Sevgili tarih dostları bu yaz 30 Temmuz-1 Ağustos 2021 tarihleri arasında, “Yazılacak çok şeyimiz var” başlığı altında Konya TYB’nin organize ettiği Amasya ve Tokat gezisi gerçekleştirdik. Amaç Amasya gibi buram buram Osmanlı Kültür ve medeniyetinin izlerini taşıyan hemen onun yanında yine buram buram Selçuklu tarih ve kültür medeniyet izlerini bünyesinde barındıran Tokat ilimizin potansiyelini bizzat yerinde teneffüs etmek ve o şehirlerin havasını iklimini Selçuklu Payitahtı Konya ilimize taşımaktı.
Nihayet bu duygu ve düşüncelerle yorucu ama bir o kadarda hasretle çıktığımız yolculuğumuzun 1 Ağustos sabahında “Şehzadeler Şehri” Amasya ilimize ayak bastık. Dostlar Amasya aynı zamanda benim askerlik yaptığım be nedenle de zihin ve duygu dünyamda apayrı yeri olan bir şehrimizdir. Bu bakımdan her bir sokağında her bir köşe başında birbirinden çok farklı pek çok hatıraların zihnimizde canlandığı bu güzel Anadolu şehrini yine her zamanki ruh ve medeniyet canlılığı içerisinde bulmak hepimize apayrı bir sevinç yaşattı. Amasya sadece Osmanlı değil aynı zamanda tarihin her evresinde bir yerleşim birimi olarak ön planda yerini almış bir kenttir. Bu bağlamda adeta Anadolu’nun kültür mirasının bir özeti niteliğini taşır.
Dostlar Amasya'nın tarihi M.Ö. 4000 senelerine dayanmaktadır. Hititlerden sonra Asurlar bir süre Amasya’yı işgal ettiler. Hitit başkenti Hattuşaş, Amasya’nın güney batısındadır. M.Ö. 6. asırda Pers ve M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı Büyük İskender’in istilasına uğradı. Pontus krallığının başkenti Sinop’a taşınmadan önce Amasya idi. M.Ö. 1. asırda Romalılar Mitridat’ı yenince Amasya, Roma İmparatorluğuna geçti. M.S. 355’te Roma İmparatorluğunun devamı olan Bizans’ın eline geçti. 712’de Araplar, İslam ordularıyla Amasya’yı fethettiler. Fakat bir süre sonra Bizanslılar Amasya’yı geri aldılar. 1071 Malazgirt savaşından kısa bir süre sonra Danişmendoğlu’nun başkenti oldu. Melik Danişmend Ahmed Gazi Amasya’yı fethetti.
Daha sonra Türkiye Selçuklularının hâkimiyetine geçen Amasya'ya bilahare İlhanlılar hâkim oldu. İlhanlı genel valisi Timurtaş'ın Mısır'a kaçmasından sonra yetine tayin edilen Büyük Şeyh Hasan vekâleten Alaaddin Eratna'yı Anadolu'ya gönderdi. Bir müddet sonra, Eratna bağımsızlığını ilan ederek Eratna Beyliğini kurdu. 1360'da Şadgeldi, Eratna Beyliğinden ayrılarak Amasya'da Amasya Beyliği'ni kurdu.
Yıldırım Bayezid 1393’te Amasya’yı Osmanlı Devletine kattı. Osmanlılar devrinde “Şehzadeler şehri” olarak isim yapmıştır. Osmanlı sultanlarından İkinci Murad ve Yavuz Sultan Selim Han Amasya’da doğmuşlardır. Fatih Sultan Mehmed Han 8 yaşında iken Amasya valisi olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman Han sık sık Amasya’ya gelmiştir. İkinci Bayezid şehzadeliğini Amasya’da geçirmiştir.
1402 Ankara Savaşını Timur Han kazanınca, Amasya’nın teslim olmasını istedi. Amasya teslim olmadı. Timur’un Amasya halkını cezalandırmasını, Amasya’daki âlimlere sorduğu 10 sual kurtardı. İlyas Çelebi, Timur’un sorduğu on suali bilince, Timur, Amasya halkını bağışladı. Amasya, Osmanlı Devletini ikinci defa kuran Çelebi Sultan Mehmed'in üssü oldu. Devlette birliğin sağlanmasından sonra Amasya, sancak merkezi oldu. Sultan İkinci Murad ve İkinci Bayezid gibi Osmanlı sultanları ve bazı şehzadeleri Amasya'da sancağa çıkıp, bir taraftan idare tecrübelerini arttırırken, diğer taraftan Amasya'nın geniş kültür muhitinin ilminden istifade ettiler.
