O'na yazılmış şiirler

O'na yazılmış şiirler

On sekiz bin âlemin Muhammed Mustafâ'sı Habibullah, kâinat ağacının çekirdeği ve meyvesidir. Rabbimizin O'na olan şefkati kâinatın yaratılmasına, O'nun...

A+A-

On sekiz bin âlemin Muhammed Mustafâ'sı Habibullah, kâinat ağacının çekirdeği ve meyvesidir. Rabbimizin O'na olan şefkati kâinatın yaratılmasına, O'nun Rabbimize karşı olan muhabbeti ise cennetin yaratılmasına sebeptir.
Hazreti Peygamber, her haliyle âleme bir misal, insanlığa bir timsal olmuştur. Bunun içindir ki kâinatı kuşatan her varlıkta onun sesinden, siretinden, suretinden ve ruhundan bir parça vardır. Bilhassa kâinat içinde en yüksek hayat mertebesinde bulunan kemal sahibi insanlar, yüzyıllardır meşreplerine, mesleklerine, mezheplerine göre kâh halleriyle, kâh fiilleriyle, kâh sözleriyle, kâh kalemleriyle O'nu anarak şükranlarını izhar etmektedir.

Literatürde Peygamberimiz ile ilgili olarak yapılan çalışmalar genel olarak dokuz gruba ayrılır. Bunlar, O'nun (sas) hal tercümesini ve faaliyetlerini anlatan siyer (siret) ve megazi kitapları, söz ve işlevlerini ifade eden sünnet ve hadis kitapları, bedeni vasıflarını ve ahlaki hususiyetlerini bildiren hilye ve şemail kitapları, doğumunu zikreden mevlidler, miracını anlatan mi'raciyeler, mucizelerini ve peygamberliğine dair delilleri anlatan mu'cizat, şevahid ve delail-i nübüvve kitapları, isimlerine dair esma-i nebevi kitapları, faziletlerinin zikri ve mehdi için yazılan naatlar, doğduğu ve yaşadığı yerler, ebeveyni, hanımları, çocukları, ashabı, eşyaları, kabri, mescidi, vasiyetleri, ahlakı gibi sayısız konuda yazılan manzum-mensur eserler şeklinde sayılabilir.

Na'tın edebiyatımızdaki yeri

Tarihin en güzel sanat ve edebiyat eserleri, O'nun siretine ve suretine yansıyan nurdan alınan feyiz ile gün yüzüne çıkan naatlar ve manzum eserlerdir. Bu anlamda İslam edebiyatının, bilhassa Türk-İslam edebiyatının en çok okunan ve nesilden nesle aktarılan eserlerinin bu türden olması şaşırtıcı değildir. Birçok şairin hemen her şiiri unutulsa bile, O'nun (sas) için yazdıkları şiirler unutulmamıştır ve asırlardır bu şairler O'nu andıkları şiirler ile anılmaktadır.

Sadık Yalsızuçanlar kısa bir süre önce Silûet Yayınları'ndan çıkan Sevgiliye Şiirler adlı çalışmasında edebiyatımızdan naatları bir araya getirdi. Yalsızuçanlar söze özelde natın, genelde şiirin ve şairlerin İslam'daki ve edebiyatımızdaki yerini anarak başlıyor. Bu minvalde Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Şuara Suresi tefsiri, Ömer Tellioğlu'nun Şuara Suresi'ne dair notlarını, şiire ilişkin hadislere ve M. Es'ad Coşan'ın Türk Edebiyatında Naatlar isimli çalışmasını anıyor.

Şuara Suresi, adını 224. ayetinde yer alan "Şuara" (şairler) ibaresinden alır. Surede, muhtevasında hikmet, ahenk ve güzellik bulunmayan şiirlerin, şairlerin ve onları taklit ve takip edenlerin kötü durumları dile getirilmiş; fakat, iman edip salih amel işleyenler, Allah'ı çok zikredenler, şiirlerinin çoğunda Allah'ı birleme, O'na hamd ve şükretme, yarattığı şeylerden O'nun kudretini hatırlama ve O'na kulluk yapmayla ilgili olanlar ile haksızlığa uğratıldıktan sonra haklarını almak için şiir yazanlar müstesna tutulmuştur.

Şiirde hikmet olduğunu belirten Habibullah, sahabe şairler İbn Revaha'yı ve Hassan B. Sabit'i övücü sözler söyleyerek onları şiire teşvik etmiştir. Bu teşvikten feyz alan binlerce şair Revaha ve Hassan'ın yolunu takip etmiştir. Bu minvalde, Yalsızuçanlar, kitabına bu izleği takip eden şairlerin bazısına aşina olduğumuz, bazısıyla ilk defa karşılaştığımız şiirlerini almış.

