AKŞEHİR TARIK BUĞRA, TARIK BUĞRA AKŞEHİR
Abdullah Harmancı
1994 yılıydı. Demek ki üniversite ikinci sınıftaymışım. Televizyon izlerken Tarık Buğra'nın ölüm haberini duymuştum.
O yıllar, öykü yazmak, yazar olmak iddiasındayım ve ihtirasındayım. Lise yıllarım boyunca belki de en çok okuduğum, bir yazar olarak kendisini en çok beğendiğim ve kendisine benzemeye çalıştığım edebiyatçı Tarık Buğra, öğrencilik hayatım boyunca "Kurtuluş" gibi, "Osmancık" gibi, "Yağmur Beklerken" gibi romanları TRT'ye dizi olmuş bu büyük yazar, daha ilk mektep senelerinde öykülerini ders kitaplarımızda okuduğum "Sabahları Severim Oldum Bittim" gibi, "Oğlumuz" gibi öykülerini unutamadığım Tarık Buğra... ölmüştü ve ben hemen kaleme sarılarak bu büyük yazarın benim için neler ifade ettiğini bir çırpıda yazmış, daktilo etmiş ve Türk Edebiyatı dergisine göndermiştim. Derginin Tarık Buğra için hazırlanan sayısında benim bu yazım da yayınlanmıştı ve bu benim için müthiş bir sevinç olmuştu. "Tarık Buğra'sız Bir Sabah..." başlığını taşıyordu sanırım yazım. Derginin kitaplığımın neresinde olduğunu bildiğim halde, şimdi, on bir yıl evvel yayınlanmış o yazıyla yüzleşecek cesareti kendimde bulamadığım için Türk Edebiyatı'nın sayfalarını açmıyorum.
Hatırladığım kadarıyla, kimi romancıların ideolojik sebeplerle eserlerine yazık ettiklerini buna karşılık Tarık Buğra'nın Anadolu'yu büyük bir ustalıkla ve angaje olmadan yansıtabildiğini vurgulayan bir yazıydı. Şimdi olsa elbetteki bir kitaba bile sığdırılmakta zorlanılacak bu tezleri küçük bir yazıda iddia etmek gafletine düşmezdim ama o yaşta bir "genç yazar" için bu heyecanı normal görmek gerekiyor.
Buğra'nın özellikle öykülerinden o kadar etkileniyordum ki, sonradan yazacağım öykülerde Tarık Buğra'nın üslubu, insancıllığı, samimiyeti, söyleyeceğini yürekten söylemesi, hepsi beni etkiledi. Buğra'nın Türkiye Gazetesi'ndeki yazılarını da okur, cümle kuruşlarına, kelime seçişlerine daha o yıllarda imrenir, ona öykünürdüm. Tarık Buğra bir televizyon programına mı çıktı, kalp atışlarım hızlanırdı. O nasıl konuşuyor, o nasıl gülüyor, o ne büyük nezaket içerisinde! Benim için hepsi ayrı bir önemdeydi...
Sonra bir gün, bir kitapta, Türkiye'nin ileri gelen entelektüelleriyle belli konularda yapılmış söyleşilerden oluşan bir kitapta, Buğra'nın "siyasi" açıklamalarını okurken hayal kırıklığına uğrayacaktım. Buğra Türkiye'de şeriat düzeni isteyen insanları aşağılayan sözler söylüyordu. Fakat bu "olay"ı içimde fazla büyütmedim. Ne de olsa islamcılıkla sağcılığın aynı şeyler olmadığını, (sağcı olmadığımı) bilecek kadar büyümüştüm.
Konya Yazarlar Birliği olarak -ben böyle söylemeyi seviyorum- 13 Ağustos 2005 Cumartesi sabahı Akşehir Belediyesi'nin davetlisi olarak Akşehir yollarına düştüğümüz zaman Akşehir'e değil de Tarık Buğra'ya gittiğimi düşünüyordum. Ona ait bir ev, bir iz, bir büst, bir resim, bir eşya bulmayı umuyordum... Biz görmedik ama bize hediye edilen kimi kitapçık ve broşürlerden öğrendiğim kadarıyla yazara ait bir anıt yapılmış. Buna çok sevindim. Ancak gönül daha fazlasını istiyor. Bir müze-ev olmalı örneğin. Adı caddelere, okullara, binalara verilmeli.
O bir dev ve biz bunun farkında değiliz!
Ahmet KÖSEOĞLU
TYB. Genel Sekreter Yardımcısı
Konya Şube Başkanı
HALEP ORADAYSA AKŞEHİR BURADA
Tarihi kucağında emziren ve hâtta aktörüne, tanığına, sanığına kol kanat gerip, medeniyetlere (b)eşiklik eden, dünü bugün de dipdiri taptaze yaşamasını bilen numune-i şahane beldedir Akşehir.
Lidya'nın başşehri Sardes'ten Ninova'ya uzanan tarihi kral yolu üzerinde önemli bir merkez olan Akşehir'in ipek yolu, hacc yolu, ve şimdi Ege'ye açılan karayolunun kenarında bulunması dünün bugüne tezahürünün bir göstergesi değilmi dir?
Hititler, Frigler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Beylikler, Osmanlı Devleti gibi her biri yüzlerce yıl hüküm sürmüş, taş üstüne taş koyup, medeniyetlerin inşasında aktör olmuş devletleri, toplulukları, futbol takımı oyuncularını sayar gibi peş peşe sıralayıp tarihi, dünü hızlıca geçmek işin kolayı olsa gerek. Ama zamanın eskitemediği şehirleri, gergef gibi işleyen bu medeniyetler Akşehir'e, Konya'ya ve tüm insanlığa yapıp ettikleriyle tarihteki yerlerini aldılar.
Milattan önce üçüncü yüzyılda Makedon Prensin adıyla (Philomelos) kurulup philomelion denildiği rivayet edilen şehre Tymbrion, Şehr-i Beyza, Belde-i Beyza, Akşar ve nihayetinde Akşehir denmiş.
Konyalı Seyyah-yazarlar olarak -Türkiye Yazarlar Birliğinin gezisi- Akşehir'i gezip gören, yazan ilk değildik, sonda olmayacağımızı biliyorduk. İbn-i Batuta, Katip Çelebi, Evliya Çelebi, Frederic Sarre, Clement Huart, Charles Texier gibi bir çok seyyah Küçük Asya'yı gezmişler, yazmışlar. Yalnız sadece gezgin olarak yazmamışlar, Şehirci, sosyal bilimci, mimar, sanat tarihçisi gözüyle Konya ve Akşehir'i yazmışlar, çizmişler, fotograflamışlar. Pek tabiidir ki hemşehrimiz İbrahim Hakkı Konyalı'nın 1945 yılında hazırladığı Akşehir-Nasreddin Hocanın Şehri- adlı eserde dönemine göre fevkalade bir çalışma olarak kayıt tarihindeki yerini aldı.
110 yıl önce Akşehir'e at yolculuğu ile geldiğini notlarından okuduğumuz Sarre; Şehre yaklaşırken minarelerin beyaz parıltısını birkaç saat görerek geldiklerini anlatırken, aynı manzarayı bizim görebilmemizin imkansızlığının müsebbibi olsa olsa modernite ve getirdikleridir diye düşünmekten kendimi alamadım.
Adeta açık hava müzesini andıran Akşehir'i 23 yıl önce Hıdırlıktan (Hızırlık) seyrettiğimi hatırlıyorum. Yine aynı yerde arkadaşlarla çaylarımızı yudumlarken o anki manzarayı şimdi göremediğimi seyir yerine dikilen çam ağaçlarının şehri temâşaya engel olduğunu belirttim. Ve devamla sekiz-on ağaç kaldırılıp düzenli bir seyirgah olsa ne iyi olur, hani her şey insan içindi ya dedim. sekiz-on ağaç yerine yetkililer 800 ağacı başka yerlere dikebilirler.
Akşehir'in eski(meyen) mahallelerini gezerken Clement Huart'ın; Şehirin yukarı mahallelerine çıkarken küçük sokakların ortasında tatlı şırıltılarla akan suların sesini dinliyorduk, diye belirttiği suların şimdi varlığı söz konusu değil, ancak o dar sokakların eskimiş asfaltları kaldırılıp taş döşenirse, eski evlerin restorasyonları yaptırılıp Safranbolu, Amasya, Beypazarı evleri gibi hem kullanıma hem turizmin hizmetine sunulursa dünyanın ortası burası diyen ve insanları Akşehir'e çağıran Nasreddin Hocanın mesajına'da katkıda bulunulup Türkiye'nin ve Dünya'nın dikkati buraya çekilse, eminim bu hizmeti yapanın heykeli şehrin girişine dikilir, adıda Akşehir'lilerin gönlüne taht kurar.
Akşehir evlerinin yanı sıra tarihi eserlerinin bir çoğunun restoreye, çevre düzenlemesine ihtiyaç duyduğunu belirtmem gerekiyor. Birini zikretmemiz gerekirse Seydi Mahmut Hayrani Türbesinin geniş bahçesi düzenlenmeli, Ferruşah Mescidi tamir ve tadil edilip gezginlerin hizmetine sunulmalı.
