Yakın dönem fikir hayatımızın büyük şahsiyetlerinden Erol Güngör'ü 24 Nisan 1983'te kaybetmiştik. Eserleri bugün de ufuk açıcı metinler olarak değerini koruyor.
Büyük mütefekkirimizi rahmetle yad ediyoruz. Bu vesile ile Türkiye Yazarlar Birliği'nin 26-27 Nisan 2018 tarihlerine Kırşehir’de düzenlediği Erol Güngör Bilgi Şöleni'nde D. Mehmet Doğan'ın sunduğu bildiriyi paylaşıyoruz.
Yakın dönemde yaşamış ve yaşadığı günlerde fikir ve sanat hayatımıza tesir etmiş şahsiyetleri dahi hatırlamakta güçlük çekiyoruz. Bir ülkenin kültür ve sanat birikimi vazgeçilemez değerdedir. Şüphesiz uzağa gittikçe, geçmiş yüzyıllara doğru eğildikçe, bu birikimi kavramak ve değerlendirmek güçleşir; konu ihtisas işi haline gelir. Oysa yakın dönemin yazar ve sanatçıları bizimle birlikte var olmuşlar, bizim yaşadıklarımızı yaşamışlardır; fakat geniş kavrayışları, engin duyarlıkları ve dahası güçlü sezgileri ile bize ufuk olmuşlardır. Onlarla birlikte olan bizler, onların yaşarken ne söylediklerini veya söylemek istediklerini belki şu veya bu sebeple anlayamamış veya anlamak istememişizdir. Unutmak bizim ezelî hastalığımızdır. Yaşarken anlayamadığımız, takdir edemediğimiz şahsiyetleri hayatları sona erdikten sonra hemen unuturuz. İşin tuhafı sağlığında ona perestij edenler, yakınında bulunanlar, yayın organlarında başköşeye oturtanlar, en fazla bu unutma illetine maruz kalırlar.
Yirminci yüzyılda toplumumuzun zihnî muhtevasını belirleyen şairler, yazarlar, kültür ve ilim adamlarından kaçını hatırlarız? Resmî hatırlamalar dışında biraz Mehmed Âkif, biraz Necip Fâzıl bu unutuluş karanlığını yırtmışlardır. Bediiüzzaman'ın hâlâ bir cemaat bağlılığı ile hatırlanması onun geniş kitlelerle kucaklaşmasını engellemektedir. Birçok önemli şahsiyetin esamileri okunmamaktadır artık. Kim bilir Yahya Kemal'i, Tanpınar'ı, Nureddin Topçu'yu, Kemal Tahir'i, Cemil Meriç'i?
1983'de vefat etmiş olan Erol Güngör, Anadolu’nun ortasından seçkin bir ilim ve fikir adamımızdı. Kırşehirli Erol Güngör, ömrünün büyük bölümünü İstanbul’da geçirdi, Konya Selçuk Üniversitesi'nin bir yıl kadar rektörlüğünü yapmış olan Profesör Erol Güngör, bu görevdeyken vefat etti.
Erol Güngör, şahsen tanıyanların ve eserlerini okuyanların hafızalarından silinmeyen bir şahsiyet.
Türk modernleşmesinin adı olmuş "batılılaşma" akımı içinden çıkarak eleştirilerini kendi köklerine yönelten bir düşünürdü Erol Güngör. Onun başlangıçda Mümtaz Turhan gibi Ziya Gökalp'in batıcı milliyetçiliği yolundan yürüdüğünü düşünmememiz için bir sebep yoktur. Ancak sonradan Ziya Gökalp'i ve pozitivist batıcı milliyetçiliği haklı gerekçelerle ve tutarlı bir çerçevede eleştirdiği görülüyor. Onun Türkiye'nin toplum kimliğini daha derinlerde aradığını, görüşlerinde tarihe ve medeniyete ağırlık verdiğini ve bütün bunların oluşumunda nâzım rol oynayan dini, İslâm’ı en başta saydığını biliyoruz. Erol Güngör'ün bu yönüyle yazdığı dönemin “milliyetçi” yayın organlarında aykırı bir yazar olduğunu ve tam olarak kavranamadığını hatırlatmakta yarar var.
