Müzik sanki meleklerin dili

Müzik sanki meleklerin dili

Türk Sanat Müziğinden Türkülere, Tangodan Rumca şarkılara kadar derin bir repertuarı olan Haliç Üniversitesi Öğretim Görevlisi Melihat Gülses, “Gerçekten...

A+A-

Türk Sanat Müziğinden Türkülere, Tangodan Rumca şarkılara kadar derin bir repertuarı olan Haliç Üniversitesi Öğretim Görevlisi Melihat Gülses, “Gerçekten müzik meleklerin dili, diye düşünüyorum. Dünyanın en güzel anlaşılabilen dili” ifadelerini kullandı

Ben onu Aya İrini Kilisesinde Rumca şarkı okurken izleyince şoke olmuştum. Türk Sanat Müziği yanık Anadolu türküleri gönül kardeşidir de Rumca şarkı okumak apayrı bir maharet olmalıydı. Meğer hadi deyince olmuyormuş efendim; sohbet bizde bu sohbet vesilesiyle öğrendik. Daha başka, hem de birbirinden pek çok değerli şeyler anlattı sahnelerin ve ekranların Konyalı sanatçısı Melihat Gülses. “Beyrut’ta bir konser verdim ki, şarkının sözlerini anlamayan insanların hıçkır hıçkıra ağlamaları halâ gözlerimin önündedir” diyordu mesela. Daha başka mı? Buyurun:

Doğum yeriniz ve ailenizle ilgili bilgiler verir misiniz?

01.10.1958 Akşehir doğumluyum. İki büyüğüm, bir abim ve bir ablam var. Zeki Celal Köseoğlu ve Emeti Köseoğlu… Babam bankacıydı ama müziğe sevdalı; benim de ilk derslerimi, ilk müzik bilgilerimi dizinin dibinde öğrendiğim, hakikaten birçok eseri kendisinden geçtiğim, aslında mesleği bankacılık olan, amatörce müzikle ilgilenen Ahmet Tahir Köseoğlu’dur. Kendi kendini yetiştirmiş, alaylı diyeceğimiz biri… Bir beste çalışması veya bir güfte, şiir çalışması yok kendisinin.

Çocukluk yıllarınız seyahatlerle geçmiş, anlatır mısınız?

Benim çocukluğum ilkokul ikinci sınıftan itibaren tayinlerle gidilen başka şehirlerde geçti. İlk gittiğimiz şehir Gaziantep’te iki-üç sene kaldık. O dönemde de babam Gaziantep Lisesi'nin korosunda kanun çalarak amatörce olan müzik çalışmalarını sürdürdü. Ben de tabii ki ufak ufak yine ondan faydalanmaya devam ediyordum.

Çocukluğunuzun unutamadığınız anıları var mı?

Benim çocukluğumda ki en güzel anılar Akşehir'de gidilen piknikler, yapılan meşkler ve gezek tabir ettiğimiz o müzikli aile toplantılarıydı. Kanunda Ahmet Tahir Köseoğlu, kemanda Kazım Palas, udda Selim Demir… Çocukluğundan beri hiç ayrılmayan bu üç arkadaşın eşliğinde ben de onların dizinin dibinde küçük öğrenmelerimle yavaş yavaş sololar yapmaya başlamıştım. Her gittiğimiz müzikli toplantılarda ben de mutlaka şarkılar söylerdim.

O yılların unutulmaz şarkılarından bahseder misiniz?

Hemen hemen ilk okuduğum şarkılardan aklıma gelenler Ben gamlı hazan sense bahar, dinle de vazgeç sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç; Ne o bensiz edebilir ne temelli gidebilir; Hatırla sevgili; Yalancıdır hep aynalar; Nereden sevdim o zalim kadını gibi; bazıları çok zor olan Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak şarkılarıydı.

Memleketinizle, köyünüzle toprak ve akraba bağı devam ediyor mu?

