Geçtiğimiz cumartesi günü, Yazarlar Birliği Konya Şubesinde ilginç bir sohbet dinledik. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma görevlisi Bedia Koçakoğlu'nun kendine has sıra dışı üslubu ile yaptığı sohbet ilgi çekti.
Kadının yaratılışını mitolojiden, Tevrat'tan ve Kur'an-ı Kerim'den yaptığı alıntılarla izah ederek sohbetine başlayan Koçakoğlu daha sonra kadının anatomisinden yola çıkarak bir kadın yazar olarak Türk Edebiyatında yer edinen Sevim Burak'ın hayatından bölümler sundu.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile O'na eş olarak yaratılan Havva validemizin cennetten çıkarılışları ile ilgili Kur'an ayetleri ve aynı konu ile ilgili Tevrat'tan bazı bölümler sunan Koçakoğlu'nun gerek ses tonlamaları gerekse mimikleri ile usta bir tiyatro sanatçısını aratmayacak tarzdaki sohbetinde, musevi asıllı ve toplumumuzun mânevi değer yargılarına düşman olan Sevim Burak'ın buhranlı, çalkantılı ve bozuk aile yapısı yanında sanat, kültür ve edebi kişiliğini de dinleyicilere aktarmış oldu.
Hayat felsefesi olarak Komünizm ideolojisini benimseyen Sevim Burak'ın inancını ve yaşayışını bir yana bırakırsak Koçakoğlu'nun anlatımı ile bu kadın yazar; bir eserinin bir bütün olarak okunduğunda ayrı bir hikâye, tek satırlar okunduğunda ayrı bir hikâye, çift satırlar okunduğunda ise apayrı bir hikâye ortaya çıkarmayı 1950'li yıllarda başarmış ve Türk Edebiyatının ilk örnekleri denilecek tarzları ortaya koymuş ve farklı yönleri ile ön plana çıkmış bir kişiliktir.
Bu kadın yazarın, Türk Edebiyatının en önemli isimlerinden olan Peyami Safa ile 1947 yılında yaşadığı gizli aşkı 62 yıl sonra yazdığı kitabında ortaya çıkaran Bedia Koçakoğlu'nun sohbetinin bir yerinde kullandığı "siz hayata ne verirseniz hayatta size onu verir" sözüne örnek olarak anlattığı başından geçen bir olay tüyler ürperten cinstendi.
Etme bulma dünyasına örnek teşkil edecek ve ibret alınması gereken bu hazin olayı siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Zira bana göre, bu sohbetin en can alıcı noktası bu dehşetengiz olaydı.
Bedia Koçakoğlu hanımefendinin öğrenciliği sırasında kaldığı yurdun hemen yanında bir kundura tamircisi bulunmaktadır ve yurt öğrencileri çanta ve ayakkabı tamirlerini buraya yaptırmaktadırlar. Bir gün ayakkabısının topuğu çıkan Bedia Koçakoğlu, ayakkabısını tamir için girdiği bu yerde dükkan sahibinin bir yandan ayakkabıyı tamir ederken bir yandan da hüngür hüngür ağladığına şahit olur.
Bir başka gün çantasını tamire götüren Bedia Koçakoğlu, yine aynı sahneyle karşılaşır. Dükkan sahibi bir yandan çantanın tamirini yapmakta diğer yandan ise gözlerinden sicim gibi yaşlar dökmektedir. Büyük bir şaşkınlıkla izlediği ağlamasının sebebini sorar ama bir cevap alamaz.
Merakını gidermeye azmeden Bedia Koçakoğlu, kasıtlı olarak ayakkabısını ve çantasını yırtmakta veya arkadaşlarının eşyalarını alarak tamirciye götürmekte ve adamın bu kadar ağlamasının sebebini öğrenmeye çalışmaktadır. Bu durum birkaç yıl boyunca devam eder ama Bedia Koçakoğlu, adamın ağlamasının sebebini bir türlü öğrenemez.
