Otobüsümüz saat 08.50'de Mevlana Kültür Merkezinin yanındaki Hacı Veyis Camisinin önünden hareket etti. Bir saatlik bir yolculuktan sonra Karapınar'a vardık.Yolculuğumuz gayet iyi, sakin bir şekilde geçti. Yol arkadaşım Hüzeyme Yeşim Koçak Hanımefendi idi. Hüzeyme Hanım'ın insanı sıkmayan, ruhuna güzellik katan çok hoş, tatlı bir sohbeti var. Bunun için yolculuğumuz zevkli geçiyor. Karapınar'da bizi Belediye başkanı Mehmet Mugayıtoğlu karşıladı. 100. yıl Atatürk Kültür Parkında bir sabah kahvaltısı düzenleyen Muğayıtoğlu, Karpınar'a yaptığı hizmetlerini, yapmak istediklerini bir sine vizyon gösterisi ile bizlere anlattı. Kendinden önceki belediyelerin Karapınar için hiçbir şey yapmadığını söylemesi bizleri üzdü. Çünkü her yapılan şey devrini tamamladığında ister istemez yıpranır ve yenilemek icap eder. Daha sonra şehir turunda bizlere eşlik eden başkan, şehirdeki yeşil alanları ve sanayi bölgesini gezdirdi. Başkan gerçekten Karapınar'ı çölleşmekten kurtarmaya azmetmiş, bunda başarılı da olmuş. Dikilen ağaçlara eğer iyi bakılırsa 10 yıl sonra yemyeşil bir Karapınar'a sahip olabiliriz. Başkanın konuşmasının ardından şehir içinde kısa bir tur yaptık ve civarı gezmeye başladık.Yolculuğumuzun ikinci durağı Meke Gölü havzası idi. Yolda giderken Kumsivritepesinin önünden geçtik. Buradan geçerken Karapınarlı gazeteci Mehmet Okuyucu tepeyle ilgili ilginç bir hikâye anlattı: Hikâye şöyle: "Vaktiyle Acıgöl'ün bulunduğu yerde bir köy varmış. Hızır Aleyhisselam yoksul bir ihtiyar kıyafetinde köye gelmiş. Köylülerden ekmek istemiş. Hiç kimse ona ekmek vermemiş. Yalnız köyün en fakiri, en çok yardıma muhtaç genç bir gelin, iki yetim çocuğuyla kapıda karşılamış, ona ekmek vermiş. Saygıda ve hürmette kusur etmemiş. Köylülere çok kızan Hızır Aleyhisselam, onları cezalandırmak istemiş. Kendisine yardım eden geline, şafakla birlikte iki çocuğunu alarak köy terk etmesini, giderken geri dönüp bakmamasını tembih etmiş. Gelin çocuklarını yanına alıp köyden uzaklaşınca köyü Allah'ın izniyle yerin dibine geçirmiş ve açılan çukurun içine su dolmuş. Yani bu günkü acı göl oluşmuş. Gelinceğiz köyün yukarısındaki tepeye ulaşınca köyünün ne olduğunu merak eder ve dönüp köyüne doğru bakar. Kadıncağız iki çocuğuyla birlikte oracıkta taş kesilir."Meke gölüne varınca o güzelim dünya harikasının kuruduğunu içimiz burkularak müşahede ettik. Birkaç senedir can çekişen Meke Göül, kurtarılamamış ve kaderine terk edilmişti. Gölün suyu iyice çekilmiş. Ve kalın bir tuz tabakası oluşmuş. Bence belediye başkanı, bu bölgeyi yeşil alan kapsamına almalı, gölün çevresi ağaçlandırılmalıdır. Efendim su yok, deniliyor. Diğer ağaçlar nasıl sulanıyorsa aynı yöntemle oraya dikilen ağaçlar da sulanabilir. Fazla su istemeyen, sıcağa dayanıklı iğne yapraklı ağaçlar dikilebilir. O bölgeye yağan yağmur suları bir havuzda biriktirip pompalarla oraya su sevkiyatı yapılabilir. Ayrıca