Neden kitap yayımlamadılar?
Ölümsüzlüğe adım atmak, herkes tarafından yâd edilip hiç unutulmamak düşüncesinin hayata geçirilme yollarından biri de kitaplardır. Bir kitap yazıp...
Ölümsüzlüğe adım atmak, herkes tarafından yâd edilip hiç unutulmamak düşüncesinin hayata geçirilme yollarından biri de kitaplardır. Bir kitap yazıp bunu okurun karşısına çıkarma düşüncesi en eski heveslerden biri olsa gerek. Edebiyat tarihi boyunca onlarca kitap yazmış yazarlarla bir tek kitap yazıp bir daha ortalarda görünmemeyi seçmiş yazarları yan yana gördükçe bu hevesin ne kadar da büyük bir çevreyi kapsadığını rahatlıkla anlayabiliriz.
"Nesir fikri" hayata geçtiği anda bir kitaba da geçirilmeyi arzuluyordur çünkü. Hatta, çoğu yazar veya şairin ürün vermediklerini, aksine kitap yaptıklarını, tek tek ürünlerden ziyade bir kitap fikriyle yola çıktıklarını da biliyoruz.
Öte yandan, yazdıklarını çeşitli vesilelerle dergi veya gazetelerde yayımladığı halde, bir kitap yayımlamaktan imtina etmiş, kendini veya başkalarını bu yazdıklarını kitap olarak yayımlama konusunda ikna edememiş, bu durumu hep bir tereddütle yaşamış bir yazarlar grubuyla da karşılaşırız.
Bir tarafta yazmak, daha fazla yazmak ve bunları yayımlatmak için çabalayan, diğer tarafta ise yazdıklarını çeşitli dergilerde yayımlattığı halde kitap fikrinden uzak durmuş bir yazar portresi... Birinde bir tür iştah patlaması görünürken, diğerinde bu iştah patlamasını önlemek için durmadan kendini dizginleyen, kendini ketlemek için (dünyadan el ayak çekmemekle birlikte) bütün bütüne bu dünyaya dahil de olmayan, olmak istemeyen bu yönelim çıkar karşımıza. Yaşarken kitap yayımlamamayı, unutulmayı seçmiş, münzevi bir hayat sürmemişse bile kitap yayımlama konusunda hasis davranmış, yapıtları çoğunlukla ölümünden sonra yayımlanmış birçok yazar var. Dergilerde göründükleri halde neden kitap çıkarmadıklarını, kitap yayımlama fikrine neden sıcak bakmadıklarını, bu tercihin altında hangi dinamiklerin yattığını anlamak elbette önemli ama önce edebiyat tarihinin kitap yayımlamamış yazarlarına kısaca değinmek gerekiyor.
Yahya Kemal'in "dikenleri"
Yaşarken şiir kitabı yayımlamayan, şiirlerinin kitaplaşmasına hiçbir şekilde müsaade etmeyen isimlerin başında hiç şüphesiz Yahya Kemal geliyor. Hatta denilebilir ki Yahya Kemal, konumu gereği dünyadaki ender örneklerden biri. Şiir kitabı yayımlamaması bir efsane halini alan, zaman zaman bu efsaneyi bozup bozmama konusunda tereddütlere düşen, zamanla kitap yayımlamadan da ilgi görmeye devam ettiğini anlayınca bu fikirden bütünüyle vazgeçen bir şair Yahya Kemal.
Beşir Ayvazoğlu'nun aktardığına göre, Yahya Kemal, 1924 yılında Orhan Seyfi'ye verdiği bir söyleşide, neden kitap yayımlamadığı sorusuna, şaka yollu: "Şiirsiz bir şair olmakla o kadar tanındım ki [...] dediğinizi yaparsam bu efsaneye yazık olur" demektedir. Ama Ayvazoğlu'nun da belirttiği gibi Yahya Kemal'in neden kitap yayımlamadığı sorusunun cevabı sadece şairin adı etrafındaki bu "efsane" değildir. Asıl sorun, şairin kitap yayımlamama tercihi değil, çoğu kişinin yakından bildiği titizliğidir. Nitekim Şevket Rado, Yahya Kemal'in, "şiiri kelimelerin istifi olarak kabul ettiğini, en mükemmel istife ulaştığından emin olamadığı için" bir türlü yapıtını tamamlanmış saymadığını belirtir. Abdülhak Şinasi de, Yahya Kemal'in şiirleri üzerinde ömrünün sonuna kadar devam eden tashih ve tasarruflarından söz eder. Bir türlü mükemmel söyleyişe ulaşamadığını, bir şeylerin hep eksik kaldığını, şiirlerinin tamamlanmadığını düşünen Yahya Kemal, bu şiirleri kitap olarak yayımlatarak artık geri dönülmez bir yola gireceğini, şiirler üzerinde hiçbir tasarrufunun olmayacağını düşünüyordu muhtemelen.
