Özönder Hoca, hocasını anlattı
Geçtiğimiz cumartesi gecesi Alaaddin Konferans Salonu'nda TYB'nin sene sonu programı vardı. Ord Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver'i Konya'mızın efendisi ve çelebisi...
Geçtiğimiz cumartesi gecesi Alaaddin Konferans Salonu'nda TYB'nin sene sonu programı vardı. Ord Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver'i Konya'mızın efendisi ve çelebisi Dr. Hasan Özönder anlattı. Bir İstanbul beyefendisini bir Konya beyefendisinin anlatması ne kadar güzel... Onun anlattıklarını yazı ile anlatmak çok güç olsa gerek ama yine de cesaretimi toplayıp değerli hocamız Hasan Özönder Bey'in anlattıklarını sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bu tür güzellikleri, kültürü-sanatı Konya'nın ve ülkemizin geçmişteki güzel insanlarını anlatmak için düzenlenmiş organizeleri çok arayan olabilir. Ama bizler ise değerini bilemiyoruz bu güzelliklerin, çünkü koca Alaaddin salonu boş gibiydi... Ama yine de benim memnuniyetim vardı, sebebi ise 50 civarında kültür ve sanat aşığı, Konya'nın entelektüeli insan ve Konya'mızın değerleri oradaydı. Elbette dinleyenin azlığı değil özlüğü ve kültür aşığı olması önemli.
Hasan abi arşivci, not tutucu ve on parmağında on marifeti olduğunu söylediği ve daha ziyadesi ile çok mütevazi kişiliğe sahip dediği Süheyl hocamızı şöyle anlatmaya başladı:
Yıl 1958, yeni bir imam hatip talebesiyim, çok da hevesliyim okumaya, dinlemeye, görmeye, bilmeye... Onun için Akşehir Nasreddin Hoca şenliklerine gittim, konuşmacılar arsında Süheyl Hoca merhum da var. Onunla tanışmayı, konuşmayı çok arzu etmeme rağmen onun unvan büyüklüğü bende bir tedirginlik yaratıyor. Bir türlü beceremiyorum. Konya'ya Mevlana törenlerine geliyor yine aynı, Karaman Dil Bayramı'na geliyor yine aynı. Derken yıllar geçti, İslam Enstitüsüne kayıt oldum... İstanbul'dayım, hocamız bir gün bu zatı muhteremi bizlere şeyhülislam Ebussuut hakkında ders vermesini ister, o da kabul eder... Hocamız bu müjdeyi verdiğinde ben bilakis sevincimden uçuyordum. Gün geldi hoca dersimize geldi, ben onun not tutma ve arşivci olduğunu bildiğim için hemen bir yeni not defteri aldım yanıma ve derse girdim. Anlatmaya başladı ve dersin bir yerinde yerinden kalkıp dersi bırakmak zorunda olduğunu söyledi... Neden sorumuza ise "siz ne Ebussuut Efendi'yi ne de beni seviyorsunuz. Eğer sevseniz anlattıklarımı not alırdınız" dedi. Hemen bu eksiklik bizler tarafından giderildi, o da derse devam etti ve sonunda "çocuklar benim arşivim ve kütüphanem hepinize açık istediğinizi zaman gelip ziyarete edebilirsiniz" dedi. Ben Konya ya geldikten sonra tekrar İstanbul'a gidip onunla tanıştım ve tanışmam sonunda beni birçok kıymetli eserlerle taltif etti ve bir kucak dolusu eserle Konya'ya gönderdi. "Yine beklerim aman çok oku, çok çalış" diye de tembihledi. Ben bunu ilgisizlikten dolayı biraz savsakladım sanırım, ikinci ziyaretimde bana ne yaptığımı ona Konya'dan neler getirdiğimi sordu. Durumu anlatınca da baya üzüldü ve "asla yılgınlık yok ye'se düşmek yok, daha çok çalışacaksın" dedi. Ve öğle yemeğini beraber yememizi önerdi, ben de severek kabul ettim. Çünkü bir ordinaryüs profesörün neler yediğini merak ediyordum. Odacısına bir işaret yaptı tamam dedi. O da gitti biraz sonra yan odaya yemek için geçtik, yemekte üç tane susamlı çörek kendisi için üç tane de benim için vardı. Yanında da birer gazoz vardı. Bunları yedik...
Bir keresinde Konya'ya gelişinde ona yemek yememizi önerdim, "olmaz ancak ben ısmarlarsam olur" dedi. Çaresiz kabul ettim, nedenini sordum... "Şimdi sen ısmarlasan bana ya kebap ya da Etliekmek ısmarlayacaksın, bunları yemek benim için intihardır" dedi. Ve yine Konya'da bir pastanede yukarda bahsettiğim üç beş tane susamlı çörek ile yanında sütlü mamullerden sütlaç muhallebi gibi şeylerle karnını doyurdu...
Bundan sonra Özönder Hoca merhumdan bir kıssa anlatıyordu:
Bir konuşmamızda "hocam yaşınız sekseni geçmiş hala çok çalışıyorsunuz biraz istirahat etseniz" dedim. "Olmaz Hasan ben Azrail'den korkumdan çalışıyorum" dedi. "Nasıl olur hocam deyince" de başladı anlatmaya: Bir gün evde yalnızdım, hanım ve çocuklar yoktu, kapı çalındı, ben açtım. Karşımda bir güzel insan duruyordu... Ben bu zatı çok iyi tanıyordum ama ismini bir türlü hatırlayamadım. Selam verdi "misafir kabul eder misin" dedi, "hay hay" dedim... İçeri girdi oturdu, yemek, çay kahve ikram ettim, sohbet ettik... Ama hala adamın ismi aklıma gelmiyordu... Müsaade istedi, kapıdan çıkarken utancımdan "af edersiniz soyadınız neydi?" dedim. "Benim soyadım yok çünkü ben Azrail'im" dedi. "Canınızı almaya gelmiştim ama baktım çok çalışıyorsunuz vaz geçtim" dedi. "Efendim özür dilerim bir dahaki geleceğinizde bana bir işaret buyurur musunuz" dedim. "Olmaz Rabbim bu toleransı bir kimse için tanımama müsaade etmedi" deyince. "Peki, siz lütfedip bir işaret veremez misiniz" diye rica ettim. "Çok çalış, çalıştıkça canını almam, ne zaman boş durursan o zaman canını alırım" dedi. Ben de ondan korkumdan çok çalışıyorum...
Bu kıssayı nefessiz dinleyen Hasan Hoca rüyadan uyanır gibi hayretle "efendim bu söyledikleriniz gerçek mi?" deyince onun şaşkınlığına bakıp "yok latifeydi Hasan" demiş Süheyl Üncer Hoca...
Hasan abi gönlüne sağlık... Allah razı olsun senden de Süheyl hocadan da...
TYB'nin bu etkinliklerinin önemi büyük. Bu yılın son programıydı bu... İnşallah gelecek yıl da dolu dolu bir takvimle karşılaşırız. Bir de program sonrasında bizlere salep ikram eden Fatma Ünver Hanım'dan da Allah razı olsun diyorum.
Memleket 29.10.2008
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.