gölün içindeki birikmiş tuzlar alınmalı. Çumra'dan geçen Çarşamba çayının suları da isale hattı ile buraya akıtılabilir. Aynı ağaçlandırma çalışmaları acı göl havzasına da yapılmalıdır. Yukarıda anlatılan hikâye ilgimizi çekti ve Acı Göl'ü ziyaret ettik. Gölün etrafında bir tek ağaç yok. Kup kuru, çorak bırakılmış. İstenilse bura da pek âlâ ağaçlandırılabilir. Daha yeşil, daha cazip bir Acı Göl'e sahip olabiliriz. Efendim su sıkıntısı var. Şartları zorlayacaksın, geçici bir süre için su sıkıntısını aşacaksın ve tabiata su döngüsünü sağlayacaksın. Sen tabiata vereceksin tabiat da sana verecek. Allah'ın koyduğu kuralları insanlar kendi eliyle bozarsa bunun da cerimesini insanlar çeker. Bunu hiç unutmayalım. Acı gölün suyu sodalıdır. İçinde yosundan başka pek bir canlı yetişmez. Sahilde ayaklarımızı suya soktuk. Erkek kardeşlerimiz de çocukluk günlerine geri döndüler ve "suyun üzerinde taş sektirme yarışı" yaptılar.Gezisinin nihayetinde Karapınar'a adını veren; fakat bu gün kurumuş bir vaziyette bulunan pınar'ın çıktığı yere geldik. Sadece simsiyah kayalar kalmış. Belediye, bir hatıra olarak kaynağın etrafını temizletmiş ve bulunduğu yere Mevlana Hoş Görü Parkı yapmış. Kaynağın çıktığı yer Parkın içinde kalmış.Gezi boyunca bizleri yalnız bırakmayan Başkan ve ekibine teşekkür ederek Karapınar'dan ayrıldık. Dönüşte mısır tarlalarının arasında oluşan büyükçe bir obruk olan Yarımoğlu Obruğunu gördük. Obruk yaklaşık 100 m. derinlikte ve 10-15 m çapında. Görüntü ziyadesiyle ürkütücü. Dibinde su oluşmuş. Etrafını tel ile çevirmişler. Fotoğraf çekmek için yaklaştık; fakat daha fazla ileri gidemedik. Yer yer kenarlarında çatlaklar oluşmuş ve çökme tehlikesi arz ediyor. Bazı fotoğraflar çektikten sonra otobüsümüze binerek Konya'ya doğru hareket ettik. Geziyi Düzenleyen TYB Konya Şubesi başkanı Mehmet Ali Köseoğlu ve ekibine emeği geçen herkese teşekkür ederim.Karapınar gezisi, bende Karapınar'la daha yakından ilgilenmem hususunda bir istek uyandırdı. Karapınar hakkında bilgi toplamaya başladım. Ve bu bilgileri sizlerle paylaşmaktan büyük zevk aldım. İnşallah Sizler de aynı kanaatte olursunuz.Karapınar'ın Dünü Bugünü ve YarınıKarapınar'ın kuruluş tarihi çok eskidir. Şehir Hititlerden beri yerleşim alanıdır. Selçuklu döneminde, Osmanlı döneminde bir köy olarak yerleşim yeridir ve Eski il'e bağlıdır. 1500 yıllarında Celali isyanlarından dolayı ahalinin büyük bir kısmı çiftini çubuğunu terk ederek en yakın yerleşim yerlerine göçmüştür. Yavuz Sultan Selim 1514 yılında Çaldıran seferine giderken halk hükümdara bu durumdan şikâyette bulunmuştur. Padişah da buraya bir "Derbent teşkilatı" kurdurarak hem ahaliyi eşkıya zulmünden korumuş hem de ipek yolu güzergâhında ticaret yapan tüccarların mallarını ve Meke Gölü Tuzlasındaki tuz kervanlarını da güvence altına almıştır.Karapınar'ın büyük çapta imarı ise Sultan II. Selim'in Konya valiliği döneminde olmuştur. 1550'li yıllarda daha babasının sağlığında kardeşleriyle saltanat davasına kalkışan Şehzade Selim kardeşlerini bertaraf ettikten sonra 1558 yılında rakipsiz olarak Osmanlı tahtına veliaht şehzade olarak tayin edilmişti. Bu sıralarda Konya valisi olarak bulunuyordu. 1560 tarihinde babasına yazdığı bir mektup'ta Karapınar'da bir cami, han ve İmaret yapmak için izin istemiş, Kanunî Sultan Süleyman da Konya ve Halep Kadılarına hüküm göndererek, Şehzade Selim'e gerekli yardımların yapılması konusunda emir vermişti. Bu emir çerçevesinde 1560-63 yılları arasında zikrolunan külliye mimar Sinan tarafından tamamlanmış, ayrıca 39 dükkân, 2 yel değirmeni ve 5 çeşme yapılarak şehirdeki sosyal ve iktisadî hayat canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bu tarihten sonra Karapınar, Sultan şehri anlamına gelen Sultaniye diye anılmaya başlanmıştır.16 , 17. ve 18. yy. belgelerinde Karapınar'n ismi Karapınar olarak geçer. 19.yy.daki salnamelerde de Karapınar'ın ismi Karapınar olarak geçer. 1865 tarihli Konya salnamesinde de yerleşim yerinin adı Karapınar olarak geçer. 1907'de Karapınar'ın ismi Sultaniye olarak değiştirilmiştir. (1) Bu tarihten 1934 yılına kadar ismi Sultaniye olan kazanın adı, bu tarihten itibaren tekrar Karapınar adını almıştır.Konya ve Karapınar'ı ziyaret eden ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Karapınar'dan bahsetmekte, birkaç yerde Karapınar olduğundan dolayı buraya Konya Karapınar denildiğini, Şehrin Sultan Süleyman Han Camisi bulunduğunu ve Mimar Sinan'ın eseri olduğu, bunun haricinde birçok mescid, 3 tekke, 1 sıbyan mektebi ve bedestenin varlığından bahsetmektedir. (2) Şemseddin Sami, "Kamus'ül Âlâm" adlı eserinde Karapınar'dan şöyle bahsetmektedir: Karapınar, Konya Vilayeti Sancağı'nda nefs-i Konya'nın 94 km şarkında ve Karacadağ'ın cenubunda (güneyinde) geniş bir ovanın kenarında kaza merkezi olup, 4000 kadar ahalisi, Sultan Selim Han-ı Sani'nin binakerdesi (binayı yaptıran) 2 minareli bir cami, 1 şadırvan, 2 çeşmesi vardır. Karapınar Kazası, garben (batı) Konya, cenuben (güney) Karaman, Şark cenubî tarafından Ereğli, Şimalen(kuzey) Esb-keşan (Kulu-Cihanbeyli) kazaları ile Şimalî şarkında dahi Niğde Sancağı ile muhat (çevrili) olup, 34 karye (köy), 25.927 ahalisi camiadır. (Toplam nüfusu 25.927 kişi)Arazisi düz olup, mezkur Karacadağ'dan başka cibali (dağları) yoktur. Miyah-ı cariyesi (akarsuları) pek azdır. Mahsulat-ı arazisi; buğday, arpa, çavdar, burçak v.s hububat ile cehri (her vakit yeşil kalan küçük çalılardan ibaret ve meyvesi meneviş gibi küçük ve rengi koyu kırmızı renkli, sulu ve tatlı bir bitki) ve kimyondan ibarettir.Koyunları ziyadesiyle güzel olup, mülga Hotamış Nahiyesinde her re'si (her biri) 2-3 bin kuruş eder develeri yetişir. Kaza dahilinde âlâ halı, seccade ve kilim imal olunur.Kaza derununda (içinde) 32 mescit ve cami mevcuttur. Kaza merkezinin şimali şarkında sönmüş bir eski bürgân (volkan)ın ağzı olduğu anlaşılan takriben 200m umku (derinliği), tulen ve arzen (uzunluk ve genişliği) yarım saatlik bir vüs'ati (genişlik) olan bir memlehası (tuzlası) bulunup, külliyetli tuz ihraç olunur. Bu memleha, bir tepenin üzerinde bulunup, bir takım göller ile muhattır.(3)Şemseddin Sami'nin verdiği bilgiler göre o zaman Karapınar kazasında sosyal ve ekonomik hayat oldukça canlı gözükmektedir. Anlaşılan, 1290 (1873) yılındaki kuraklıktan sonra halk kendini çabuk toparlamış, ekonomik hayat canlanmıştır.Karapınar'ı her yönüyle ele alan ve derin bir incelemeye tabi tutan İbrahim Gündüz, tarihi, sosyal, kültürel, iktisadî, edebiyat ve folklor açısından mükemmel bir eser ortaya çıkarmıştır. Salnamelerden ve o devirde yazılmış kaynaklara ve arşiv belgelerine başvuran İbrahim Gündüz'ün eserinin ismi, "Bütün Yönleriyle Karapınar"dır.(4)İbrahim Gündüz'ün eserinde en çok ilgimi çeken, zaman zaman yaşanan kıtlıklar ve göçlerin anlatıldığı kısımdır. Eserin verdiği bilgilere göre Karapınar'da çok büyük kıtlıklar olmuş. İlk büyük kıtlık 1290 (1873) yılında olan kıtlıktır. Bu kıtlık, halk arasında büyük çözülmelere yol açmış, açlığın ve sefaletin yarattığı etkiler uzun süre unutulmamıştır. 90 kıtlığı adı verilen bu kıtlıkta, halkın göçebilenler yakın kasabalara göç etmişler, göçemeyenler de açlıktan ölmüşlerdir. Adana ve Çukurova bölgesine giden halkın pek çoğu oranın havasına intibak edemeyerek tifodan ölmüşlerdir. Susuzluktan topraklar çatlamış, açlıktan insanlar ve hayvanlar ölmüşlerdir. Ahırlarda bağlı bulunan hayvanlar bağlandıkları ağaçların köklerini, damları örten ağaçları kemirmişlerdir. Aç kalan kurt sürüleri köye inmiş ve köylünün zaten telef olan aç hayvanlarını da kurtlar yemiştir.Karapınar'da ikinci büyük kıtlık, 1927-28-29 kıtlığıdır. Bu kıtlıkta da halk ekmek bulabilmek ve çalışmak için yakın çevreler göç etmişler, gidenler bir daha geri dönmemişlerdir. Kalanlar ise geven köklerini hamura karıştırarak ekmek yapmışlar, bir teneke un alabilmek için tapulu gayrimenkullerini satışa çıkarmışlardır.Karapınar'da üçüncü büyük kıtlık 1957-58-59 yıllarında olmuş. Bu yıllarda erozyonun yaptığı tahribat çok artmış, kum fırtınaları ağaçları, ekinleri ve otları kökünden çıkarıp atmıştır. Üç yıl süren kuraklıktan dolayı hayvanlar ve insanlar aç kalmışlar, Aksaray panayırında, bakamadıkları hayvanlarını un almak için yok pahasına elden çıkarmışlardır. Bu kıtlıklar edebiyata da konu olmuş, halk ozanları yazdığı şiirlerle açlığı ve sefaleti gündeme taşımışlardır. Bu devrin ozanlarında Nail Okuyucu şöyle bir şiir yazmıştır:
1959 Kıtlığı
Karapınar diye bir isim almış
Kara talihliler burada cem olmuş
Yaprağı dökülmüş, gülleri solmuş
Yaprak belli değil, gül belli değil
Sarmış bir kuraklık kış ve yazını
Rüzgâr semaya atar tozunu
Beyaz kumlar örtmüş yerin yüzünü,
Toprak belli değil, yol belli değil.
