1 Nisan günüydü... Her şey bir şakadan ibaret olabilirdi...
Türkiye Yazarlar Biliği üyelerine Karatay Belediyesi'nin yeni binası tanıtılacaktı... Bizde bir tabir vardır "içinden esiverdi" deriz veya "şaire ilham geldi" deriz ya... Sayın Başkan Hançerli'ye de sanırım öyle bir şeyler oldu... Şimdiye kadar hiç yazarların ve kültür adamlarının yakınına uğramayan başkanda bir değişim vardı... Başkan'ın sabat ve sanatçıya verdiği değer umarım bundan sonra da artarak devam eder...
Şu bir gerçek ki Konya'da seçimleri bütün belediyeler kaybetse Hançerli Başkan kaybetmez... Çünkü edindiğimiz izlenimler onun notunda çok az kırıklar bulunduğunu gösteriyor bizlere...
Bir hafta önceden almıştık davetiyemizi... TYB Konya Şubesi Başkanı Sayın Ahmet Köseoğlu özellikle gelmemizi istiyordu, ameliyatlı olmama rağmen ben de katılmayı istedim. Ve o günün sabahı erkenden vardık belediyeye istişare edeceğimiz yer binanın altıncı katı idi.
Başkanların ve arkadaşlarımızın gelmesini beklerken binanın şöyle şimaline (güneye) doğru baktım... Eski Hakimiyet yeni 23 Nisan İlköğretim Okulu'nun binası, o kocaman pencereleri ve devasa taş yapısı ile yanındaki yeni yapılan binalara direnircesine gururlu bakıyor ve şöyle haykırıyordu: Benim etrafımdaki eskileri yıktınız yeni yeni binalar kondurdunuz; bundan çok mu memnunsunuz?
Dibindeki Tolluoğlu Camii de aynı dertten muzdarip, minaresi bile bu görkemli binaların arasında güdük kalmış, adeta kendini göstermek için çırpınıyordu. Güneyde yeni yükselmekte olan Çaybaşı Toplu Konutları.
Batıya bakınca Kızılay Hastanesi yükselmiş... Onların yanında varlığını ne yazık ki kaybeden Gevraki Hanı, yıkılan Taş Han, gibi eskileri yemiş bitirmiş. Bu tarafta Sulu Han, Mezarlık Hanı, Rahminin Hanı, Kara Mustafa'nın Hanı ne halde dersen hepsi adeta yerle bir oluvermiş... Bu binaların arasında Karatay Belediyesi binasının ve çevresindeki büyük yapıların yok ettiği çok mahalleler var. Eğer Cıvıloğlu'nda Mengüç Caddesi'nde Akçakonak ve Konya Mutfağı gibi tarihi binalar da olmasa "burda eski Konya varmış vay anasını beh" diyeceğiz sanırım işte bunları düşünüyordum.
Tabi bu benim içimden gelen eskiye özlem dertlerimdi. 1958'in güz aylarını hatırladım... Allah'ım ne zaman geçivermiş 50 yıl, bu okulun bahçe duvarına eşekleri atları bağlayan, köyden gelmiş iki yük metaını az ilerde şimdi yeri yol olan hal binasında eğer gurbete gidecekse yanındaki garajdan biletini almış otobüsün hareket saatini bekleyenler.
Şimdi tam İstanbul Caddesi ile Karaman Caddesini ayıran o kavşak var ya işte oradan şark (doğu) istikametine doğru garajın yanında sıralanmış sanayi dükkânlarına parça yetiştirmek için üstü yazıhane altı acente olan biz köyden gelenlere yön tayininde yardımcı olan o dükkânlar ve üzerlerindeki tanıtıcı levhalar hiç aklımdan çıkmıyor...