Akşehir'de akrabalarımız var tabii ki, halâ bağımız devam ediyor. Baba toprakları bizi halâ davet ediyor ve mümkün olduğunca oradaki bağımı daha da güçlendirerek devam ettirmeye çalışıyorum. Bir Akşehir Akademisi kuruldu, ben de mütevelli heyetin içindeyim ve elimden gelen ne varsa yapmaya gayret ediyorum. Büyüklerimizi kaybettik ama orada bizim yaşıtımız akrabalarımız var, onlarla görüşmeye devam ediyoruz.

Gaziantep’ten sonra sizi neler ve nereler bekliyordu?

Babamın tayinleri devam etti. Önce Nevşehir’e gittik. Sonra da abimin Hukuk Fakültesini kazanmasıyla tayinimiz İstanbul'a çıktı. Ben o dönemlerde Lise birinci sınıf öğrencisiydim. İstanbul’da Fatih Kız Lisesini bitirdim. Ben Konservatuvar eğitimi almak istiyordum ama kendisi de müzisyen olan babamı ikna etmek zor oldu. Babamın arkadaşları da onu ikna etmek için epey emek harcadılar ve 1975-76 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı Şan Bölümünde sekiz sene süren eğitim hayatıma başlamış oldum.

Musıki hocalarınız kimlerdi?

Çok değerli hocalarla çalıştım. Bekir Sıtkı Sezgin, Alaaddin Yavaşça, Tülin Korman, Tülin Yakarçelik ve sadece kayıtlarını dinleyerek hocam olmuş Meral Uğurlu, İnci Çayırlı, Münib Utandı, kendisi ile de bizzat çalışma fırsatı bulduğum Radife Erten, Yesari Asım Arsoy gibi çok değerli sanatkârlardan faydalandım.

TRT Radyosuna nasıl başladınız?

1981 yılında ben Konservatuar son sınıfta okurken TRT bir imtihan açtı. Bu imtihanı kazanarak TRT İstanbul Radyosu’na girdim. Radyo hayatım böylece başlamış oldu.

Evlilik hayatınız ne zaman ve nasıl başladı. Aile yaşantınız ve çocuklarınızdan bahseder misiniz?

Okulumun son yılında, okulda çok yakın arkadaşım olan Necip Gülses ile bu uzun arkadaşlığımız duygusal bir döneme girdi ve evliliğe doğru yürüdük. Neticede şu anda 2 evladımızın dünyaya geldiği 37 senelik bir evlilik hayatımız oldu. Bu kadar uzun süre evliliği mutlu bir şekilde sürdürmek, bu arada da sanatkâr olarak görev yapmak için çok büyük emek harcamanız gerekiyor. Elimden geldiği kadar, belki Konya Akşehir topraklarının kadınının ne kadar mücadeleci, ne kadar güçlü olduğunun da bir göstergesi olarak bugünlere geldim.

Eşim Necip Gülses hem tambur sanatçısı ve bestekârdır. Kızım Neva Gülses yine aynı konservatuarda bizimle birlikte okuyup konservatuar yüksek bölümünü bitirdi, klasik kemençe sanatçısıdır. Oğlum Alihan Gülses, eşimin ayrıca ressam olmasından dolayı yeteneğini ondan alan ve resim yapan, grafik tasarım mezunu bir genç. Böyle bir aileye sahip olduğum için çok mutluyum.

İlk konserinizde nasıl bir duygu yaşadınız, anlatır mısınız?

