Prof. Dr. Ahmet Çaycı

Prof. Dr. Ahmet Çaycı

Konya'dan tarih fışkırıyor

A+A-

Asya bizim hayat damarımızdır

Konya ve yurt dışında Türk-İslâm tarihinin izlerini süren Araştırmacı Yazar Prof. Dr. Ahmet Çaycı ile devam edegelen çalışmalarının hasılasını konuştuk.

 

 

Asya bizim hayat damarımızdır

1
NEÜ Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırmalar Merkezi Müdürü ve NEÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Çaycı ile epey zamandır kapsamlı bir sohbet imkânı bulamadığımızdan olsa gerek, sorup öğreneceğimiz pek çok konu birikmişti. “Anadolu’daki Türk-İslam kültürünün Doğu Türkistan’dan Hazar Denizi’ne kadar geniş bir coğrafyada aranması gerektiğini söyleyen Ahmet Çaycı bakın neler anlattı:

 


Hocam sizi tanıyabilir miyiz, hangi tarihte nerede dünyaya geldiniz ve hangi okullarda tahsil gördünüz?
Efendim, 1968 Konya-Derbent doğumluyum. İlk ve Orta eğitimi Konya-Derbent’te; liseyi Tekirdağ’da; Üniversiteyi ise Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde 1990 yılında tamamladım. 1992 senesinde Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk-İslâm Sanatları Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak akademik vazifeye başladım. 1993 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisansımı bitirdim. 1996 senesinde MEB bursuyla Ürdün Üniversitesi’nde Arapça Dil okuluna bir yıl süreyle devam ettim. 2000 senesinde Hacettepe Üniversitesi’nde doktoramı ikmal ettim.  Başta Selçuklu Sanatı olmak üzere İslâm Sanatları, Oryantalizm, Sembolizm, Vakıf ve Sanat gibi konular üzerine araştırmalar yapmaktayım ve bu sahada çok sayıda kitap ve onlarca makale kaleme aldım.

Akademik kariyerinizin gelişim sürecini anlatır mısınız?
Yükseköğrenime gelmeden Ortaokul seviyesinde iken bazı sorunlar ve gelgitler yaşadığımı ifade etmek isterim. Konya’nın küçük bir kasabası olan Derbent’te ortaokula başlamış olmanın heyecanıyla birlikte ilk hafta kahvenin önünde oturma cezası olarak dönemin okul müdüründen yediğim dayak sonucu okulu bırakmaya karar vermiştim. Rahmetli babam o tarihte rızık temini için gurbette bulunduğundan rahmetli annemin ısrarı ile okula devam etmek zorunda kalmıştım. Annemin o ısrarı akademiye kadar uzanan yolculuğun önemli yapı taşlarından birini teşkil etmiştir.

 

Liseyi Tekirdağ’da parasız yatılı olarak tamamladıktan sonra Konya’da okumanın da mümkün olabileceğini idrak edebilecek yaşa gelmiş idim ve Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Sanat Tarihi Bölümü’nü tercih etmiş ve bu bölümü de severek tamamlamıştım.

Lisans eğitimini tamamlamanızın akabinde Selçuk Üniversitesi’nde göreve başladınız. Bu dönemi anlatır mısınız?
Lisans yıllarında yaz tatillerini oldukça iyi değerlendirdiğimi söyleyebilirim. Klasik öğrenci alışkanlıklarının tamamen dışında Alanya’da Turizm sektörüne çalışarak ve de özellikle yabancı dili konuşabilmek gayesiyle öğrencilik yıllarımın dolu dolu geçtiğini söyleyebilirim. Nitekim dört yıllık sürecin sonunda hem istediğim yabancı dil seviyesini yakalamış hem de geçinebileceğim parayım kazanmış durumdaydım. Yabancı dil konusundaki sürecin tamamlanmasından sonra Arkeoloji ve Sanat Tarihi sahasındaki tecrübelerimi artırmak gayesiyle Prof. Dr. Haşim Karpuz başkanlığındaki Konya Dokuzun Hanı Kazı ve Restorasyon ekibinde görev almaya başladım. Bir taraftan Yüksek lisans çalışmalarım devam ederken diğer taraftan saha çalışmalarının dâhilindeki gelişmeler sayesinde rahmetli Hasan Özönder’in riyasetinde Türk İslam Sanatları Kürsüsü’ne asistanlığımla yeni bir serüvene başlamış oluyordum.