Bir çok eserde aydınlatıcı-bilgilendirici yazı, kitabe yok. Şehir içinde yönlendirici levhaların artırılması, gözden geçirilmesi gerekiyor gibi.
Sultandağı; Asil, vakur, heybetli, tanıklık abidesi...
Savaşa, barışa, kavgaya, sevgiye, aşka, meşke ve yeşile, suya hâsılı zamana tanıklığın timsali.
Ve o'nun göğsüne güvenle yaslanmış Akşehir. Ve Akşehir'in envayi çeşit meyve-sebzelerinin yetiştiği bağ ve bahçeleri. Ve Nasreddin Hocanın bindiği daldan topladığı elmalar. - Hoca bindiği dalı kesmez, elma toplar - Ve Seydi Mahmut Hayrani hazretlerinin yetiştirdiği kirazlar. Ve Akşehir'li Hasan'ın itina ile yetiştirdiği eriği, çileği. İşte bütün bunları Lidyalıya, Frigyalıya, Selçukluya, Osmanlıya, Ankaralıya, Bursalıya ve düne bugüne ikramın kaynağı lütufkâr Sultandağı ve eşsiz suyu.
1250 yılında 1. İzzeddin Keykavus'un isteğiyle Sahip-Ata tarafından yaptırılan Taş Medrese kaç günde, kaç yılda tamamlandı bilmiyorum. Ama henüz yapımı tamamlanıp temmuzun başında hizmete açılan Akşehir Kültür Merkezi'nin 90 günde tamamlandığını belirten belediye başkanının yüzüne şakamı yapıyorsun anlamındaki hayretengiz bakışıma, şaşırmayın çok ciddiyim, tam 90 günde bitirildi, dedi. Üç katlı olan merkezde; Toplantı salonları, fuayeler, kafeteryalar ve sinema salonları bulunuyor. Kültür Merkezinin kısa sürede tamamlanıp iç tefrişi ve dekorasyonunun bitirilmesi de hocanın fıkraları gibi. Güldürüp düşündürüyor hatta hayret ettirip dudak ısırtıyor. Gülmece parkının yanına yapılan bu merkezin başka yerden taşınıp monte edilmesinin bile bu kadar zamanda yapılamayacağını düşünüyor takdirlerimi ifade ediyorum.
Sizde Akşehir'in dününü, bugününü görüp tanık olmak istiyorsanız Halep oradaysa Akşehir burada diyorum.
"DÜNYA'NIN MERKEZİ" AKŞEHİR'DE KÜLTÜR VE SANAT
Dr. Zekeriya ŞİMŞİR
Tarihin her döneminde önemli bir kent olan Akşehir'in tarihi geçmişi, Hitit ve Frigler'e kadar uzanmaktadır. Lidyalılar'ın başkenti Sardes'ten başlayıp Ninova'ya ulaşan tarihi kral yolu üzerinde bulunması Akşehir'in geçmişten günümüze stratejik bir konuma sahip olmasını sağlamıştır. İç Anadolu'nun batısında, Sultan dağlarının eteklerinde ve Akşehir gölünün hemen yanında yer alan Akşehir, verimli topraklarıyla da bir cazibe merkezi olmuştur.
Anadolu'nun kapılarının Türklere açıldığı Malazgirt zaferinden sonra Bizanslılar ve Selçuklular arasında el değiştiren şehir sonunda Selçuklu kenti olmuştur. Payitaht Konya'ya yakın olması, merkezden nasiplenmesini sağlamıştır. Akşehir, bu dönemde kale, camii, mescid, medrese, hankâh, imaret hamam, köprü ve çeşme gibi yapılarla donatılarak bayındır bir kent haline gelmiştir. Ayrıca ismi Akşehir ile simgeleşmiş Türk mütefekkir ve mizah adamı Nasreddin Hoca, mutasavvıf ve alim Seyyid Mahmud Hayrânî ve Selçuklu veziri Sahib Ata Fahreddin Ali gibi bir çok alim, gönül ve devlet adamının şehirdeki faaliyetleri ile de önemli bir kültür ve sanat merkezi olmuştur. Kent bu özelliğini Beylikler ve Osmanlı döneminde de korumuş ve yeni eserler de ilave edilmiştir. Kurtuluş savaşı esnasında mühim rol üstlenen şehir Cumhuriyet döneminde de modern yüzüyle tarih, turizm ve tarımıyla kendinden söz ettiren şirin bir ilçemizdir.
Şimdi burada Akşehir'in kültür ve sanatını yansıtan önemli bazı tarihi eserlerden kısaca bahsedelim.
Kale: Şehir iç ve dış olmak üzere iki sur tarafından çevrilmişti. Şehrin kalesinin üç kapısı bulunduğunu tarihi kaynaklardan öğrenmekteyiz. Günümüze sadece Akşehir deresi içerisinde yer alan bir sur ulaşmıştır. Akşehir Müzesi tarafından 2004 yılında Selçuk mahallesinde yapılan kazı ve sondaj çalışmasında bir sur ve küçük buluntular da elde edilmiştir. İç surun içerisinde geleneksel olarak Ulu camii, çarşı-pazar, mahalleler ve dar sokakları ile evler bulunuyordu.
Ulu Camii: Şehrin merkezinde yer alan camiyi tarihlendiren tek kitabe minarede yer almaktadır. Bu kitabede 1213 tarihi geçmektedir. Ancak yapı, Alaeddin Keykubad döneminde ve 14-15. yüzyıllarda da bazı onarım ilave ve değişimlere uğramıştır. Mihraba dik yedi sahınlı olan mabedin en önemli yeri çini mihrabıdır. Çini mozaik tekniğinde yapılan mihrap, döneminin zevkine uygun olarak geometrik motifler ve yazı ile süslenmiş güzide bir eserdir.
Taş Medrese: Eser, medrese, mescid, türbe, hankâh, imaret, daru'l-kurra ve çeşmeden olaşan bir külliye şeklinde inşa edilmiştir. Günümüze sadece medrese, mescid, türbe kısmı ulaşmıştır. Batıdaki bugün yıkık olan taç kapısındaki kitabesine göre, 1250 yılında Sahib Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen şeklinde, doğu-batı doğrultusunda inşa edilen medrese, açık avlulu ve dört eyvanlı idi. Doğuda ana eyvan ile kubbeli mekanlar, güneyde revağın gerisinde yan eyvan ve talebe hücreleri, kuzeyde yine revağın arkasında eyvan ve türbe yer alır. Kuzey batı köşesinde de tek kubbeli iki şerefeli minaresi ve iki bölümlü son cemaat mahalliyle mescid kısmı bulunur. Mescid kısmı 2003-2005 yıllarında restore edilmiştir. Akşehir müzesine bağlı bir birim olarak görev yapan medresede bölgeden toplanan arkeolojik malzeme ile son derece zengin mezar taşları yer almaktadır. Uzun yıllardır ziyarete kapalı olan müzede umarız esaslı bir restorasyon yapılarak ziyarete açılır.
Seyyid Mahmud Hayrânî Türbesi: Türbe, zaviye, imaret, mescidler, medrese, hamam ve çeşmeden müteşekkil bir manzume halinde inşa edilmiştir. Yapılardan sadece türbe ile Ferruhşah Mescidi ayaktadır. Türbenin ilk tarihini içerisinde bulunan ahşap sandukalardaki tarihler vermektedir. Buna göre yapı 13. yüzyılın 3. çeyreğinde yapılmıştır. Türbenin kapısının üzerindeki kitabede yer alan 1409-1410 yılı da, yapının Karamanoğulları döneminde yapılan onarımın belgesidir. Türbe kare bir gövde üzerine on altı kenarlı ikinci gövde ve bunun üzerinde on altı dilimli olarak inşa edilmiştir. Üzeri de dilimli bir külah ile kapatılmıştır. Türbede plaka ve sırlı tuğla tekniğinde yapılmış çiniler yer alır. Bunlardan bazıları Akşehir sarayından getirilmiştir. Türbedeki ahşap sandukalar İstanbul Türk-İslam Eserleri müzesinde sergilenmektedir.
Ferruhşah Mescidi: Kitabesine göre, 1224 yılında Konyalı Ferruhşah bin Kulu tarafından yaptırılmış tek kubbeli bir mesciddir. Batı ve güney cepheleri çinilerle bezeli iken günümüze sadece bazı izleri ulaşmıştır.
Küçük Ayasofya Mescidi: Giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre, 1235 yılında yaptırılmış tek kubbeli bir Selçuklu mescididir. Kubbe eteğinde ve kubbenin merkezinde mozaik çini süslemeler mevcuttur.
Güdük Minare Mescidi: Giriş kapısının üzerindeki kitabesine göre 1226 yılında yaptırılmıştır. Tek kubbeli bir harimden oluşan mescidin güney doğu köşesinde minare yükselir. Minare sırlı tuğla ve yine Akşehir sarayından getirilip buraya yerleştirilmiş Kubad Abad Sarayı çinilerine benzer figürlü çinilerle bezenmiştir.