Bedia Koçakoğlu okulundan mezun olmuştur ve artık yurttan ayrılma vakti de gelmiştir. Vedalaşmak için son defa tamirci dükkanına girdiği zaman beklemediği bir gelişme olur. Tamirci, Koçakoğlu'na oturmasını söyler ve uzun süredir öğrenmek istediği ağlamasının sebebini açıklayacağını belirtir. Tamirci anlatır, şimdi bizim dinlediğimiz gibi Koçakoğlu da merak içinde dinler:
"On yaşlarındaydım. Evimizin bahçesindeki ağaçta bir kuş yuva yapmıştı. Kuş yavruları gece gündüz cik cik diye durmadan ötüyorlardı. Hiç durmadan öten kuş yavrularının seslerinden oldukça rahatsız olmuştum. Bir ara kendimi tutamadım ve yuvaya doğru bir taş attım. Yuva kuş yavruları ile beraber aşağıya düştü. Ana kuş uçarak kendini kurtarmış ama yavrular henüz uçamadıkları için yere düşen yuvanın içinde cik cik diye bağrışmaya devam ediyorlardı.
Kuş yavrularının sesleri gittikçe artıyordu ve ben iyice kendimi kaybetmiştim. Yuvaya bir tekme attım. Yavrular sağa sola savrulmuşlar ama hâlâ cik cik sesleri kesilmiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir halde idim ve bu sesten kurtulmam gerektiğine inanıyordum.
Evden bir bıçak getirerek, 7 adet kuş yavrusunun hepsinin dillerini bir bir kestim."
Tamirci bir yandan yaşadığı olayı anlatıyor bir yandan da olanca şiddeti ile ağlamasını sürdürüyordu. Sözünün burasında Bedia Koçakoğlu araya girerek teselli bakımından şunları söylüyor:
"Amca tamam yaptığın hoş değil ama sen o zaman daha 10 yaşında bir çocukmuşsun ve aradan 40 yıl geçmiş. Hiç insan 40 yıl boyunca kuş yavruları için ağlar mı?"
Tamircinin son cümlesi yürekleri yakan cinstendir. O anda Bedia Koçakoğlu'nun, şu anda da bizim tüylerimizi diken diken eden ve insanın kanını donduran cümleler şunlar:
"Kızım benim şu anda 7 çocuğum var, 7 si de dilsiz."
İşte ibret alınması gereken yaşanmış bir olay... İşte eden bulur sözünün hayata geçtiği gerçek bir hikâye... Hayvanlara bile yapılan zulmün karşılığının dünyada iken böyle görülmesi bizlere ders olmalı ve başta eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan olmak üzere hiçbir canlı varlığa zulüm reva görülmemeli...
Mutlu yarınlar efendim.
Kadının yaratılışını mitolojiden, Tevrat'tan ve Kur'an-ı Kerim'den yaptığı alıntılarla izah ederek sohbetine başlayan Koçakoğlu daha sonra kadının anatomisinden yola çıkarak bir kadın yazar olarak Türk Edebiyatında yer edinen Sevim Burak'ın hayatından bölümler sundu.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem ile O'na eş olarak yaratılan Havva validemizin cennetten çıkarılışları ile ilgili Kur'an ayetleri ve aynı konu ile ilgili Tevrat'tan bazı bölümler sunan Koçakoğlu'nun gerek ses tonlamaları gerekse mimikleri ile usta bir tiyatro sanatçısını aratmayacak tarzdaki sohbetinde, musevi asıllı ve toplumumuzun mânevi değer yargılarına düşman olan Sevim Burak'ın buhranlı, çalkantılı ve bozuk aile yapısı yanında sanat, kültür ve edebi kişiliğini de dinleyicilere aktarmış oldu.
Hayat felsefesi olarak Komünizm ideolojisini benimseyen Sevim Burak'ın inancını ve yaşayışını bir yana bırakırsak Koçakoğlu'nun anlatımı ile bu kadın yazar; bir eserinin bir bütün olarak okunduğunda ayrı bir hikâye, tek satırlar okunduğunda ayrı bir hikâye, çift satırlar okunduğunda ise apayrı bir hikâye ortaya çıkarmayı 1950'li yıllarda başarmış ve Türk Edebiyatının ilk örnekleri denilecek tarzları ortaya koymuş ve farklı yönleri ile ön plana çıkmış bir kişiliktir.
Bu kadın yazarın, Türk Edebiyatının en önemli isimlerinden olan Peyami Safa ile 1947 yılında yaşadığı gizli aşkı 62 yıl sonra yazdığı kitabında ortaya çıkaran Bedia Koçakoğlu'nun sohbetinin bir yerinde kullandığı "siz hayata ne verirseniz hayatta size onu verir" sözüne örnek olarak anlattığı başından geçen bir olay tüyler ürperten cinstendi.
Etme bulma dünyasına örnek teşkil edecek ve ibret alınması gereken bu hazin olayı siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Zira bana göre, bu sohbetin en can alıcı noktası bu dehşetengiz olaydı.
Bedia Koçakoğlu hanımefendinin öğrenciliği sırasında kaldığı yurdun hemen yanında bir kundura tamircisi bulunmaktadır ve yurt öğrencileri çanta ve ayakkabı tamirlerini buraya yaptırmaktadırlar. Bir gün ayakkabısının topuğu çıkan Bedia Koçakoğlu, ayakkabısını tamir için girdiği bu yerde dükkan sahibinin bir yandan ayakkabıyı tamir ederken bir yandan da hüngür hüngür ağladığına şahit olur.
Bir başka gün çantasını tamire götüren Bedia Koçakoğlu, yine aynı sahneyle karşılaşır. Dükkan sahibi bir yandan çantanın tamirini yapmakta diğer yandan ise gözlerinden sicim gibi yaşlar dökmektedir. Büyük bir şaşkınlıkla izlediği ağlamasının sebebini sorar ama bir cevap alamaz.
Merakını gidermeye azmeden Bedia Koçakoğlu, kasıtlı olarak ayakkabısını ve çantasını yırtmakta veya arkadaşlarının eşyalarını alarak tamirciye götürmekte ve adamın bu kadar ağlamasının sebebini öğrenmeye çalışmaktadır. Bu durum birkaç yıl boyunca devam eder ama Bedia Koçakoğlu, adamın ağlamasının sebebini bir türlü öğrenemez.
Bedia Koçakoğlu okulundan mezun olmuştur ve artık yurttan ayrılma vakti de gelmiştir. Vedalaşmak için son defa tamirci dükkanına girdiği zaman beklemediği bir gelişme olur. Tamirci, Koçakoğlu'na oturmasını söyler ve uzun süredir öğrenmek istediği ağlamasının sebebini açıklayacağını belirtir. Tamirci anlatır, şimdi bizim dinlediğimiz gibi Koçakoğlu da merak içinde dinler:
"On yaşlarındaydım. Evimizin bahçesindeki ağaçta bir kuş yuva yapmıştı. Kuş yavruları gece gündüz cik cik diye durmadan ötüyorlardı. Hiç durmadan öten kuş yavrularının seslerinden oldukça rahatsız olmuştum. Bir ara kendimi tutamadım ve yuvaya doğru bir taş attım. Yuva kuş yavruları ile beraber aşağıya düştü. Ana kuş uçarak kendini kurtarmış ama yavrular henüz uçamadıkları için yere düşen yuvanın içinde cik cik diye bağrışmaya devam ediyorlardı.
Kuş yavrularının sesleri gittikçe artıyordu ve ben iyice kendimi kaybetmiştim. Yuvaya bir tekme attım. Yavrular sağa sola savrulmuşlar ama hâlâ cik cik sesleri kesilmiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir halde idim ve bu sesten kurtulmam gerektiğine inanıyordum.
Evden bir bıçak getirerek, 7 adet kuş yavrusunun hepsinin dillerini bir bir kestim."
Tamirci bir yandan yaşadığı olayı anlatıyor bir yandan da olanca şiddeti ile ağlamasını sürdürüyordu. Sözünün burasında Bedia Koçakoğlu araya girerek teselli bakımından şunları söylüyor:
"Amca tamam yaptığın hoş değil ama sen o zaman daha 10 yaşında bir çocukmuşsun ve aradan 40 yıl geçmiş. Hiç insan 40 yıl boyunca kuş yavruları için ağlar mı?"
Tamircinin son cümlesi yürekleri yakan cinstendir. O anda Bedia Koçakoğlu'nun, şu anda da bizim tüylerimizi diken diken eden ve insanın kanını donduran cümleler şunlar:
"Kızım benim şu anda 7 çocuğum var, 7 si de dilsiz."
İşte ibret alınması gereken yaşanmış bir olay... İşte eden bulur sözünün hayata geçtiği gerçek bir hikâye... Hayvanlara bile yapılan zulmün karşılığının dünyada iken böyle görülmesi bizlere ders olmalı ve başta eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insan olmak üzere hiçbir canlı varlığa zulüm reva görülmemeli...
Mutlu yarınlar efendim.