İstanbul’un fethi nasıl çağ açtı, çağ kapattı? Herkes bir şey söylüyor. Anadolu, güney bölgeleri kısmen fethedilmekle beraber, Emeviler ve Abbasiler döneminde İslâma açılamadı. Bu 1071’de Malazgirt zaferinden sonra mümkün oldu. Türk’ün hakkını ketmetmeyelim: Selçuklu gazileri kısa zamanda Anadolu’nun batı ucuna ulaştılar, dört yıl sonra 1075’te Kutalmışoğlu Süleyman Şah İznik’i başkent yaptı...Eğer haçlı seferleri başlamasa, sürüler halinde Avrupa’nın muzahrafat takımı Anadolu’yu çiğneyip Kudüs’e ulaşmak istemese idi, İstanbul’un fethinin şartları belki de daha erken oluşacaktı...
Fatih bu coğrafyanın siyasî bütünlüğünü İstanbul’u alarak sağladı, işte Ahadolu’da Bizans-Hıristiyan çağı kapandı. Türkiye hilâlin oldu. Haçlı kini güdenler bu yüzden yüzyıllardar rahatsız. Bizse İstanbul’un fethi ile iftihar ediyoruz. Çünkü atalarımızın çökmüş, tefessüh etmiş Bizans’ı sadece askerî olarak değil, ahlâken, ilmen, fennen ve adaletle de fethettiğini biliyoruz. İstanbul fethedilmeden önce bütün coğrafya Osmanlılara gönüllü olarak teslim olmuştu. Direnen sur içindeki köhne Bizans’tı.
Fatih, İstanbul’u fethetmekle kalmadı, Timur’un dağıttığı birliğimizi de sağladı. Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarına ulaşmak için güçlü bir hamle yaptı. Oğlu Bayezid onun dinamizmini temsil edemedi ama, torunları Selim ve Süleyman fetih ruhunu özümseyerek nizam-ı âlemi, dünya düzenini temsil edecek bir güce ulaştılar.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu hatırlamak önemli, ama İstanbul’un fethini yâd etmek ondan daha mühim. Cumhuriyet’ten sonra mağlubiyetimiz zafer olarak nesillere öğretildi. Böylece bir kimlik oluşturulmak istendi. Elbette buna itiraz edenler de oldu. Yahya Kemal’in 1920’i yıllarda İstanbul’un fethini nasıl bir millet şuuru arayışı olarak ele aldığını biliyoruz. İstanbul’un Fethi ve Fatih üzerinden bir millet şuuru oluşturma konusunda en güçlü hamle Nurettin Topçu’nun yazılarında görülür. Daha önce bize Alparslan’ı ve Malazgirt’i hatırlatan, Mehmed Âkif ve Hüseyin Avni ulaş gibi müsbet örnekler üzerinden düşüncelerini ifade eden Nureddin Topçu’nun bu konudaki bilinen ilk yazısı “Fatih Sultan Mehmed Han Konuşuyor”dur. Döneminde büyük ilgi gören ve birkaç dergi tarafından iktibas edilen bu yazı Serdengeçti dergisinde de (mayıs-haziran 1952) “Fatih Sultan Mehmed Han’ın hitabı” başlığı ile yayınlandı. Nureddin Topçu’nun bu konudaki ikinci yazısı, 1953 haziranında Hareket dergisinde imzasız olarak yayınlanmıştır: “Büyük atamız Fatih”.
“29 Mayıs’da İstanbul, karanlıktan kurtuluşunun ve nura kavuşmasının beş yüzüncü yıldönümünü kutladı. Türk milleti Fatih’in ruhuna candan bağlılığını gösterdi. Birçok ruhlara belki hüsran ve azap veren bu milli bayram günü, yalnız İstanbul’un ufuklarına değil, bütün Türk milletinin vicdanına açılmış bir gündür.”