Altunkalem Mescidi: Kitabesine göre, yukarıdaki mescidler gibi Alaeddin Keykubad zamanında 1223 yılında yapılmış tek kubbeli bir mesciddir. Batı cephesindeki pencere alınlıklarında yer alan süslemeler önemli ölçüde tahrip olmuştur.
Kızılca Mescid: Tek kubbeli mescidlerden olan eserin kitabesi bulunmamaktadır. Yapıda yer alan ahşap kapı kanadı mescidin 13. yüzyılın sonlarında yapıldığına işaret etmektedir.
Kileci Mescidi: Tek kubbeli bir mescid iken bugün kubbesi mevcut değildir. Kitabesi bulunmayan mescid 13. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirmek mümkündür. Ahşap kapı kanatları ve ejder figürleri ile bezenmiş muhteşem dolap kapakları ile dikkati çeker.
Nasreddin Hoca Türbesi: Aynı adla anılan mezarlığın içerisindedir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Nasreddin Hoca'nın 1284-1285 yılında vefat etmiştir. İçten altı, dıştan on iki sütuna oturan, iki bölümden olaşan baldeken türbe, muhtemelen Beylikler döneminde (14.yy.) yapılmış olmalıdır. Türbede yer alan kitabeye göre Konya valisi Faik Bey tarafından 1905 yılında restore edilmiştir. Mezarlıkta türbeden başka son derece müzeyyen mezar taşları dikkat çekmektedir.
İplikçi Camii: Boyuna dikdörtgen şeklinde planlanmış yapının batıdaki giriş kapısının üzerinde yer alan kitabesine göre, 1337 yılında yapılmıştır. Kuzeydeki giriş kapısının üzerinde yer alan ikinci bir kitabeye göre de 1540-1541 yılında tamir görmüştür. Camii mihrap duvarının önünde üç kubbeli, bunun arkasında mihraba dik beş sahınlı ve düz tavan örtülüdür. Harime kuzey, doğu ve batı kapıdan girilmekte olup, batı girişinin bitişiğinde minare bulunur.
Taceddin Dede Türbesi: Yapının giriş kapısı üzerinde yer alan kitabesine göre 1500 yılında yaptırılmıştır. Tek kubbeli kübik bir türbe olan eserin giriş cephesi, zengin bitkisel motifler, geometrik süsleme ve yazı ile bezenmiştir.
Meydan Hamamı: Batı Cephesi Karargahı Müzesi'nin yanında yer alan hamam, erkekler ve kadınlar bölümü olmak üzere çifte hamam olarak inşa edilmiştir. Giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre Subaşı Emir Şerafeddin Ahmed tarafından 1329-1330 tarihinde yaptırılmıştır. Haçvârî dört eyvanlı ve köşe hücreli tipe giren hamam soyunmalık bölümleri hariç, kadınlar ve erkekler bölümü simetrik olarak yapılmıştır.
Eski Kale (Taş oluk) Çeşmesi: Şahide şeklinde planlanmış çeşmenin ayna taşı boyuna dikdörtgen şeklinde düzenlenmiştir. Ayna taşını iki taraftan sınırlandıran profilli silmelere sahip dikdörtgen ayakların alt tarafında kaideleri üst taraflarında da başlıkları yer alır. Üst tarafında girlantlı bir süslemeye sahiptir. Çeşmenin alınlık kısmında altı satırlık şiir şeklinde yazılmış kitabesi yer alır. Buna göre çeşme, 1750-1751 yılında Müftü İbrahim Efendi adına, karısı tarafından yaptırılmıştır.
Evler: Dar sokak dokusu üzerinde yer alan ve coğrafi konumu itibariyle eğimli bir arazi üzerine yapılan evler, daha çok 19. yüzyıldan günümüze ulaşan örnekler olup, iç ve orta sofalı tipe girmektedir. Arsa durumuna göre sokağa değişik tiplerde çıkmalar yapan cumbalara sahiptir Büyük bir kısmı orijinal haliyle günümüze ulaşmıştır.
Sonuç olarak, Akşehir, gerek coğrafi konumu ve gerekse geçmişten günümüze üzerinde barındırdığı kültürel değerleri ile önemli bir kenttir. Önemli bir değer olan Nasreddin Hoca'nın bütün yönleriyle Dünya'ya tanıtılması için her türlü çaba sarf edilmelidir. Hatta bu konuda akademik araştırmalar yapan bir "Nasreddin Hoca Araştırmaları Merkezi" kurulmalıdır. Tarihi eserler orijinaline uygun olarak restore edilmelidir. Taş Medrese bir an evvel restore edilip yeniden teşhir ve tanzimi yapılarak ziyaretçilere sunulmalıdır. Ayrıca mezar taşları bakımından Akşehir son derece zengindir. Sadece mezar taşlarının sergilendiği bir mezar anıtları müzesinin kurulması gerekmektedir. Akşehir gerek kent, gerekse mahalle ve sokak ölçeğinde ve gerekse de tek tek ev ölçeğinde yeniden değerlendirilerek bir proje çerçevesinde ele alınarak orijinaline uygun olarak restore edilmelidir. Bazı sivil mimarlık örnekleri kamulaştırılarak kültür ve sanat mekânlarına dönüştürülebilir. Böylelikle şehrin tarihi değerleri yaşatılarak bölgede bir cazibe merkezi haline getirilebilir.
NASREDDİN HOCA'YA GÜLMEK
TARIK BUĞRA'YA AĞLAMAK
HÜZEYME YEŞİM KOÇAK
"Nasreddin Hoca'ya gülmek" dedik...
Ama Yazarlar Birliği'nin Akşehir'e tertiplediği gezide, Belediye Başkanı Sayın Mustafa Baloğlu ve ekibi çok başarılı işlere imza atmasına rağmen, gülemedik.
Çünkü bütün Türkiye'nin umumî manzarası; Akşehir'de de görülüyordu.
Münferit çabalar ümit getirici olsa da; topyekûn bir silkinişi, genel bir yükseliş ve kalkınma hamlesini meydana getiremiyor, mevziî kalıyordu...
Elbette vazifemiz, her şeye rağmen, karanlık şartları yarmak ve hayatımız içinde ferdî aşamaları meydana getirmek ve hizmete koşmaktı.
...
"Gülmece Park"ın da mizahçılarımızın büstlerinin isimleri sökülmüştü.
Tam bir "tanı(n)mazlık" hâli... "Adsızlık/ kimliksizlik" her yanımızdan sızıyor, hayatın tüm yüzlerinde kendini belli ediyordu.
Küçük gibi gözüken örneklerden, "bütün"deki zafiyeti yakalayabiliyorduk... Kültür, sanat ve fikrin bu ülkede adı yoktu.
Tarık Buğra gibi dev bir sanatçı bile, "öz vatanında garipsin, öz vatanında parya" dedirten bir "küçültülme" muamelesine maruz kalıyordu. Yaşarken kimi çevrelerce "adsızlaştırıldığı" gibi; öldükten sonra da doğduğu topraklarda yer bulamıyordu.
"Ayakta Durmak İstiyorum" diyen güçlü ses; nisyanın ölü toprağına gömülüyordu. İstiklâl Harbi'ni anlatan en güzel romana imza atan bir seçkin kalem, kendi toprağının, gönüllerin "Ağa"sı olamıyordu.
Çok kıymetli, zengin bir "kalem işçisi", "kültür emekçisi"; vasıfsız bir amele kadar korunmaya, himayeye lâyık bulunmuyordu. Bu vaziyette 10 tane Kültür Merkezi inşa etsek neye yarardı.
Tarık Buğra, solu temsil eden bir isim olsaydı; sözgelişi mezarı Kutbistan da da olsa getirilmez, yaşadığı mekân, izleri ihya edilmez, her vesileyle gündeme getirilmez miydi?
"Gülmece Park'ındaki" devasa kazanda cümlemiz kaynatılsak( meselâ 40 yıl).. acaba "adam olduk" denilir miydi?
Belki Nasreddin Hoca değil, torunları eşeğe ters binmişti. Güzergâh yanlış, vasıta yanlış ve sürücü(bizler) yanlıştık.
İsimlere, mazrufa olduğu kadar; özümüze ve ihtiva ettiği cevhere de sahip çıkmak gerekmez miydi? Görüntü, alâyiş durumu kurtarır mıydı?
Derûnumuzdaki gerileme; bir gönül kahramanını da, zamana ayak uydurarak "üç kâğıtçı, günün adamı, adamsendeci (ben'deci) bir tip yapar mıydı; "Hoca" Nasreddin'i de ahvâl bozar mıydı? Yoksa bugünün tarihleri, "Benzetilmiş(!) bir Hoca"yı mı yazardı?
En büyük davamız; "şehirleşme"den önce "adamlaşma" mıydı? "Adam gibi adamlar" mı, "medenî, müreffeh şehirleri" kurardı?
...
Tarihin, sanatın, değerbilirliliğin göstergeleri olarak kol kanat gerilmiş "Eski Akşehir Evleri" ise.. sadece yüze değil, yüreklere de gülüyordu. Has devirlerimizi, has insanlarımızı bize fısıldıyor; farklı bir zaman aralığından göz süzüyordu.