Erol Güngör, kafasını kuma sokan bir düşünür değildi. O yaşadığı dönemin geleceğe yönelik hareketlerinin kenarında değil, içinde bulunmayı seçenlerdi. 1982 yılında Hicret'in 1400. yılının Türkiye'de kutlanması, darbe sonrası askerî yönetimin eğilimleri dolayısıyla zor bir konu olmuştu. Bu kutlamayı Yazarlar Birliği yaptı. "Hicrî 15. asırda İslâm" başlığı altında ilmî bir toplantı tertipledi. Diyanet İşleri Başkanı bu toplantıya şahsen katılamadı, mesaj gönderebildi. Toplantıya dâvet edilen ilim adamı ve yazarlar arasında Erol Göngör de vardı. Erol Bey toplantıya katılacağını hemen bildirdi. Kendisi resmî bir sorumluluktan dolayı gelemedi, fakat tebliği önceden elimizdeydi; toplantıda okundu ve ilgiyle karşılandı. Toplantı ile ilgili bir de yazı yazdı. Bu yazı onun Türkiye'nin geleceğine yönelik tasavvurlarını yansıtmaktadır:
"Çok değil, bundan on beş yıl öncesine kadar konusu dinî olan herhangi bir toplantı -yapılmasına resmî müsaade verildiği takdirde- artık aramızdan çekilmeye başlayan bir neslin temsilcilerini ilgilendirir, tıpkı emekliler kahvesindeki bir sohbet gibi geçerdi. O günlerden bu yana Türkiye’deki her sahada baş döndürücü değişmeler, yeni nesillerin İslâm’a bakışını da önemli ölçüde değiştirdi. Bizim çocukluğumuzda halkımızın bütün canlılığı ile yaşadığı, fakat değişen Türkiye'de eskinin bir hatırası gibi görülen İslâmiyet şimdi yeni nesillerin hayat görüşünde en tesirli kaynaklardan birini teşkil ediyor. Camilerde yaşlılardan çok gençler görülüyor. İdeolojik tartışmalarda yaşlılardan çok gençlerde islâmî dünya görüşü ağır basıyor ve gençlerle birlikte İslâmiyet artık geleneği değil istikbâli temsil ediyor.. İşte geçen gün yapılan anma toplantısı genç bir aydın grubunun bu yöndeki gayretlerinin sadece bir tanesini temsil ediyordu."
Erol Güngör, yazısını şu şekilde tamamlıyor:
"İslâm düşüncesini kanatlandırmak ve yeni ufuklara doğru harekete geçirmek şimdiki ve daha sonraki nesillerin belki en ağır vazifesi olacaktır. Ama bu ağır vazifenin sonunda yeni bir insan tipi ortaya çıkarmak ve onu evrensel değerler dünyasına sokmak gibi tarifsiz bir ferahlığın bulunduğunu unutmamalıyız."
Bugün de gençler için Erol Güngör okumanın zihin açıcı, ufuk açıcı bir faaliyet olduğundan şüphe yok. Erol Güngör, 20. Yüzyılın sonunda milliyetçilik düşüncesinin yenileyicilerinden. Ziya Gökalp, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ve Mümtaz Turhan çizgisinde temsil edilen milliyetçiliğe içeriden bir eleştiri, hem de 1970’lerin başında. Erol Güngör’ün bu düşünceyi tarihî eksenine oturtmak, tarih idrakini yenilemek ve geçmişimizdeki kesintisiz devama dikkat çekmekte etkili olduğunu söyleyebiliriz. Burada esas kayıp halkanın, Osmanlı tarihinin yerli yerine oturtulması büyük önem taşıyor.