Yüksek Lisans ve doktora sürecinize dair neler söylemek istersiniz?
Yüksek Lisansımı Prof. Dr. Ali Baş hocamın danışmanlığında “Eşrefoğlu Beyliği’nin Mimari Eserleri” başlığıyla tamamladım. Bu süreçte lisanstan beri hocam olan Prof. Dr. Yılmaz Önge Beyi rahmetle anmak isterim. Nitekim hem lisans hem de Yüksek Lisans düzeyinde bilgi ve görgüsüyle bizim hayatımızda derin izler bıraktığını söyleyebilirim. Hatta o dönemde yazılı kaynağa ulaşmanın çok zor olduğu günlerde evindeki özel kütüphanesini bana tahsis etmişti. Benzer katkıyı Konya çelebisi A. Sefa Odabaşı beyefendiden de görmüştüm. 
Lisans ve Yüksek Lisansı Konya’da tamamlamış olmanın verdiği bıkkınlık veya aynı mekânlarda bulunmanın getirdiği psikolojinin dışına çıkma zamanı geldiğini düşünerek doktora için Ankara’ya gittim. Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nin programlarını araştırdım. Şubat dönemi olması sebebiyle sadece Hacettepe Üniversitesi’nde program ilan edilmişti ve ben de oraya başvurumu yaptım, sınavları vererek doktora programına kayıt hakkı kazanmış oldum. Bu esnada Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı benim danışmanlığımı kabul etmişti ki bu benim için büyük bir onur vesilesiydi. Nitekim doktora süresince hem Beyhan Karamağaralı’dan hem de sahanın duayenlerinden Prof. Dr. Haluk Karamağaralı’nın rahlesinden geçme fırsatı edinmiştim. Konya’dan Ankara’ya gidip gelirken Ankara’nın kütüphaneleriyle birlikte Karamağaralı ailesinin zengin kütüphanesinden de faydalanma imkânı bulmuştum. Yine o süreçte Türkiye’nin önemli akademisyenleri A. Yaşar Ocak, Yıldız Ötüken, Filiz Yenişehirlioğlu, Günsel Renda, Oluş Arık ve Rüçhan Arık gibi isimlerden ders alma ve tartışma imkânları bulmuştum.

Akademik kariyer seyriniz ve müteakip yıllardaki görevlerinizi anlatır mısınız?
2000 yılında doktorayı tamamladıktan sonra SÜ. İlahiyat Fakültesinde ders vermeye başladım. 2002 yılında Yardımcı doçent, 2006’da doçent ve 2012 yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde profesör kadrosuna atandım. 2018-2021 yılları arasında NEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevinde bulundum. Halen NEÜ Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırmalar Merkezi Müdürlüğü görevim devam etmektedir. Yine şu anda NEÜ Sanat Tarihi Bölüm Başkanı olarak da görev ifa etmekteyim. 

