Konya'nın kurumayan irfan ağaçlarından Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve ailesi
Bu şehrin hisârı taştan ve topraktan değildir. Merdân-ı İlâhi himmetidir. Bu diyârın burc ve bârûsu bizimdir. Zira Cenâb-ı Hüdâ'dan tasarruf bize...
Bu şehrin hisârı taştan ve topraktan değildir. Merdân-ı İlâhi himmetidir. Bu diyârın burc ve bârûsu bizimdir. Zira Cenâb-ı Hüdâ'dan tasarruf bize emrolunmuştur. Bizim rızâmız olmayınca kimse el uzatıp zapt eylemeye kâdir olmaz.
Moğol kumandan Baycu Noyan kuvvetleriyle Konya'yı işgal etmek üzere surlara dayandığında büyük bir korkuya kapılan şehir ahalisini bu sözlerle teselli etmiştir Mevlana hazretleri.
Bugün (16 Ekim 2021) Konya'yı kim bilir kaçıncı defa ziyaret ediyorum. 1995 yılından beri istisnasız her seferinde bu şehrin bana emanet ettiği kâfurdan yontulmuş iri bir gülü koklaya koklaya dönerim.
Lakin bu sefer farklı bir oyun sahnelendi. Gideceğim geceden itibaren onun tesir altına öyle bir girdim ki, bu hafta bu köşede siz başka bir mevzu okuyacakken ne yaptı etti, bana kendisinden bahs ettirdi; ki bu satırları Konya'nın bağrından yazıyorum.
Mevlana ne demişti: "Bu şehrin hisarı taştan ve topraktan değil, Allah erlerinin himmetinden yapılmıştır." Nitekim oğlu Sultan Veled de ona “Can Şehri” demişti. O kadar ki gözbebeğinden akan ve karşındakini içine alıp gark eden bir nura sahiptir bu şehir.
Sevâkıb-ı Menâkıb adlı minyatürlü bir eserde bu cümleleri ilk defa okuduğumda Hazret-i Mevlana'nın çağındaki derinliğe hayran olmuş, o devirde yaşamadığıma hayıflanmıştım. Lakin bu defa öyle garip bir hâlet-i ruhiye içindeydim ki, Konya'nın taştan ve topraktan değil, erenlerin himmeti ile örülmüş hisarlarının yüzünde daha yakın zamanlarda yaşamış bazı suretleri seyre koyulmuş bulunuyordum çoktan.
İşte bu “merdân-i İlahi”den biri de 5 Şubat 1960 günü saat 11,50’de ebediyete intikal eden Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Efendi'dir. Bir yıl farkla aynı dünya zamanında yaşama şansını kaçırdığım bu büyük veli ve âlim zat bir başka Moğol hücumuna karşı hem de aile boyu mücadele vermiş ve şehrin dış hisarı suretâ aşılsa bile Allah erlerinin himmeti ile inşa edilmiş manevî duvarının baki kalacağının en müşahhas timsali olmuştu.
Üstad Ali Ulvi Kurucu'nun amcası olan Hacı Veyiszade Mustafa ve babası olan Veyiszade İbrahim efendilerin sadece varlıkları bile 20. asır Konya’sı noktasından olduğu kadar Türkiye'nin 1923 sonrası tarihi bakımdan da çarpıcı sahnelere ev sahipliği yapmış kutlu bir ocağın tüttüğüne dair en keskin işaretlerden biridir.
Bu kutlu ocakları söndürmemek, sönmüşse yeniden tüttürmek içindir bütün gayemiz, bütün gayretimiz. Ancak o mübarek ocakları söndürmeyi başarırlarsa Konya'nın ve Türkiye'nin ruhunu uçurabilirler çünkü.
Hacı Veyis Efendi’den çıktık yola
Kadirşinas Konya halkının adına şehrin göbeğinde muazzam bir külliye yaptırdığı Hacı Veyiszade’nin babası olan Hacı Veyis Efendi de muteber bir âlimdi. O kadar ki abdesti daima
ağır ağır alırmış. Sebebini sormuşlar. “Oğlum” demiş, “ben abdest suyunu semadan inen manevî bir bulut kabul ederim. O bulutun gelip kollarımı yıkadığına inanırım, onu için ağır ağır alıyorum abdestimi.
Şapka inkılabından sonra imam olduğu için sarık giymeye başlayan Hacı Veyis Efendi 1934'te dinî kisveleri ibadethane dışarıda giymek de kanunla yasaklanınca takkesi ile dışarı
çıkar olmuş. Onun bu hareketiyle devrime muhalefet ettiğine inanan bir subay (o zamanki adıyla zabit) ona birkaç defa takılmış, hatta bir gün ağır ağır abdest alırken atını üzerine sürüp korkutmuş. Üstelik “Bir daha bu takkeyle görürsem atımla seni çiğnerim” diye de tehdit etmiş. Gönlü buna pek kırılan Hacı Veyis Efendi ise “Allah'ım celaline sığınırım, cemaline değil” diye dua etmiş. Tam üç gün sonra o subayın bir buğday kamyonu altında kalıp öldüğü haberi gelmiş.