Bu şairlerden İmam Buseyri, Habibullah sevgisini anlattığı "Kasidetü'l Bürde" isimli şiirinde O'nu kâinatın en güzel gülü olarak tavsif ederek, bizleri o gül karşısında secdeye davet eder: "Hazret-i Muhammed Hakk'ın sesidir / Her iki dünyanın efendisidir / Arap-acem onun bir bendesidir / Zaman o gül gibi gül görmüş değil / Sen de o güzelin önünde eğil."

Yunus Emre, "yaratılanı severim Yaratan'dan ötürü" diyerek, dağlar ile, taşlar ile, seherlerde kuşlar ile, sular dibinde mâhiyle, sahralarda âhû ile, bütün bunların yaratılmasının sebebi Ol Muhammed Mahbûb ile Mevla'yı çağırır. Sonra cümleye din ve iman olan Muhammed Mahbûb için söylediği şiirler ile insanları Mevla'ya çağırır.

Mevlana "Sen" isimli şiirinde Allah'ın Sevgilisi Muhammed Mustafa'yı, Yüce Rabbimizin Resulü, Huda'nın eşsiz, tertemiz, seçkin ve nazlı kulu, evrenin efendisi, peygamberlerin gözünün nuru, bizim ışığımız, miraç gecesinde Cebrail'in arkadaşı şeklinde tarif ettikten sonra "Sağ olduğum müddetçe ben, kölesiyim Kur'an'ın / Yolunun tozuyum ben O'nun, Muhammed Muhtar'ın / Kim naklederse bundan başkasını sözlerimin / Bıkkınım ben ondan da, ki o sözlerden de bıkkın." diyerek bütün sözlerinin Muhammed Mustafa'yı anlatmaktan ibaret olduğunu hatırlatır.

Ruhi "Habib-i Kibriya" isimli şiirinde Habibullah'ın, Vedud isminin bir aynası, Muhammed ve muhabbetin birbirlerinin mütemmim cüzleri, muhabbet ve Muhammed'in birbirine tutulan, birbiri içinde çoğalan aynalar olduğunu anlatır. "Bu âlem bir aynadır, her şey hak ile kaim / Muhammed aynasından Allah görünür daim // Muhabbetten oldu Muhammed hasıl / Muhammed olmasa, muhabbetten ne hasıl?"

Modern çağ ve naat geleneği

Çağdaş Türk şiirinin özgün şairlerinden Cahit Zarifoğlu şiirinde on sekiz bin âlemin sultanına "Efendim" diye hitap eder: "Gözlerini süzüyorsun / Bir balık gibi akıyorsun kaldırımlarda / Bir daha yüreğini kaparsan bana / 'Bu yaprağı paramparça yaparım' / Çiçekleri sarı yapraklar ve bir ocak ayı / Ağız ağza sin ve cim harfleri / Ateş kararıyor, bu içimin alevleri / Acı çekiyorum elimden alınmışsın gibi".

Kısa bir süre önce kaybettiğimiz medeniyet şairi Erdem Bayazıt da insanlığın en büyük yolculuğu Hicret'i "Savaş Risalesi"nde şöyle anlatır: "Güneşin / mızrakların ucuna takılıp / kaldığı / bir vakitte / Diriliş erlerinin yüreklerinden / yayılan / Bir depremle sarsılıyordu arz. / Gerilmişti altımızda atlarımız / Fırlayıp kopacakmış gibi / baldırlarından / kasları / Ve tarıyordu bir projektör gibi / bakışları / üç kıtayı / Yeni bir vakte eriyordu yürekler / Yayılıyordu o muştu / O coşku / O haber. / Bir gelen var / emin haberciden / emin olana / Ondan da sıddık olana ve sadık olanlara / sohbete erip / halkada duranlara / yürekten yüreğe yol bulanlara."

Sadık Yalsızuçanlar'ın bu kitabının bir boşluğu doldurduğuna şüphe yok. Öte yandan, seçkide bir okuyucu olarak benim zihnimi meşgul eden bir-iki husus da yok değil. Bana kalırsa böyle bir seçkide geleneği ve modern şiiri çok iyi özümsemiş bir şair olan Sezai Karakoç'un "Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine" isimli klasikleşmiş şiiri olmalıydı. Öte yandan Hilmi Yavuz'un "Kaab ve Hırka" şiiri ile Goethe'nin "Dağ Pınarı" şiiri de seçkiye alınabilirdi. Keza yakın dönem şairlerin konu ile ilgili şiirlerine seçki de daha fazla yer verilebilirdi.

Buradan bakınca, bugün edebiyat dünyasında belli bir şiir zevkine ulaşmış, özellikle yakın dönem şairlerinin şiirlerinin de yer aldığı "ciddi" bir seçkiye ihtiyaç var. Yalsızuçanlar'ın hazırladığı bu seçki bu ihtiyacı büyük oranda karşılıyor. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi "ilk yapıp mükemmel yapmak" sadece Muhammed Mustafa'ya hastır. Galiba bu kitaptaki eksiklik gibi görülen hususları bu kabilden değerlendirmek gerekiyor.
Zaman Kitap


Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.