Osmanlı idaresi altında Amasya, birçok tarihi hadiselere şahit oldu. Osmanlı Devleti ile İran Safevi Devleti arasındaki ilk barış da, 29 Mayıs 1555'te Amasya'da yapılmıştır. Tanzimat’tan sonra Sivas’a bağlı bir sancak haline getirilen Amasya, İstiklal Harbinde mühim bir yer işgal etmiş, Sivas Kongresine burada karar verilmiştir. Meşhur Amasya Tamimi Türkiye’nin bütün şehirlerine buradan duyurulmuş ve Amasya Protokolü burada imzalanmıştır.
Dolayısıyla dostlar Amasya adeta ülkemizin tarih, kültür ve medeniyet hazinesini bünyesinde taşıyan bir hazine misali günümüzde hala göz alıcı bir cazibeye sahiptir. Özellikle modern mimari anlayışının her gün daha çok şehirlerimizi ruhsuz, cansız ve her türlü estetikten mahrum beton yığınına dönüştürdüğü günümüz dünyasında hala geçmişin mirasını bünyesinde taşıyan Amasya gibi şehirlerin varlığı gün geçtikçe daha çok anlam ve değer kazanmaktadır.
Bir de buna Amasya’nın içinden geçen o güzelim Yeşilırmak’ın kentin iklimine, ortamına nasıl bir zenginlik kattığına tanık olmanın ayrıca bir keyif kaynağı olduğuna işaret etmek isterim. Diğer taraftan şehrin dağlarla çevrili doğal yapısı dolayısıyla artık kentsel yerleşimin daha çok büyümesine izin vermeyen bir noktaya geldiğine de tanık olduk. Ne yazık ki bu sıkışık yerleşim yapısı kentin zamanla yeşil dokusuna da zarar vereceğini rahatlıkla öngörebiliyoruz. Ayrıca dar bir vadiye yerleşmiş olmasından dolayı her gün daha çok büyüyen şehrin trafik yoğunluğunu artık o daracık caddelerin taşıyamadığına da şahit olduk. Bu bağlamda devletimizin Amasya’nın yerleşimi ve gelişimi noktasında tarihi dokunun ve şehir estetiğinin korunması amacıyla bir planlama içerisinde olması gerektiğini bir tarihçi duyarlılığı ile dile getirmek isterim.
Dostlar nihayetinde gezimizin ikinci aşamasında da Tokat ilimize ulaştık. Osmanlı mirasının zengin birikimine sahip Amasya’dan Selçuklu mirasına sahip Tokat iline geçmek benim duygu dünyamda adeta bir geçmişe zaman tünelinden yolculuk yaptığım duygusunu uyandırdı. Ve nihayet Tokat’a ulaştığımız akşamın hemen ertesinde başlayan Tokat gezimizle birlikte dostlar hepimizin içini bir başka sevinç ve huzur kapladı. Çünkü zengin Selçuklu mirasına sahip olan Tokat ilimizin tarihi dokusunun şu anda görev yapan ve tam bir tarih, kültür ve medeniyet aşığı Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu eliyle nasıl ayağa kaldırıldığına şahit olduk.
Dostlar Tokat, kent adının kökeni konusunda çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Bazı çalışmalarda Tokat’ın Togayıt Türkleri tarafından kurulduğu ve şehrin isminin bu topluluğa dayandığı öne sürülmüştür. Ali Cevat ve İ. Hakkı Uzunçarşılı gibi kimi tarihçiler, şehrin adının Tok-kat yani surlu şehir özelliğinden geldiğini savunmuşlardır. Bir başka görüşe göre ise, şehir adını Tok-at yani besili attan almıştır.
Komana Pontika, Pontus Galatikus, Pontus Polemonniakus, Evdoxia, Dokia sözcükleri İ.Ö. 4. yüzyıldan başlayarak Pers, Helenistik, Roma ve Bizans devirleri boyunca varlığını sürdüren tarihsel kent Tokat ve çevresinin kayda geçen en eski adlarıdır.
Paul Wittek, Tokat’ın Bizans şehirlerinden Dokeia olduğunu ileri sürmüş. Erdem, Dokeia kent adının çanak memleket anlamına geldiğinin söylenebileceğini, “etrafını çevreleyen dağlar arasında, gerçek bir çanak görünümünde olan ve devamlı surette içine su dolmak yani sel gelmek tehdidi altında yaşayan bu memleket için verilebilecek en uygun ismin” de bu olduğunu belirtmiştir.