Günün birinde Hacı Veyis Efendi’nin camisi ot deposu yapılıp ibadete kapatılmış. Devlet o tarihlerde camilere sudan bahanelerle el koyup kapatıyor, sonra da “cemaati yok, ihtiyaç fazlası” diye kiraya veriyor veya satıyormuş. Güpegündüz minaresi kesilen bir caminin hikâyesinden tutun da 1935 senesindeki vefatına kadar ibretlerle dolu bir ömür sürmüş. İki âlim evlat ve binlerce talebe yetiştiren Hacı Veyis Efendi’nin vefat ettiğinde cenaze namazına uzun zamandır benzeri görülmemiş bir kalabalık katılmış Konya’da.
Böyle nice hikmetlerle dolu sahnelere şahit olmuş emsalsiz bir hayatmış onunkisi.
Verem Hastanesi yaptıran veli
Oğlu Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ise 1939 yılında yeğeni Ali Ulvi Kurucu ile birlikte baskılar yüzünden Medine’ye hicret etmeye karar verir ama son anda bir sebepten dolayı vazgeçer ve o karanlık yıllarda Konya'nın himmetten örülmüş olan hisarını var gücüyle berkitmeye koyulur.
Lakin 1930’lar Konya’sı geçmişi ve geleceğiyle kıyaslandığında adeta tanınmayacak derecede ahlakî sefalete duçar olmuş durumdadır. Mesela Mevlana Dergâhı yanı başında bulunan Sultan Selim Camii’nin bitişiğinde çalgılı bir gazino açılmış olup burada çalınan müziğin sesi müezzinin ezanını bastırmakta, sarhoş naraları Kur’an seslerini boğmakta, içinde kadınlar çalıştırılmaktadır. Caminin baş müezzini Hafız İsmail Efendi’nin morali bu durumdan dolayı iyice bozuktur. Hacı Veyiszade ise onu şöyle teselli eder:
-“Senin şu güzel ezanını yeryüzündeki insanlar dinlemiyorsa da merak etme sema halkı, gökteki melekler dinliyor.” Nitekim bir hadis-i şerifte “Sema halkı yeryüzünden ancak ezan seslerini duyarlar” buyurulmamış mıdır?
Hacı Veyiszade sadece camilerde namaz kıldırıp vaaz vermekle kalmaz, imkân buldukça insanların ayaklarına gitmekten de çekinmezdi. Haftada bir gün hapishanelere, bir gün Çingenelere vs. gider, cahil bırakılmış insanları irşada azami gayret edermiş. Buna mukabil Konya halkı da ona o kadar hürmet gösterirmiş ki, selamını almak için büyük küçük demeden insanlar yollara çıkar, hatta müşterisini dükkânda bırakıp dışarı fırlayan esnaf bile görüldüğü vakiymiş.
1950'lerin sonunda şehirde bir verem hastanesine ihtiyaç duyulmaktadır. Talepte bulunurlar. Ancak Başbakan Menderes devletin o sırada bu hastaneyi yaptıracak imkânı olmadığını, biraz sabretmelerini ifade eder Konya belediye başkanına. Belediye başkanı tabiatıyla durumdan üzüntülüdür. O sırada birisi kendisine bu işi Hacı Veyiszade’nin başarabileceğinı söylerse de inanmaz, hatta zamanın valisi de inanmaz. Öyle ya, koca devletin yaptıramadığını bir imam nasıl olup da yaptıracaktır! Lakin görev şahsına tevdi edilince Hacı Veyiszade harman zamanı
köyleri birer birer dolaşıp her köylüden bir kile, yani 200 kg da olsa bağış ala ala 15 günde inanılması güç miktarda buğday toplamayı başarır.
“Gül yetiştiren adam”
Üstad Ali Ulvi Kurucu “Amcam kâmil, arif bir insandı. Tarikatın bütün seyr u sülukunu geçmiş, tekâmülünü elde etmiş, velayet-i suğrâ, velayet-i kübrâ (küçük ve büyük velilik) mertebelerine vasıl olmuş bir zat idi. Büyük, geniş, engin bir ilahi feyze mazhardı” diye anlatır.
Derdi insan yetiştirmektir; memleketin imanını, irfanını, ahlakını kurtaracak bir nesil yetiştirmek… Bu büyük gayeye vasıl olmak içindir ki “ağyarın, düşmanların, rakiplerin kahrını çeker, cezalarına, cefalarına tahammül ederim” dermiş.
Yâr için ağyare minnet ettiğim ayb eyleme
Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur
beytini söyler ve kendisinin bir “bahçıvan” olduğunu ifade edermiş. Şahsına yapılanları unutur, asıl gayeye dikermiş gözünü!