Kaldı ki, Yahya Kemal bu durumdaki şiirlerine bir isim bile bulmuş ve bitiremediği, bir türlü o mükemmel söyleyişe ulaşamadığı şiirlerine "diken" adını vermiştir. Beşir Ayvazoğlu'nun Yahya Kemal'le ilgili olarak hazırladığı derinlikli ansiklopedide yer alan "diken" maddesinde şu satırları okuruz: "Fuâd Bayramoğlu, Yahya Kemal'in bir türlü bitiremediği, yahut bitmiş saymadığı için kendisini sürekli rahatsız eden şiirlerine 'diken' dediğini söylüyor ve şu sözünü aktarıyor: 'Aziz Fuâd, kafamda yetmiş seksen tane diken var, onları bir atayım, o zaman kitabı neşrederiz'". Ama belli ki Yahya Kemal, ömrü boyunca "diken" dediği bu ayrıntılarla boğuşmuş ve bir şiir kitabı oluşturma fikrine bir türlü yaklaşamamıştır.
Yahya Kemal'in yaşarken şiir kitabı yayımlamama konusunda elbette titizliğinin büyük bir payı vardır. Ama en az bu meşhur titizlik kadar, başka bir boyut daha çıkar karşımıza: Yaşamının sonuna doğru Yahya Kemal, şiirlerini yayımlamak istemiş ama sonraları bundan yine vazgeçmiştir. Beşir Ayvazoğlu, çok önemli bir saptamada bulunarak bu vazgeçişin en önemli sebebi olarak dönemin siyasal atmosferini gösteriyor: "Yahya Kemal, elçilik göreviyle yurtdışında bulunurken Türkiye'de büyük değişimlerin yaşandığını, mesela musikî, harf ve dil devrimleriyle Türk Tarih Tezi'nin Yahya Kemal'in şiirini üzerine oturttuğu zeminden mahrum ettiğini unutmamak gerekir." Dönemin ruhu değişmiş ve Yahya Kemal kendi şiirlerindeki düşünsel zemin yüzünden geriye çekilmiştir. Nitekim Yahya Kemal'in şiirleri ancak 1938'den sonra dergilerde görünmeye başlar. Bir türlü yenemediği titizliği bir yana, bir de dönemin politik atmosferinin yarattığı gerilimle Yahya Kemal bir şiir kitabı yayımlamadan var olmayı tercih eder.
'Kitap'tan uzak duranlar
Edebiyat tarihimizde kitap yayımlamama konusunda biricik örnek şüphesiz Yahya Kemal değildir. Kurtuluş Savaşı yıllarında yazdığı şiirlerle ünlenen, şiirleri daha o yıllarda okul kitaplarına giren, ülke genelinde dönemin tanınan şairlerinden biri olan Kemalettin Kamu da yaşarken kitap yayımlamayan şairlerden. Hece ölçüsü kullandığı şiirleriyle Milli Edebiyat akımı içinde sayılan Kamu, daha çok gurbet ve yurtseverlik temalarıyla öne çıkan şiirler kaleme aldı. Bu şiirlerin en ünlüsü "Bingöl Çobanları" başlıklı şiirdir. Yaşarken şiirleri haklı bir üne kavuşur. Hatta, İstiklal Marşı için açılan yarışmaya da katılır Kamu. Ama İstiklal Marşı olması için yazdığı ateşli şiir kabul edilmez. Bu olayın şairi nasıl etkilediğini bilemiyoruz ama gençliğinde yaşadığı kırık bir aşk hikâyesi nedeniyle hep yalnız yaşayan şairin içten içe derin bir küskünlük yaşadığını tahmin edebiliriz. Turgut Uyar, Kemalettin Kamu'nun, yeteneği boşa gitmiş, kendisine, yaradılışına uygun olmayan bir döneme rastlamış bir şair olduğunu belirtir. Neticede, Kamu'nun yazdığı şiirler bir türlü yayımlanmaz ve şairin şiirleri ölümünden sonra Rifat Necdet Evrimer'in çabalarıyla Kemalettin Kamu: Hayatı, Şahsiyeti ve Şiirleri adıyla kitaplaştırılır.