Önemli araştırmalar yaptınız ve değerli kitaplar yazdınız. Kitaplarınız hakkında genel bilgiler verir misiniz?
Burada sadece kitaplarımın isimlerini vermekle kifayet edeceğim: 1- Anadolu Selçuklu Sanatında Gezegen ve Burç Tasvirleri, 2- Eşrefoğlu Beyliği Dönemi Mimari Eserleri, 3- Ürdün’de Osmanlı Mimarisi, 4- Selçuklularda Egemenlik Sembolleri, 5- Oryantalizm Oksidentalizm ve Sanat, 6- İslam Mimarisinde Anlam ve Sembol, 7- Türk-İslam Kültüründe Vakıf ve Sanat, 8- Kutsal ve Sanat, 9- Hicaz Seyahatnamesi (Haz.), 10- Bursa’dan Konya’ya Seyahat-Konya Seyahati Hatıratından (Haz.), 11- Seyahatnamelerde Konya (Haz.), 12-Uzluk Ailesi Armağanı (Haz.), 13- Mevlana Ocağı (Haz.), 14 Hakikat Adamı Mehmet Akif’e Armağan, (Haz.), 15-   I. Ulusal Sille Sempozyumu Bildiri Kitabı (Haz.), 16- Geçmişten Günümüze Sille Albümü (Haz.), 17- Mitoloji ve Din (Haz.), 18- Türk İslam Sanatları Tarihi (Haz.), 19- Aladağ’ın İncisi Derbent (Haz.), 20- I. Uluslararası Selçuklu Tarihi Coğrafyası Sempozyumu Bildiri Kitabı: Suriye, Irak, Filistin (Haz.), 21- Sahib Ata Araştırmaları (Haz.), 22. II. Uluslararası Selçuklu Tarihi Coğrafyası Sempozyumu Bildiri Kitabı: İran (Haz.),  23. Sadreddin Konevî Araştırmaları (Haz.), 24- 25. Uluslararası Ortaçağ Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları (Haz.), 25- Selçuklu Emiri Celâleddin Karatay Araştırmaları (Haz.)
Buradaki kitaplar dışında çok sayıda makale kaleme aldım, onları yazmaktan sarf-ı nazar ediyorum. Meraklıları ilgili mecralardan bakabilir veya başka bir ifadeyle günümüz imkânlarıyla çok kolay ulaşabilirler.

Yurt içi ve yurt dışında Türk İslam sanatlarındaki sembollerle ilgili araştırmalar yaptınız. Asya’dan Anadolu’ya Uzanan Serüvende neler buldunuz?
Yurt içi ve yurtdışında çok sayıda toplantıya katıldım. Bunlar Türkiye’nin doğusundan batısına kadar oldukça değişik platformlarda, dilimizin döndüğü kadarıyla, bildiklerimizi anlatmaya gayret sarf ettik. Sadece yurtiçi değil Amerika Birleşik Devletleri’nden Kazakistan’a; Rusya’dan Ürdün’e kadar farklı ülkelerde ülkemizi temsil etmeye çalıştık.


Asya veya buradaki kastımız Türkistan’dır ki bizi besleyen hayat damarımız olduğunu ifade etmek gerekir. Nitekim kültür sadece o günün birikimi olmadığına göre bunun arketiplerini aramak icap ediyor. İşte Anadolu’daki Türk-İslam kültürünü Doğu Türkistan’dan Hazar Denizi’ne kadar oldukça geniş bir coğrafyada aramak gerekmektedir. O zaman Anadolu kültürünü besleyen kaynakları doğrudan doğruya müşahede etmek mümkün olmaktadır. Bunun en bariz örneğini Konya Karatay Medresesi Çini Eserler Müzesi’ndeki Anadolu Selçuklu çinilerindeki Orta Asya esintilerinde takip edebilirsiniz.  Nitekim orada teşhir edilen Kubadabad çinilerindeki tematik ve teknik birikimi bunu ziyadesiyle ifşa eder durumdadır. 

Ürdün ile ilgili bir çalışmanız olmuştu ve akabinde devlet ricalinin ilgisine de mazhar olmuştunuz. Bu çalışmanız neydi ve devamında nasıl bir gelişme yaşanmıştı?
Ürdün meselesi benim için çok iyi bir tecrübe oldu. Çünkü hem dil öğrenme hem de araştırma yapabilme imkânı elde etmiş idim. Nitekim Türkiye’de ilk defa Ürdün’deki Osmanlı varlığını kayıt altına alma ve bilimsel bir kitap mesabesinde yayınlamış olma fırsatı yakalamıştım. Bu sebeple ömrümün Ürdün faslını oldukça bereketli dönemi olarak değerlendiririm. Ürdün bahsiyle ilgili son cümle Ürdün’de Osmanlı Mimarisi başlıklı kitabı hazırlamak ve neşretmek bize nasip oldu. 

