Son birkaç ay içinde birçok değerli insan birbiri ardınca göçüp gitti. Dilaver Cebeci, Cengiz Aytmatov, Nusret Çolpan, Ahmet Yüksel Özemre, Avni Anıl, Semahat Özdenses, Necla Pekolcay, Ali Püsküllüoğlu, Hasan Doğan, Erdem Bayazıt... Çoğu yakından tanıdığım, sevdiğim, saydığım insanlardı.
İnsan, ailesinden yahut dostlarından birini kaybedince pusuya yatmış ölümü dehşetle fark ediyor. Bazen yüksekçe bir yere çıkıp, sesimi kimseye duyuramayacağımı bile bile, "Beyler, üç günlük dünyada huzur içinde yaşamak varken niçin böyle boğaz boğazasınız? Neyi paylaşamıyorsunuz? Ölüm var, bakın, hem de çok yakınınızda!" diye haykırmak geçiyor içimden!
Evet, ölüm var, ama insanlar aslında hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak istiyor, ölülerini -en sevdikleri bile olsa- toprağa verdikten sonra mezarlıktan da, ölüm fikrinden de kaçarcasına uzaklaşıyorlar. Sürekli ölümden ve ölülerden söz etmek, yani nekrofili, sağlıklı bir ruh hali değil; ama ölüm yokmuş gibi yaşamak da egonun azgın atını zaptedilmez kılıyor. İnsanın bu küheylanı ara sıra dizginlemesinde, yani ölümü düşünerek o güne kadar yapıp ettiklerinin hesabını kendi kendine vermesinde fayda vardır.
Evet, dostlarımı kaybettikçe ölümü kendime daha yakın hissetmeye başladım. Özellikle Erdem Bayazıt'ın ölümü "ölüm" kavramı üzerinde yeniden düşünmeme yol açtı; çünkü bütün şiirlerini yeniden okudum. Merhum, Türk şiirinde ölümü derinliğine hisseden ve çok iyi ifade eden şairlerdendi. Sebeb Ey ve Risaleler'deki şiirlerinin toplamından oluşan Şiirler (1992) kitabını okuyunuz, ilk şiirlerden itibaren ölümün soğuk nefesini hissedeceksiniz. "Birazdan Gün Doğacak" adlı ilk şiir, bir ümit ve diriliş şiiri olsa da, "Şehrin Ölümü" adlı ikinci şiirde aşka, inanca, toprağa ve insana veda ediyor. Üçüncü şiirin de adında ölüm var: "Ölünün Kıyıları".
Modern teknolojik medeniyetin "mavera"dan kopardığı insanı ve onu yücelten bütün değerleri öldürdüğünü düşünen Erdem Bey'in şu mısraına dikkatinizi çekerim: "Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle". Bir başka şiirinde, gücü 'toprak kadar eski', 'yer kadar ağır' çocuğa "Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana" diye seslenen Erdem Bey, ilk şiir kitabına ismini veren "Sebeb Ey" şiirinde de, modern şiirin dilini kullanarak klasik şiirin, dolayısıyla tasavvufun ölüm tasavvuruyla bağlantı kurmuştur: Ölüm, kendinden kurtulmak, daha öteye geçebilmek için ten elbisesinden arınmak, böylece ölümsüzlüğün sonsuz ipini yakalayarak "sebebe yönelmek"tir. Erken kaybettiği bazı dostları için yazdığı "Önden Gidenler İçin" adlı şiirinde, "Ben şimdi bu yanda/ Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim/ Namluda" diyen Erdem Bey, "Ölüme Saygı" şiirinde de, "Bekleyin geliyor ölüm usulca/ Usulca girer koynunuza" diye uyarıyor.
Dedim ya, Erdem Bey her şiirinde "mahlûkta gürül gürül devinen bir ırmak" olduğuna inandığı ölümden gizli veya açık bir şekilde mutlaka söz etmiştir. Ama uzun bir şiiri var ki, onda sadece ölümden söz eder ve bu kaçınılmaz gerçeğin felsefesini yapar: Ölüm Risalesi. Şiire 'az az öldüğünün' her an farkında olduğunu söyleyerek başlayan aziz şairin öyle mısraları var ki, aslında ölüme taa 1980'lerde hazır olduğunu hissediyorsunuz:
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Derin ve incelikli şiirlerden oluşan Ölüm Risalesi'ni yerim olsaydı daha geniş bir biçimde tahlil etmek isterdim. Yalnız bu Risale'deki şiirlerden birinde, Erdem Bey'in -Ahmet Yüksel Özemre'nin kendi cenaze törenini tasvir etmesi gibi- kendi ölümünü anlattığını hatırlatmak isterim (Bu şiiri Derkenar'da okuyabilirsiniz). Aslında dış görünüşüyle dağ gibi heybetli bir adam olan Erdem Bey'i yakından tanımayan biri, onun böyle şiirler yazabileceğini, hatta şair olduğunu tahmin edemezdi. Şiirindeki gür ve meydan okuyucu sese rağmen ne kadar halim selimdi, ne kadar iyi yürekli bir Anadolu insanıydı! Yola beraber çıktığı can dostlarını, Cahit Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören ve Akif İnan'ı erken kaybetmiş olması, sanırım onu ölüm fikriyle daha da içli dışlı hale getirmişti.
Sahi, Kahramanmaraş'ın "Yedi Güzel Adam"ından kaç kişi kaldı? Hepsini 1970'lerin sonunda Ankara'da tanımıştım; hatta Erdem Bey'in çıkardığı Mavera dergisinde benim de birkaç şiirim yayımlandı. Sonraki yıllarda yollarımız fazla kesişmese de, ben hep Erdem Bayazıt adında bir ağabeyim olduğunu bilir ve çok severdim onu.
Sevgili ağabeyime Allah'tan rahmet, ailesine ve dostlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.
[DERKENAR]
Kendi ölümüme ait bir deneme
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep
Karım bomboş bulacak dünyayı
- N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
- Yaşayıp gidiyorduk yâhu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına
Erdem Bayazıt
(Ölüm Risalesi'nden)
Zaman 10.07.2008