Yazdıklarını kitaplaştırmayan şairlerden biri de Muammer Lütfi Bahşi'dir. Şair, Yedi Meşale dergisinde aruz ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerle tanındı ama daha sonra Yedi Meşaleciler'e katılmadan, kimi gazete ve dergi sayfalarında gözüktü. Önemli bir edebiyat grubuyla hareket ettiği halde, yazdıkları pek bir varlık gösteremedi. Cevdet Kudret, Yedi Meşale'nin 50. yılında "Muammer Lütfi, ikimizin arasında -herhalde incir çekirdeğini doldurmayan bir nedenle- baş gösteren geçimsizlik yüzünden topluluktan çıkarıldı; Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yargıçlık yaptı, tek başına sürdüremediği şiirin özlemiyle öldü" der. Muammer Lütfi Bahşi bir şiir kitabı yayımlamadığı gibi, yazdığı şiirler bir kitapta da toplanmamıştır.
Mustafa Seyit Sutüven de, şiirleri daha çok Servet-i Fünun, Uyanış, Varlık ve Yeditepe gibi dergilerde yayımlanmasına karşın kitaplaşmamış şairlerden biridir. Behçet Necatigil, Sutüven için, "Belli bir kalıp ve akıma bağlı kalmayarak, aruz, hece, serbest vezinle yazdı. Lirizm ve söyleyişinin kuvvetli, yerine göre halk şiirimizdeki kalıcı imkânlardan ve Yunan Mitologyası'ndan iyi faydalanışı ile hiç kitap çıkarmadığı, dergilerde çok az görüldüğü halde, unutulmayan şairlerimiz arasına girdi" demektedir. Başka eleştirmenlerin yazdığı olumsuz eleştiriler, Sutüven'in kitap yayımlama konusundaki çekingenliğinin nedenlerinden biri olarak sayılabilir.
Bu konuda bir diğer ilginç örnek de Cahit Koytak. Şair, 1990 yılında İlk Atlas adını verdiği ilk şiir kitabını yayımladıktan sonra bir daha şiir kitabı yayımlamamayı tercih etti. Bu kitabından sonra kimi dergi ve gazetelerde şiirlerine sıkça rastlansa da bu yazdıklarını kitap olarak yayımlamaktan uzak durdu. İlk Atlas'tan sonra çeşitli dergilerde yayımladığı ve birkaç kitap olabilecek hacimdeki şiirlerinin, yeni bir "atlas" olarak kitaplaşması için "bazı haritalara, bazı zayice planlarına ait kayıp parçaların ortaya çıkmasını beklediğini" vurguluyor şair. Ama galiba Koytak'ın şiirlerini kitap olarak görmemiz de epey uzun bir zaman alacak.
Yahya Kemal gibi titiz oldukları ya da yukarıda sayılan kimi isimler gibi eleştirmenler tarafından pek başarılı bulunmadıkları için zaman içinde kitap yayımlamaktan vazgeçmiş şairlerin yanı sıra, erken ölmeleri sebebiyle kitap yayımlayamamış, kitaplarını oluşturmaya vakit bulamamış pek çok şaire de rastlarız edebiyatımızda. Bu şairlerin başında Rüştü Onur geliyor. Henüz yirmi iki yaşındayken veremden ölen Onur'un şiirleri, yaşarken eleştirmenlerden büyük ilgi görür. Ama Rüştü Onur'un erken ölümü kitabını görmesine engel olur. Salâh Birsel, Rüştü Onur'un şiirlerini, mektuplarını ve onun hakkında yazılanları daha sonra "Rüştü Onur" adıyla yayımlar.
"Daktiloya çekildi" ama yayımlanmadı...