 

Araştırmacı Yazar Prof. Dr. Ahmet Çaycı söyleşimizin ikinci bölümünde Konya’nın yeraltındaki tarihi zenginliğine işaret ederek, “Lystra, Sille, Gilistra, Zengibar, Kubadabad, Gevale gibi sınırlı sayıdaki mekânların mevcudiyeti dahi Konya’nın tarihteki kıymetini izah için yeterlidir” dedi.

Konya kadim bir Türk başşehri olmasına rağmen, sahip olduğu Selçuklu eserlerini yeterince koruyamamış ve geleceğe taşıyamamış olmakla talihsizdir ve bundan dolayı da araştırmacılara ciddi görevler düşmektedir.  Alaeddin Tepesi havzası, Takkeli Dağ ve Loras başta olmak üzere son yıllarda, önemli bir kısmında sizin de görev aldığınız çalışmalar yürütülüyor. Elde edilen verilere dair bizi bilgilendirebilir misiniz?

Takkali Dağ veya Gevale Kalesi’ndeki çalışmalarımızda on üç yılı geride bıraktık. Selçuklu Belediyesi, Konya Müze Müdürlüğü ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü olarak işe başladık ve kurumlar arası işbirliğinin uyumunu sekiz yıllık beraberliğini ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu birliktelik Konya’daki diğer kurumlara örnek teşkil etmesini diliyorum. İşin idari boyutuyla birlikte bizi ilgilendiren teknik boyuta gelince Ortaçağ tarihinin önemli buluntularını bilimsel kazı yöntemlerini kullanarak tespit etmiş durumdayız. Buradan elde edilen buluntular ise Konya Müzelerinde teşhir edilmektedir.

Gevale Kalesi için tarihi kaynaklar, “Konya’nın kilidi” şeklinde tanımlamaktadırlar. Bu cümleden hareketle Gevale Kalesi, Konya’nın güvenli mekânı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kale normal bir iskân mekânı olmaktan öte yönetici kitlenin olağanüstü durumlardaki sığınma mekânı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta kalede Selçuklu sultanlarının sefirleri kabul ettiği ve de av mekânı haline getirdiğini bilmekteyiz. İşte bu denli önem arz eden kalede kazılarla bu bilgileri destekleyecek Konya şehrinde kazmayı nereye vurursanız tarih fışkırıyor.

Alaeddin Tepesi ve Şükran Mahallesi dediğiniz anda Konya şehrinin kalbinden söz ediyorsunuz demektir. Buralardaki kazı ve sondaj çalışmaları Konya Müze Müdürlüğü riyasetinde icra edilmiştir. Alaeddin Tepesi’nin ivedilikle tamamlanarak tarih ve sanatseverlerin hizmetine açılmasını beklemekteyiz.

 

Konya Kalesi Türk tarihi açısından çok değerli bir sembol olması gerekirken maalesef günümüze bir burcu bile kalmamış. 1980’liyıllarda Alaaddin civarında bir inşaat kazısı yapılırken kaleye ait duvar kalıntısına rastlanmış ve binanın bodrumunda muhafaza edilmek kaydıyla inşaatın devamına ruhsat verilmişti. Benzer durum Zindankale civarında ve Şükran Mahallesi dönüşümünde de yaşandı. Acaba temsil bakımından, şehrin bir bölgesinde kaleye dair bir kalıntının aslına uygun şekilde gün yüzüne çıkarılması mümkün olmaz mı?

Konya insanlık tarihinin erken iskân alanlarının başında gelmektedir. Çatalhöyük, Boncukluhöyük gibi Neolitik dönemin erken yerleşmelerine sahip nadir şehirlerden biridir. Yine Lystra, Sille, Gilistra, Zengibar, Kubadabad, Gevale gibi sınırlı sayıdaki mekânların mevcudiyeti dahi Konya’nın tarihteki kıymetini izah için yeterlidir. Tarihi sadece bu mekânlarla sınırlandırmadan  mekânların sayısını artırmak mümkündür.

 

Özellikle Konya merkezdeki Alaaddin Tepesi bile insanlık tarihinin en önemli merkezlerinden biri olarak şehrin merkezinde durmaktadır. Orada daha evvel gerçekleştirilen bilimsel kazılar sayesinde höyüğün tarihi M.Ö 2500’lü yıllara kadar buluntular vermiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse Konya şehrinde kazmayı nereye vurursanız tarih fışkırıyor dersem mübalağa etmemiş olurum. Bu da bizim tarihi ve kültürel zenginliğimizdir. 

