Küresel coğrafya sınırları yok edebilir.

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin Konferanslar serisinde Prof. Dr. Şaban Halis Çalış “Uluslararası İlişkilerde Değişim” konusunu anlattı:   ULUSLARARASI...

A+A-

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin Konferanslar serisinde Prof. Dr. Şaban Halis Çalış “Uluslararası İlişkilerde Değişim” konusunu anlattı:

 

ULUSLARARASI SİSTEM DEĞİŞİM İÇİNDE

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin Cumartesi Konferansları, Ramazan ayı münasebetiyle dijital mecrada devam ediyor. Doç. Dr. Ahmet Akman’ın yönettiği ve Facebook ve Youtube gibi kanallardan canlı yayınlanan konferansta Prof. Dr. Şaban Halis Çalış Uluslararası İlişkiler ve Küresel Sistem üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu. İzleyenlerin soru da yöneltebildiği konferansta Çalış şunları dile getirdi:

Küresel sistemde yaşanan değişim üzerinde konuşulması gereken bir konu. Ama esas farkında olmamız gereken bir geçiş döneminde olduğumuz. Şu anda Uluslararası sistemden küresel sisteme geçişin yaşandığı bir dönemdeyiz. Uluslararası sistem ile küresel sistem ise bir birinden farklı iki farklı fenomendir. Tarihsel açıdan baktığımızda her sistemin kendine ait yapıları, aktörleri, ilkeleri var. Her bir sistem de girdilerin belli çıktıları veya sonuçları ürettiği bir mekanizma olarak tarif edilebilir. Bu açıdan Uluslararası Sistem ile Küresel Sistem bir birinden çok farklı unsur, aktör ve faktörlere sahiptir.

ULUSLARARASI VE KÜRESEL İKİ FARKLI DÖNEMDİR

Uluslararası ve küresel dediğimiz zaman aslında iki farklı dönemden, iki farklı çağdan söz ediyoruz. Çünkü her şeyden önce her iki sistemin dayandığı ilişkiler bütünü farklı. Uluslararası ilişkiler bir anlamda 1648 Westphalia Barışının üzerine inşa edildiği bir dönemi işaret eder. Bu ilişkiler, sistem veya düzen 1945’de BM’nin kurulması ile de zirve noktasına ulaşır. Bunun tek kutuplu, iki kutuplu veya çok kutuplu olmasının pek bir anlamı yoktur. En başat özelliği ilişkilerin ulus-devletler esası üzerine oturmasıdır. Burada küçük fakat esaslı bir kavram oyunundan da bahsetmek gerekir.  Çünkü 1648 sistemi gerçekte uluslararası değil devletlerarası bir sistemdir. Ulus konseptinin Batı Avrupa’da somut bir karşılığı olsa da dünyanın geri kalanı için istisnai bir gerçekliğe tekabül eder. 17. Yüzyıl sonrası Avrupa’nın yıldız kavramıdır ve günümüze doğru yaklaştıkça da varlığı değil sadece ışığı bize ulaşır. Günümüz açısından gördüğümüz ışıklar sönmüş yıldızlara aittir. Uluslararası ilişkiler dediğimiz zaman aslında var olmayan yıldızların ilişkilerinden söz ediyoruz demektir.

1648’DE GELEN ULUSLARARASI DEĞİL DEVLETLERARASI İLİŞKİLERDİ

1648 sonrasına baktığımızda uluslararası dediğimiz ilişkilerin aslında bir devletlerarası ilişkiler olduğunu söylemeliyiz. Çünkü en azından 1. Dünya Savaşına kadar dünyada çok uluslu imparatorluklar var ve bunlar dış ilişkilerde elbette sahip olduğu uluslardan ziyade devletleri temsil ediyorlar. Yıldızı gittikçe parlayan fenomen ise devletlerin egemen eşitliği ilkesi. Bu da 1945 BM antlaşmasında somut olarak karşımıza çıkıyor. Yani uluslardan ziyade devletlerin kutsal olduğu ancak ulus-devletler diye adlandırılan bir yapıdan söz ediyoruz.

BATI MEDENİYETİNDEN ÖNCE DE BİR AKIŞ VARDI

Dolayısıyla 1648 ve sonrasında buna uygun ilkeler, kurallar ve kurumlar ortaya çıktı ve bu anlayış 1945’te BM’nin kurulması ile zirve yaptı.  Mesela devletlerin iç işlerine karışılmaz, sınırlar aşılmaz, egemenlik kutsaldır gibi. En azından ilkesel olarak ilgili devlet dışında başka bir devletin içişlerine karışması asla kabul edilemez.

Bu noktada bir soru üzerine “Batı medeniyetinden önce başka bir şey yoktu demek fevkalade yanlış bir değerlendirme olacaktır” diyen Çalış konuşmasına şöyle devam etti:

Batı medeniyetinden önce de batı medeniyetine hayat veren bir medeniyet vardı. Yunan medeniyetini batı medeniyeti olarak aldığımız zaman onun öncülü Mısır, onun da öncülü Mezopotamya; oradan Sümer’e, oradan da Doğu medeniyetinin kadim halklarına, Türklere doğru bir açılım da yapabiliriz. Batı medeniyetinden önce başka bir şey yoktu demek olsa olsa ucuz bir propagandadır. Onun dışında bunun akademik, ilmi bir kıymeti harbiyesi olmaz.

