‘Kitap, silah kadar tehlikeliydi’
Çıkardığı ilk kitabın heyecanını yaşarken 2 ay sonra 1980 darbesinin yaşandığını anlatan Eğitimci, Gazeteci-Yazar, Sanatçı-Yönetmen Saffet Yurtsever:...
Çıkardığı ilk kitabın heyecanını yaşarken 2 ay sonra 1980 darbesinin yaşandığını anlatan Eğitimci, Gazeteci-Yazar, Sanatçı-Yönetmen Saffet Yurtsever: “Kitap silah kadar tehlikeliydi! Darbecilerin kitap sebebiyle bana zarar verebileceklerine kanaat getirip, birçok kitabımla birlikte dağıtılmaya hazır kendi kitaplarımı da kayınvalidemin bahçesindeki tandırda yaktım” dedi
Hayatın ağır imtihanlarına daha çocuk yaşlarda maruz kalan ve buna rağmen kültür-sanat dünyasının merdivenlerini mütevazı adımlarla çıkarken dur-durak bilmeyen bir dâvâ insanıdır o. Eğitimciliği, şair ve yazarlığının yanında görev aldığı filmlerle sinema alanında da Konya’nın önde gelen isimlerinden olmasına rağmen Yeşilçam’a mesafeli durmayı da ilke edinmiştir. Yazdığı tiyatro oyunu TRT radyolarında da seslendirilen, Rabia’nın Aşkı adlı şiiri ses sanatçısı Mustafa Topal tarafından ilahî olarak bestelenen Saffet Yurtsever’den bahsediyoruz. Yetiştirme Yurdunda büyüyen ve yaşadıklarından ibretlik ders çıkarılacak olan Yurtsever ile zaman yettiğince dünü-bugünü, kültürü ve sinemayı konuştuk.
GÜDEN: Hocam söyleşimize çocukluk yıllarınızdan konuşarak başlayalım.
YURTSEVER: Aslen o yıllarda Karaman’ın Sarıveliler İlçesine bağlı Göktepe’de 1 Mart 1958 tarihinde doğdum. Babam Dede İrfan, annem ise Cennet Hanım’dır. Fakat nüfus kaydımız doğumumuzla birlikte yapılmamış. Ben ve kardeşim, babamın işçi olarak bulunduğu Burdur’da nüfusa kaydedildik. İlkokulu Konya’da Mehmet Karaciğan, Ortaokulu Mevlana Ortaokulunda okuduktan sonra Endüstri Meslek ve Makine Teknik Lisesinde okudum. 1980’de Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü bitirerek hayata atıldım. 1987’de lisans tamamlama programına katıldım. 2000 Yılında Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldum.
GÜDEN: Çocukluğunuzun çetin şartlarla geçtiğini biliyoruz, anlatır mısınız?
YURTSEVER: Annemle babam biz küçük yaştayken ayrıldıkları için biz iki kardeş Konya Merkez Yetiştirme Yurdunda büyüdük. Nüfus cüzdanımız da ilkokula başlayacağımız için ihtiyaç olduğundan çıkarılmıştı. Babam Burdur’da görevliydi. Biz de oraya gittik, hem nüfusa hem de ilkokula kaydımız yapıldı. Birkaç ay sonra da Konya’ya Mehmet Karaciğan İlkokuluna nakledilerek Konya’ya döndük.
GÜDEN: Yurt şartları nasıldı, yazarlığa ilginiz ne zaman, hangi vesileyle başladı?
YURTSEVER: Düzenli okuma alışkanlığını Yetiştirme Yurdunda edindim. Sürekli kitap okuyup yeni şeyler öğrenmeye çalışırken bir yandan da şiir ve çocuk oyunları yazmaya yöneldim. Hatta arkadaşlarımla bir tiyatro grubu kurmuş, benim yazdığım oyunları oynuyorduk. Önemli günlerde de ben kendi yazdığım şiirleri okuyordum. Bu yeteneğimi bilen yurt Müdürümüz 1970’li yıllarda benden Anneler Günü için bir şiir yazmamı istedi. Anne adlı şiirimi beğenince de Yeni Konya Gazetesine göndermiş, orada yayınlandı. Bir gün Müdürümüz beni odasına çağırıp gazetede adımla yayınlanan şiiri gösterdi; bana büyük sürpriz ve moral olmuştu. Çok sevindim. Böylece ilk şiirim gazetede yayınlanmış oldu.