İstanbul’un fethinin ilk Abdülhamid Han zamanında kutlanmak istendiği, fakat padişahın Rum teb’ayı rahatsız etmemek için bundan vazgeçtiği söyleniyor. 1914’de İttihatçılar bir kutlama yapıyorlar. Sonra 1940’larda İstanbul’un fethi hatırlanıyor. 1953’de büyük kutlamalar yapılması düşünülüyor. Fakat pek fazla bir şey yapılamıyor. Böylece 500. yıla geliniyor. Seçimi kazanan Demokrat Parti hükümeti güçlü bir hatırlama için bir hayli çaba sarfediyor ama, Yunanistan’la iyi ilişkiler uğruna Cumhurbaşkanı ve Başbakan kutlamalara katılmıyor...
İstanbul’un fethinin ve Fatih’in anılması, Nureddin Topçu’nun öncülüğünde çeşitli kuruluşlar eliyle o yıllardan itibaren yapılageliyor. 1970’lerden itibaren MSP, onun gençlik uzantıları Milli Gençlik Vakfı ve sonra Anadolu Gençlik Derneği İstanbul’un fethini gündemden düşürmüyorlar. Son yıllarda başbakanların ve cumhurbaşkanılarının katıldığı kutlamalar yapıldı.
Bu kutlamaların Gezi olayları sırasında “Zulüm 1453’te başladı” pankartına bir cevap olarak da görülmesi mümkün. Çünkü İstanbul’un fethinden sevinç duyanlar olduğu gibi (İslâm dünyası), nefret hisleri ayağa kalkanlar da var (haçlılar). Onlara göre fetih bir İstila! Bunlar İslâmın İspanya’dan kan ve vahşetle sökülüp atılmasını görmek istemezler, ama İstanbul’un fethinden rahatsız olurlar. İstanbul fetholunmuştur, fakat gayrimüslim teb’aya hürriyet tanınmıştır. Söyleyin bu Avrupa tarihinde görülen bir şey mi?
İstanbul’un fethinden rahatsız olanlardan biri de tarihçi geçinen bir bayan. Daha önce onunla, daha doğrusu tarafgirliği, cahilliği ve cahilane yorumlarıyla ilgili birkaç yazı yazdık. (Radikal’de tarihçi! (14.8.2014, Akit), Hürriyet ve hür olmak (25.9.2014, Akit)
Zamirini, sanal bir gazetedeki (Radikal) yazısında alenen ortaya koyuyor. 1953’te kutlamaların Bayar ve Menderes tarafından önemsizleştirilmesinden Yunanistan Başbakanı Papagos çok memnun olmuş ve 16 Haziran 1953’te Türkiye’yi ziyaret etmiş. Bakın güya “Hür” Ayşe’nin yorumuna: “Yunanlıların ve Avrupalının henüz bilmediği iki yıl sonra 6/7 Eylül’de Fatih’in eksik bıraktığı yağma işini İstanbul halkının tamamlayacağı idi.”
“Efendim bu da bir fikirdir” denilebilir. Hayır! Bu fikir değil, millete saygısızlıktır, ahlâksızlıktır! Kimliğini açıkça ortaya koyarsan, o zaman fikir olur. Fakat bu hatun en azından ismiyle bu toplumun bir ferdi görüntüsü veriyor. Öyleyse bu ahlâksızlıktan başka bir şey değildir. Bu toplum Fethi ve Fatih’i önemsiyor. Bundan tabiî bir şey olamaz. Bazıları da bundan rahatsız oluyor. Hatunun yazısında epeyce bilgi var: 1453 kutlamalarını “Avrupa basını “Türk istilası’nın kutlanması” olarak nitelemişti. Yunanistan’da ise Atina, Patras, Pire, Selanik, Yanya gibi büyük kentlerde yas törenleri yapılmıştı. Atina Katedrali'nde, Atina Başmetropoliti Spirido'nun başkanlığında, "Şehirlerin Kraliçesi'nin son savunucusu, Helenlerin sadık kral ve imparatorları Konstantin’in" hatırasına ithaf edilen bir ayin düzenlenmişti. Bu dini törene, siyasi parti temsilcileri, işçi sendikaları ve meslek odaları temsilcileri, Saray ve hükümet erkânı ile binlerce Yunanlı katılmıştı. Ayin sırasında Atina’da bazı işyerleri kepenklerini kapatmış, kiliseler çanlarını çalmıştı.”
Sözün özü: Saflık etmeyelim, kararlı olalım, çünkü herkesin safı belli!