Tarih öncesi çağlara ilişkin, bilim adamları tarafından yapılan araştırmalar neticesinde ortaya çıkarılan eserler, Kalkolitik ve Tunç Çağlarında Tokat çevresinde yerleşimin olduğunu göstermektedir. Daha sonraki tarihi süreçte, Tokat’a sırasıyla Hititler, Firigler, Kimmerler, İskitler, Medler, Persler ve Makedonlar hâkim olmuştur. M.Ö. 301 - M.S. 66 yılları arasında Pontus Krallığı’nın hâkimiyet sahasına giren Tokat, M.S. 66’dan M.S. 395’e kadar Roma hâkimiyetinde kalmıştır.
1071 Malazgirt Zaferi sonrasında ise, Anadolu’da başarılı komutanlar tarafından fetihler yapılmış ve bu komutanlardan Danişmend Gazi 11. yüzyılda, Tokat ve çevresini fethederek bu bölgede Türk-İslam kültürünün yerleşmesini sağlayacak olan Danişmendli Devleti’ni Niksar merkez olmak üzere kurmuştur. Danişmendlilerden sonra 12. yüzyılda, Anadolu Selçuklu Devleti’nin hâkimiyet sahası içerişinde yer almış olan Tokat, Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonra bazı beyliklerin sınırlarına dâhil edilmiştir.
Tokat, 1398 yılında Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı Devleti topraklarına dâhil edilmiştir. Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim, doğu seferlerine giderken Tokat’a uğramışlar ve kentte bir müddet konaklamışlardır. 1473’de Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Tokat’ı yaktırmıştır. 1507’de şehir Şah İsmail tarafından kuşatılmış ancak teslim olmamıştır. İran seferi dönüşünde Kanuni Sultan Süleyman 1559’da Tokat’a uğramıştır.
Osmanlı Döneminde Sivas Eyaleti’ne bağlı bir kaza olarak idare edilen Tokat, bu statüsünü XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar sürdürmüştür. Ticaret yolu üzerinde bulunmasının da büyük etkisiyle XVII. ve XVIII. yüzyıllarda gelişme gösteren Tokat, XIX. yüzyılda iç ve dış sebeplerden dolayı bu gelişimini sürdürememiştir. 1701’de İstanbul’dan Karadeniz yoluyla Erzurum’a giden ve oradan kervanla 28 Eylül’de Tokat’a ulaşan Joseph de Tournefort daha sonra basılan seyahatnamesinde Tokat için şu cümleleri sarf etmiştir: “Dünyada, bu kentinki kadar özel bir konuma sahip başka bir kent yok. Hatta çok ürkütücü, dimdik ve dümdüz yontulmuş iki mermer kayayı bile boş bırakmamışlar ve her birinin tepesine birer kale yapmışlar. Tokat’ın sokakları oldukça iyi kaldırımlanmış. Sanırım varlıklılar, fırtınalar sırasında yağmur sularının evlerinin bodrumlarına dolmaması için kaldırımları yapmak zorunda kalmışlar ve sokaklarda akan sular için arklar açtırmışlar. Kentin üzerinde yer aldığı tepelerde o kadar su kaynağı var ki her evin kendi çeşmesi var…”
XIX. yüzyılda yapılan idari düzenlemeler neticesinde, Sivas Vilayeti Merkez Sancağına bağlı bir kaza olarak idare edilen Tokat, 12 Ocak 1880 tarihinde Sultan II. Abdülhamid’in iradesiyle sancak statüsüne çıkarılmış ve bazı kazaların da bu sancağa bağlanmasıyla söz konusu sancağın sınırları genişletilmiştir.
Tokat Sancağı, 31 Mayıs 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin aldığı bir kararla bağlı bulunduğu Sivas Vilayetinden ayrılarak müstakil vilayet haline getirilmiştir.
Nihayetinde dostlar, ülkemizin iki güzel tarih ve medeniyet noktasına yapmış olduğumuz bu ziyaretten büyük istifadelerle döndüğümüzü ifade etmek isterim. Bu bağlamda Konya’mızın yazın ve düşünce dünyasını ülkemizin bu nadide kültür merkezleriyle buluşmasını sağlayan Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu beye ve yönetim kuruluna, gezi boyunca bize eşlik eden Konya’mızın değerli vekili Ahmet SORGUN beye teşekkür ediyorum. Ülkemizin medeniyet hamlesine katkı sağlayacak daha nice etkinliklerde yeniden bir arada olabilmeyi ümit ve niyaz ediyorum.
Kaynak: http://egazete.yenikonya.com.tr/m#page/5