GÜDEN: TRT Radyosunun Çocuk Tiyatrosu Kuşağında sizin eserleriniz de yer aldı. Belki Konyalı bir yazarın TRT’de oynanan ilk tiyatro eseri de size ait olabilir. Bu süreci anlatır mısınız, nasıl gelişti? YURTSEVER: 1970’li yıllarda TRT radyo ekibi Türkiye’yi il il dolaşarak Yetiştirme Yurtlarındaki faaliyetlerin tanıtımını yapıyormuş. Konya’ya da geldiler. Ben o yıllarda arkadaşlarımdan oluşan bir müzik korosu kurmuştum. Öğretmenlerimiz de TRT ekibinin çekimleri için türkü okumamızı istediler. Solo ve koro türküler okuduk, kaydettiler. Bu sırada gelen ekiple sohbet ederken benim tiyatro oyunları da yazdığımı söyledim. Metinleri görmek istediler, getirip verdim. “Bunları şimdi çekemeyiz ama bizde kalsın” dediler. İlerleyen günlerde bizim Yurt tanıtılırken okuduğumuz türküler de yayınlandı. TRT daha sonra, senaryosunu benim yazdığım tiyatro oyunlarını stüdyoda seslendirerek yayınladı. Böylece çocuk yaşta ilk tiyatro eserim Türkiye’nin tek radyo kanalında canlandırılmış oldu. Yeni Konya’daki şiirden sonra senaristliğim de böylece gelişti.
GÜDEN: Oyunculuk yönünüz de o yıllarda kazanmış olmalısınız?
YURTSEVER: Hem yurtta hem okulda kültürel faaliyetlerde aktif rol alırdım. Düzenlenen müsamerelerde hazırladığımız oyunları sahnelerdik. Tabi ben hem organize eder hem de önemli rolleri oynardım. İlkokul, Ortaokul ve Lisede de bu anlamda aksiyonerdim.
GÜDEN: Sporda geri kalmış olamazsınız?
YURTSEVER: Mevlana Ortaokulundayken Voleybol oynadık. Ama edebiyat ve kültürel faaliyetler daha öne çıktı. Bir yöne konsantre olmam gerekiyordu, spor bir-iki adım geride kalsa da bu alanda da geri durmadım. Endüstri Meslek Lisesi Tesviye Bölümünde bir yıl okuduktan sonra sınavı kazanınca Makine Teknik Lisesine geçtim. Burada tekvando çalıştım. Yurtta da çocuklara üç yıl kadar hocalık yaptım. Ama tiyatro ve şiir faaliyetlerim her zaman öne çıktı.
GÜDEN: İlk ödülünüzde bahseder misiniz?
YURTSEVER: Lise’nin ilk yıllarında şiirlerim Hürriyet Gazetesi’nin Kelebek ekinde yayınlandı. Yine okulda tiyatro grubumuzla Feraizcizade Mehmet Şakir’in 1885’te yazdığı “Evhamî” adlı oyununu sahneledik, ben Ferhat rolünü oynadım. Şiir programları tertip ettik. Fakat Edebiyat öğretmenim Mehmet Yüce’nin de teşvik ve destekleriyle edebiyatın her alanına yoğun ilgim vardı. Bir hikâye yarışmasına gönderdiğim eserle dereceye girdim. Bu yarışmada derece alan eserler daha sonra Öğrenci Kompozisyonları adıyla kitaplaştırıldı.
GÜDEN: Öğretmen Okulu’na nasıl başladınız?