Yaşarken edebiyat çevrelerinde etkin olmuş ama kitap yayımlamamış olan Nilgün Marmara'nın şiirleri de ancak ölümünden sonra yayımlanır. Marmara'nın ölümünden sonra yayımlanan kitabının adı çok manidar bir şekilde Daktiloya Çekilmiş Şiirler adını taşır. Daktiloya çekildikleri halde kitap olarak yayımlanmamış şiirler, ancak şairin ölümünü bekleyecektir. Nilgün Marmara ile aynı kaderi paylaşan Kaan İnce için de benzer şeyler söylenebilir. Kaan İnce, 1992'nin Ağustos ayında dosyasını bir yayınevine teslim ettikten sonra ölümü seçer. Gizdüşüm adlı kitabı ise ancak ölümünden sonra yayımlanır. Yaşarken kitabının olmayışını acıyla karşılayan, bunun acısını yaşadığını yakından bildiğimiz bir diğer şair de Zafer Ekin Karabay'dır. Tıpkı Kaan İnce gibi ödüllü bir şair olmasına karşın bir türlü kitabını yayımlatamaz Karabay. 2003 yılında intihar eden Karabay, geride bıraktığı mektubunda, en büyük arzusunun şiir kitabını (Şubatta Saklambaç) görmek olduğunu ama bu kitabı yayımlatamadığı için büyük acı duyduğunu vurgular. Karabay'ın görmeyi çok arzuladığı kitabı, ölümünden sonra yayımlanır.
Eleştirmenler de çekinir!
Bartleby sendromuna (bir tür yazmayı bırakma eylemi) yakalanmamakla birlikte yazdıklarını kitaplaştırmama konusunda şairler ve eleştirmenlerin başı çektiği görülür. Yukarıda adı anılan kimi yazarların kitap yayımlamamalarının sebeplerinden biri de şüphesiz eleştirmenlerdir. Dergilerde çıkan olumsuz yazılar sebebiyle pek çok şair sonrasında kitap yayımlamaktan vazgeçer. Ama aşağıda göreceğimiz gibi, eleştirmenler arasında da kitap yayımlama konusunda tereddütle karşılaşıyoruz.
Türk edebiyatının seçkin eleştirmenlerinden Adnan Benk, özellikle kendi yönetimindeki Çağdaş Eleştiri Dergisi sayesinde eleştiri geleneğimizde önemli bir yer edinir. Edebiyat eleştirmenliğinin yanı sıra pek çok önemli kitabın çevirmenliğini de yapan Benk, edebiyat, tiyatro, müzik, sinema ve plastik sanatlara ilişkin eleştiri ve deneme yazıları yazmasına rağmen yaşarken asıl ilgi alanı olan edebiyat eleştirisiyle ilgili kitap yayımlamamayı tercih etti. Benk'in edebi yazıları ancak ölümünden sonra bir kitapta toplandı.
Günümüzün önemli edebiyat eleştirmenlerinden Orhan Koçak'ın ise yayımlanmış bir tek kitabı bulunuyor. Ama bu kitap edebiyatla ilgili değil, resimle ilgili. Koçak'ın, Mithat Şen'in resimleri üzerine yazdığı kısa ama derinlikli kitabı İmgenin Halleri'nin uzun yıllardır yeni basımı yapılmadı. Edebiyatla ilgili kaleme aldığı yazıları dergilerde sıkça yayımlanmasına ve Virgül dergisi ile Kanat Yayınları'nın yöneticilerinden olmasına rağmen Koçak'ın uzun yıllardır kitap yayımlama konusunda isteksiz davrandığı görülüyor. Bazıları kitap boyutuna ulaşan (örneğin Orhan Pamuk'la ilgili yazdığı "Aynadaki Kitap/Kitaptaki Ayna", "Uzun Denklem: Oktay Rifat'ın Şiirinde Folklor ve Modernizm", "Kaptırılmış İdeal: Mai ve Siyah Üzerine Psikanalitik Bir Deneme") gibi yazılarını üzerlerinden epey bir zaman geçmelerine rağmen henüz kitaplaştırmadı Orhan Koçak. Eleştirmenin özellikle II. Yeni şairleriyle ilgili olarak yazdığı yazıların kitaplaşacağı söylentisi yıllardır kulaktan kulağa yayılsa da Koçak, ne sözü edilen bu kitabını yayımladı, ne de okurların yıllar önce yayımlanmış kimi dergilere ulaşarak edinebildiği önemli yazılarını bir araya getirdi.