Evlerin ruhuna uygun tatlı ihtiyarcıklar görülüyordu pencere köşelerinde, kapı önlerinde... Huzurun öbeklendiği yuva içlerinde...
"Siz ebediyen yaşayın!" dedirten... "Maya tutmuş göllerden"; "kırpıp kırpıp yıldız yapılsa da, ay'lığını kaybetmemiş" şerefli, gönenç dolu günlerden, göklerden haberler getiren...
...
Halı tezgâhlarında ilmek ilmek; sabrı, sevdayı, aşkı dokumak vardı. Yasin i Şerifi yalnızca halıya değil, bir "Hakk İpiyle" ipeksi temaslarla, ruhlara dokumak vardı.
Tabiatın her varlığında 0'nu okumak; her işte 0'nu işlemek; asıl.. "Marifet sahibi" olmak vardı.
Bir ara doku(n)manın, işlenmenin, nakışın ve oluşumun sesi.. Kuyumcu Selâhaddin'in, şeydâ bir gönülle altını çekiçle dövmesinin, mânâ yüklü sesiyle birleşti.
Akşehir'in; Konya'nın ve bütün dünyanın nabzına; "aşkın kalbinin" ahenkli vuruşlarına.. ölümsüz zamanların şarkılarına karıştı.
Eski-yeni eşleşti.. Denkleşti ve TEKleşti... Birbirinin içinde eriyip, YEKleşti.
"Erler demine destur alalım" diyen bir ses, bağırlardan sökülüp hürleşti... Alıp başını visâle gitti.
Akşehir, İçimde Bir Ağrı...
Ümit Savaş Taşkesen
Başlığı Abdullah Harmancı'nın Ereğli yazısından ödünç aldım. Ereğli gezisi üzerine yazdığı yazının girişi aklıma geldi TYB Konya şubesi önünde bizi Akşehir'e götürmek için gelen otobüsünü gördüğüm zaman. Şaşırdım, şaşırdık. Gülümsedik. Ereğli Belediyesi'nin bize yaptığı bir kötülük olarak düşündüm. Bizi lükse alıştırmış meğer Ereğli Belediyesi. Bizi alması için gönderilen 403 model bir otobüstü, Akşehir'den gelen ise belediye otobüsü. Mustafa Kutlu'nun Mavi Kuş'u geldi daha sonra aklıma. Saat dokuz gibi Akşehir'e doğru hareket ettik. Yol için poğaçalardan almayı unutmuştuk ama Gülnihal Ümit sağolsun, Ereğli gezisinde olduğu gibi, gevrekleri bizimle de paylaşarak mide gurultumuzu dindirmeye çalıştı. Uğultu içinde yollara düştük. Güneş sağımızda. Yönümüz Akşehir. Ahmet Köseoğlu, yol üzerinde Ilgın'a Lala Mustafa Paşa Camii ve külliyesine de uğrayacağımızı belirtmişti. Mihmandarımız Dr.Zekeriya Şimşir, elimize ziyaret edeceğimiz yerlerin fotokopisini dağıttı ve dönüşte bizi imtihan edeceğini belirtti. Program çok ciddi idi. Sınava çalışır gibi elimizdeki teksirlerden ziyaret yerlerini çalışmaya başladık. O kadar dalmışız ki, bir de baktık Ilgın'da Lala Mustafa Paşa Camii'nin avlusundayız. Zekeriya Hoca anlatıyor. Biz dinliyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Mimar Sinan'ın eseriymiş bu camii ve etrafındaki külliye. Bilmiyordum. Şaşırdım. Sanıyordum ki Mimar Sinan sadece İstanbul'da, Edirne'de eser vermiş. Ne saflık! Hac Yolu üzerinde bulunuyormuş bu cami. İçini göremedik. Çünkü bir Cami klasiği olarak kapalıydı. Yan taraftaki külliyenin içi harap bir biçimdeydi. Mimar Sinan'dan utandım orasının harap ve idrar kokulu durumundan. Ilgın büyük bir ilçe, neden böyle bakımsız diye düşündüm. Kim olduğunu bilmediğimiz birisi, restorasyon çalışmaları için bu sene 7 trilyon ayrıldığını söyledi. Ne ölçüde doğru bilmiyorum. Ancak orası bir felaket. İçim/iz kanayarak Akşehir'e doğru ilerledik. Elimizde simitler, çaylar. Otobüs tahminimizden daha iyi çıktı, ancak uğultusu yine de bizi yordu.
***
Akşehir'deyiz. Ayağımız yere bastı. Yorulmuş ve acıkmışız. Gülmece parkında bir çay molası verdik. Yorgunluğu bir nebze atmaya çalıştık. Nasrettin Hoca fıkrası gibi muzip bir durumdu bu. Daha sonra Nasrettin Hocanın mezarını ziyaret ettik. Ben daha önceden görmüştüm ama yine de bir merak ve heyecan ile gittim oraya. Her gidişimde İsmet Özel'in Türkiye Metaforu olarak kullandığı bir yazısı geldi aklıma. Mezarın kapısı kilitli, etrafının açık olmasıyla ilgiliydi yazı. Ancak baktım, kapısında bilet satış görevlileri vardı ve etrafı da duvarla çevriliydi. Fıkranın, yazının esprisi kaçmış, bozulmuş.
***
Akşehir Kültür Merkezi ziyareti hayranlık uyandırıcıydı. Üç ay gibi kısacık bir zaman dilimi içerisinde Nasrettin Hoca Şenliklerine yetiştirilmiş. Geceli gündüzlü çalışılarak. Ahmet Köseoğlu bunun büyük bir eser ve başarı olduğunu vurguladı. Özellikle Konevi kültür merkezinin hikayesini, yapılma süresini dinleyince kendisinden kültür merkezinin yapılma başarısının hakkını sayın başkana teslim ettik. Her ay devlet tiyatrolarından bir oyun sözü almışlar. Bir ilçede olması zor gibi görünen bir kültür zenginliğine sahip Akşehir.
***
Bir Akşehirli olarak da gezmeye çalıştım Akşehir'i. Ne de olsa biraz hanımköylü sayılırız!! Karabulut köyünden. Akşehir gölüne gitme imkânı olsaydı arkadaşları köye götürüp bir ayran içirmek istiyordum. Ancak bu mümkün olmadı. Göl, gezi programına sığmadı. İsmail Özkan 'İrmik helvasını yemeden, gölünü görmeden' geri döndük diyordu.
Doğru. Hanımköy tarafından Akşehirli olan ben dahi daha önce yemedim İrmik helvasını. Çok meşhurmuş. Tekrar gelmek için bir gerekçe olarak elimizde bulunsun diye düşündüm. Gelmek isteyen için gerekçe üretecek materyal çok. Kiraz zamanı da gelmeli Akşehir'e.
***
Gezi programının ilerleyen bölümlerinde Mahmut Hayrani türbesi ile Ermeni kilisesi ve Akşehir Ulu Camii'ni gezdik. Ermeni kilisesinin durumu düşündürdü beni. İçinde sıralar, yemek kapları, Atatürk posteri ile kapısı kilitli bir durumdaydı. Restorasyon çalışmaları başlayacakmış. Şimdi ise bir depo gibi duruyor. Hemen bahçesindeki okulun fazla sıralarının, sobalarının bulunduğu bir depo. Burasının bir zamanlar ibadethane olduğunu düşününce de Lala Mustafa Paşa camiine üzüldüğüm gibi üzüldüm. Ne yapılmalı bilmiyorum ama o durumda da bırakılmamalı.
***
Akşehir, Futbol, Lozan.
Akşehir Müzesini gezmek çok etkileyiciydi. Bu etkileyiciliği daha sonra bir yazıda açmak isterim. İlginç, tarih kitaplarında rastlamadığım, bilgiler edindim. Büyük Taarruz kararının alındığı odayı gezerken bir milletin varoluş mücadelesinin nirengi noktasını oluşturan bu yerin bilinmiyor olması üzücüydü. Benim için ilginç olan bilgi ise şu: Yunanlılarla Türkler futbol maçı yapmak için Akşehirde buluşmuşlar. (Anlatanın yalancısıyım) Türk kurmay heyeti de bu maç vesilesiyle bir araya geliyorlar. Sahada futbol oynanırken şu an müze olarak kullanılan yerde Büyük Taarruz'un planları yapılıyormuş. Lozan'a giden yolda futbolun bir basamak olması da ilginç geldi bana. Bu bilgiyi kendisine anlattığım Abdullah Harmancı "maçı kim kazanmış diye sormuştu. Bunu bana anlatana sormayı unutmuşum. Ama mutlaka biz kazanmışızdır... Sonuç onu göstermiyor mu? Müzedeki yaverler odasındaki resimlere bakınca ismini bilmediğim, resmini görmediğim ne kadar isimsiz kahramanımız varmış. Bir kez daha anladım. Neden bunları bilmiyoruz diye de kendime sordum. Eksik olan, öğretilmeyen, yarım bırakılan, tarihten düşülen ne kadar insanımız, kahramanımız var?