Bu yapıldığında pozitivizme yaslanan milliyetçilik, durkaymcı yaklaşımlar başka bir söyleyişle, ilim-tanrı, toplum-tanrı anlayışları reddedilmiş oluyor. Erol Güngör, dini milletin esas yapıcısı olarak kabul ederek Yahya Kemal’in, Nureddin Topçu’nun çizgisini sürdürüyor.
Yeniden Erol Güngör
Erol Güngör, günümüzde de mutlaka okunması gereken mütefekkirlerimizden. Son yıllarda unutulmaya yüz tuttuğunu, ihmale maruz kaldığını düşünüyoruz. Onu bilhassa doğduğu şehirde anmak istedik. Kırşehir Anadolu merkezli tarihimizin beşiklerinden. Âşık Paşa’nın, Ahi Evren’in buradaki varlıkları güçlü bir hatırlatma için yeterlidir.
Erol Güngör’ü hatırlamak Türkiye Yazarlar Birliği için de bir vefa borcu idi. Yazarlar Birliği’nin kuruluşundan dört yıl geçmişken, daha kurumlaşma safhasındaki derneğimiz Türkiye için önemli bir sorumluluk yüklendi. Aziz Peygamberimizin hicretinin 1400. Yılını kutlamak Yazarlar Birliği’nin iftiharla kabul ettiği bir sorumluluk oldu. Yazarlar Birliği’nin Ankara’da düzenleyeceği ilmi toplantıya yukarıda ifade edildiği gibi Erol Bey’i davet ettiğimizde, hemen kabul etti. Kendisi gelemedi, bildirisini gönderdi. Toplantının akabinde güzel bir yazı yayınladı. Bu yazı Türkiye Yazarlar Birliği’nin arşivinde bir iftihar vesikası olarak duruyor.
Akademik çerçeveyi genişletmek veya aşmak
Erol Güngör alışılmış anlamda bir “akademisyen” değildi. Şüphesiz kürsüsünde öğrencilerine azamî fayda sağlayacak şekilde çalışıyordu. Bununla kalmıyor, dergilerde ve gazetelerde görüşlerini kamuoyu ile paylaşıyordu. Zihin dünyamızı fikirleriyle beslediği gibi, aktüel yazılarıyla da daha geniş kitlelere ulaşmaya çalışıyordu.
Erol Güngör’ün bir diğer önemli çalışma alanı da tercüme faaliyetleri idi. Yaşadığı dönemde fikrî oluşumumuza yardımcı olacak bir hayli seçme eser çevirdi. Bu tercümeler arasında Amerikalı bir yazarın kitabı da vardır. Robert b. Downs’tan “Dünyayı Değiştiren Kitaplar” adıyla çevirdiği eseri, bunlardan biridir. Erol Güngör’ün geniş bir dünya kavrayışı için gerekli olan bazı eserlerin Türk okuyucusu tarafından tanınmasını sağlamak maksadıyla bu tercümeyi yaptığı anlaşılmaktadır. Bu kitapta sözü edilen ve “dünyaya değiştiren” eserlerin birçoğu, tercümenin yayın tarihi olan 1980’e kadar Türkçeye çevrilmemişti.[1]
Erol hoca, Önsöz’de çok ünlü kitapların az okunmak gibi bir talihsizlikleri olduğunu bilhassa belirtiyor. Çünkü şöhretli kitap belli bir noktadan sonra çok okunan değil, kendinden çok söz edilen kitaptır. Bu kitaplarla ilgili konuşulanlar yazılanlar sayesinde onları okumadan haklarında bir hayli fikir sahibi oluruz. Bu da o eserleri okumamıza engel olur. Oysa bu kitaplar hakkında piyasada dolaşan bilgiler, kalıplaşmış kanaatler çoğunlukla eseri tam olarak yansıtmazlar.