Oryantalizm ve Oksidentalizm hususunda araştırma yaptığınızı hatta bir kitap neşrettiğinizi biliyoruz. Bu hususta bizi bilgilendirebilir misiniz?

Bu Oryantalizm kelimesinin eş anlamlısı Doğubilim, Şarkiyat, Doğuculuk gibi terimler de kullanılmıştır. Kelimelerin anlamıyla Doğuya ait olanlar kastedilmiştir. “Oryantalist” kelimesi 1799 yılından itibaren hem Fransa’da hem de İngiltere’de sözlüklerdeki yerini almaya başlamıştır. Oryantalizmin genel gidişatının tahlilinde şöyle bir kanaat hâsıl olmuştur: Oryantalizm,  Doğunun tecrübeleriyle Batının Aydınlanma dönemi sonrasında elde ettiklerini birleştirerek daha faydacı hale getirmiştir. Temel gayesi Doğudan yararlanmaya yönelik bu girişim, zaman zaman fantezilere yönelerek kendini eğlendirmek veya Doğunun egzotik unsurlarıyla farklılıklar yaşama güdüsüne dönüşmüştür.  Bu yaklaşım tarzıyla Batı, hem fayda elde etmiş hem de gönlünü eğlendirerek psikolojik rahatlama sağlamıştır. Bu süreç bütün hızıyla devam etmektedir. Diğer taraftan Oksidentalizm ise şimdilik isminin zikredildiği, içeriğinin bile tam olarak algılanamadığı bir kavram/teşekkül olması sebebiyle meselenin zorluğunu ifadeye yeter kanaatindeyiz.

Peki, oryantalizm neyi hedeflemektedir, ülkemizdeki etkilerine dair neler söylenebilir?
Batının hareket noktası epistemolojik bağlamda “ampirik ve akla dayalı tarihselcilik” üzerine odaklanmıştır. Bu sebeple Batı, Oryantalizm sayesinde kendini özne yerine koyarken, ötekileştirdiği Doğuyu ise araştırmanın nesnesi olarak telakki etmiştir. Böylece Batı bilen ve yönlendiren pozisyonuna oynarken, diğer taraftan Doğunun araç veya madde olarak tasnifi ortaya çıkmaktadır. Batı bu rolü yaklaşık iki asırdan beri sergilerken, oyunun sahnelendiği alanı kendi coğrafyasının uzağında tutmaya gayret sarf etmiştir. Böylece Doğu, nesne olarak bu oyunun mizanseninde pasif kalmıştır.  Edward Said’in ifadesiyle “Doğu, sadece Batının yakın komşusu değildir. Bu alan aynı zamanda Avrupa’nın en geniş, en zengin, en eski sömürgelerini kurduğu bir bölge ve uygarlığının ve dillerinin temelidir. Bu alan yine aynı zamanda kültürel rakibi; ilhamını yine Avrupa’dan alan büyük bir karşıtıdır. Dahası var… Doğu fikirleri, hayalleri kişiliği ve deneyleri ile kontrastlar yaratarak Avrupa’nın (yahut Batının) tarifini kolaylaştırmaktadır.”

Doğu ve doğunun araştırılması ve hatta egemenlik altına alınması batılılar için neden önemlidir?

Oryantalizmin temel gayesini/idealini ortaya koymakta yarar vardır ki bu noktada Batının “ben merkezli pragmatist/faydacı” amacı devreye girmektedir. İdealin eyleme dönüşmesinde “öteki”ni husumet ortamının dışında tutarak ondan nasıl fayda sağlayabilirim düşüncesine/noktasına doğru çekmiştir. Böylece Batının çıkarlarına hizmet eden Doğu, kendiliğinden teşekkül ettirilmiş ve bu durum Batının çıkarlarına hizmet eden bir durum haline getirilmiş olacaktır.  