***
Gezinin sonlarına doğru ipek halı dokuma tezgahındaki kızları izledik. Ne yüce sabır. El ve göz nuru. Hızla inen, kavrayan, kesen parmaklar. Bıkmadan, on iki saat. Bir tezgahın başında. İlmek İlmek dokuyorsun. Çok çok etkileyiciydi... Sabrı düşündürdü bana oradaki halılar, kızlar, kadınlar. Ve ne kadar sabırsız olduğumuzu. Erkeklerin yapabileceği bir şey değil. Güçlü bir ressamımız olsaydı Dürer'in(inşallah yanlış hatırlamıyorum!) "Praying Hand" tablosu gibi bir resim de halı dokuyan kızlarımız için çizerdi diye düşünüyorum.
***
Akşehirden, Akşehir evlerini de göremeden ayrıldık. Mesai bitmiş. Müze kapanmış. Yorgun argın düştük Konya'ya. Yol, Ahmet Köseoğlu'nun esprileri, konuşmaları olmasa çekilmezdi. İzlenimlerimizi sordu. Allahtan otobüste mikrofon sistemi yoktu. Fenerbahçe maçı skorunu öğrenince o ve Abdullah Harmancı üzüldü, sustu. Hasan Arslan'ın hüzünlü bir şarkısı ile yolculuğumuz son buldu.
Akşehir Sepetinden
Makbule ARSLAN
Dalgalar insanı bazen boş, bazen de çeşitli nimet ve güzelliklerle dolu, kararlı ve kanaatkâr insanların bulunduğu yerlere savurur. Dalgalar bizi ağustos ayının on ikinci günü Allah'ın çeşitli nimet ve güzelliklerini esirgemediği Gülmece Başkenti'ne savurdu. Evet, eşeğine ters binerek herkesi güldüren, Allah'ın adaleti gibi cevizleri dağıtıp herkesi düşündüren, türbesinde bile çeşitli muziplikler bulunan Nasrettin Hocanın ilçesine Akşehir'e...
Ruhlarını ressamlar tuvallerine verirmiş, yazarlar kalemlerine... Nasrettin Hoca da Akşehir'e vermiş doğrusu. Bu hissi yalnız Hocanın türbesinde değil; o dar, yokuşu fazla, birbirine yapışık evlerin, sımsıcak iletişimin olduğu sokaklarda da fark etmek mümkün. Mesela biz kafile olarak Akşehir'in kalbinin attığı yerlerde gezerken; üzerimizdeki iletişim sıcaklığını (Ee tabi ağustos sıcağına da) Ulu Camii, Hasan Paşa Camii gibi yerlerde manevi huzuru, göz zevkinin son doruğu sayılabilecek küçük kesitleri (çini işlemeler, çeşitli dönemlerden kalma farklı yazı tipli bordürler...) Bizzat görüp inceledik. İnsanların bedenen ve ruhen dinlenip farklı denizlere yelken açmaları için ipi göğüsleyen insanları takdir ettik. Bu insanların başındaki Belediye Başkanı Mustafa Baloğlu'nun cesaretinin azminin ve sabrının açık kanıtı olan Kültür Merkezi'ni gezdik. Bu bina üç ayda tamamlanışı küçük ayrıntılarının gözden kaçırılmayışı ve serin iç açıcı rengiyle ilginç bakışlarımıza küçük bir gülümsemeyle cevap verdi.
Gülmece başkentinde gezimiz devam ederken siyasi, sosyal ve ekonomik darboğazların bizleri çok derinden etkilediği ortamdan bizi bir nebze uzaklaştıran Türkiye'nin önemli gülmece- güldürmece ustalarının yüzlerinin yapıldığı yuvarlak bir alana geldik. Bu ilçede Türkiye'yi güldüren insanların çehrelerini görmeden olur mu deyip Kemal Sunal'ın Adile Naşit'in, Sadri Alışık'ın yüzlerine ilk kez görmüş gibi sevgiyle baktık. Bu büyük emek ve zahmet dairesinden küçük bir slalom yoldan yürüyerek bakır sanayinin nefis ürünü dev kazanı yanına geldik. Doğrusu koça bir Akşehir'e yemek pişirecek kapasitedeki bu kazanı görünce Keloğlan masallarındaki devanasının yemek pişirdiği dev kazanı anımsadım.
Güzel hizmetlerde bulunulan yerde güzel yemekleri yedikten sonra devam eden gezimizde gittiğimiz en son yer olan halı kursundan bahsetmek isterim görülmeye değer çok güzel ipek halıların bizi mest ettiği bu yer bize çeşitli dönem ve yaşamların perdesini araladı. Çünkü gördüğümüz ipek halılar sanki dokunmuyor nakış nakış ruhlara işleniyordu. Sabır emsali çalışanları pek de yabancılık çekmediğiz yüzler düşünceli bir ağacın bol meyve veren dalları gibi sakin bir tavırla ve en güzel şekilde hünerlerini önlerindeki halı tezgâhlarına döküyorlardı. Bir buçuk yıldan üç buçuk yıla kadar uzun süreli emek verilen ipek halılarda Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosundan, Pazırık Halısının figürüne kadar birçok güzellikle karşılaşmak mümkün oldu. Bir de Yasin sûresinin dokunduğu, yalnızca görüneni değil görülmeyen güzellik ve maneviyatı zihnimize işleyen halı, uçuk pembe rengiyle ve usta bir hattatın elinden çıkmış gibi görünen yazısıyla başımızı arşa deydirdi.
İnsanlar ve devletlerarası bütün ilişkilerin çarpık, ülkemizin bütün kurumlarıyla ve kendisiyle tam bir hesaplaşma dönemindeki bu yer; kararlı, fedakâr, Hocaya layık, sevecen ve çalışkan insanların bulunduğu; camilerinden müzelerine çay bahçelerinden sokaklarına mütevazı evlerinden yeşil örtüsüne kadar her yeri görülmeye değer güzellikte...
Akşehir'in sokakları taştan m'ola?
Gülnihâl ÜMİT
Bir seyahate ihtiyacımın olduğu zaman idi. Denk geldi, dostlarla yola düştük. Ne gezdiğimizi, ne de yedimizi yazacağım.
Yakın bir dönem içinde gidip gördüğüm Afyon'da, Karahisar Kalesi civarı sokakları beni öylesine etkilemişti ki. Tıpkı kendi düzenlediğim Meram Dere gezilerinden biriydi. Aynı izlenimleri Akşehir'de de yaşıyorum...
Birbirinden şirin cumbalı evler, evlerin önünde alyans misali evin hanımı... sokaklar, taş..zaman zamansa arsız asfalt ayaklarımıza serilmekte. Evler ve sahipleri öylesi içten ki, bir içmeye davet edercesine gülüyorlar yüzünüze. Çocuklar... Çocuklarsa şen, her zaman ki gibi. Zaten, ne zaman bir çocukluk düşlesem, zeminde taş döşeli sokaklar belirir.
**
Yine yalnız bırakmıyor beni şiirler. Zaten hazırlıklıydım ya, birer ikişer düşüyor bir cephesi de sokağa bakan şiirler. İlkin, bir öğretmenimizi taklit ederken kullandığımız, bir Tevfik Fikret şiiri düşüyor sineye. Ne diyorduk; "Sokaklarda seylabeler ağlaşır, /Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır." O evlercesine gülüyorum.
**
Elbet, sokak diyince kaldırımı da anacağız fakat bu sokaklarda kaldırım mı ararsınız? Öyle olunca, "Kaldırımlar"dan ziyade, Ahmet Muhip Dıranas'ın "Sokaklar" şiiri, yüreğimi bırakmıyor.
"Sokakta gün, sokakta gece,
Ben sen o biz kuş ve karınca.
Sokaktan gelir vehimlerim,
Sokakta geçer bayramlarım.
(...)
Sokakta kibarlar, sakatlar,
Alaylar, düğünler, tabutlar.
Sokakta ağlanır, gülünür,
Hayal kurulur ve ölünür.
(...)"
**
Daha ne diyeyim ki, bu mısraların üzerine... Son olarak Attila İlhan şapkasıyla geliveriyor gözlerimim önüne, kendi sesiyle değil de, babacığımın sesi kulaklarımda:
"Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme, kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun..."
**
Şimdi ise, kendi sokağımdayım. Tüm ana yollara selam olsun...
Gülmecenin Başkenti Akşehir
Zeki Oğuz
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi "Yazılacak Çok Şeyimiz" adı altında geziler düzenliyor. Bu gezilerin altıncısını geçtiğimiz Cumartesi günü Akşehir'e yaptık. Yazar, şair, gazeteci, sanata ve edebiyata düşkün öğrenci yaklaşık kırk kişi, Yazarlar Birliği'nin önünden, Hoca Hasrettin zamanından kalma bir otobüsle düştük yola. Hatta Şube Başkanı A.Köseoğlu bir arkadaşımızı hayli yapılı görünce yola dayanamayacağını düşünerek birliğe kilitlemeye kalktı, ama başarılı olamadı. O arkadaşımız da geldi bizimle.
İlk durağımız Ilgın Lala Mustafa Paşa Külliyesi'ydi. Çarşı içinde geniş bir alanı kaplayan külliye 1576 yılında Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Külliyenin çarşı bölümü güzel, ama hanın durumu içler acısı. Han mezbelelik halde .Vakıflar Müdürlüğü'nün, hanın bu hale gelmesine neden izin verdiğine akıl sır ermez.
