Aşırı planlama bazen tamamen plan anarşisi anlamına geliyor. Geçen hafta sonunda TYB tarafından Konya'da düzenlenen üç günlük "Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi"nde bu kanaatimi pekiştiren çeşitli söyleşilere katıldım. Türkiye'nin kalbi gibi Konya bir açıdan, sadece Mevlana imgelerinden ileri gelmeyen, direnebildiği kadarıyla ışıldayan Selçuklu mirasından, kazımakla bitmeyen Çatalhöyük yerleşkelerinden beslenen bir muhkemliği var. Böyleyken fazlasıyla hırpalanmış şehir, daha ilk günden serbest gerçekleşen konuşmalar sırasında verilen örnekleri dikkate alarak yazıyorum bunu.
İdeolojik kasıt, kültürel Vandalizm... Kentsel yığışıma maruz kalmamış ki Konya, müteakiben kentsel dönüşümle yola getirilmek istensin... Kongrenin sonuncu günü bir konuşmacı Konya talanının geçen yirmi yıl içinde gerçekleştiğini öne sürmüş, Abdullah Harmancı'nın bana e-posta yoluyla aktardığına göre.
Gelgelelim 1960'da Karatay Medresesi'ni yıktırtmıştı Menderes, daha da geniş bir yol için; onunkinin sebebi "çılgın" kalkınma. Üstelik yıkımdan medet umanlar arasında Mevlevi belediyeciler bile var. 1940'da Fatma Hatun Türbesi'ni yıktırtan Mevlevimeşrep bir yetkili. Akla Allen Ginsberg'in New York'un kimi bölgelerini kalkınma ideali uğruna düzleştiren radikal kentsel dönüşümcü, ekspres yol tutkunu Robert Moses'i tasvir ettiği hissi uyandıran mısraları geliyor: "Kimdi o sfenks, çimento ve alüminyumdan?"
Gerçi her yer her köşe Mevlana ile mücehhez şehirde. TYB Konya Şubesi Başkanı Mehmet Ali Köseoğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "Konya" şiirinde geçen "Mevlana doldurmuş her tarafı" şeklindeki mısrasını hatırlattı.
Mevlana imgeleriyle baş edilmeye çalışılan kötü yapılaşmanın sorumlusu sadece tek kişi olabilir mi... Kimse tek başına sorumlu değilse de herkes bir bir sorumlu...
Yasin Aktay'ın Müslüman toplumların şehircilik alanında Batı'dan teknoloji alırken bu teknolojinin kültürünü de bir ölçüde almasından yana eleştiriler getirdiği ve şehircilik sorunlarını yarım yamalak uyarlamaların çelişkileriyle açıklayan tebliği, açık-örtük tartışmalara yol açtı. Tahran'dan gelen şair,Şerare Kamrani, Tebriz'i şiirsel izleklerle anlattı.
Benim konuşmam Tahran üzerineydi ve "Gri kapaklı, yeşil sayfalı kitap" adını taşıyordu. ("Gri"ye geri döneceğim ileriki günlerde.) Kongre, bütün Türkiye'den kentsel dönüşüm adına buldozerlerin kazmaların harekete geçtiği günlerde yapıldığı için, oturumların bu alanda yapıcı ve anlamlı tesbitlerle sürmesi dileğimi ilettim konuşmamın başında.
Aktay gibi Abeer Hussam Al-lahham Hanım da Weber'in "İslam Şehri" üzerine hiçbir İslam şehri görmediği hâlde yaptığı tesbitlerin yüzeyselliğini irdeledi. Doğrusu Suudi Arabistan'ın Dammam Üniversitesi Mimari ve Planlama Fakültesi'nde öğretim üyesi olan Al-lahham Hanım'ın oryantalist şehir irdelemelerinde dile getirilmeyen görünmez gizil yapılar üzerine tesbitlerini dikkatle dinlemeye çalıştım. Bu tesbite ben de Tahran'ı anlatırken kullandığım "çok katmanlılık, derin yapılaşmalar, gizil kamular" etrafındaki metaforlarla katılmış oldum bir bakıma. Weber ve ardıllarına göre "İslam şehri", "şehir" niteliklerine uymaması nedeniyle namevcut bir fenomen. Akif Emre'nin önceki gün Yeni Şafak'ta yayımlanan "Bu coğrafyanın hafızası: Halep" başlıklı yazısı bu açıdan da okunabilir.
Konya kongresinin bir iyiliği bu oldu bana: Zaten tanış olduğum Mahalle Mektebi dergisi ekibiyle şifahen de tanışmak. Abdullah Harmancı, Mehmet Harmancı, Dilara Coşkun, Köksal Alver, Feyza Yarar, Murat Üstübal, Ulvi Kubilay Dündar, Sait Mermer, Mehmet Kahraman ve nakkallık geleneğinin günümüzdeki temsilcisi olduğu izlenimini veren Hasan Arslan... Bu isimlerin çalışmalarıyla Konya'ya kültürel bir merkez özelliği kazandırdığını düşünürüm hep.
Bir de Murat Güzel var ki bulunduğu yeri eleştirel düşünceyle merkez kılıyor.
Sahi, Harmancı kardeşlerle Köksal Alver Konya'yı üçe bölmüşler, öykü alanında; böyle bir espri de aktarıldı. Öykü üzerine sohbetimiz ise ortak bir kitap fikriyle sürdü.
Öylesine yoğun tempo içinde İbrahim Ulvi Yavuz ve Mehmet Doğan'la ancak selamlaşabildik. Bir ara Bahman Ghobadi ile çalışan İranlı sanatçı Amir Ahmad Fekri'ye, Kimsenin İran kedilerinden haberi yok filmine dönük eleştirilerimi aktarabildim.
Kaybettiği güzellikler için hüzünlü Konya; adeta apar topar ayrılırken bana öyle geldi. Yarıda kalan konuşmalardan da ileri gelebilir bu hüzün etkisi.
Kentsel dönüşüm üzerine bir tesbitimle noktalamak istiyorum yazımı: Hepimizi ilgilendiren bu hareketin pişmanlıklara yol açmayacak şekilde sürdürülmesi, her kesimden mimarlık dernekleri ve kuruluşları hesaba katan geniş bir şûra oluşturulmasıyla mümkün olabilir diye düşünüyorum. Kaybetmenin ve pişmanlığın sonu yok çünkü...
cihanaktas1@gmail.com
twitter.com/chn_aktas
Cihan Aktaş / Taraf