Batılıların tarihsel arzularını bugün dahi diri tutmalarına karşılık ülkemizde kâfi düzeyde milli şuur çalışmaları yapılıyor mu?

Oryantalizm’e itiraz doğal bir refleks olarak kendiliğinden teşekkül etmektedir. Bu sebeple Oksidentalizm’in karşı tez olarak sürekli canlı kalması gerekmektedir. Ancak bu sayede belli bir mesafe kat edilebilir. Özellikle meselenin merkezinde akademik birimlerin yer alması gerekmektedir. Araştırma merkezlerini tesis ederek bir an evvel yola revan olmak gerekiyor. Oksidentalizm hususunda kalem oynatan üç-beş kişiyle sınırlı kalmıştır. Esas olan bu sahaya yeni isimler kazandırmaktır. Oksidentalizmin disiplinler arası boyutu hesaba katılınca her bilim dalından meseleye katkı sağlayacak zinde isimlere ve beyinlere ihtiyaç vardır. Sizin sorunuz ancak bu sayede hayatiyet kazanabilir.

Selçuklu Tarihi ve Sanatı üzerine çalışmalar yaptığınızı gördüm, bu hususta tafsilatlı bilgi verebilir misiniz?

Mustafa Bey, 2016 yılında Necmettin Erbakan Üniversitesi, Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırma Merkezi’ni kurduk. Üniversite bünyesindeki bu merkez sayesinde çok önemli çalışmalara imza attığımızı tahmin ediyorum. Hemen kuruluş sürecinde Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi’ni yayın hayatına kazandırdık ve bu yıl kısmet olursa 10. Yıl özel sayısını neşretmiş olacağız. Bu dergi Tr Dizin vb. Uluslararası indeksler tarafından taranır hale geldi. Yani bu dergi şu anda dünyada Selçuklu sahasındaki nadir başvuru kaynaklarından birisi durumundadır. Ayrıca yine bu süreçte Konya Büyükşehir Belediyesi ile birlikte aktif hale getirdiğimiz “Selçuklu Okumaları Sertifika Programı” sayesinde geleceğin Selçuklu uzmanlarını yetiştirmeye devam ediyoruz.  Aynı merkez ve Selçuklu Belediyesi ile birlikte Selçuklu Tarihi Coğrafyası Sempozyumlarını ikişer yıllık fasılalarla gerçekleştirmeye gayret sarf ediyoruz. Yine kurulduğu günden beri devam edegelen ve Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü işbirliğinde gerçekleşen Selçuklu Emirleri Konferansları sayesinde Sahib Ata Araştırmaları, Sadreddin Konevî Araştırmaları ve Selçuklu Emiri Celâleddin Karatay Araştırmaları kitaplarını bilim âlemine kazandırdık. Allah ömür verirse Konya şehrine bu alanlarda hizmet etmeye devam edeceğiz.

Görev aldığınız sivil toplum kuruluşlarından bahsetmek ister misiniz?

Fakültedeki dersler ve araştırma projeleri yanında sivil toplum kuruluşlarıyla irtibatı muhafaza edebilmek için çaba sarf ettiğimi ifade etmek isterim. Konya şehrinde faaliyet gösteren bazı sivil toplum kurumlarının üyesi olduğumu söyleyebilirim. Özellikle Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nde aktif olarak görev almaktayım ve son beş yıldır faaliyetlere katkı sağlamaya çaba sarf etmekteyim. TYB Konya Şubesi tarafından tertip edilen konferans ve kongrelerde üzerimize düşeni yerine getirmeye çalışıyorum.

Son olarak bize neler ifade etmek istersiniz?

Efendim, Anadolu’nun taşrasında doğmuş ve taşra koşullarında çocukluk yıllarını tamamlamış birisi olarak öncelikle memleketime, sonra ülkeme ve daha sonra da insanlığın hayrına işler yapmaya gayret ediyorum. Mensubu bulunduğum Üniversite bünyesinde öğrenci yetiştirmeye çalışıyorum. Ömrüm oldukça da hizmete devam etmek isterim. Nezaketinizden dolayı size ve Yenigün Gazetesi’ne teşekkürlerimi bildirmek isterim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar