Bu cuma Ayasofya’dayız! Cumanız mübarek olsun, Allah kabul etsin!
Sanmayın ki Ayasofya’nın resmî açılışına davetliyim.
Cuma namazına davetliyim! Ezanı duyduğum an, davet vicahiye dönüyor, icabet mecburî hale geliyor.
Bu cuma “Ayasofya cuması”. Dünyanın neresinde olursak olalım, biz o cumanın cemaatiyiz. Ayasofya yönünü tekrar kıbleye çevirdiği gün, milyonlarca Müslümanın cuması Ayasofya ile birleşti. Malazgirt’ten Kosova’ya bütün şüheda ervahının ruhları şâd oldu.
Ayasofya bugün bütün camilerin imamı oldu!
1970’lerde çok sayıda “Ayasofya açılsın” gösterisine katıldım, birçoğunu da seyrettim. Türkiye’nin her yerinden binlerce gencin bir ideal uğruna her türlü zahmete katlanarak İstanbul’a aktığını, Ayasofya’nın açılması için dualarını bir de Fatih’in mahzun mabedinin karşısında imanla tekrarladıklarını gördüm.
Bu kadar dua, bu kadar yıl, en az üç nesil süren kararlılık…
Ümit, heyecan ve sabırla bekleyiş.
Hakikat şu idi: Ayasofya’nın açılması Türkiye’nin devlet kimliğini gerçek zeminine oturtmasının işareti olacaktı. Alparslan, Sultan Aleaddin, Osman Bey, Fatih, Yavuz’dan günümüze bir bütünleşme hissiyatı yürürlüğe girecekti. Osmanlı düşmanlığından beslenen mesnetsiz ve kısır Cumhuriyet tezleri tedavülden kalkacaktı.
Türkiye yarı-hükümranlık safhasından tam hükümranlık safhasına geçecekti.
Türkiye’yi yönetenler Lozan’ın tam bağımsızlığımızı sağladığını iddia ettiler.
Öyle zamanlar geldi ki, Çanakkale zaferi kutlanamadı, ama “Lozan Zaferi” kutlandı. Çanakkale zaferini neden kutluyamıyorsak, Lozan’ı o sebepten kutluyorduk. Dünya hükümranları Türkiye’nin neyi yapıp neyi yapmayacağını, neyi sevineceğine ve neye üzüleceğini, Ayasofya’nın cami olup olamayacağını kararlaştırıyordu.
Lozan kat kat sınırlarla tahdit edilmiş, bin yıllık haklarından vazgeçmiş bir Türkiye Devleti’nin yolunu açtı. Hükümranlığımız 1936’ya kadar Boğazlar’da bitiyordu.
Türkiye bir akrep kıskacı ile çevrildi. Türkiye denizden hapsedilmişti. Denize açılmak mümkün değildi. Burnumuzun dibindeki adalar Yunan’a verilmişti. 1911’de İtalyanlara geçenler de 2. Dünya harbinden sonra Yunan’a verildi. Buna derler emeksiz yemek! Türkiye hiçbir hak iddiasında bulunmadı. Yunan’a bu adalar batı emperyalizminin 2. Dünya harbi tuhfesi oldu!
Bugün, 24 Temmuz 2020, inşallah Lozan mağlubiyetinin zafere dönüştüğü gündür. Ayasofya’da kendi kararımızı vermek Sevr’in hafifletilmişi olan Lozan’ın reddidir. Sevr de ölüm gösterildi, Lozan’da sıtmaya razı edildik. 24 Temmuz ilk defa bugün bayram olarak kutlanıyor. Türkiye’nin üzerindeki tahditler bugün tarihin çöplüğüne atılıyor. Bugünden sonra 24 temmuz “Ayasofya fetih günü”dür!
Bugün taşkınlık yok, gösteriş ve nümayiş yok. Bugün milli vakarımızı gösterme günü.
Ayasofya’nın camiliğinin tabiî olduğu idrakiyle sükunetimizi muhafaza edip, kaldığımız yerden devam edeceğimiz gün. Asla taşkınlık, patırtı gürültü, şamata yapmayacağız. Millî vakarımızın icabını yapacağız.