YURTSEVER: Liseyi bitirdikten sonra Ankara Gazi Teknik Öğretmen Okuluna kayıt yaptırdım. Fakat hesap etmediğimiz bir şey vardı; arkamızda aile desteği yoktu. Yaşım 18’i doldurduğu için Yetiştirme Yurdundan da çıkarılmıştım. Ankara Gazi Teknik Öğretmen Okuluna bir hafta devam ettikten sonra da param tükenince soluğu Konya’da aldım. Çocukluktan itibaren hayatın kolay hiçbir yönünü nerdeyse hiç görmemiştik. Gündüz çalışıp gece okumak üzere Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe bölüne kaydoldum.
GÜDEN: Gazeteciliğe ne zaman başladınız?
YURTSEVER: Gazetecilikle beni ilk tanıştıran Hanefi Aytekin olmuştu. Oğluyla aynı okuldaydık. Beni babasıyla tanıştırdı. Bir kart yazıp iş vermeleri için beni Konya’nın Sesi Gazetesine gönderdi. O gün bana gazetenin bir de kimlik kartını verdiler ama ortama ısınamamıştım ve bir daha uğramamıştım. Selçuk Eğitim Enstitüsünde akşamları derse giderken gündüzleri de Türkiye’de Yarın Gazetesinde çalışmaya başladım. Kültür Edebiyat Sayfası hazırlıyor, foto muhabirliği yapıyordum. Bu sayfada da kendi hikâye ve şiirlerime yer verdim. Patronumuz rahmetli Ziya Tanrıkulu idi. İbrahim Yıldırım Yazı İşleri Müdürümüzdü. İbrahim Sur da köşe yazarıydı.
GÜDEN: İlk kitabınız ne zaman ve ne şartlarda yayınlandı?
YURTSEVER: 1978’de Hasan Hüseyin Varol hocamızın Ön Sözünü yazdığı Düğüm adlı şiir kitabım yayınlandı. Bizim için olduğu kadar dâvâ ruhu taşıyan çevremiz için de heyecan verici bir eserdi.
Fakat yaklaşık iki sene sonra 80 darbesi oldu. Kitap silah kadar tehlikeliydi! Daha önce de eve baskın yapan polislerle yaşadıklarımız hafızamda taze duruyor. Darbecilerin kitap sebebiyle bana zarar verebileceklerine kanaat getirip, birçok kitabımla birlikte dağıtılmaya hazır kendi kitaplarımı da kayınvalidemin bahçesindeki tandırda yaktım. Kitaplarla birlikte yüreğim de yandı ama ne yaparsın! Kur’an-ı Kerim ve Hadis kitaplarını da ileride kurtarma umuduyla gömme duvara yerleştirip önüne ince bir duvar ördüm. Yıllar sonra tehlikeli ortam bitince duvarı açtım ama nemden hepsi etkilenmişti.
GÜDEN: Sivil toplum gönüllülüğünü nasıl kazandınız, nelerde hizmet verdiniz?
YURTSEVER: Hayra Hizmet Vakfında hizmet ediyor, Kul Sadi Yüksel ile vakfın bültenlerine şiirler makaleler yazıyorduk. Ardından İrşad Derneğinde de benzer çalışmalar yaptık. Tiyatrolar sergiledik, dergilere yazılar yazdık. Sonra İslâmî Değerleri Tanıma Derneğinde hizmet verdik. Ali İhsan Vatankurtar hoca ve Kul Sadi Yüksel ile el ele verip sonraki dönemde bu derneği Vakıf statüsüne taşıdık. Bunlar darbeden önceki çalışmalarımızdı. Darbede Ali İhsan hocayı cezaevine alıp vakfı da mühürlediler.
GÜDEN: Sağ-sol mücadelesinin sizde de anısı var mı?
YURTSEVER: Olmaz mı? Üç arkadaş bekar evinde kalıyorduk. Yağmurlu bir gün evde yalnızdım. Usturayla bir yüzümü tıraş etmiştim ki kapı çaldı. Açtım, yirmi kadar polis ayaklarının çamuruyla birden içeri daldı. Beni duvara yaslayıp aradılar. Evin her tarafı çamur oldu. Bir balya kitabım da kenarda duruyordu. Bir polis fotoğraf makinamı bulmuş, komiserine gösterirken ‘Ben gazeteciyim’ dedim. Komiser balyadan aldığı kitabı rastgele açarken bu ne diye sordu, ‘Benim kitabım dedim. Açtığı sayfada da “Benim ellerimi bağlasınlar yüz altmış üç ile / Senin istikbalin tehlikede be hergele” mısraları denk gelmişti; okuyunca, “Bu kitap seni ipe götürür” dedikten sonra kenara atıp basın kartımı sordu. Kapının arkasındaki ceketimden almalarını söyledim. Baktılar, cebimde hem Konya’nın Sesi hem de Türkiye’de Yarın’ın basın kartları var, ‘Kusura bakma’ diyerek gittiler.
