Prof. Dr. M. Sait Şimşek’in Ardından TEFSİRE ADANMIŞ BİR ÖMÜR...
Prof. Dr. M. Sait Şimşek’in ArdındanTEFSİRE ADANMIŞ BİR ÖMÜR... -Mehmet Emin Parlaktürk
Başlığı boş yere atmadım. Sakarya Üniversitesi, günümüzde iz bırakan tefsir alimlerine bir vefa olmak üzere üç hocamız hakkında “Tefsire Adanmış Bir Ömür” adıyla üç panel düzenlemiş, tefsir ilmine yaptıkları hizmetlerini panelistlerin dilinden kitaplaştırmıştı. Bunlar, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Prof. Dr. Süleyman Ateş ve Prof. Dr. Sait Şimşek hocalardı.
Kurban Bayramının ikinci günü toprağa verdiğimiz merhum Şimşek, tefsir alanında yetkin, akademik camiada saygın bir ilim insanıydı. 1951'de Mardin'de doğan Hocamız, Diyanet’te vaizlik, Milli Eğitim’de öğretmenlik yapmıştı. 1977 yılında başladığı akademik hayatını 2018 yılında emekliliğine kadar sürdürmüştü. Sonrasında da vefatına kadar özel tefsir sohbetlerine devam etti. İlmî hayatına çok sayıda nitelikli kitap, çeviri, bilimsel makale, akademik bildiri ve ansiklopedik madde sığdıran Şimşek, son olarak “Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri” adıyla 5 ciltlik özgün bir kitap telif ederek müfessirler kervanına dâhil olmuştu. Yazdığı bazı kitaplar, üniversitelerde hâlâ ders olarak okutulmaktadır. Hoca, lisansüstünde birçok talebeye danışmanlık yapmış, ilmî müktesebatını yeni nesle devretmişti. Bunlardan bir kısmı halen rektör, dekan, öğretim üyesi, müftü, vaiz... olarak görev yapmaktadır.
1970’li yıllarda tanıştığım ve uzun yıllar özel tefsir sohbetlerine devam ettiğim Sait Hocamızı daha yakından tanıyalım: O, tek kelimeyle bir Kur’an âşığıydı. “Tekrar dünyaya gelsem yine ilahiyatçı olurum” diyen Şimşek, zaman zaman derslerde öğrencilerine şöyle dediğini anlatırdı: “Tıp doktorluğunu küçümsediğimden değil, insanların kanları ve irinleriyle uğraşmaktansa onların beyinlerine hitap etmeyi tercih ederim. İlahiyatçılık işte budur” derdi. Hocanın zekâsı kadar öngörüsü ve muhakemesi de güçlüydü. Bağnazlıktan hoşlanmazdı. İlmin en büyük düşmanının cahillikle birlikte taklitçilik ve taassup olduğunu söylerdi. Akla önem verir ama nakilden vaz geçmezdi. Fikri ve felsefi tahliller yapmayı severdi.
Hoca, İslam dünyasıyla çok yakından ilgilenir, dünya siyasetini takip ederdi. O, şahısları değil, fikirleri eleştirirdi. Türkiye’de olup bitenler hakkında siyasi yorum yapmaktan çekinmez ve şöyle derdi: “Bazı dostlarım, bir ilahiyat hocasının siyasi konularda eleştiri yapmasını hoş karşılamasalar bile, hayattan uzak bir din anlayışı ve söylemini, hayatla ilgili söylem ve kuralları olan dinime yakıştıramadığım için eleştirilerime devam edeceğim.” Şimşek’e göre: “Bir İlahiyatçıya yakışmayan şey; topluma önder ve rehber olacağı yerde; doğru veya yanlış olduğuna bakmadan bir siyasetin veya siyasetçinin peşine takılmaktır.”
Arap kökenli olmasına rağmen Güneydoğulu olduğu için bazıları onu “kürt” sanırdı ve sırf bu yüzden atamalarda zorluklar yaşadı. Kendisi şöyle anlatır: “Öğretmen atamam bir türlü yapılmıyordu. Kayınpederim Halil Gönenç’e durumu anlattım. Dönemin Din Öğretimi Genel Müdürü Tayyar beyle arası iyiydi, telefon etti. O da: 'Demek senin damadın mıydı o? Şimdi sorsam, İyi olmasa kızımı vermezdim diyeceksin, tayinini hemen yapıyorum' demiş, böylece öğretmen olabildim.”
