarlık ve Felsefe, Kapı Yayınları, 2012, sh. 77)
Sonuçta şehri, bir kültürel mirası koruyup, geliştirecek, anlamlandırıp süreklilik ve bütünlüğü sağlayarak, tekrar inşâ edip, geleceğe taşıyacak olan da insan.
İnsan yatırımları; şehrin talihi, billûr göz(e)leri, hiç kurumayan pınarları.
...Ama çıplak, harap dünyalar kadar, kurumuş kalmış, boş sathî insandan da kaçmalı. Belki de bu yüzden Şair;
"(...)Güzeller güzeli sevgililer sultanı
Tut elimden artık gidelim buralardan
Çiçeksiz ve yapraksız insan ormanlarından" diyor ve terk-i diyar ediyordu. (Mustafa Miyasoğlu, Bir Gülü Andıkça şiirinden)
Şimdi artık uyanma zamanı; gökyüzünün verdiği elle, çiçeğe durma ve yeşile erme vakti! Yüreklerde bahar şarkıları, saati.
Kaynak;MerhabaGazetesi
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.