GÜDEN: İslâmcı gazeteci-yazar kimliğiniz sebebiyle darbeciler size de dokundu mu?
YURTSEVER: Darbecilerin ilk tutukladıkları isimlerden biri de İslâmî Değerleri Tanıtma Vakfı Başkanımız Ali İhsan Vatankurtar’dı. Hoca alınınca ‘sıra bize de gelecek’ diye düşünüyorduk. Ama bizi almadılar. Fakat tayinimizi iki yıl kadar erteleyip göreve başlatmadılar. Darbe olmasaydı o sene öğretmenliğe başlayacaktık, nâsip değilmiş.
GÜDEN: Evliliğiniz nasıl gelişti?
YURTSEVER: 1980’de son sınıftayken Rukiye Yılmaz hanımla evlendim. Âşık Kul Sadi Yüksel ile aynı sınıfta sıra arkadaşıydık, bacanak olduk. Aynı gün çifte düğün yaptık. İlk oğlum Muhammed Celaleddin henüz bir yaşındayken vefat etti. Daha sonra ailemiz kızlarım Sümeyra Nur, Rumeysa Nur, Hümeyra Nur; oğullarım Muhammed İrfan, Muhammed Yusuf ve Muhammed Selçuk ile şenlendi. Hamdolsun şimdi dokuz torun sahibi olduk ve onuncu torun da yoldu inşallah.
GÜDEN: Demek darbe yılında mı evlendiniz?
YURTSEVER: Düğünümüzden 6-7 ay sonra 12 Eylül darbesi oldu. O sıralarda bizim de okulu bitirip mezun olmamız gerekiyordu ama darbe yönetimi dört ay daha uzattı ve bir buçuk yılda atamalarımızı geciktirdi. Böyle de bir zararını yaşadık o darbenin.
GÜDEN: İki yıl nasıl geçti?
YURTSEVER: Darbeden bir müddet sonra Cengiz Dönmez Milli Gazeteyi bırakıp Tercüman’a geçince ben de Milli Gazetenin bölge temsilcisi oldum. Aynı dönemde Yeni Devirin de temsilciliğini üstlendim. Darbeden 6-7 ay sonra Ali ihsan hoca serbest bırakılınca biz CHP Konya Milletvekili olan Ahmet Çobanoğlu’ndan Konya’nın Sesi Gazetesi’ni satın aldık. Ben yazı işleri müdür oldum, kadroyu yeniledik. Eski kadrodan sadece Sabit Horasan spor şefi olarak kaldı. Yanıma muhabir olarak rahmetli Orhan Samur’u aldım. Fakat bizim yayınlarımız aşırı irticai görülüyordu. Rahmetli Rıza Poçan’ın haberlerini sadece ben yayınlıyordum. Bu yüzden de peş peşe tehditler almaya başladık.
*****************************************
Sinemada İslami yapı şart!
