'Bu şehir arkandan gelecektir'

Italo Calvino, "Yazar ve Kent" başlıklı kısa ama çarpıcı yazısında şöyle der: "Yazarın uğraşının, içinde gerçekleştiği ortamdan, çevredeki manzaranın...

Italo Calvino, "Yazar ve Kent" başlıklı kısa ama çarpıcı yazısında şöyle der: "Yazarın uğraşının, içinde gerçekleştiği ortamdan, çevredeki manzaranın öğelerinden etkilenebildiğini kabul ediyorsak, Torino'nun yazı yazmak için ideal bir kent olduğunu kabul etmek gerekir. (...) Burada, Torino'da, insan yazı yazabiliyor, çünkü geçmiş ve gelecek bugünden daha belirgin, geçmişin kuvvet çizgileri ve geleceğe uzanışın gerilimi bugünün sessiz sedasız, derli toplu imgelerini somutlaştırıyor, anlamlandırıyor. Öyle bir kent ki Torino, disipline, çizgiselliğe, biçeme çağırıyor insanı. Mantığa çağırıyor ve mantığın yolundan çılgınlığa kapı açıyor."

Torino'nun yerine Londra'yı koyarsak eğer yukarıdaki cümleler G. Cabrera Infante'nin kaleminden çıkmış sayılabilir pekâlâ. Calvino ile Infante arasındaki şaşırtıcı benzerlik bununla sınırlı kalmaz. Havana doğumlu olmaları, siyasî hayatları, sürgünlükleri ve bütün bu yaşadıklarının yapıtlarına etkisi... Göstergelerle tıklım tıklım dolu dünyayı yazabilmek için bazen bir adım uzaklaşmak bazen de o hayatın içinde olmak gerekmiyor muydu? Şüphesiz iki yazar için de ideal yer "yabancı olarak yaşamanın en doğal olduğu yerdir."

Sorulması gereken soru kentin ne mânâya geldiği değil, bir yazar için ne mânâya geldiğidir her şeyden önce. Ruhunun sokaklarındaki yazar plaketlerinin izini sürer Infante; bazen 'şimdi'nin bazense 'yitik zaman'ın peşinden giderek. Kendi tinine düşsel köprüler atarak ilerler. Onun için neden roman kahramanı demeyelim ki? Benzersiz hazlara ya da bir başka deyişle ölüme bu denli yaklaşmışken. Bütün bunları bana, geçtiğimiz günlerde Infante'nin yayımlanan yapıtı Şehirler Kitabı düşündürdü.

Hiç şüphesiz kentlerin yıkımı, insanın yıkımı olacaktır. Hem artık 'insanı, insana özgü gelenekleri ve alışkanlıkları yaratan' kent, kendi yarattığı insan eliyle yıkıma, yok oluşa sürüklenme değil miydi? Anılarından başka hiçbir şeyine sahip olmadığı Havana değil miydi bu hakikati fısıldayan kulağına Infante'nin? Havana'nın terk ettiği Infante'nin, bu biçare kazazedenin tüm hayatını geçirmek üzere demirlediği liman olacaktır Londra. Bir adadan başka bir adaya sürgün de diyebiliriz, 'her zaman bir başka ada vardır' da! Öyle ki Kavafis, "Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın / bu şehir arkandan gelecektir" dizelerini bu Havanalı için yazmış gibidir.

Havana'nın görkemini başka kentlerde aramaya koyulur Infante; bulamayacağını biliyor olmalıdır ki gönlü hercai bir âşık gibi hep başka kentler tarafından çelinir. Ama yine de Kübalı yazar, gençliğinin Havana'sından sonra en çok Londra'ya aittir, Londra da ona. Zira kitabının neredeyse yarısını Londra'ya, bu 'yüzyılda dokuz inçlik bir hızla' batan kente ayırmakta bir sakınca görmez. Londra üstüne' yazmaktan bıkmaz; çünkü yazdıkça kent ona ait olacaktır, o da kente.