Yukarıdaki isimlere baktığımızda kimi yazar veya şairlerin kitap yayımlamama konusunda değişik nedenlere sahip oldukları görülüyor. Yahya Kemal örneğinde olduğu gibi aşırı titizlik veya yaşarken bir efsaneye dönüşme gibi nedenler bir kitabın yayımlanmasında engel olarak öne çıkabiliyor. Öte yandan, kitap yayımlamadan da ilgi görebileceğini fark eden Yahya Kemal'in aksine pek çok yazarın kitap yayımlama konusunda güçlük çektiklerini de gördük. Yaşarken yapılan kimi olumsuz eleştirilerin bir kitabın yayımlanmasına mani olabileceği gibi, o eleştiriyi yapanın da sanıldığı kadar rahat olmayabileceğinin örnekleriyle de karşılaştık.
Her koşulda, edebiyat tarihinde "kitap çıkarmamış yazarlar" diye tanımlanabilecek bir olguyla karşı karşıyayız. Sözü edilen yazarlar, Bartleby sendromuna yakalanan ve bir-iki eser yayımladıktan sonra bir daha yazmayan, ortalarda görünmemeyi seçen yazarların aksine, edebiyat dergilerinde sıkça görünüp yazdıklarını kitap olarak yayımlatmamayı tercih ediyorlar.
"Ün kazanma isteksizliği"
Demek ki, burada bütün bütüne bir "suskunluk" hali ile karşı karşıya değiliz. Yazar özne, bir yandan kendini okura gösteriyor (dergiler yoluyla), ama tam da bunu yaptığı anda, karar değiştirmiş gibi geri çekilip yazdıklarını bir kitap bütünlüğüne taşımayı reddediyor gibidir. Bu durumda bir çeşit tersinden var olma çabasının hakim olduğu görülür. Yazar özne, bu durumu bir varoluş biçimine çevirsin ya da çevirmesin, kitap yayımlatmaya karşı çıkıyordur ama tam da bu karşı çıkış ona yeni bir görünme alanı açıyordur.
René Girard, edebiyat üzerine kaleme aldığı benzersiz kitabı Romantik Yalan ve Romansal Hakikat'te bu duruma "olumsuz kur" adını vermektedir. Girard, bu kavramı Paul Valéry'den itibaren önem kazanan "ün kazanma isteksizliği" için kullanır. Nurdan Gürbilek'in aktardığı gibi, yazar, okuruna açıkça kur yapmak yerine, "negatif bir kur" yapıyor, bir başka deyişle üne sırtını dönerek, hayranlığı geri çevirerek, arzudan feragat ederek aslında negatif yoldan ün ve hayranlık kazanmak istiyordur. René Girard'a göre, bu sözde kayıtsızlık, modern dünyanın son romantik mitosudur. Bartleby sendromuna dahil edilebilecek yazarlar susmayı seçerken, yaşarken kitap yayımlamamayı tercih eden yazarlar, Girard'ın deyişiyle, "okura önem vermediğini yine okura kanıtlamak için" yazmaktadır.
Girard'ın son romantik mitos dediği "ün kazanma isteksizliği"ne ek olarak çoğu yazarın, özellikle eleştirmenlerin üzerinde sıklıkla durduğu başka bir konuya daha değinmek gerekiyor: Bir kitabın bittiğine, tamamlandığına, bütünlüklü bir yapı taşıdığına dair duyulan kuşkuyu da anlayışla karşılamalı belki de. Öyle ya da böyle, günün birinde bir kitap yazmaya koyulmuş hemen hemen herkesin içten içe taşıdığı bu "bitmemişlik" kaygısını bazı yazarların ömürleri boyunca taşıdıklarını da kabul etmek gerekiyor. Hiçbir kitabın bütünüyle tamamlanmayacağına, bir şeylerin hep eksik kalacağına dair hissedilen o derin endişe, bir kitaba taşınmayı reddediyordur belki de.
***
Dünyada kayboluş sanatı...