Klasik metinlerin, meşhur kitapların “malûmatlaşması”, yani doğru yanlış bilgilerle kişilerin zihninde yer etmesi, ciddi okumaları engellediği gibi, peşin hükümlerle okumaya da yol açıyor. Günümüzde elektronik ortam, belli başlı kitapların doğru-yanlış, yanlı-yansız özetleriyle dolu. Bu özetlerin önemli kitapların sığ tanımlamaları, hatta bazen karikatürleri olduğunu söyleyebiliriz. Kolayca ulaşılan bu bilgilerin okuyucu zihninde uyandırdığı tesir olumlu dahi olsa, esas metinle karşı karşıya kalmak hususunda destekleyici olmadığı tahmin edilebilir. Zihin açıcı bir okuma faaliyeti yerine ünlü kitaplarla ilgili malûmatla yetinmek ve bunu günlük hayatta kullanmak sahte bir çokbilmişlikten başka bir şey bahşetmiyor okuyucuya. Kitapları özetlerinden, tanıtma metinlerinden tanımak yerine zor ve zahmetli olanı seçerek zihnî faaliyetlerimizi geliştirecek bir yol tutmamız gerekiyor.
Erol Güngör’ün fikir zemini ve Dündar Taşer
Erol Güngör gibi başarılı bir akademisyenin kürsüsünü, bölümünü, fakültesini, üniversitesini… aşarak toplumun önünde yürüyen bir fikir adamı kimliği ile ortaya çıkmasının şartlarını araştırmak önemli ve gereklidir diye düşünüyorum.
Bazı akademisyenler akademik zemine fazlasıyla bağlanarak topluma bir şeyler söylemek yönünde hamle gücünü kaybederler. Bütün dünya üniversiteleri gibi bizim üniversitelerimizde de böyle çok sayıda akademisyene rastlanabilir. Erol Güngör gibi, akademinin hakkının vermekle birlikte pergelin ayağını açarak ufuk taraması yapanlar pek fazla değildir.
Erol Güngör’ün akademik çerçeveyi genişleterek fikir adamı hüviyetiyle kendini kabul ettirmesi önemli bir konu olarak önümüzde durmaktadır.
Genç yaşlarda osmanlıca ve arapça öğrenmesi, ciddi bir ön hazırlık olarak görülmelidir. Hukuk tahsilini bırakarak felsefe okuması da aynı yönde bir tercihtir. Mümtaz Turhan’ın asistanı olması fikrî gelişmesini etkilemiş olmalıdır. Erol Güngör, hocasını rahmetle anmasına ve ilk kitabını (Türk Kültürü ve Milliyetçilik) ona ithaf etmesine rağmen fikirleri itibarıyla onun talebesi sayılmaz. O fikir zeminini değiştirmeden kendine yeni bir yol çizmiştir. Bu değişim veya dönüşüm nasıl meydana gelmiştir? Erol Güngör, gençliğinden beri sürdürdüğü arayışını nasıl billurlaştırmıştır ve bu dönüşümü sağlayan kişi/kişiler var mıdır?
Bu sorunun cevabı “evet”tir. Türk siyasî hayatına bir darbe sonrası giren ve fakat siyasette bir sonuca ulaşamamasına rağmen, fikir âlemimizde yankılar uyandıran bir şahsiyet, Dündar Taşer, Erol Bey’in müfekkiresi üzerinde önemli tesir icra etmiştir.
Dündar Taşer, 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nin en genç üyesi, 35 Yaşında tankçı binbaşı. Darbe sonrası Komite’de meydana gelen iç çatışmada, Alparslan Türkeş’le birlikte 14’ler arasında yer almış. Bir süre yurtdışı görevi/sürgünün ardından Türkiye’ye döndükten sonra 1965’te memleketi Gaziantep’den milletvekili adayı oluyor. 1968’de senatör adayı olan Taşer, 1969 genel seçimlerinde de İstanbul’dan milletvekili adayı ve seçimi çok az bir farkla kaybediyor. Mütevazı bir kişiliği sahip olan Taşer siyasetin gaye değil hizmet aracı olduğu görüşünde. Milliyetçi Hareket’in ideologlarından olan Dündar Taşer, 13 Haziran 1972’de feci bir trafik kazasında hayatını kaybediyor.