Memuriyetim radyoda başlamıştı ve okul da bitmiş gibi görünse de asıl okul mikrofonların karşısına geçip bantlar yapmaya başladığını zaman başladı. Ve konser çalışmalarına doğru yavaş yavaş beni minik konserler vermeye doğru yönlendirdi. İlk konserim Münir Nurettin Selçuk'un eserlerinden oluşan bir konserdi. O kadar duygulandım ki gerçekten çok zor bir iş; iş olarak bile söylemek yanlış diye düşünüyorum. Ama neticesinde profesyonel hayatın içinde bir iş olduğunu düşünerek bu kelimeyi kullanıyorum. Çok heyecanlandım ve o konseri nasıl bitirdiğimi hatırlamıyorum bile. Arkasından tabi konserler devam etti. Sadece İstanbul'da değil İstanbul dışında da, öncelikle Büyükşehirlerde daha sonraları birçok doğu-batı illerimizden nereden konser daveti aldıysam oraya giderek hem konser hem ders verdim. Devlet kurumlarının veya da amatör toplulukların davetlerini yerine getirerek elimden geldiğince hizmetimi sürdürmeye çalıştım.

Avrupa ülkelerinde konserleriniz nasıl başladı?

Önce Almanya konseri arkasından da Belçika ve Hollanda konserleri vererek başladık. O 15 gün içinde birçok Avrupa ülkesinde seri fasıl konserleri icra ettim. O dönemde radyodan Tülay Canik, Vedat Çetinkaya, Safiye Erdeğer, Erol Küçükyalçın, Mediha Şen Sancakoğlu ve Serap Mutlu Akbulut gibi çok değerli ablalarım ve abilerime birlikte bu tür konserlere onların yanlarında giderek tecrübelerinden faydalandım. Daha sonraları tabii kendi solo konserlerim oldu. İtalya, İspanya, Fransa, Lübnan, Yunanistan ve birçok ülkede Türk müziğini tanıtmak amacıyla yapılan konserlere katıldım.

TRT’de ekran serüveni ne zaman ve nasıl başladı, bunun için ne gibi hazırlıklar yaptınız. O gün yaşadığınız duyguları dile getirebilir misiniz?

Televizyonda solist olarak ekrana çıkmanın yanında müzik programları yapmaya başladım. İlk programım radyoya girdiğim ilk yıllarda Güldeste isimli bir programdı. Çok zor olduğunu düşünüyorum, çünkü hem konuşmak hem o programın başından sonuna kadar içeriğini oluşturmak, hem komutlar bulmak ve bütün bunları hem yapımcılık ve hem sesinizle soluğunuzla, konuşmanızla ortaya çıkarmak çok zor. Ama bir şeyi çok arzu ederseniz her şeyin üstesinden gelebiliyorsunuz. Ben de Güldeste’nin arkasından Aşkın Sihirli Sesi, Sebebi İstanbul’um, Gönül ile Dil Arasında ve en son da Gramofondan Mikrofona Melihat Gülses’le isimli programları TRT MÜZİK için yaptım. Bundan çok gurur duyuyorum. O kadar çok şey ortaya koymaya çalıştım ki bu programlarla, bu kayıtlar belki torunlarımızın torunlarına kadar ulaşacak inşallah.

 İlk albüm çalışması fikri nasıl gelişti ve ne zaman yaptınız? Sonraki süreçte hangi albümleriniz müzikseverlerle buluştu?

İlk albüm çalışması 1996’da Tatyos Efendi’nin Eserleri Kudsi Erguner’in bitr teklifiydi, kabul ettim. Saz sanatkarlarıyla birlikte sabah girdik stüdyoya, akşam bitirmiştik eserleri. O bir gün içinde okunan bir albümdür, benim de en değerli albümlerinden birisidir. Arkasından birçok albüm yaptım. Hüznün Hikâyeleri, Musikişinas Tüccarlarımız, İbrahim Bodur Güftelerinden Şarkılar, Narçiçeğim 1, Narçiçeğim 2, İstanbul’dan Atinaya Türküler, Beyaz Köpükler, Klasik Dönem Türk Müziği, Selanik’e Ağıt, Senden Uzakta, Sensiz, Tuna’ya Hasret, Türk Müziğinde Neoklasik Dönem, Eşber Yağmurdereli Şarkıları, Şifa Meltemi gibi albümlerim dinleyenlerimle buluştu. Kuşkusuz bu albümlerin hepsi çok büyük emeklerle hazırlandı. Ama en güzeli, benim için en değerli olanı Çanakkale Seramik’in kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Rahmetli İbrahim Bodur’un destek olarak yaptığı Miras isimli Türkçe-İngilizce beş ay albümden oluşan klasikten bugüne kadar Türk müziği repertuarlarını, Türk müziğini kısaca anlatan, enstrümanlarını tanıtan, şarkıların notalarının ve güftelerinin yazılı olduğu çok güzel bir label kitap. Nurlar içinde yatsın İbrahim Bodur; benim için hakikaten çok önemli bir çalışmaydı.

