Kutlamalar kutlamamalar!
Tarihimiz 'Cumhuriyet'le mi başlar? Bu soruya verilecek cevaptan sonra neyi ve nasıl kutlayacağımızı konuşabiliriz…
Tarihimiz “Cumhuriyet”le mi başlar? Bu soruya verilecek cevaptan sonra neyi ve nasıl kutlayacağımızı konuşabiliriz… Tarihimizin Cumhuriyet’le başladığını sananlar veya buna inanlar var. Bunların işi kolay, dedelerinden öteye gitmeyen bir tarihin kutlanacak günleri bellidir. Bunlar zaten kanunla tesbit edilmiştir. Evirir çevirir kutlarsınız.
“Tarih cumhuriyet’le başlamaz, köklü bir geçmişimiz var ve cumhuriyet bir rejim değişikliğidir” dediğiniz anda, bir tarih başlangıcı tesbit edip onu kutlamak gerekir. Bu yeterli olmayabilir, belirli dönüm noktalarını işaretleyen günler de kutlama-anma konusu yapılabilir.
Türkiye’de tarih başlangıcı konusunda kafalar karışıktır.
28 Haziran 2020 Pazar günü, Kara Kuvvetleri Kumandanlığı, kara ordumuzun 2229’uncu kuruluş yıl dönümünü andı. Bu demektir ki, Milat’tan 209 sene önce ordu kurmuşuz. Böylece tarih başlangıcımız, Hun’lara ve Mete Han’a götürülüyor.
Bu kutlamalar 1964’ten beri yapılıyor. 1964’e kadar ordumuzun kuruluş yıldönümü Cumhuriyet’le veya Cumhuriyet öncesi Sakarya zaferi veya Dumlupınar zaferi esas alınarak mı kutlanıyordu? Hayır, 28 Haziran 1963’te ordumuzun 600. kuruluş yıldönümü kutlanmıştı. Demek ki, askerlerimiz bir başlangıç tarihi ararken Osmanlı Devleti’nin sürekli askerî teşkilatı Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunu esas almışlar. Sonra da bir hayli eskilere giderek kuruluş tarihlerini Hunlara kadar götürmüşler.
Yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul Üniversitesi kuruluşunu Fatih medreselerine dayandırıyor ki, 1453’ü başlangıç sayıyor. Kafama takılınca, Marmara Üniversitesi’nin 1883’ü, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 1773’ü kuruluş tarihi olarak kabul ettiğini gördüm. Tarihi Cumhuriyet öncesine giden birçok kurumumuz var: Danıştay, Sayıştay, Yargıtay vs. Meclis’imiz Cumhuriyet’ten üç yıl önce kuruldu, hatta Meclis’imizin tarihini 1876’ya kadar götürebiliriz.
İşin özü: Cumhuriyet’ten önce vardık!
Cumhuriyet’in ilk yıllarında mesele şu idi: Osmanlı sonrası kimlik inşa ederken Osmanlı dönemini nereye yerleştireceğiz? Osmanlısız bir Türk kimliği oluşturmak için çok çaba harcandı, tarih tezleri, dil tezleri ortaya atıldı. Tarihimiz üç bin yıllık, beş bin yıllık, hatta tarih öncesine gider (tarihten önce vardık, tarihten sonra da varız), fakat günümüze yaklaşınca bin yıllık bir kesintiye uğrar: Müslümanlık dönemimiz tarihin dışına çıkarılmıştır, hatta ders kitaplarında kötülenerek anılmıştır.
En çok kötülenen, karalanan da Osmanlı tarihidir. Bu küçük Balkan kavimlerinin tarihlerine benzer bir tarihtir. Bu kavimler, Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar vs. tarihlerinin Osmanlı dönemini karanlık dönem olarak görürler. Osmanlı sayesinde modern döneme ulaştıklarını görmezden gelirler. Eğer Osmanlı iradesi mağlub ettiği ile bir arada yaşamak yolunu seçmese idi, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, ne Yunan kalırdı, ne Bulgar ve ne de Sırp!
Cumhuriyet tarih tezinin ciddiye alınacak tarafı yoktur! Bu topraklarda daha önce yaşayan kavimler, Etiler, Frigler, Sümerliler vs. bunlarla bir alâka kurmamız mümkün değildir. Zaten banka adı yapılan “Eti” Hatti’nin bozulmuş şekli ve Anadolu’da yaşayanlar Hititler var. Sümerlerin Anadolu ile alâkası, komşu bir ülkede olmalarından ibaret. Buna karşılık, bu toprakların bizimle yürüyen Selçuklu-Osmanlı geçmişini eserleriyle, olaylarıyla ve şahsiyetleriyle daha hayatımıza karışır şekilde idrak ediyoruz.
Velhasıl, bu topraklarda Malazgirt’le başlayan bir tarih var. Elbette bu tarih başlangıcı Selçuklu devletinin kuruluşuna bizi götürüyor. Bunun için de Dandanakan savaşı esas alınır. Tarih 1040’dır. İşte 2040 bu başlangıcın, yani Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunun tam da bininci yılıdır.
Türkiye’de Cumhuriyet öncesine giden her kutlama tartışmalara yol açmıştır. İstanbul’un fethinin 500. Yılı ancak sönük şekilde kutlanabilmiştir. İstanbul’un Fethi ile ilgili zamanına göre güzel bir film yapılmış, film Atatürk hamaseti yapılan ilgisiz sahnelerle bitirilmiştir.
Malazgirt zaferinin 9 yüzüncü yılı kutlamalarının her şeye rağmen 1971’de yapılabilmesi bile önemli bir merhaledir. Malazirt’in dokuzyüzüncü yılı anılmıştır da daha sonraki yıllarda bu anmalara ilgi gösterilmemiş, hatta Malazgirt’in terör örgütünün propaganda mekânı haline gelmesine müsaade edilmiştir. Son yıllarda Malazgirt kutlamaları vilayet tarım il müdürlüğünün altın ödüllü at yarışlarından ibaret hâle gelmişti!
2017’den beri Malazgirt’te en yüksek devlet ilgisi ile kutlamalar yapılıyor. Bu bugünkü vatanımız için gerçekçi bir tarih başlangıcı işaret etmesi bakımından önemlidir. Bunu doğrudan itiraz edemeyen kısır cumhuriyetçi zihin, sanki birbirinin alternatifi imiş gibi 30 Ağustos kutlamalarını öne sürüyor.
Hatta şöyle eblehane laflar ediliyor: “30 Ağustos olmasa idi hiç biriniz olmazdınız!” Tarih bir yerde kesilip sıfırdan bir başlangıç yapılamaz. Her “olmasaydı olmazdı” iddiasının bir önceki safhası vardır ve bu saçmalıktan başka bir şey değildir! Malazgirt zaferi olmasa idi bu topraklarda varlığımız sözkonusu olmazdı!
Malazgirt nice fetihlerin, nice zaferlerin ve nice otuz ağustosların hayat bulmasına yol açan, kutlu bir başlangıçtır.
Sırf 30 ağustosların kutlandığı yıllarda Çanakkale zaferini bile kutlayamıyorduk. Çünkü bu zafer Lozan masasını kuran İngiliz emperyalizmine karşı kazanılmıştı! Ve o yıllarda Boğazlarda İngilizler vardı, bizim askerimiz yoktu!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.