Asıl gaye ne midir?
Bu memlekette Mevlana’nın Moğolların cefasına katlanıp irşadına hız kesmeden devam ettiği o manevî yol, yani Allah eri yetiştirme tezgâhıdır. O tezgâh boş kalmasın da icap ederse nefsimiz eza ve cefa içinde kalıp acı çeksin. Tek ki o pınar kurumasın, zira o pınar kurursa taştan ve topraktan yapılan burçlar gün gelir, bir hücumda yıkılıverir.
Daima bâki olana ayarlamalıyız nefesimizi, ibremizi, rotamızı… Selam olsun o yolun geçmiş ve gelecekteki şanlı yolcularına.
EK
“İslâm âleminin büyük kaybı: Büyük veli Hacı Veyis Zade Hacı Mustafa Kurucu 5 Şubat günü ebediyete intikal etti.”
Konya’nın, Türkiye’nin ve İslam âleminin en büyük din adamlarından, edebin, ahlakın ve İslam faziletinin örnek mümessillerinden büyük veli, Hacı Veyis Zade Hacı Mustafa Kurucu hocamızı 5 Şubat 1960 Cuma günü saat 11,50’de ebediyen kaybettik.
Merhumun cenazesi, 6 Şubat 1960 Cumartesi günü Konya’nın en büyük camilerinden Kapu Camii’nde (kılınan) cenaze namazını müteakip 60 bin kişinin elleri üstünde Üçler Mezarlığı’ndaki ebedî istirahatgâhına tevdi olunmuştur.
Cenaze merasimine civar vilayetlerden gelenler de dahil, genciyle, ihtiyariyle bütün Konyalı(lar) iştirak etmiştir.
Hazret-i Mevlana’dan bu tarafa, şimdiye kadar Konya’da bu derece muhteşem ve muazzam bir cenaze merasimi görülmemiştir.
Merhum Hacı Veyis Zade Hacı Mustafa Efendi, zahir ve batın ilimlerinde yed-i tula sahibi idi. Her haliyle Konya’nın ikinci Mevlana’sı idi. Yetiştirdiği talebelerin sayısı binden fazladır. Bir çok hayır cemiyetlerinin reisi idi. Konya İmam Hatip Okulunun da öğretmeni idi. Bütün bunların dışında onun bir gönül âlemi vardı ki, dile gelmez ve ifade edilemezdi. Gerçekten, onun ziyaretine gidenler ve sohbetinde bulunanlar, ruhlarının, vicdanlarının mâsivadan yıkandığını ve temizlendiğini hissederlerdi.
Mütebessim çehresi, tefrik gözetmiyen muamelesi, ruhlara hitab eden ve maneviyat pınarlarının akışını ve ahengini dile getiren konuşmalariyle kalbleri fetheden, sıkıntıları bir anda gideren, herkesin derdine deva ve şifa olan, huzurundakilere gönül âleminin zevklerini kana kana taddıran ve cennet bahçelerini dünyada seyrettiren bu büyük veli, Cuma gününün eşref saatinde, sessiz, sedasız, Hâlik’ına kavuşurken; muhakkak ki, vuslat ânının zevki ve neş’eleri içindeydi. Fakat, o andan itibaren Konyalılar, gönül zevkini bilenler ve tadanlar, edeb ilmini tahsil edenler, hülasa gerçek Müslümanlar ve bütün mü’minler, boyunları bükük, mahzun ve mükedder duruyorlar. Böyle bir vuslatın ulviyetini gıbta ile düşünüyorlar, mest ve hayran bir halde gözyaşları döküyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir” buyurmuştu. Hakikaten de öyle oldu.
Konyalıları teselli eden cihet, merhumun, birbirinden üstün ve faziletli talebelerinin aynı yolda devam etmekte oluşları ve bilhassa mahdumları Mehmet Kurucu ve Veyis Kurucu’nun, her cihetle babalarına hayrülhalef olmalarıdır.
Üstadın bugün hayatta en yakın arkadaşlarından ve memleketimizin en büyük âlimlerinden Konya Müftüsü muhterem Ömer Tekin vardır. Bu zat, Üstadın ufuliyle inhilal eden Aziziye Camii imam ve hatipliğine, merhumun büyük oğlu ve hayrülhalefi Mehmed Kurucu’yu getirmekle, Konyalıların kalbî hislerine tercüman olmuş ve kadirşinaslığın çok güzel bir numunesini vermiştir. Konyalılar, kendisine müteşekkirdirler.
Gazetemiz adına, Konyalılara ve cümlemize sabr-ı cemiller niyaz ederiz.
Cenab-ı Hak, büyük velinin şefaatine cümlemizi nâil ve lâyık buyursun.
Hür Adam, 16 Şubat 1960, s. 1 ve 4.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.