Akşehir'de grubu Belediye Kültür Müdürü ve bir bayan yardımcısı karşıladı ve gezinin sonuna kadar ayrılmadılar.
İlk durağımız Nasrettin Hoca'nın türbesiydi. Burada Zekeriya beyin kısa bir bilgi vermesinden sonra Gülmece Parkı'na geçtik. Akşehir Belediyesi bir değerbilirlik örneği göstererek ülkemiz gülmecesine hizmet edenlerin büstlerini ve Nasrettin Hoca'nın kimi fıkralarını anlatan anıtlar yaptırmış.
Akşehir Belediyesi diğer ilçe belediyelerinin örnek alması gereken mükemmel bir kültür merkezi yaptırmış. Hem de üç ayda bitirilmiş kültür merkezi. Akşehir'in yüzünü güldüren merkezde 550 kişilik bir sinema salonu var. Hasrettin Hoca Şenlikleri sırasında birçok etkinlik burada yapılmış. Belediye bu merkez için hiçbir kredi almadan yalnızca kendi imkanlarıyla gerçekleştirmiş.
Kurtuluş Savaşı sırasında Batı Cephesi Komutanlığı karargah binası Atatürk Müzesi haline getirilmiş. Özellikle dışardan gelen gezginler ilgiyle geziyorlarmış bu müzeyi.
Akşehir Nasrettin Hoca Şenlikleri 46 yıldır yapılıyor. Belediye bu yıl yedi bin konuğu ağırlamış.
Yorgunluk çayını Hıdırlık Parkı'nda içtik. Onca sıcaktan sonra çınarların koyu gölgesi ilaç gibi gelmişti gezginlere. Otuz altı yıl önce yaşadığım güzel bir anım var Hıdırlık Parkı'nda. Genç bir gazeteciydim.Yeni yeni yazıp çizmeye heves ediyordum. O yıl şenlikte Hıdırlık Parkı'nda şiir okunacaktı. Akşam serinliğinde Feyzi Halıcı, Osman Atıla ve Şiirimizin koca direği Fazıl Hüsnü Çağlarca şiir okudular, söyleşi yaptılar. Birkaç yıl önce bir kitap fuarında F. H. Dağlarca'ya o günü hatırlattım. Kolunu sallayarak "Ahh, nerde o yıllar" dedi. Kocamıştı ve hüzün vardı gözlerinde.
Akşehir'in en sevdiğim yerlerinden biri eski evleri. Bu evler korunuyor, restore ediliyor. Evin biri Akşehir Evi olarak düzenlenmiş. Burada Akşehir'e özgü yemekler yenebiliyor. Ev tam bir etnografya müzesi gibi.
Seyyid Mahmut Hayrani Türbesi'ni, Ulu Cami'yi, Hasan Paşa İmaret Camisi'ni, Sahip Ata Fahreddin Ali Medresesi'ni, Ermeni Kilisesi'ni gezdik.Buralarda kısa ve öz bilgileri Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim üyelerinden Zekeriya bey verdi.
Son olarak gittiğimiz halı atölyesi benim için çok şaşırtıcıydı. İpek halı dokunan bu atölyede 12 metrekarelik bir halının dokunması üç yılı alıyormuş. 11 m2'lik bir halının üzerine Ayet-el Kürsü işleniyor. Küçük bir halıya Osman Hamdi Bey'in kaplumbağa terbiyecisi, bir başkasına dünyanın yedi harikası işleniyor. Hepsi gerçek bir sanat eseri.
Sultandağları'nın eteğinde, merkezi bir konumda olan Akşehir'e ulaşım çok kolay. Özellikle tarihe meraklıysanız Kültür Merkezi'nde görevli Mehmet Güleray'ı bulun, o size bütün Akşehir'i gezdirir. Akşehir Evi'ni kuranlardan biri de Mehmet Güleray.
Şehrin alnı Akşehir!
Mahmut Sami Aldur
Akşehir üzerine yazılabilecek ya da konuşulabilecek çok şey var muhakkak ve Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin organizasyonuyla benim de katıldığım Akşehir gezisinde gezilecek yerler listesinin kabarıklığı da işte buna işaret ediyordu.
Doğru olanı söylemenin pek çok yolu var. Hangi yolu seçtiğimiz değil de söylediğimizin doğru oluşu kıymetli kılar dilimizden ya da kalemimizden dökülen cümleleri. "Cümleler doğrudur sen doğru isen, Doğruluk bulunmaz sen eğri isen..." diyen Yunus Emre'nin, söylenen sözün doğruluğunun ve yerindeliğinin kişinin nasıl tanındığına ve kişiliğine bağlı olarak tartılacağını vurguladığını da hatırımızdan çıkarmamak gerekir.
Bizim kültürümüzde, ortak aklı işleterek herkesçe kabul görmüş doğruları bir çırpıda muhatabını kahkahalara boğarak anlatma temelinde kendisine zemin bulan mizah sanatı, bir doğruya tebessüm ettirerek vurgu yapmanın aracı olduğu müddetçe derinliğini kuşanır. Akşehir'in sembol ismi Nasrettin Hoca'nın kültürümüz ve milli kişiliğimiz bakımından asıl değeri bu çarpıcı niteliğinden kaynaklanmaktadır.
Akşehir, tarihin hemen her döneminde önemli aktörlerle ve tarihin seyrine etki etmiş meselelerle anılmış bir bölge. Sokaklarda, caddelerde gezerken maneviyat ikliminin kıymetli isimlerinin izlerine rastlamanız da an meselesi.
Gezide en çok dikkatimi celbeden fasıl Akşehir İlçe Halk Eğitim Müdürlüğü ve Akşehir Belediyesi ortak çalışmasıyla kurulan halı dokuma atölyesiydi. Yedi sekiz yaşlarında kız çocuklarından ev hanımlarına kadar bölge halkından halı dokuma ustaları tezgahların başında ipek halılar dokuyorlardı. Dakikalarca bütün gezi ekibiyle birlikte hayretle ve takdirle çalışmalarını takip ettik. Birer servet değerindeki ipek halılar yıllar boyunca verilen emek neticesinde üretiliyor ve çoğunlukla yurt dışından talep görüyor. Böylelikle hem bölge halkının gelir seviyesi bir oranda artırılmış ve iş gücü üretime dönüştürülmüş oluyor hem de Akşehir vasıtasıyla ülkeye yurt dışından kaynak getiriliyor. Başarılı bir proje. Emeği geçenleri kutluyorum.
Bütün aidiyetleriyle bize gülen yüzünü gösteren Akşehir'i siz de bugüne kadar olmadıysa bile bir şekilde mutlaka gezmeli ve Nasrettin Hoca diyarının havasını teneffüs etmelisiniz. Konya merkeze de yakın denilebilecek bir. Konya şehrinin alnına doğru iki adım mesafede.
AK Şehir'e Notlar;
İrmiğinden yiyemedim, Gölünü göremedim
İsmail Özkan
1999 yılı Nisan ayıydı en son gittiğim Akşehir'e. Yerel seçimler öncesi tüm ilçeleri gezerek bir yazı dizisi hazırlamıştım Merhaba Gazetesi için. Deniz kıyısında yaşamadığımızdandır galiba suya hasretiz, ayrıca su ürünlerine de. Bütün belediye başkan adaylarıyla görüşme yaptık ve sıra yemeğe geldiğinde hiçte yabancı olmadığım etli ekmekle ağız ağıza geldik. Gazetecilik iç güdüsü bu ya illaki yazacağız. Seçim havasının arasına bir de yemeği sıkıştırdık. Dedim ki "Biz Akşehir'e balık yemeğe gittik, lakin bizim önümüze etli ekmek geldi." Bu yazıdan sonra Akşehir'in sadece yolunu kullanmıştım bugüne kadar. Bir hafta sonra Beyşehir'e gittim. Karşılama heyeti programı çıkarmış ve öğle yemeğinde ne görsem beğenirsiniz; Balık. Çok hoşuma gitti tabi. Akşehir için yazdığımı okumuşlar ve tedbirlerini almışlar. Afiyetle yedik, ellerine sağlık. Benim için o dönemden kalan hoş bir hatıra idi o.
Yıl 2005. Bir cesaret gösterisi(!) yaptım ve Yazarlar Birliği'nin organizesiyle tekrar Akşehir'e gittim. Geçmişte göremediğim Göl özlemini gidermek ve balık yemek için. Yolculuk güzeldi. Sevgili dostum Mehmet Ali ile birlikte sohbet ederek gittik. Ara sıra Yazarlar Birliği Başkanı Ahmet Köseoğlu da hem giderken hem gelirken muhabbetimizi şenlendirdi. Biraz da Mehmet Ali'yle beni böyle eşlerimiz yok, sıkı fıkıyız, muhabbet derin falan olunca mı nedir kıskandı (!) gibi ya. Baklayı ağzından dönüşte çıkardı. "Eşleriniz yok, keyfiniz yerinde valla" bunun ispatıydı bence. Ama dışarıdan bakınca öyleydik, ya içimiz. Biz biliriz. Çok yalvardım "gel" diye eşime, lakin olmadı işte.