“Her Ayet, her Hadis film yapılmalı. Türk ve İslâm tarihindeki kahramanlık destanlarının hepsi birer film olur” diyen Eğitimci, Gazeteci-Yazar, Sanatçı-Yönetmen Saffet Yurtsever, sinemada biran önce İslami bir yapının kurulması gerektiğini söyledi
Eğitimci, Gazeteci-Yazar, Sanatçı-Yönetmen Saffet Yurtsever, sinema üzerine dikkat çeken açıklamalar yaptı. Sinema serüveninin nasıl başladığını, ne tür başarılar elde ettiğini anlatan Yurtsever, bu alanla ilgili yaptığı değerlendirmede, sinema alanına milli ve manevi değerlerimizi tam olarak yansıtamadığımızı vurguladı. “Her Ayet, her Hadis film yapılmalı” diyen Yurtsever, “Benim kısa tiyatrolarımın hepsinde de birer Hadis-i Şerifin mesajları işlenmektedir. Türk ve İslâm tarihindeki kahramanlık destanlarının hepsi birer film olur. Hatta bazıları dizi olarak yapılmalıdır. Bu anlamda TRT’nin başlattığı akım çok doğru ama buna çok çok geç kalındı. Keşke TRT daha önceleri doğru zihniyetlerin elinde olsaydı da bu projeler şimdiye kadar hayata geçirilseydi” ifadelerini kullandı. İşte Yurtsever’in röportajının ikinci bölümü:
GÜDEN: Öğretmenliğe ne zaman ve nerede başladınız?
YURTSEVER: 1982’nin Şubat’ında Gümüşhane’ye tayinim çıktı. Fakat gazetecilik bir sevda halini almıştı. Milli Gazeteye haber yollamaya devam etmeye çabaladım ama Konya’dan uzaktan olmadı; bıraktım. Milli Gazete okuduğum için Gümüşhane’nin en uzak köyüne sürgün yaptılar. 1985’in son aylarında Konya’ya tayinim çıktı ve Merkez İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenliğe başladım.
GÜDEN: Memuriyet sizi yazı hayatından uzaklaştırdı mı?
YURTSEVER: Hayır, 1986’da İmam Hatip’te öğretmen iken İslam tarihinden Resimli HikÂyeler adlı seri çocuk hikÂyelerini hazırladım. Aslında 12 sayı yayınlamayı planlamıştık ama ilk sayıyı dağıttıktan sonra şevkim kırıldı. Dağıtım yaptığımız bazı kitapçılar ‘resim haram’ diye bizim hikâyelerimizi satmadılar. Birer paket kitap dükkânlara bir ay sonra gittiğimde bazılarının daha paketi bile açmadığını gördüm. Tezgâhın altından hiç açmadıkları paketleri gördükçe şevkim kırıldı. Zaten masrafı çok yüksekti, evimizin nafakasından matbaa ücreti ödüyorduk, bu ilgisizliği görünce vazgeçtik.
GÜDEN: Evet; İslâmî camia ‘resim haram’ deyip sanattan uzak durdu. ‘Film günah’ dedi, sinemadan uzak durdu. ‘Televizyon şeytan işi’ dedi, evine sokmadı. Tiyatrodan, spordan hep uzak durmakla bu alanları boş bıraktı. Bu konuda söylenecek çok sözünüz olmalı?
YURTSEVER: Resimli kitabımızı satmak istememeleri bizi kırmanın ötesinde küstürdü. Bazı zenginlere sahabe hayatlarından, hadislerden kısa filmler çekmeyi önerdim, ‘günah’ dediler. Elimdeki film kameramı ve fotoğraf makinalarımı, agrandizörümü Ulusoy İşhanında fotoğraf malzemeleri satan Ali Amca’ya öldüm fiyatına verdim gitti. Üstad Necip Fazıl’ın ‘Kaba softa ham yobaz’ dediği insanlar tam da bunlardı; cahillik. Oysa vaktinde bu sahalarda nitelikli adam yetiştirme yoluna gidilip ilerleme kaydedebilseydik, İslâmî esaslar çok daha pratik şekilde ve erken dönemde etkin yöntemlerle anlatılabilirdi. Yücel Çakmaklı’nın bir başına meydana çıktığı döneme kadar sinemada yokuz maalesef. Bu büyük kayıptır. Sonraki dönemde Ali İhsan Vatankurtar’la tanışıp bu fikirlerimi anlatınca “Bunlar Farz bile. Biliyorsan yapacaksın’ demişti. Ne çare ki çok zaman kaybetmiştik.
GÜDEN: Fakat içinizdeki sinema ateşi hiç sönmemiş olacak ki zaman içerisinde önemli projelere imza attınız.