Sait Hoca, Üniversite’ye geçişte de aynı engellerle karşılaşmıştı. Hem araştırma görevlisi olurken hem de doktora sınavlarında haksızlığa uğradığını anlatır ve şöyle derdi: “Doçentlik sınavına girip kazandım ama bana yedi yıl kadro verilmedi. Profesörlüğe kadar araştırma görevliliği kadrosunda kaldım. Profesörlük kadrosu da iki yıl gecikmeli verildi, o günler öyleydi.”
Oysa Hoca, ne Kürttü ne de Kürtçü idi. Irkçılığa karşıydı ve İslam’ın kavmiyetçiliği reddettiğini söylerdi. O, devlet yönetiminde, ne laikliği kabul ederdi ne de teokrasiyi. Ulusalcı değildi ama ulusu da reddetmezdi. “İslam’ın kendisini çok iyi bilmeden; İslam’ın tek değil ama temel kaynağı olan Kur’an’a hakkıyla vakıf olmadan yapılan değerlendirmelerin tutarlı olmayacağı” kanaatindeydi. Hakkındaki olumsuz söylentilere sabreder ve şu serzenişte bulunurdu: “Anladım ki, ne kadar Kur’an anlatsan da siyasilerin propagandaları ve ulus devlet bakış açısı, insanlarda çok daha etkili oluyor.”
Hoca, aşırılığı sevmezdi, vasat ümmetten yanaydı. “Ümmet-i vasat demek, orta yolu takip eden topluluk demektir. Orta yol ise adalet, yani dengedir. Çünkü, adaletin temel anlamı dengedir. Mesela hâkim, suça uygun değil de, daha az veya daha çok ceza verirse yahut suçlular arasında ayırım yaparsa adil davranmamış olur” derdi. Gazze’de yaşananlardan büyük üzüntü duyuyordu. Laftan başka bir şey üretmeyen Müslüman Ülke liderlerini bundan sorumlu tutuyordu. İsrail’in saldırılarını engellemekle ilgili teklifi şuydu: “İsrail'le ticaret kapılarını kapatırsak İsrailliler ölmez ama İsrail'e demir ve çelik ihraç etmezsek, tatlı su göndermezsek ve Azerbaycan petrolünün Türkiye üzerinden geçişine izin vermezsek İsrail büyük sıkıntı çeker. Bunu yapmamız lazım.”
Hoca, İslam’ın sefaheti reddettiği gibi aşırı zühd hayatını da reddettiğini söyler, şöyle derdi: “İslam; maddeci olmadığı gibi, ruhçu da değildir. Modernist olmadığı gibi, geçmişten devraldığı her şeyi koruma peşinde koşan muhafazakâr da değildir. İslam ne sağcıdır ne solcu, ne kapitalisttir ne sosyalist!..” Şimşek’e göre İslam, nev’i şahsına münhasır bir sistemin adıdır. Mevcut dünya sistemlerinden fayda yerine zarar gören insanlığın tek kurtuluşunun Kur’an’a dönmek ve onun koyduğu ilkelere göre hayat sürmek olduğunu sık sık tekrar ederdi.
Dirayet tefsirine örnek olacak şekilde kendine has görüşleri vardı, ancak bunları kimseye dayatmadığı gibi tefsirine de almadı. Kendisine “Neden bunları yazmadınız?” dediğimde: “Toplum buna hazır değil, yanlış anlaşılmak istemem” demişti. Farklı düşünenlere kızmayan, kimseyle kavga etmeyen, herkesle konuşabilen müsamahakâr ve mûnis bir huyu vardı. Sait Şimşek Hocaya tekrar Allah’tan rahmet diliyoruz. Rabbimiz taksiratını af, makamını cennet, derecesini âli eylesin.
Mehmet Emin PARLAKTÜRK
02.07.2024
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.