Bu öyle bir açılış olmalı ki, Ayasofya’ya açan Türk’ün vakarı görünmeli.
Büyük zaferlerin nasıl büyüklüğüne yakışır şekilde karşılanacağına dair muhteşem örneklerimiz var.
Biri var ki, tevazuun, vakarın şahikası. Mısır fatihi Yavuz Sultan Selim, uzun süren seferi tamamlayıp ordusuyla İstanbul yoluna düşmüştür. İstanbul bu şanlı serdarı karşılamak için günler süren hazırlık içindedir. Mısır fatihinin gelmesi yaklaştıkça heyecan da artmaktadır. Koca serdar Üsküdar’a vasıl olur. Beklenir ki sabah karşıya geçsin ve büyük merasimlerle karşılansın…
Sultan Selim’in hazırlıklardan haberi vardır. Gece bir kayıkla sessizce karşıya geçer ve Topkapı Sarayı’nda istirahate çekilir…
Buna zaferine karşı zafer kazanmak denilir!
Ayasofya’nın fetih hakkı olarak camiye çevrilmesi, tabiî bir uygulama idi. Bu İstanbul Fatih’inin tasarrufudur, İstanbul’u alan irade, Ayasofya’yı da almıştır. Fatih onu cami olarak vakfetmiştir. Rum Patrikhanesi’nin varlığını sürdürmesi de Fatih’in bir tasarrufudur. Tamamen ilga edebilirdi, etmemiştir. Yeni patriğin seçilmesini sağlamış, seçilen patriğe asasını ve tacını vermiştir. Eğer Patrikhane Fatih’in Ayasofya üzerindeki tasarrufu doğrultusunda camiliğini yanlış sayıyorsa, kendi varlığının devamını da doğru bulmuyor demektir!
Hukukun temel prensiplerini devrim mantığı ile devirenler bugüne kadar vakıf, mülkiyet gibi kavramları yok saydılar. Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmed Vakfı olduğundan şüphe mi var? Olsa idi iş kolaydı. “Ayasofya devletin malıdır üzerinde her türlü tasarruf devletçe yapılır”, denilirdi. Böyle olmadığı biliniyor. Ayasofya’yı vakıflıktan çıkarmak, tapusunu iptal etmek ayrı bir hukukî değilse de kanunî işlem gerektirir ki bunun dahi ne kadar meşru olabileceği tartışılır.
Böyle yapılmamıştır, Ayasofya bir kararname ile müzeye dönüştürülmüştür. Bu kararname nihayet hukuk icabı ilga edilmiştir. Bu durumda Ayasofya aslî ve tabiî haline dönmüştür. Kaldığımız yerden, diğer camilerle ilişkilerimiz ne ise, Ayasofya ile de ilişkimiz o olmalıdır.
Ayasofya açıldı diye Sultanahmet’te sırt dönmemeliyiz!
Gelelim bize unutturulmuş, Ayasofya gibi müzeleştirilmiş “vakar” kelimesine…Onu da müzelikten kurtarmanın tam zamanı!
vakar(وقار). [A.i.] 1. Ağırbaşlılık, haysiyetini koruma, temkin. Bütün vakarı bu mülâhaza üzerine tuğyan etti-H.Ziya 2. Sabır. 3. Heybet. Hâlinde gizli bir azamet, haklı bir vakar-Faruk Nâfiz
Vakar-i millî: Millî vakar. Lisanın olmalıdır bir vakar-ı millîsi-Âkif
Bize vakarlı olmak, vakur olmak yakışır!
vakarlı(وقارلی). [A.T.s.] Ağırbaşlı, ciddî, temkinli, vakur. Vakarlı ve merhametli idi, doğru adamdı-Topçu
vakarsız(وقارسز). [A.T.s.] Vakarı olmayan, ciddiyetsiz, haysiyetsiz.
vakarsızlık(وقارسزلق). [A.T.i.] Vakarı olmama hâli, ciddiyetsizlik, haysiyetsizlik.