YURTSEVER: 1990’da Nurettin Özel’le tanıştık; İnşaat Mühendisiydi ama bir senaryo yazmış ve katıldığı yarışmada da derece almış. Kendi imkân ve gayretleriyle filmi çekmeye çalışmış ama yol alamamış. ‘Kapıcı Musa’ filminden bahsediyorum. Bana beraber çekmeyi teklif etti. O yönetmen ve ben görüntü yönetmeniydim.
Çeşmecilik yapan Hüseyin Türkyıldırır da evini satmıştı ve filmi finanse edecekti. Onunla birlikte öğretmen arkadaşımız Mümtaz Öztürk prodüksiyon görevini üstlenmişti. Bir tiyatrocu genç bulduk, Yeşilçam’dan alt rol oyuncularıyla anlaştık. Kalan rolleri Konyalılara verdik. Rahmetli yönetmen Yücel Çakmaklı’da Taşkent’te start verirken desteklemek amacıyla misafirimiz oldu. Bütçemiz o kadar kısıtlıydı ki filmde teknik olarak şaryo, Jimmy Jyb, gibi fazla bir teknik kullanamadık. Fakat 90 dakikalık birinci bölümde mütevazı bütçemiz de bitmişti. İkinci bölümü çekebilmemiz için birinci bölümü satmamız lazımdı. Sponsor arayışına girdik. Kombassan Holding’in başkanı Haşim Bayram’a çektiğimiz birinci bölümü götürüp, ikinci bölüme destek istedik. Sun TV’de yeni kurulmuştu, onlara da bir kaset verdik. Haşim Hoca filmi çok beğendi ve sinema için baştan, daha profesyonelce çekmeyi teklif etti. Kombassan film için büyük bir bütçe ayırdı. Yönetmenliği İsmail Güneş, Görüntü yönetmenliğini de Orhan Oğuz üstlendi ve “Beşinci Boyut” ismiyle çekildi. Senaryoya da ufak tefek eklemeler yapılmıştı. Ben bu defa teknik görev almadım. Muzaffer Çetinyılmaz ve Gül Kurtaran’ın dışında Bulut Aras, Haluk Kurdoğlu, Suzan Avcı, Hasan Nail Canat, Nihat Nikerel, Kemal inci gibi Türk sinemasından popüler oyuncular da oynadı. Bazı rolleri de Konya’dan tamamladık, benimle birlikte Nurettin Özel ve Faal Noras’da rol alanlardandı. Ortaya çok güzel bir film çıkardık.
GÜDEN: Siz çok beğendiniz ama Antalya’da jüriye takılmak nasıl oldu?
YURTSEVER: Sadece biz değil, izleyen herkes çok beğenmişti. Hatta Antalya Altın Portakal Film Festivalinin halk oylamasında da Beşinci Boyut(Kapıcı Musa) birinci çıkmıştı. Fakat Jüri bize ödül bile vermedi. Aslında biz de “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” Hadis-i Şerif’ini perdeye aktaran filmimize jürinin ödül vermesini beklemiyorduk. Fakat Kapıcı Musa’yı oynayan rahmetli Muzaffer Çetinyılmaz mükemmel performansıyla “en iyi karakter oyunculuğu ödülünü” herkesten fazla hak etmişti. Hatta jüri üyelerinden meşhur birisi bizzat Muzaffer’e “Muzaffercim, filmini izledik; çok harika oynamışsın, çok beğendik ve senin rolünden etkilendik, tebrik ederiz. Ama maalesef sana ödül veremeyeceğiz” demiş.
GÜDEN: Antalya’da alamadığınız ödül İtalya’da nasıl geldi?
YURTSEVER: 1994’deydik. Uluslararası Salerno Film Festivalinden son anda haberimiz oldu. Yarışmaya bir gün kala Haşim Bayram ekibi temsilen İtalya’ya gitti, hepimizin katılması mümkün olmadı. Salerno’da 114 konulu uzun metraj dünya filmleri arasında Beşinci Boyut “en iyi film” ödülüne layık görüldü. Kendi ülkemizin sinema yarışmasının ‘ideolojik sebeplerle’ vermediği ödülü İtalya’dan alıp gelmek hepimizi mutlu etti.