Satır aralarında kapitalizm eleştirisi de yapmaktan çekinmeyen Kübalı yazar, Londra'nın cehenneminde de cennetinde de yaşadığını söylüyor. Ama yine de Samuel Johnson gibi düşündüğünü hissettiriyor bize: "Londra'dan bıkan, yaşamdan da bıkmıştır." Her defasında küllerinden yeniden doğan bu anka kentte aslında Infante kendisini bulur; kendisinde ise yitirdiği kent olan Havana'yı... Sonra müze kent Bath, her dem güzel Brüksel, Paris, sinemasal San Sebastián, dünyanın başkenti ya da rahibeler kenti Madrid, afrodizyak ruhlu Torcello, gözyaşlarının görünmediği kent Venedik, yaşamak için değil yalnızca gezmek, görmek ve dönmek için New York, bir elmas kadar sert ama yüreği yumuşacık Las Vegas, bir iç çekiş gibi söylenen "Miami, Sevgilim", hem geleceği çağrıştırıp hem eşi olmayan bir geçmiş gibi sunulan Rio de Janeiro ve tam bir festa, şenlik olan Bahaí... Koklanan, düşlerde yaşatılan, tadılan, işitilen, dokunulası kentler.

Şehirler Kitabı'nı klâsik seyahat kitaplarından, Infante'yi de seyahat kitapları kaleme almış diğer yazarlardan ayıran en önemli şey, kentlerin haz kaynağı bir kadın bedeni olarak algılanışının yanı sıra zaman ve mekânların iç içe girdiği bir anlatı özelliği de taşıyor oluşu. Oyunlarla kuşatılmış dili, yaratıcılığı ve ironisiyle çoğu zaman Kapanda Üç Kaplan'ı hatırlatan kitap, yoğun metinlerarası göndermelerle kurgu ile gerçek arasında bir yerde duruyor. "Rio de Janeiro'dan Uçarak Ayrılırken" başlıklı yazısını şu dokunaklı cümlelerle bitiriyor Infante: "Rio'dan geriye ne kalacaktı? Her zamanki gibi bellek anıları nostaljiye dönüştürmek ister; geriye bu an kalacaktı ve insan eliyle yapılmış, gene insan eliyle yıkılmak üzere olan, dünyanın en güzel kentinin görüntüleri. Bunun adı entropi, yani ütopyaların sonu. Ama suçlu belleğim değilse, Rio'ya atıverin suçu."

Ya Londra'dan geriye ne kalacaktı? Bath'tan, San Sebastián'dan, Paris'ten, Torcello ya da Las Vegas'tan? Ve diğerlerinden... Geriye yaşanan ân ve insan eliyle yıkılmakta olan dünyanın en güzel kentlerinin görüntüleri. Ütopyaların sonu ama neyin başlangıcı? Bu soruya cevap vermiyor Infante, kitap boyunca ısrarla kaçıyor bundan. Evet, ütopyaların sonu; bunu bugün çok daha iyi anlıyoruz ve üstelik bellek, anıları nostaljiye dönüştürecek vakti bile bulamadan. Hilmi Yavuz'un "kıyamet sonnet"sini okumanın tam vaktidir şimdi: "aşk sürünüp geçiyor, ölüm bile pejmürde!../bir işe yaramıyor var olmak, var olmamak.../aynalar iyice sığ: her şey yüzey!.. şiirde/kalıyor bazı şeyler... bütün ustalar yamak/bile değilken şimdi, yarasalar yaraya/dadandılar mı gene? âh, kendine asalak/bir kurda dönüşürken, yaprağını yolmaya/bile yetmedi ağaç... sormak ya da sormamak:/işte asıl soru bu!.. kalbimiz minibüste/bir tufan'ın içine sığınmayı dilerken:/belki her duyarlığa yapışarak, üstüste,/geliyorlar... yığınla... sülükler!.. belki erken/ / bunu söylemek ama, görülüyor, âlâmet-/ ler belirdi, kopacak insan denen kıyamet..."
Zaman Kitap

Haberler Haberleri

TYB KONYA ŞUBESİNDE MEHMET AKİF GENÇLİĞE NE SÖYLER PROGRAMI GERÇEKLEŞTİ
TYB KONYA ŞUBESİNDE MİTAT ENÇ ANLATILDI
"YAZARLARIMIZ OKULLARDA" PROJESİ TAMAMLANDI
TYB KONYA’DA UZLUK AİLESİ VE MEVLÂNA İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI KONUŞULDU
Bakan Tunç: Hukuk dili dil bilinciyle şekillenmelidir