Türkü ve Sanat Müziğinden başka tango da seslendirmeniz hayran kitlenizde nasıl karşılandı?

Ben yelpazemi hep geniş tuttum. Sadece fanatik bir bakış açısıyla, eğitimini aldığım geleneksel Türk müziğinin sadece klasik ve geleneksel tarafını değil, daha modern, günümüze hitap eden, farklı renkler, tangolar, kantolar, türküler, hatta birçok konserde batı müziği eserlerini de okudum. Schubert ve Şevki Bey'in eserleri konserinde ben de Schubert eserlerini okudum. Catherine de Bost ve Anne Stevans gibi iki solist ile birden çalıştım. Onlar da birer Türk müziği eseri okuyarak farklı bir çalışmayı da imza atmış oldular. Benim için çok farklı; Rumca şarkılar okudum. Rumca şarkılar gerçekten çalışması çok zor. Uzun süre, 3-5 yıl çalışarak o eserleri ortaya çıkardım. Zor bir çalışmaydı ama bugün halâ birçok insana yol gösteren bir çalışma oldu. Bu çalışma sırasında şunu gördüm; Yunanistan'la birbirimize o kadar benziyoruz ki… Geleneğimiz, yemeklerimiz, şarkılarımız… Ve bu birbirine çok benzerliğin bir şekilde bir çalışma ile ortaya çıkarılması gerektiğini düşündüğümüz dönemlerde böyle bir çalışma yapmıştık. Gerçekten halklar arasında önemli bir boyut kazandı bu yapılan çalışma. Daha sonraları şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey'in Başbakan olduğu dönemde Türkiye'nin bir hediyesi olarak bu albüm o dönemde Dışişleri Bakanı Papandreu’ya hediye olarak götürüldü. Ülkenin bir çalışmasını, bir albümünü Başbakanın bir başka ülkeye hediye olarak götürmesi; bu da ayrıca bir gurur benim için.

Aya İrini konseriniz çok ses getirmişti, değil mi?

Aya İrini konseri az önce de değindim, Fransız Soprano ile yaptığım Şevki Bey- Schubert konseri idi. Aya İrini'de muhteşem bir kalabalık vardı ve 17 senedir benim tüm kostümlerimi hazırlayan Cemil İpekçi'nin bana gönderdiği ilk elbiseydi. Fransız Soprano ile bu konseri gerçekleştirdim ama dediğim gibi hayatımın en güzel konserlerinden biriydi. Bu benim için çok özeldi.

Çok özel ödülleriniz de oldu, bunlardan söz eder misiniz?

Tabii ki her türlü emeğin bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyorum. Bana da çok güzel ödüller, çok güzel teşekkürler geldi sanat hayatımda. Bunlardan en önemlisi de Türk halkının oylarıyla 2011 yılında En İyi Türk Müziği Sanatçısı ödülünü almamdı. Öyle değerli isimler vardı ki; Muazzez Abacı, Muazzez Ersoy, Umut Akyürek gibi birçok değerli isim vardı. Ama işte yılların emeği, doğu-batı demeden ülkenin hemen hemen her şehrine gidip konser için o gittiğim şehirlerdeki insanların oylarıyla ben yılın sanatçısı ödülünü aldım. Bu da benim için çok özeldir.