Dündar Taşer: Şeyh yahut mürşid
Dündar Taşer’in Erol Güngör’ün akademik kibrini kıran ve düşünce ve kavrayışını sıçratan kişi olduğu anlaşılıyor. Böylece onun Nureddin Topçu ve Necip Fâzıl üzerinde şeyhlerinin oynadığı rolü oynadığını söyleyebiliriz. Erol Güngör, bu tesiri şöyle ifade ediyor. Ortaçağ’da sonuçsuz sihirlerle uğraşan çok sayıda insanlar vardır. Gökkuşağının altından geçmek gibi.
“Birgün ben bu klasik formüle başvurmadan karşılaştığı herkesi âdeta büyüleyen ve kendine bağlayan bir adam gördüm. Büyük bir sihirbaz karşısında gibiydim. Çünkü büyü bir tarafa, normal hayat şartları içinde böyle bir cazibe sahibi olabilmek için de gerekli her şeyi bir araya getirmek imkânsızdı.”
“Sadece biliyorum ki böyle bir adam tıpkı kuyruklu yıldızlar gibi dünyada çok nâdir zamanlarda görülür ve onun karanlık göğümüzde bir an aydınlatıp geçtiği şeyleri görme saadeti de ancak pek az kimseye nasib olur.”[2]
Erol Güngör’ün Dündar Taşer’le tanışmasının onun 1969’daki İstanbul milletvekilliği adaylığı sırasında olduğu, ilişkilerinin vefatına kadar sürdüğü tahmin edilebilir. Asistanı olduğu profesör Mümtaz Turhan’ın 1969’da vefat etmesi genç akademisyenin yeni bir mecraya yönelmesini kolaylaştırmış olmalıdır. Üzerindeki hakkını her zaman teslim ettiği hocasının tesir sahasından çıkan Erol Güngör, o günlerdeki psikolojik ortamını tanımlarken, “asıl problemin batılılaşmamış olmamızda yattığın iddia ederler” cümlesini kuruyor. Burada kast edilen Garplılaşmanın Neresindeyiz? kitabının müellifi Mümtaz Turhan olmalıdır. Mümtaz hoca bu kitapta Türkiye’nin yanlış batılılaştırıldığını iddia eder.
Erol hoca, fikri dönüşümünü anlatmaya devam eder:
“Aradan yıllar geçtikten sonra ben bu fikri ister istemez kendi kafamda kökleşmiş terimlerle, yani sosyal ilimlerin kuru kavramlarıyla ifade etmeye çalışıyorum... O ilimci değildi, sanatkârdı. Anlattığı şeylere uzaktan veya tepeden bakmıyor, bizzat yaşıyordu ve etrafındakileri de böyle bir atmosfer içinde yaşatıyordu. Bu bakımdan Taşer bizim yakın tarihimizde en çok Yahya Kemal’e benzer. İşin asıl hayret verici tarafı Yahya Kemal’in Türk kültür ve medeniyetine ait değerleri kendi hayatında yaşamış, yani o medeniyeti görmüş olmasına karşılık, Taşer Türkiye’de batının nefeslerini her an ensemizde hissettiğimiz bir dönemde doğup büyümüştü. Buna rağmen biz onu dinlerken karşımızda tarih sayfalarından çıkmış bir adam var zannederdik. Bu tarih Türklüğün bütün tarihi idi ve sanki Taşer’in şahsında bize öz halinde sunuluyordu. Onu dinlerken ruhlarımızın yükseldiğini hissediyorduk.”[3]
Erol Güngör’ün samimiyetle fikrî macerasını izah etmesi mühimdir. Bu dönüşüme yol açan ne bir akademi mensubudur, ne de fikir ve sanat sahasından gelen ünlü biridir. Fakat milletinin özü olan tarihinin ruhunu kavramış bir genç adamdır. Ziya Nur’un tabiriyle bir “fenafi’l-mille”dir. Yani milletinde kendini yok etmiş bir kimsedir. Bu tabirin Nureddin Topçu’nun millet mistiği kavramı ile yakınlığı açıktır.