Dünya edebiyatının kitap yayımlamamış ama buna rağmen büyük bir ilgi görmüş, kendisinden sonra gelen kuşaklar üzerinde etkili olmuş en önemli ismi hiç şüphesiz Emily Dickinson'dır. 1830 doğumlu Dickinson, çoğunlukla münzevi bir hayat sürmeyi tercih etmiştir. 1862 yılında tümüyle eve kapanmış ve en yakınlarıyla bile görüşmemeyi seçmiştir. Eleştirmenler, Dickinson'ın daha sonra dünyadan elini eteğini çekmesinin nedeninin umutsuz bir aşk deneyimine dayanıyor olabileceğini düşünmektedirler. Kapandığı odasında kendisini sürekli olarak yazmaya veren Emily Dickinson'ın yaşarken yalnızca yedi şiiri yayımlanmıştır. 1886 yılındaki ölümünden sonra odasında 1800'e yakın şiir bulunmuş ve bu şiirlerin tümü dört yıl içinde kitaplaştırılmıştır.
Amerikalı şair Hart Crane ise ünlü şiiri "Köprü"yle dikkatleri üzerine çekmişti. Gördüğü bu ilgi onu tatmin etmedi, yazılabilecek tek şeyin yazma eyleminin imkansızlığı olduğuna inandı ve Meksika'ya gitmeye karar verdi. New Orleans'a gitmek üzere bir gemiye bindi ama oraya hiç varmadı. Crane'i bir daha gören olmadı.
Kitap Zamanı'nın 32. sayısındaki "Yazmayı Bırakanlar" dosyasında değinilen Joseph Joubert hakkında, "hayatı boyunca kendini tek bir kitap yazmaya hazırladı, sonra bu hedefini de unuttu. Hiç kitap yazmadan öldü. Oysa başından beri ilgilendiği tek şey yazmaktı. Arkadaşları ünlü yazarlardı.
Günlüğüne şu cümleleri yazmıştı: 'Yazmak beni okudukları anlamına mı gelecek? Herkes bunu istiyor! Peki ama, benim istediğim bu mu?'. Joseph Joubert, yazmasa da kendini hep sanatın saf bölgesinde saydı, kayboluş sanatının mutluluğuna aşina bir şekilde dünyadan ayrıldı" denilmektedir.
Nicolas Chamfort, Marianne Jung, Clement Cadou gibi yazar ve şairler de yaşarken kitap yayımlamaktan kaçındıkları halde kendilerinden söz ettiren isimler olarak öne çıkarlar.
***
'Kitaplarım basılmayı bekliyor...'
"Çok meşgul bir insandım yıllarca. Biraz da kalabalık bir ailenin babası durumundaydım. İş güç, çoluk çocuk biraz yayın faaliyetinden uzak tuttu. Ama şiirden hiç uzak kalmadım. İlk Atlas'ı yayımlarken bir söyleşi için söylemiştim, yazdığım her şeyin bir bütünün parçası olduğunu düşünüyorum. Onu hissederek yazıyorum. Büyük bir define haritasının kayıp parçalarını keşfedercesine, her yazdığım şey o bütünün dolmayı bekleyen bir parçası gibi doğuyor bende. Aslında bütün gerçek şairlerin böyle bir bütünlük içinde yaşadıklarına inanıyorum ama ben bunu kendimde çok baskın bir şekilde hissediyorum. İlk Atlas çıktığı günlerde, sonra Orta Atlas, Yeni Atlas, Büyük Atlas gibi birbirinden farklı kitaplar değil, büyüyen gelişen aynı merkezden büyük dalgalar halinde genişleyen bir bütün olarak tasarlıyordum bendeki şiir dünyasını. Yayımlanmamış şiirlerim neden yayımlanmıyor? O bütünün bittiğini hissetmiyorum. Şimdi büyük büyük bütünler oluştu. Yoksulların ve Şairlerin Kitabı, 750 sayfayı bulan üç kitaptan oluşan bir bütün. Sanat olgusunu bütün tezahürleriyle yaşayan bir zihnin hikayesine ulaşmaya çalışan bir bütün. Şarkılar Kitabı da var o da üç kitaptan oluşuyor, o da 750-800 sayfayı buldu. Zaman zaman bunlardan parça parça dergilerde çıkıyor. Ama üçte biri kadar yayımlandı. Benim şiirlerim getto içinde doğan ve onlara hitap eden bir şiir değil, çok daha profesyonel bir yayın içinde değerlendirilmesini istiyorum. Öngördüğüm vasıfta bir yayınevi olursa kitaplar basılmayı bekliyor. Onlar bekledikçe de içlerine yeni şiirler giriyor. Bir sebep yok kitap olmamaları için."