GÜDEN: Esra Film hem sinema dünyasında kısa ve sert bir rüzgâr gibi esip kayboldu, neden?
YURTSEVER: Beşinci Boyut’un kamuoyunda gördüğü büyük ilgi ve Salerno Film Festivalinde aldığı ödül Haşim Hoca’da büyük bir sinema hevesi oluşturdu. Bu nedenle de Esra Film kuruldu. Fakat Haşim Bayram, bizim ilk çektiğimiz Kapıcı Musa’daki tadı ve duyguyu diğerlerinde alamadığını söylerdi. Haklıydı, çünkü samimiyet ve özveri kaybolmuştu.
GÜDEN: Bir Hadis-i Şerif’ten bir Dünya filmi çıkardınız ama devamını getirmek mümkün olmadı. Oysa pek çok Ayet-i Kerime’den, Hadis-i Şerif’ten, iki bin yıllık Türk tarihinin şanlı kahramanlarından Yeşilçama sığmayıp, Salerno’yu aşacak, Dünyanın en büyük yarışmalarının birinciliklerine talip filmler üretmek mümkün. Bunu neden başaramıyoruz?
YURTSEVER: Her Ayet, her Hadis film yapılmalı. Benim kısa tiyatrolarımın hepsinde de birer Hadis-i Şerifin mesajları işlenmektedir. Türk ve İslâm tarihindeki kahramanlık destanlarının hepsi birer film olur. Hatta bazıları dizi olarak yapılmalıdır. Bu anlamda TRT’nin başlattığı akım çok doğru ama buna çok çok geç kalındı. Keşke TRT daha önceleri doğru zihniyetlerin elinde olsaydı da bu projeler şimdiye kadar hayata geçirilseydi.
GÜDEN: Sinema çalışmalarınızı sayabilir miyiz?
YURTSEVER: 1992’de Kapıcı Musa filminde Görüntü yönetmeniydim. Aynı yıl 1992’de Yolun Sonu üç bölümlük TV filminde İstasyon Şefi’ni, 1993’de ise Beşinci Boyut Sinema filminde Fabrika Müdürü Niyazi rolünü canlandırdım. 1994’de Yürek Dede filminin senaryosunu Yönetmen Nurettin Özel’le birlikte yazıp aynı filmin Sanat Yönetmenliğini üstlenirken Köylü rolünü oynadım. Aynı sene Işık Kapısı isimli televizyon filminde görüntü yönetmenliğini yaptım. 1996’da Aybüke isimli televizyon filminde ise yönetmen yardımcılığı ve Rus Komutan rolünü oynadım. 1996’da Sevginin Sesi TV filminde Sanat yönetmeni oldum ve Komşu rolünü oynadım. 96 yoğun bir sezondu. Yücel Çakmaklı’nın yönettiği ve Çetin Tekindor’un başrolünü oynadığı Son Türbedar filminde prodüksiyon amirliğinin yanında Turist rolü ve Kuşeller TV filminde Dede rolü benim görevimdi. 1998’de Erol Taş, Fikret Hakan, Yalçın Dümer ve Filiz Taşbaş’ın başrollerini paylaştığı Yaşama Hakkı adlı Sinema filminde Köylü rolüyle birlikte set fotoğrafçısı olarak yer aldım. 2005’de Hayaller ve Gerçekler filminde görüntü yönetmenliği ve Enişte rolüyle devam ettim. 2006’da Düşlerin Kıyısında filminde Konya Devlet Tiyatrosu sanatçısı Bengisu Gürbüzer Doğru ile başrolü Baba-Kız olarak paylaştık. Aynı sene Kayıp Şehir Ubar filminin de görüntü yönetmenliğinin yanında ve Kral rolünü, 2007’de Karanlık Yüzler filminde görüntü yönetmenliği ve Galerici rolünü, 2010’da Üçüncü Göz filminde Görüntü yönetmenliğiyle Derviş Baba rolünü oynadım. Son olarak Benim Şehrim ile Anadolu Üniversitesinin tanıtım filmlerinde ve 2019’da Ödüllü Yönetmen Fatih Sezgin’in senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı “İhtiyarlar Taburu” sinema filminde Turgay Tanülkü, Yılmaz Şerif, Fuat Onan ve Haluk Çalışır gibi isimlerle başrolleri paylaştık; bendeniz Kore Gazisi Osman Ağa’yı canlandırdım.