Erol Güngör’ün çok erken yaşta müstear imza ile yayınladığı Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri bir yana bırakılırsa, ilk kitabı Türk Kültürü ve Milliyetçilik’tir. Yazarın 1970’lerin başında yayınlanan yazıları bir araya getirilerek kitaplaştırılmıştır. Erol Bey eserini hocası Mümtaz Turhan’a ithaf etmekle beraber, kitapta onunla ilgili tahsisi bir yazısı yoktur. Buna karşılık, Dündar Taşer’le ilgili iki yazıya yer verilmiştir. Bu yazılarda Erol Güngör, Dündar Taşer’in önemini ve değerini ortaya koymaktadır. Taşer, bir âlimin dikkati ve titizliğini, bir sanatkârın zerafetini, bir velinin ıztırabı kendine saklayıp sevgi ve şefkati başkalararına sunan diğergamlığını, bir Türk köylüsünün karşısındakini küçülten tevazuu ve mahcubiyetini, bir Osmanlı paşasının vakar ve azametini kendinde toplamıştır. Bütün bunları nefsinde toplayabilmesini mutlaka yukarılardan bir kaynaktan ilham alıyor olmalıdır şeklinde açıklıyor Erol Güngör. Çünkü bu vasıfları bir araya getirmek her faniye nasib olur gibi değildir.[4]
Erol Göngör, Dündar Taşer karşısındaki konumunu şöyle açıklar: “Fazileti kıskanan bir olsaydım, bu adamdan nefret etmem için her türlü sebep mevcuttu. İyi niyetim kusurlarıma galebe çaldı ve ben onu bir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde bir ihtirasla sevdim.”
Erol hocanın Dündar Taşer bağlılığının derecesini şu satırlardan çıkarmak mümkündür:
“Ölümün bir tatlı tarafı da onun sohbetlerine yeniden kavuşmak olacak. O gün gelinceye kadar kendisine Allah’tan rahmet ve mağfiret dileyelim, ona bol bol bağışladığı fazileti bize de nasib etmesini niyaz edelim.”[5]
Değerli fikir adamımızın erken irtihali (45 yaşında), acaba sevdiği bir şahsiyete erken kavuşma arzusunun kabul görmesine bağlanabilir mi?
[1] Eserde ele alınan kitaplar, Hükümdar (Makyavel), Sağduyu (Tomas Peyn), Milletlerin Zenginliği (Adam Simit), Nüfus Artışı Üzerine Deneme (Tomas Maltus), Sivil İtaatsizlik (H. Devit Toro), Tom Amcanın Kulübesi (H. Beçer Stov), Sermaye/Kapital (Karl Marks), Tarihin Akışı Üzerinde Deniz Gücünün Etkisi (Alfred Mahan), Tarihin Coğrafî Mihveri (Halford J. Makkinder), Kavgam (Adolf Hitler) “İnsanlık Dünyası” başlığı altında incelenen bu eserler dışında “İlim dünyası” başlığı altında Kopernik, Nevton, V. Harvey, Darvin, Froyd, Aynştayn’ın eserleri ele alınmaktadır. 1980’de Kavgam dışında tam tercümesi olmayan eserlerin neredeyse tamamı geçen zaman içinde tercüme edilerek kütüphanemize kazandırılmıştır.
[2] Dünden Bugünden. Tarih-Kültür-Milliyetçilik. İstanbul 1986 (ilk baskı 1982), sf. 144
[3] A.g.e, sf. 150
[4] Erol Güngör: Türk Kültürü ve Milliyetçilik. İstanbul 1975, sf. 132 (“Dündar Taşerin Büyük Türkiyesi” yazısı).
[5] A.g.e., sf. 151