Kumlara bürünmüş taşların bile
Ağarmış sakalın saçların bile
Ötmüyor ey pınar kuşların bile
Mevsim belli değil, yıl beli değil
İlkyazda kurudu ekinler, otlar
Koyunlar doymuyor kalmadı sütler
Dövene dönmedi bu sene atlar
Tırnak belli değil, nal belli değil
Makine kurulu, topu dönmüyor
Sadeyağ kalmadı, vita yenmiyor
Sanırım ki her öyün de yanmıyor
Ocak belli değil, kül belli değil
Durulmaz kırlarda bambul sesinden
Âlem harap oldu, darlık yasından
Suların yüzünden, kara yosundan
Ördek belli değil, göl belli değil
Biçerler taşındı Akşehir'ineKırımlar gönendi onun yerine
Kardeşten fayda yok yekdiğerineKardeş belli değil, el belli değil
Cihanbey'ine gitti bütün ustalarAmele taşıyor şimdi postalar
Fukara gurubu kara yastalarZengin belli değil, hal belli değil
Yazın ortasında göçü sardılarKavak'lar, Yarma'ya koyun sürdüler
Ayrancı Karaağaç'a çadır kurdularÇardak belli değil, tol belli değil
Derler ki bu sene âlemde kâr yokÇalışan kazandı, gayriye zor yok
Camiler boş kaldı, kahvede yer yokİmam mükemmel, kul belli değil
Yarabbi ne kötü zamana kaldıkUnluğu denkledik, samana kaldık
Saz düzen almadı kemana kaldıkMızrap belli değil, tel belli değil
Elli dokuz dedik tarihi attıkKara selam söyle, biz zarar ettik
Harman veresiye kuzuyu sattıkSenet belli değil, pul belli değil
Yeter artık bu kadarla keselimKader böyle imiş kime küselim
Sükût kimya derler biz de susalımKelâm belli değil, dil belli değil
Nail Okuyucu, lazımsa adımBir hatıra olsun, yazayım dedim
Suyu da kıt ile iç yudum yudumPınar belli değil, sel belli değil.
Şairin bu şiirini okuyup de etkilenmemek mümkün değil. İnsanımızın yaşadığı sıkıntılar yüreğimizde hep derin yaralar açmıştır. Bu gün Karapınar'da erozyonla mücadelede oldukça başarılar kat edilmiş ve halkımızın refah seviyesi yükseltilmiştir. Zengin yer altı su kaynakları tespit edilmiş ve Devlet Su İşleri büyük kuyular açtırarak sulu tarıma geçilmiştir. Halkın içme suyu ihtiyacı da bu kuyulardan temin edilmektedir. Ayrıca bölgede hayvancılığa gereken önem verilmiş, modern tarzda damızlık hayvan yetiştirilmiş, halk üretime teşvik edilmiştir. Şehrin coğrafî çehresi de değişmiş, kupkuru, çorak bir Karapınar, yerini yemyeşil bir Karapınar'a terk etmiştir.Daha güzel günlere kavuşmamız için bu günkü yapılanı yeterli görmemek ve daima daha fazlasını yapmak gerekir. Ayrıca tabiat ve kültür varlıklarımıza sahip çıkmak ve onları korumak, gelecek nesillere aktarmak için her birimiz elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Allah'a emanet olalım.Dipnot:1.) Arşiv Belgelerinde Sultaniye-i Karapınar.s.11 v.d, s.22 vd,s. 222 vd. Karapınar Belediyesi yay.2013
2.) Evliya Çelebi ,Seyahatname-C:3 s.16.Üçdal Neşriyat/İST.
3.) Şemşeddin Sami, Kamusu'l- Âlâm. C.5 s. 3222-3223. Mihran Matbaası. 1314/İST. Konya Bölge Yazmalar Kütüphanesi. D.no:YB6050/5
4.) Gündüz, İbrahim. Bütün Yönleriyle Karapınar. Kuzucular Ofset Matbaa. 1980/KONYA.
Kaynak;Merhabahaber