GÜDEN: Yaşama Hakkı filmine sinemacıların salon vermemesi hakkında neler söylersiniz?
YURTSEVER: 1999’da çektiğimiz Yaşama Hakkı adlı sinema filmimiz kürtaj konusunu işliyordu. 28 Şubat Süreciydi. İslâmî mesajlar içeriyor gerekçesiyle sinema salonlarına sokmadılar. Türk sinemasında ilk defa bir otobüsü gerçekten uçurumdan aşağı attığımız bir filmdi.
GÜDEN: Bu kadar sinema filminin ardından Yeşilçam’ın hülyalarına kapılmayıp öğretmen kalabilmeniz nasıl mümkün oldu?
YURTSEVER: Sanatçıların yaşantısından, sergiledikleri örneklere kadar pek çok onaylamadığım şey vardı sinemada. Sinema ortamı bir Müslümana uygun değildi. Ben çocuklarımı da bazı filmlerde oynatmış olmama rağmen sinema sektöründen uzak tuttum. Sinema sektöründe dört başı mamur, her yönüyle İslâmî esasları taşıyan bir yapı acilen kurulmalıdır.
GÜDEN: Gazetecilikle de ilişkinizi kesmediniz. Sivil toplum organizasyonlarında da hep varsınız.
YURTSEVER: Evet, yazmak bir gereklilikti. Bunun için okurlarımızla gazete köşelerinde buluştuk. Bir dönem ‘Yaman Adam’ mahlasıyla yazdım. Hâlen Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ve Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu Üyesiyim. TYB, TEYAD, İkindi Sohbetleri, STK Ufuk Turu Toplantıları, Ali Küçük Hoca’nın Tefsir ve Hadis Sohbetleri, Hasan Basri Balcı Hoca’nın sohbetleri olmak üzere 1500 civarında program çekimi yaptım.
GÜDEN: Çocuklarınızın oynadığı filmler nelerdi?
YURTSEVER: Rumeysa Nur, ‘‘Işık Kapısı’’ filminin başrolündeki Yasemin’i ve Humeyra Nur da ‘‘Aybüke’’ filminin başrolündeki Aybüke’yi oynadı. Ama benim tavsiyemle sinema sektöründen uzak durdular.
GÜDEN: Son yıllarda bir de ağır hastalık geçirdiniz.
YURTSEVER: 2014’de Hepatit C olduğumu, hanımın da kanser olduğunu öğrendik. İkimizde farkına varmamışız. Önce onun rahatsızlığına teşhis konulup Ankara’da tedavisiyle ilgilenirken benim rahatsızlığım ortaya çıktı. Kanamalar başlayınca farkına vardık. Bir yılım kanamalarla geçti, meğer Hepatit C siroza çevirmiş. Karantinaya alıp tedaviye başladılar ve kanser tedavisi uyguladılar. Şimdi hanım da ben de iyiyiz ama kontrollerimiz devam ediyor. Bu konuda hassasiyetimi kaybetmemem gerektiğini biliyorum. Yeme içmeme kadar her şeyime özen gösteriyorum. Hatta tıraş için berbere gerekli malzemeleri de kendim götürüyorum. Tedbir bizden takdir Allah(cc)’tandır.
GÜDEN: Masanızda yeni projeler var mı?
YURTSEVER: İhtiyarlar Taburu’nu yeni bitirdik. Şu anda montajın tamamlanmasını bekliyoruz. Öğretmenliğimiz devam ediyor, Selçuklu Mareşal Mustafa Kemal Ortaokulunda Türkçe öğretmenliği yapıyoruz. Boş durmayız ama hele şu Koronavirüslü günler geçip selamete erelim. Sonrasına da Allah Kerim’dir.
Kaynak: Konya Yeni Gün Gazetesi http://www.konyayenigun.com/yenigun-ozel/sinemada-islami-yapi-sart-h262351.html
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.