Sanatçı kimliğinizin yanında akademik kariyeriniz de var, değil mi?

Evet. Haliç Üniversitesi Konservatuarında öğretim görevlisi olarak görev yapıyorum. Burada da çok değerli öğrencilerimizi en iyi şekilde yetiştirerek Türk müziğine hizmet etmeye gayret ediyorum.

Akşehir’de Uluslararası Nasreddin Hoca Şenlikleri yapılır. Sizin de katılma imkânınız oldu mu?

Evet, Akşehir'de Nasrettin Hoca Şenliklerine katıldım çok güzel bir de konser verdim. Bundan önce de Konya'da tabii defalarca konserlere gittim. Akşehir’de değil ama Konya'da hem konservatuar hem de özel konserlere davet edildim. İnşallah bu konserler yine başlar da bu yaşadığımız zor günlerden sonra yine Konya’ya gelir, yine talebelerle konservatuvarda veya özel konukların geldiği konserlerde bir arada oluruz. Geçen sene Nasrettin Hoca Şenliklerine yine katılacaktım ama pandemiden dolayı iptal edildi. Bu sene olacak mı, yapılabilecek bilmiyorum ama inşallah yapılır ve ben yine Akşehir'e gelirim, bunu gönülden arzu ediyorum.

Konyalı bir sanatçı olarak Konya’dan tatmin edici düzeyde konser teklifi aldınız mı?

Konya'dan tatmin edici düzeyde konser talebi oldu mu; tatmin edici düzeyde olmadı tabii ki. Daha güzel konserler olmasını beklerdim. Ama kendi toprağımdan, Akşehir'den de maalesef konser anlamında böyle bir ilgi alaka görmedim. Ki insan bu kadar sevgisini hissederken karşılığında da onore olmak istiyor Bizim sanatçımız, bizim kızımız, bizim kardeşimiz diye o şehrin bağrına basılmak istiyor. İnşallah bundan sonra daha sık bir arada oluruz. Bütün ülkelerde hakikaten Türk müziğine çok büyük bir ilgi var. Belki biz zaman zaman kendi ülkemizdeki insanlarımıza kendi müziğimiz anlatmakta güçlük çekiyoruz ama yurt dışına gittiğimiz konserlerde bizim özellikle geleneksel müziğimize, klasik Türk musıkisine büyük bir ilgi ve alaka ile yaklaştıklarını, öğrenmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bütün ülkelerde farklı tatlar vardı. Dolayısıyla hepsi benim için çok özeldi diyebilirim. Ama Beyrut konservatuarına Master Class dersler için bir hafta gittiğimizde orada okuduğum şarkılara, hiçbir şekilde sözünü bilmeden hüngür hüngür ağlayan insanları gördüğümde o zaman “Müziğin dili, dini, ırkı yok” dedim. Müzik bizi orada öyle birleştirmişti. Müzik böyle bir şey. Gerçekten müzik meleklerin dili, diye düşünüyorum. Dünyanın en güzel anlaşılabilen dili. Konya benim için çok özel bir şehir, Akşehir çok özel bir yer. Mevlana'nın, Nasrettin Hoca'nın, yani ülkenin çok büyük değerlerinin olduğu topraklarda ulvi mekanda o ulvi topraklarda olmak, çocukluğumun orada geçmesi dünyanın en güzel şeyi. Ben Konyalı olmaktan gurur duyuyorum, Konyalı olmaktan çok mutluyum. Ve sizin vasatınızla Mustafa Bey, tüm Konyalı dostlarıma, bu röportajı okuyan herkese sevgilerimi saygılarımı sunuyorum. En kısa sürede de inşallah güzel bir organizasyonla Konya'da güzel bir konser yapar hemşehrilerimle görüşme fırsatı bulurum.

Kaynak:  MUSTAFA GÜDEN -  ==> http://www.konyayenigun.com/ramazan-da-yenigun/muzik-sanki-meleklerin-dili-h540418.html

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.