Birikimleriyle gençlere ışık tutan Araştırmacı yazar Prof. Dr. Ahmet Sevgi, “Dil, yazar ve sanatkârların elinde gelişip güzelleşir. Günümüzde yazar ve sanatkârların “dil” diye bir endişeleri olmadığını söylersem dilimizin bugünkü hâl-i pür-melâlini sanırım özetlemiş olurum” dedi.
Bir dönem Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğü de yapan Emekli Eski Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Sevgi’nin ilginç bir edebiyata yönelme hikâyesi var. Lise yıllarında avukat olmanın hayalini kurarken bir yandan da edebiyattaki başarısızlığını yenmeye çalışmakta fakat düşük notlar almaktan bir tülü kurtulamamaktadır. Bir gün makûs talihi döner ve önce öğretmeni değişir. Yeni gelen öğretmen verdiği ilk kompozisyon ödevinden sonra onu karşısına alır ve “Sen iyi bir yazar olabilirsin” der. O da bu heyecanla adliyenin yolunu bırakıp kitapçıların yolunu tutar. Fakat bu röportaj sadece bir hayat hikâyesi değil, buyurun:
Hocam, Nerede ve hangi tarihte dünyaya geldiniz. İlköğreniminizi nerede aldınız?
Nüfus cüzdanımda 15 Mart 1953’te Mersin’in Mut kazasına bağlı Sakız Köyü’nde doğduğum kayıtlı. Ancak annem rahmetli, senden önce 3 aylıkken ölen bir Ahmet daha vardı. Senin nüfus kaydın o Ahmet’e aittir. Kim onun kaydını yıktırıp da seni tekrar yazdıracak, derdi. İlkokulu köyümde (1960-1965), orta ve lise tahsilimi de Adana İmam-Hatip Okulunda tamamladım. (1969-1976)
Edebiyata ilginiz nasıl başladı?
Lise birinci sınıfta kompozisyon dersimize Mustafa Tehneldere (Yakınlarda “korona”dan vefat ettiğini duydum. Allah gani gani rahmet etsin) adlı bir öğretmenimiz girmişti. Nasıl ders anlatıyordu, hangi konuları işlemişti, hatırlamıyorum. Ama hatırladığım bir şey var: Yazılı imtihanlarda hep zayıf almıştım. Hoca, yarıyılın son haftasında beni sözlüye kaldırdı ve yarım ağızla “beyaz” dedi. Ben sorunun devamı nasıl gelecek diye beklerken hoca birden “Konuşsana be çocuğum!” diye gürlemesin mi? Ben ne söyleyeceğimi toparlayamadan doğaçlama konuya girdim: “Beyaz beyazdır, beyaz olmasa beyaz demezlerdi. Kim beyaza siyah derse…” ‘yanılmış olur’ diyecektim ki arkalardan bir arkadaşımız “alnını karışlarım” demesin mi? Hoca kızdı, bağırdı-çağırdı ve yine zayıf verdi. Bu arada gayet tabii, ben de boş durmuyordum. Seyit Kemal Karaalioğlu’nun: “Sözlü-Yazılı KOMPOZİSYON Konuşmak ve Yazmak SANATI (İst. 1972) adlı eserini didik didik etmiştim. İkinci yarıyıl “kompozisyon” hocamız değişti. İsmini -maalesef- şimdi hatırlayamadığım Adapazarlı bir edebiyat öğretmeni girdi kompozisyon dersimize. Diğer derslerim çok iyi olmasına rağmen kompozisyondan zayıf almam ağırıma gitmişti. Harıl harıl kitap okuyor, yazı çalışmaları yapıyordum. Nihayet yeni hocamız kompozisyondan ikinci yarıyılın ilk imtihanını yaptı. Sınıfta notlarımız okunuyor. Ben “acaba yine zayıf mı aldım” diye heyecandan tir-tir titriyorum. Sıra bana geldi. Hoca: “Ahmet Sevgi” kim? dedi. Ayağa kalkıp: “Benim efendim” dedim. Şöyle bir yüzüme baktı. “Teneffüste beni gör” dedi. Notumu okumadı. Her halde yine “zayıf” aldım diye iyice telaşlandım. Teneffüs zili çaldı. Öğretmenler odasında hocamızın yanına vardım. Hocamız: “Doğru söyle, bu kompozisyonu sen kendin mi yazdın?” dedi. “Evet, efendim” deyince karşıdaki boş sandalyeyi göstererek “otur” dedi ve konuşmaya başladı: “Kompozisyonunu çok beğendim. Belki şımarırsın diye sınıfta söylemedim. Çalışırsan ileride yazar olabilirsin. Tabii, çok okuman lazım…” Öğretmenimizin bu sitayişkâr ifadeleri benim için bir dönüm noktası oldu. O güne kadar “avukat” olmayı düşünürken birden “yazar” olmaya karar verdim. Artık tiryakisi olduğum Adana adliyesindeki sanık avukatlarının heyecanlı konuşmalarını dinlemeye gitmez oldum. Kısıtlı imkânlarımla kitap ve dergiler alıp okumaya başladım. 1974-1975 eğitim ve öğretim yılında okulumuzun kitap satış büfesini çalıştırmış olmam kitap dünyasını biraz daha yakından tanımama vesile oldu. Bu arada benim sorumluluğumda “VERİM” adlı bir de sınıf gazetesi çıkardığımızı hatırlıyorum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girerek oralardaki sanat-edebiyat mahfillerinde bulunmak, yazarlık köşkünün merdivenlerinden ağır ağır çıkmak en büyük hedefimdi. Nasip değilmiş, Elazığ Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdim. Edebiyat, ilgim olmaktan öteye, mesleğim de olma yolundaydı.
Fırat Üniversitesine ne zaman başladınız ve nasıl bir öğrencilik dönemi yaşadınız?
İmam-Hatip Lisesi’ni bitirdiğim yıl (1976) Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne başladım. İmam-Hatip Okulunu parasız yatılı okuduğum için mecburi hizmetim vardı. Elazığ merkezde, Fırat Üniversitesinin hemen yanında bir camiye (Bahçelievler Camii) imam-hatip tayin edildim. Hem öğrencilik, hem haftada bir entelektüel bir camiaya verdiğim cuma vaazlarını hazırlamak beni daha çok okumaya ve daha çok çalışmaya sevk ediyordu. Öğrencilik dönemim; hadis ve tefsir okumak, fakültede derslere devam etmek ve din hizmeti görevimi aksatmamak için geceli gündüzlü çalışmakla geçti diyebilirim.
Selçuk Üniversitesine atanma süreciniz nasıl gelişti?
1980’de Edebiyat Fakültesini bitirdikten kısa bir süre sonra Mardin Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak tayinim çıktı. Ancak birtakım sebeplerle göreve başlayamadım. Bir yıl sonra tekrar öğretmenlik için Millî Eğitim Bakanlığına müracaat ettiğimde “Branşınızda öğretmen açığı yoktur” denilerek (Oysa aynı gün gazetelerde 500 edebiyat öğretmeni alınacağına dair ilan vardı) evrakım iade edildi. Müstafi sayılmış olduğum için MEB kendince beni cezalandırmış oluyordu. Öğretmen olamayacağımı anlayınca acaba üniversitelere girebilir miyim, diye düşünmeye başladım. Erzurum, Bursa ve İzmir’de asistanlık imtihanlarına girdim, başarılı olamadım. Ümitsizliğe düşmedim, yabancı dil ve edebiyat bilgilerimi artırmak için var gücümle çalışıyordum. Nihayet 1983 yılında Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne öğretim görevlisi olarak girdim.
Doktora ve müteakiben akademik kariyer süreciniz nasıl seyretti? 24 Ocak 1983 tarihinde Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde göreve başladım ve kısa bir süre sonra yani 1 Mart 1983’te askere gittim. Erzincan’da kısa dönem askerliğimi müteakip tekrar görevime döndüm. O zaman Selçuk Üniversitesi’nde edebiyat alanında Yüksek Lisans ve Doktora programı olmadığı için Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisansa başladım. (1983) Bir taraftan Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde ders veriyor, haftada iki gün de Ankara’ya gidiyor Yüksek Lisans dersi alıyordum. Bu zor şartlarda Gazi Üniversitesi’nde Yüksek Lisan (1984) ve Doktora (1987) yaptım. 1988’de Yardımcı Doçent, 1994’te Doçent ve 2002’de de profesör oldum.
Önce dergi ve gazete yazarlığına mı başladınız yoksa kitap mı neşrettiniz? Tabii ki dergi ve gazete yazarlığım öncedir. Üniversiteye girmeden evvel gazete ve dergilerde yazılarım çıkmıştı. Kitap çalışmam üniversiteye girdikten sonra başladı.
Hangi dergi ve gazetelerde yazdınız?
Lise yıllarımdan itibaren bazı dergi ve gazetelerde yazılar yazmıştım. Ancak kalburüstü denilebilecek ilk makalem Türk Edebiyatı dergisinde çıktı. (Türk Edebiyatı, Sayı: 108, İst. 1982, s. 31) Daha sonraları Millî Kültür, Türk Yurdu, Türk Kültürü Araştırmaları, Yedi İklim, Kültür Dünyası vb. dergilerde; Son Havadis, Son Çağrı, Yeni Mesaj, Ayyıldız, Tercüman ve Yeni Çağ gazetelerinde yazdım.
İlk kitap çalışmanıza nasıl başladınız ve ne kadar zamanda tamamlayabildiniz?
Yüksek Lisans tezimin basılmış hali olan ilk kitabım (Latîfî’nin İki Risâlesi: Enîsü’l-füsahâ ve Evsâf-ı İbrahim Paşa, Konya-1986) bir yıllık çalışmanın ürünüdür.
Üretken bir akademisyen olarak birçok kitabınız kütüphanelerde yerini aldı. Muhtevalarıyla birlikte kitaplarınızı kısaca anlatır mısınız?
Kitaplarımın muhtevalarıyla birlikte anlatılması müstakil bir çalışma gerektirir. Ben “bilimsel kitaplarım”, “makale ve deneme kitaplarım” başlığı altında kitaplarımın adlarını sıralayarak yetinmek isterim.
BİLİMSEL KİTAPLARIM:
1-Latîfî’nin İki Risalesi: Enîsü’l-füsahâ ve Evsâf-ı İbrahim Paşa, Konya-1986.
2-Hikâye-i Garîbe, Konya-1992 (Prof. Dr. Saim Sakaoğlu ile birlikte)
3-Merdümî, Tuhfetü’l-İslâm, Konya-1993.
4-Latîfî, Sübhatü’l-Uşşâk, Konya-1993.
5-Prof. Ali Canip Yöntem’in Yeni Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri, Konya-1995. (Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özcan’la birlikte)
6-Prof. Dr. Ali Canip Yöntem’in Eski Türk Edebiyatı Üzerine Makaleleri, Konya-1996. (Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özcan’la birlikte)
7-Molla Câmî’nin Erba‘îni ve Manzûm Türkçe Tercümeleri. Konya-2000,
8-Mir’âtü'l-akâid Tercümesi, Konya-2013
9-Cezerî Kasım Paşa SÂFÎ DÎVÂNI, Konya-2016 (Yrd. Doç. Dr. Hakan Sevindik’le birlikte)
MAKALE ve DENEMELERİM:
1-Sevgi Gözüyle Denemeler, Konya-1999.
2-Zihniyet Değişimi, Konya-2002.
3-Türkçenin Acı Günleri, Konya-2003.
4-Beyitlerin Gölgesinde, Konya-2004.
5-Yazıyorum Öyleyse Varım, Konya-2005.
6-İman ve İsyan Şairi Mehmet Akif, Konya-2011.
7-Ötelerden 33 Kişi, Konya-2012.
8-Beyitlerin Gölgesinde (İlaveli 2. Baskı) Konya-2013.
9-Aczimin Giryesi, Konya-2013.
10-Kültür-Sanat Yazıları, Konya-2014.
11-Sosyal Meseleler, Konya-2016.
12-Yazıyorum Öyleyse Varım, (2. Baskı) Konya-2019.
13-Tiryaki Sözleri’nin Gölgesinde, Konya-2020.
14-Din Anlayışında Reform, Konya-2020
15-Türkçenin Acı Günleri, (İlaveli 2. Baskı) Konya-2020
İstiklal Marşı deyince Akif, Akif deyince de İstiklal Marşı hatırlanır; sizce gerek İstiklal Marşı gerekse Akif hakkında toplum bilinci ne düzeydedir?
Toplumda bir şey ne kadar çok konuşulursa emin olun, hakkında en az bilgi ve bilinç sahibi olunan şey odur. Maalesef, Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı’na dair durum da budur.
Yakın tarihimizin müstesna şahsiyetlerinden olan Merhum Erol Güngör’e dair hem kitap yazdınız hem de makaleleriniz var. Erol Güngör’ün özel yanlarını bize özetleyebilir misiniz?
Erol Güngör’le bir tanışıklığım yoktu. Yalnız onu lise yıllarımdan beri takip ediyordum. Yazılarından ve kitaplarından edindiğim intibaa göre Erol Güngör çalışkan, mütevazı, milliyetçi-mukaddesatçı ve fikir üreten müstesna bir şahsiyettir.
Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Erol Güngör’ün tasavvur ettiği gençlik portresinin oluşumu günümüzde ne durumdadır?
Mehmet Akif:
“Sade Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin;
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin!” der.
Necip Fazıl’ın Gençliğe hitabesi malum:
Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik…
Erol Güngör’ün görüşü ise şöyle:
“Türk münevveri (genci) yüz yıl önceki Türkçeyi kullanmayacak ama bin yıl önceki Türk metinlerini bile anlayacak; yeni harfleri kullanacak ama Üniversite kapısı (İst. Ünv.) önündeki kitabeyi görünce alık-alık bakmayacak.”
Şimdi bu ifadeleri terazimin bir kefesine yerleştirin, diğer kefesine de bugünkü gençliği koyup tartın… Ve kararı siz verin…
Dilimizin bugünkü ahvalini nasıl yorumluyorsunuz?
Dil, yazar ve sanatkârların elinde gelişip güzelleşir. Günümüzde yazar ve sanatkârların “dil” diye bir endişeleri olmadığını söylersem dilimizin bugünkü hâl-i pür-melâlini sanırım özetlemiş olurum.
Masanızda yeni kitap çalışması var mı?
Çeşitli kongrelerde sunduğum tebliğleri ve ilmî makalelerimi “Türk-İslâm Edebiyatı Üzerine MAKALELER” adı altında topluyorum. Bir de Mevlânâ’nın “Mesnevîsi”nden 100 güzel/didaktik beytin Türkçe söylenişinden oluşan “Mesnevî’nin Gölgesinde” adlı kitap çalışmam var. İlk fırsatta bu iki çalışmayı tamamlamak istiyorum.
Hocam çok teşekkür ederim.
Ben de teşekkür eder çalışmalarınızda başarılar dilerim…
Kaynak: MUSTAFA GÜDEN - OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==> http://www.konyayenigun.com/ramazan-da-yenigun/dili-guzellestiren-sanatkrdir-h524345.html Konya Yeni Gün