Yolda Ilgın'a uğradık. Tarihi Lala Mustafa Paşa cami ve külliyesinin hali nedir Allah'ım öyle. Uğramaz olaydık? Ha yıkıldı ha yıkılacak. Cami Allah'tan ayakta. Külliyenin bir kısmı kullanılabilir halde ve işyerleri var. Han'ın olduğu kısım sanki yangından çıkmış gibi. Akşehir'de de gittiğimiz her tarihi eserin çevresinde şunu düşündüm. Biz geçmişimize ne kadar kötü davranıyoruz. Hiçbir tarihi eser sağlam ve düzenli bir korumaya sahip değil.
Akşehir'de çok güzel bir karşılama vardı. 90 güne sığan mükemmel bir Kültür Merkezi binası ilk uğrak yerimiz oldu. Belediye Başkanı'nın Türkiye'de bir ilke ve rekora imza atarak başardığı harika bir tesis. Elleri dert görmesin. Sonra ver elini Nasrettin Hoca. Mezarlıkta yürüyoruz ama aklımdan hocaya atfedilen bir sürü fıkra geçiyor. Gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Neden sonra aklıma fatiha okumak geliyor. Bu arada İsmail Detseli'yi telefonla konuşurken görünce şakacıktan azarlıyorum: "Abi, Nasrettin Hoca kızar şimdi kapatın." Yakındaki parkta yer alan Nasrettin Hoca fıkralarının canlandırıldığı figürlerle aklıma neler gelmiyor neler. Hoca'nın güldüren ve düşündüren pek çok hikâyesi var. Kazanın doğurması, Göle yoğurt çalması. Eşeğe ters binmesi bize çok komik olarak anlatıldı hep. Oysaki biz onun talebeleriyle sohbet ederek gittiğini yeni öğrendik.
Küçük yerler nedense hep hoşuma gider. İnebolu'ya gitmiştim uzun zaman önce bir arkadaşımın düğünü için. Beş dakikada hemen gitmek istediğiniz yere ulaşıyorsunuz. Yollar sizi yormuyor her ne kadar yokuş olsa da. Etrafta bir şeyleri izleyerek yürüyorsunuz.
Gezimizin en önemli bölümü Akşehir evleri, Hıdırlıktı. Sıcağa rağmen çok zevkli bir gezi oldu. Dar sokaklardan birbirine bakan cumbalı ahşap evler yıllardır selamlaşıyor birbirleriyle. Bakım yapmak için kollar sıvanmış ama evlerin kimisi satılık kimisi yıkılacak durumda. Hıdırlık neredeyse bizim Meram'dan daha güzel. Sultan Dağları'nın eteğinde çok hoş bir mesire alanı.
Öğle yemeği ise benim için bir düş kırıklığı oldu. Balıklar önce gözümün önünde su üstü şovu yaptıktan sonra derinliklere doğru dalıverdiler. O da nesi mönü de balık yok. Adanalılara tabi olduk. Yemeği beklerken birbirimizi çekiştirdik biraz. Zamane köşe yazarları, yağcılar, yalakalar, yiyin efendiler falan filan.
Müze gezisi sırasında İrmik helvasının meşhur olduğunu öğrendik. Kulis çalışmalarım sonuç verdi ve programa "İrmik Helvası Tatma Şenliği"ni de ekledik. Ama nasip değilmiş, kaldı irmik orda öyle. Arkeoloji Müzesi'ne giderken konuştuğum Kültür Müdürlüğü'nde çalışan Gökçen Hanım'a Akşehir Gölü'nü sordum gidecek miyiz diye. Program'da yokmuş ve göl kuruyormuş. "Vay başıma gelenler" dedim içimden. Tam dokuz metre çekilmiş dibe doğru. Sahil bir buçuk kilometre içeri girmiş. Yer altı suları için vurulan sondaj kuyularının bunda önemli bir etken olduğunu söylediler. Anadolu insanının yaptığı başka bir yorum daha var tabi; İnsanlar bozulursa Allah da onlara verdiği nimeti ellerinden alır.
Hasılı kelam irmik yok, balık yok, göl yok.
Artık Eylül'de Karaman gezisi var. Balık kokusu geliyor burnuma. Akdeniz yakın ya biraz. Belki ondandır. Galiba balık keyfi Karaman'da olacak.
Bir oda başkanıyla gazetecinin sabah çorbası içtiğini köşe yazısında bütün vıcık vıcık ayrıntılarla yazması çok sinirime dokunmuştu yıllar önce. Hala kızarım. Hoş, öyle "Bak ben yazarım, görürsünüz" cakası satacak değilim. Bizimkisi birer latife.
AKŞEHİR MACERASI:
13 ağustos 2005 günlerden cumartesi, yazarlar birliğinin yazılacak çok şeyimiz var adlı mutat gezilerinden altıncısını Akşehir ilçemize yapacağız. Koordinatörümüzden saat 8 30 da hareket edeceğiz diye talimat almıştık saat 8 de evimizden, otobüs durağına çıktık otobüs geciktikçe heyecanım artıyordu.
Cep telefonum çaldı, korkuyla baktım Mustafa azılı oğlu idi abi nerdesin derken otobüs gecikti Mustafa m hemen geliyoruz diyecektim otobüs geldi bende telefonu kapadım.
Yazarlar birliğinin önüne geldiğimizde randevumuzun saatini 4 dakika geçirmiştik, derin bir ohh çektim. Çünkü bizi Akşehir e götürecek otobüs birliğin önündeydi.
Gidecek insan kalabalık, otobüs ün kendisi büyük bir belediye otobüsü olasına rağmen, oturacak koltuk sayısı azdı, neyse kendimize birer yer bulduk, oturduk.
Başkan Ahmet köse oğlu geldi akıllı adam çareyi çabuk bulur derler hemen başkan yazarlar birliğini açtı içerde her zaman toplantılarda oturduğumuz oturaklardan, 8.10 tane oturağı otobüse aldı herkes rahatça değilse de oturdu ayakta kalmaktan kurtuldu.
Yanımızda oturan arkadaşımız Mustafa özlük yoktu, yazarlar birliği kapısı da kilitlenmişti.
Mustafa özlük defi hacet için yazarlar birliği tuvaletine girmiş başkanında haberi olmadığı için kapıyı kilitleyip çıkmış, Mustafa bey içerde kalmış. Bahçe den bir ses gelmeye başladı. Kapıyı açtık Mustafa kardeşimizi de aracımıza aldık tabi gülüşmeler başladı fotoğrafçı Zeki oğuz şöyle bir espri yaptı işimiz şimdi aslına uygun oldu arkadaşlar biz bugün Nasrettin hocamıza gülmeye gidiyoruz. Şimdiden gülmeye başlamamız lazımdı başladık dedi.
Hoş sohbetle ve hayırlı yolculuklar dileyerek yola revan olduk hattat Fatih öz kafa kardeşimizde biraz gecikmişti oda S Ü rektörlüğünün önünde kafileye yetişip otobüse bindi ama ne yazık ki seyyar oturağa oturmak mecburiyetinde kaldı onunda zorluğunu giderken otobüsün içinde bir düşme tehlikesi geçirerek yaşadı.
Bizim otobüs yolculuklarımız pek keyifli olur çünkü hepimiz birbirimizi yakinen tanırız ve daima beraber oturup kalkarız nihayet hepimiz yazar, çizer takımı ve yazarlar birliği üyeleriyiz.
Ben şairim dilim kalemim durmaz şöyle demek lüzumunu hissettim
Otobüsü göndermiş Başkan bal oğlu
Göründü yazarlara Akşehir yolu
Bu güzel ilçede tarihi hazine dolu
Bu gün seni yazacağız bil Akşehir im.
Otobüsümüzde neşeli saatler başlamıştı. herkez yolluğunda ne varsa çıkarıp ikram ediyordu.
Yine şair İsmail bir iki dörtlük yazmaya başladı.
Otobüste ikram edilir yolculara erikle pasta
Anadolu geleneğinin güzelliği bunlardır dosta
Sahaveti bol olanlar bu konuda ustamı usta
Sana yeni dostlar geliyor bekle Akşehir im.
Otobüsümüz Kadınhanı ılgın ilçelerini rahatça geçer,
Her yazarımız kendisine bir konu seçer,
Bunlar Usta dar kumaştan bol elbise biçer,
Elbise biçeceğiz sana giy Akşehir im.
Ilgında tarihi lala Mustafa paşa camisini ziyaret edip bize tarih hakkında bilgi veren Doktor Zekeriya şimşir hocadan(sanat tarihi hocası) gerekli bilgileri aldıktan sonra yazacağımız Akşehir e vasıl olduk. Yine şair bir şeyler karalıyordu.