***
'Yahya Kemal, mükemmeliyetçiydi'
Başka yazar ve şairler için başka sebepleri olabilir, ama sağlığında eserlerini kitaplaştırmamanın Yahya Kemal için söylenecek en temel sebebi şairin mükemmeliyetçiliğidir bence. Çünkü bırakın kitaplaştırmayı, daha şiirlerini yazarken bile kılı kırk yaran, bir tek şiirinin yazımını bile bazan çok uzun zamanlara yayan bir sanatkârdır Yahya Kemal ve onun bu yönü takdirler kadar devrinde kimi tenkitlere de yol açmıştır. Tamam oldu dediklerinin bile yıllar ve yıllar sonra üzerinde oynadığını, bir mısraını, bir kelimesini değiştirdiğini söylerler.
Bir de şu tarafından düşünelim: Şiirlerini yayımlamasa bile, bunlar devrin edebiyatseverlerinin elinde, hatta etrafında bazı rivayetler ve bu rivayetlere bağlı gizli heyecanlar oluşarak dolaşmaktaydı ve metinlerinin bu mitik durumu şaire sorulduğunda o, bunun farkında olarak şöyle cevap vermişti: "Şiirsiz şair olmakla o kadar tanındım ki, dediğinizi yapsam (eserlerimi neşretsem) benim için mukadder olan bu efsaneye yazık olur. Bu efsane yüzünden işittiğim fıkraların arasında ne kadar zarifleri var."
Üçüncü olarak, Yahya Kemal'in yaşadığı dönemin, bilhassa savaş yıllarının mahrumiyet şartları, yurtdışında uzun süre görev yapması, gelenekten gelen sohbet adamı kimliğinin onda daha ağır basması gibi sebepler de hatırlanmalıdır.
***
'Habire kitap yayımlamak hiç makul değil'
'Yayımlamayan yazar' gibi bir konuda akla gelmek epey düşündürücü. İyi, demek ki yazdıklarımız biraz ilgi görmüş ve adımız yazara çıkmış; kötü, çünkü beklentilere cevap veremiyoruz. Böyle bir algının oluşmasındaki payımın muhasebesini yapmaya çalışınca nasıl bir manzarayla karşılaşıyorum. Öncelikle, yazma ve yayımlama işini nicelikle ölçmediğimi vurgulamam gerekebilir. Okurları korumak, kendimizden sakınmak da diyebiliriz buna. Ortamdaki görsel, işitsel kirliliğin yanı sıra yazıların büyük çoğunluğundan da bir tür gürültü yayıldığını kabul ederseniz, yazınsal gürültünün parçası olmak istemezsiniz. Her ay birkaç dergide birden görünmek, ha bire kitap yayımlamak bence hiç makul değil. Okuru yazarlardan da kendisinden de sakınmak gerekir. Bir şey yayımlıyorsanız bir anda buharlaşmasın, dönüp bakılsın istiyorsunuz. Örneğin, Bilge Karasu'ya sık sık dönüp bakarız. Bugün bir arkadaşım söyledi: Elindeki Karasu kitabının bitmesini istemiyor, azar azar okuyormuş. İkinci olarak, epey uzun bir süredir hayatımda hocalık vazifesinin öne çıktığını söylemem gerekir. Burada da amaç 'bol' okuyan ve ha bire yayımlayarak gürültüye katkıda bulunan insanlar yetiştirmek değil. Tersine, 'kulak sahibi' insanların, müzisyenlerin yetişmesine azıcık katkıda bulunabiliyorsanız mutlu oluyorsunuz. Bu da beni, kısmen, 'yazdıran yazar', daha doğrusu 'yazmaz' haline getiriyor. Bir yandan da, yine epey uzun süredir, anlamlı edebiyat etkinliklerinin düzenlenmesini önemsedim, önemsiyorum. Bunları yayına dönüştürebilmek de zahmetli bir iş. Bilgi Karşılaştırmalı Edebiyat'ta kendi kendimize yetişmeye çalışıyoruz. Bütün bunlara rağmen, şimdi isimlerini koymayalım ama hazırlığı epey yol almış kitaplar, dosyalar, derlemeler, editörlüğünü yürüteceğim eleştirel bir dizi gibi işler var. Kısmetse zamanla piyasaya çıkacak.
Zaman 04.05.2009
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.