HİÇ BİR DÖNEM TAMAMEN YOK OLMADI

Değişim hayatın özünde yer alır. İnsanlık tarihi açından baktığımızda toplumsal yaşam formları sürekli bir değişime hatta harmanlanmaya tabi olarak karşımıza çıkıyor. Yani parçalanmalar, bütünleşmeler, durgunlaşmalar var. Ben ilave olarak insanlık tarihinde hiçbir dönemin tamamen yok olmadığı gibi bir kanaate sahibim. Hatta ilkel topluluklar denilen Avustralya’daki Aborjinler, Amerika’daki Kızılderililer gibi topluluklara bugün de rastlıyoruz. Ama günümüzü belirleyen şeyler, insanlık ırmağına mevcut rengini veren bunlar değil elbette.

Küresel coğrafya sınırları yok edebilir.

KÜRESELLEŞME SİSTEMİNDE KAOS VAR

Günümüze gelirsek, 2. Dünya Savaşından sonraki gelişmeler o kadar hızlı, büyük çaplı ve katmanlı ki; daha önceki uluslararası sistemin artık taşıyamayacağı yeni ilişki türleri, yeni ilkeler, yeni kurumlar, yeni normlar, yeni aktörler ortaya çıktı. Bu yeniler yeni bir sistemin doğuşunun önünü açıyor. Bunların arkasında da ulaşım ve bilişim sektörleri başta olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve bunlara dayalı yenilikler var. Sadece teknoloji değil hayat tarzı ve zihniyetler değişiyor. Kısaca küreselleşme denilen olgu ile karşılaşıyoruz artık. Küreselleşme küresel ilişkileri küresel ilişkiler küresel sistemi besliyor.

Küreselleşme, uluslararasına kendi rengini verebildi mi? Ben henüz o rengin verilebildiğini görmüyorum. Henüz sular bulanık, durum hala kaotik. Geriye dönüş mümkün değil ama gelecek de belirsiz gibi. Ortaya çıkan farklı renklerdeki yeni oluşumlar nedeniyle uluslararası ile küresel unsurların çatışması devam ediyor. Mevcut sistemde müthiş bir kaos, inanılmaz paradoksal gelişmeler yaşanıyor.

BUGÜNKÜ DÜNYA ULUS DEVLETLERİN HAPSİHANESİ

Çalış “Son dönemde yaşanan küresel hareketlerin coğrafi değişikliğe evrilme ihtimali olabilir mi?” şeklindeki soruya cevap olarak da “Coğrafya konusu en azından iki boyutlu bir meseledir. Bir jeopolitik boyut var; coğrafya kaderdir diye başlayan politik-ideolojik bir söylem. Ben bundan determinist ve fevkalade sınırlandırıcı bir yorum çıkarılmasına pek katılmam. Aksine coğrafya kaderse geldiğimiz noktada olsa olsa insanlığın kaderi olabilir. Kürenin sınırlarına ulaştık ve gidilecek başka bir yer de yok. Coğrafyayı sadece doğduğunuz veya içinde yaşadığınız şehir ve ülke olarak görmeyin. İnsanlık coğrafyası diye bir mesele var. Artık keşfedilmemiş bir coğrafya da yok. Küresel coğrafya konsepti dünyayı kompartımanlara ayıran ulus-devlet anlayışına artık pek de uygun değil. Küresel iklim değişikliği, tarım, gıda, hayvancılık, göç gibi küresel sorunlar ulus-devlet zihniyeti ve bunu yücelten jeo-politikçi coğrafya anlayışıyla da çözülemez. Bu açıdan mesela bugünkü dünyayı ben sınırlarla bölünmüş, duvarlarla çevrilmiş, ulus-devletlerin hapishaneleri olarak görüyorum; üzerine ulus devlet kılıfı geçirilmiş egemen varlıkların hapishaneleri. Oysa yeryüzü bütün insanlığa aittir” dedi.

HIRİSTİYANLIK SÖNMÜŞ BİR YILDIZDIR

Programın sonunda “Türklerin son yüzyılda Hıristiyanlaştırılması, 3 bininci yılda Asya kıtasının Hıristiyanlaştırması projesi bağlamında küreselleşme için bunun tamamlanması denebilir mi?” sorusuna cevap olarak ise “Herkes bir proje üretebilir ama Hristiyanlık sönmüş bir yıldızdır, ondan endişelenmeye de gerek yok. Siz kendi yanan yıldızınızı parlatın. Hakikaten bu tür sönmüş yıldızlara dayalı olarak insanlar bir proje üretip dünyayı o hale getirirlerse de söylenecek tek söz sana, bana ve diğerlerine yazıklara olsun” diyerek konuşmasını tamamladı.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.