Tarihin hem başında hem de sonundayız
Nasrettin hocanın ayak bastığı noktasındayız
Sanırım işte tam dünyanın ortasındayız
Hocamız böyle demiş doğrudur Akşehir im
Okumayan seyretmeyen var mı küçük ağayı
Tanımayan yoktur yazar üstat Tarık Buğrayı
İşte bu dahiler çeker Akşehir'imize dünyayı
Çünkü hocamız sende kıymetini bil Akşehir im
Akşehirli mihmandarlarımız bizi güler yüzle karşıladılar. Kültür müdürü Sayın Fikri Er Bey Akşehir kültür turizm derneği başkanı Sayın Ahmet Buğra Bey (Tarık buğranın yeğeni) Akşehir kültür müdürlüğü şef personeli, Sayın Songül Özcan Turan hanımefendi kardeşlerimiz bize gereken iltifat ı gösterdiler. Gülmece parkında çaylarımızı yudumladıktan sonra hocamızın türbesi ile gezilerimize başladık. Tamamen belki her yerini gezemedik zaman yetmedi. Yetmez di de çünkü Akşehir tarihi yerlerinin ve güzelliklerinin çokluğundan dolayı bir günlük gezi ye sığmaz diyorum. Gülmece dedim de hocamızın türbesinde bir tarih dikkatimizi çekti Doktor Zekeriya şimşir hocaya sorduk hocam türbenin kitabesinde tarih 386 diyor bunda bir terslik yok mu? Deyince hoca doğru işin gülmece tarafı buradan başlıyor çünkü tarihi ters okuyunca doğrusu çıkacaktır gerçek tarih 683 tür hocaya ilk gülüşümüz bu oldu. Yemeğimizi de yedirdiler karnımız doydu, ben bu yazma işini yazarlara bırakıp şiirlerime dönüyorum. İsmail desteli
AKŞEHİR de gezerken gördüklerim.
Gördünüz mü güzel hıdır lık tepesini
Bu tepeden seyredin Akşehir in siluetini
Çaylar nede güzel almış bakın demini
Ciğerlere oksijen verensin sen Akşehir im
Eser badi saba yeli sultan dağından
Güç verir ihtiyar şaire gençlik çağından
Güldüren hocamızın istirahat gâhînden
Yeşilliklerle ünlüsün sen Akşehir im
Çok hoş oldu hıdırlıkta çınar altı çay sefası
Ağaçlarda kuşların yaşadığı aşk macerası
Bir ayrıydı güzellerin cilvesi nazlı edası
Kokusunu dağlardan alan gül Akşehir im
Bu ilçeye serpilmiş bunca güzellik
Rabbimin yaratmasında böyle özellik
İnsanda hiç kalır mı dert ve kederlik
Vücuttan dert alansın sen Akşehir im
Araştırmacı şair yazar sendedir bugün
Gönlüm açıldı çözüldü dildeki düğüm
Hocamıza nedendir bilmem güldüğüm
Eskilerden yenisin sen Akşehir im
Tipik tarihe ışık tutan Akşehir evleri
Parklarında içtik tavşankanı demli çayları
Tarihi Büyük camilerini ve müzelerini
Gezdik tarihleri yaşadık biz Akşehir im
Büyülendik muazzam kültür merkezinizde
Bir eşini daha görmedim ben çok şehirde
Bu eser yaptırıldı dediler tam doksan günde
Bu şaheserlerinle öğün sen Akşehir im
Ne güzeldi ne şendi o gülmece parkın
Diğer bazı illerden bile görüldü farkın
Ülkemiz mizahı na hizmet yapanların
Büstlerin diktirmişsin sen Akşehir im
Batı cephesi müzesine vuruldum kaldım
Künyeleri okudum da eski tarihe daldım
Vatan için şehit olanları saygıyla andım
Geçmişi geleceğe sunmuşsun sen Akşehir im
Adım başı yemyeşil güzel parkların
Koyu sohbete dalmışlar can insanların
Şemsiye gibi gölge yapar ulu çınarların
Yeşil içinde yeşilsin sen Akşehir im
Aklıma takılıyor hep şu gülmece parkın
Hocamızın doğurdu dediği koca kazanın
Hafize anne turist Ömer inek Şabanların
Geleceğe ışık tutmuşsun sen Akşehir im
Gezdik Akşehir in kenar mahallelerini
Ulu cami taş medrese ermeni kilisesini
Seyit Mahmut hayran inin külliyesini
Geleceğe nurlu ışıksın sen Akşehir im
Gezdiğimiz sokaklar eski Akşehir dendi
Anıt mahallesi ulu cami caddesi idi
Yalla göz, Tabak hamam, Türbe, Taşoluk, sokakların ismi
Şiirlere sığdıramam seni Akşehir im
Götürdü mihmandarlarımız bizi bir halı evine
Şaştık zar gibi ipek halıların ilmeklerine
Kuranı işlemiş mahir eller halının her desenine
İlmek ilmek dokunmuşsun sen Akşehir im
İrmik helvanızı meşhur dediler bizde inandık
Ne yazık ki tadına bakamadan sizden ayrıldık
İsmail Özkan çok hevesliydi ondan utandık
Çünkü çok istedi ona bir tabak helva ver Akşehir im
Gezecek yerlerin çoktu amma biz varamadık
Daha doğrusu seni gezmeye zaman bulamadık
Hocamızın Meşhur gölüne maya bile çalamadık
Seni bir gün gezip yazmak ise az Akşehir im
Şair İsmail derki bu tada doyamadım
Bir günde sekiz on asrı birden yaşadım
Daha çok şeylerin vardı yazamadığım
Ne olur cehaletime say Akşehir im
14 ağustos 2005 Akşehir gezisinden
AKŞEHİR E ÖVGÜ
Yazar aydın bugün gidiyoruz Akşehir i yazmaya
Dünyanın güldüğü hocamızdan biraz ilham almaya
Çok ihtiyacımız var dostlarım neşe ile gülmeye
Seni tanımaya geliyoruz aç kapılarını Akşehir im
Dünyaya açılmış bir karanlık penceresin
Ünlü Nasrettin hocamızın Akşehir isin
Sen ne değerli bir hazineye sahipsin
Pencerendeki karanlığı sil Akşehir im
Çok meşhurdur bilirim hıdırlık tepen
Görenleri güldürür Nasrettin hoca türben
Yoğurt çalınan gölün turfanda sebzen
Dünyada cennet gibisin sen Akşehir im
Kiraz vişne çileğin alası sizde
Seni yazmak için kalem kâğıt bizde
Sevgi saygı güzellik bize bakan yüzde
Yeşille bezenmişsin gül Akşehir im
Yerli,Yörük,göçmen baş başa vermiş
Bütün emeklerini toprağa sermiş
Rab üstüne dağları bulut gibi örmüş
Yakında olusunuz il Akşehir im
Davet etti bizleri başkan baloğlu
Akşehir hem ege hem Marmara yolu
Sende yaşayanlar Allahın torpilli kulu
İnşallah umduğunu bul Akşehir im
Gelip gördük hocamızın torunlarını
Yazsın yazar şair düşünürler sorunlarını
Merhum hocamızın nüktelediği oyunlarını
Dünyaya yansıtmayı bil Akşehir im
Yaz bahar gül açar bahçe bağında
Mis gibi çamlar kokar sultan dağında
Sende yaşamak isterdim bu son çağımda
Ömre ömür eklersin sen Akşehir im
Güldürüp düşündüren hocan var senin
Onu yazmaya kalemimiz yetmiyor bizim
Bugün gündemindesin yazarlar birliğinin
Bence dillere destansın sen Akşehir im
İsmail desteli 12 08 2005 ev
AKŞEHİRDE BUGÜN GÖRDÜKLERİM
Selam Akşehir'imizin gül goncasına
Ayak bastık dünyamızın tam ortasına
Dua ettik türbesinde mizahın baş ustasına
Sahip ol bu değerlerine sen Akşehir im
Hocam eline bir yoğurt bakracı almış,
Gidip Akşehir gölüne yoğurt mayalamış,
Bu mayanın tutacağına oda inanmamış,
Güldürür düşündürür senin hoca Akşehir im
Gülmece parkında gülünecek bir kazan gördüm
Güldüm gül şene dönüverdi bu ihtiyar ömrüm
Hititler Selçuklu Osmanlı seni tarihten sordum
Geçmiş karnen pekiyi doludur bil Akşehir im
Sana gelen misafirler çok huzur bulur.
Bir şehirde güzellik ancak bu kadar olur.
Her dahi fanidir amma eserleri kalır.
Sende çok eserler kalmış koru Akşehir im.
Sensin gülmecenin başkenti bu güzel şehir.
Yeşil tarih kültür sevgi senin bünyendedir.
Tarihi yansıtan cumbalı evler dünya şaheseridir.
Sultan dağlarının açan gülüsün sen Akşehir im.
Şair İsmail im derki dilim lal oldu,
Bunca güzellikten zihnim kayboldu,
Yeşilin gönüllerimize ferahlık sundu,
İlelebet bu güzellikte kal Akşehir im.
13 ağustos 2005 Akşehir İsmail Detseli
Eser badi saba yeli getirir,
Dağa çise düşer seli getirir,
Kanaat yoklardan varı getirir
Sevgi gönüllerde ki kini bitirir,
Yeşilin lal olanı dile getirir,
Hocam şu dünyayı size getirir,
Bu şair İsmail'e tez ilham gelir,
İl olmaya yakışırsın sen Akşehir im