Yakın Doğu Makine Sanayi... İşte bu levha tam 50 yıl önce benim yattığım han ile metaımı sattığım hal binasını tayin edişimde büyük fayda sağlıyordu. Arkadaki amele pazarında bekleyen o sırtları yırtık sökük elbiseli, ayağı çarıklı insanlar bir at arabası veya bir kamyon yanaşınca yanlarına hemen koşarak sokulan ve "abi ben de gideyim iyi bağ bellerim iyi palta sallarım odun keserim, iyi orak (kosa) tutarım" diye yakarışları... Ama ağanın veya onun vekili şoförün üç beş kişiden sonra "tamam bu kadar yeter fazla adama ihtiyaç yok" diye bağırması hiç hayalimden gitmiyor. Yine garaj caddesinde Şekerci Osman Ağanın maltı şekere döndürdükten sonra önündeki uzunca önlüğü ile caddeye çıkarak attığı sandalyeye oturup yanına gelen komşularına "oturun gayri gayfeleri hak ettik Oğlum gayfeci şöyle okkalısından dürt tane okkalı gayfe yap bakalım da içelim yalnız gallavi olsun haaa" demesi. Bunları hatırlarken burada aklıma eski bir gonyalı fıkrası geliverdi.
Zamanın birinde hesap kitap bilmez Mevlit ağa varmış... Gonya kırsalında 30 guruş yevmiye ile ağaç keser, eski ağaçları kökünden temizlermiş. Bir gün ağa çok çalıştırmış gece geç vakit olmuş hala bir kuru kayısıyı yerinden söktürmeye çalışıyor. Ağa diyor ki, "Mevlit ben ağaca çıkayım ağacı sallayayım sen yerdeki ağacı tutan köklere bak onları keselim olur mu?" Mevlit olur ağa der. Ağa ağaca çıkınca zaten iyice ağaya kızan Mevlit ağacın tutan köklerini süratle kesmeye başlar ağanın dur demesine aldırmadan ağaç ile beraber ağayı da yere serer ve öylece dağda ağayı koyar gelir. Ertesi gün yine ağa Mevlidin evine gelir. Kızma Mevlidim biraz geciktik amma ben senin hakkını vereceğim gel 35 guruş vereyim yevmiye bugün de çalışalım, deyince parayı bilmeyen garip Mevlit şöyle der. Sana gelmem ulen her gün otuz her gün otuz valla bundan soğna (sonra) 25 guruştan aşağı çalışamayacağım deyiverir...
İşte eski gonya böyleydi değerli okurlarım. Şimdi Eski Garaj olarak bilinen yerin yanından Karılar Pazarı'na doğru giden yolun boyundaki helvacılar, şekerciler, kadayıfçılar, tencere ile pilav salan mertebanı ile tirit yapıp hanlara gönderen lokantacılar...Ve otellerin yanında önünde mis gibi kokan çöğenli helva tenekelerinin ve halkalı boyalı elvan şekerlerin ipe dizilmiş sorma (akide) şekerlerin dolabında tam okka mis gibi kokan somun ekmeklerin sergilendiği bakkallar... Köyden gelmiş doğal sebze-meyve, patates soğan getirmiş satmaya çalışan ayağında ya tulumbacı pabucu ya da çarık üstünde moriskinden (siyah basit bir kumaştı) yapılmış siyah basit ceketin altında yakasız entari... Bacağında kadı biçimi don ve dizlere kadar uzanan yün çoraplar ile erkeklerin dükkânlarının önüne oturmuş sohbet eden altındaki oturağa zor sığan o görkemli halleri....
Ve giyim kuşam hatta konuşma şiveleri bile değişiklik arz etmesine rağmen birbiri ile edep ve terbiye çerçevesinde usulca konuşarak alışverişte anlaşıveren o Osmanlı artığı kadınların bu günkü Melike Sultan Çarşısı (Kadınlar Pazarı) içersinde bir şeyler alıp ya at arabası ile ya da yayan onca yolu yürüyerek evlerine gidişleri gözümün önünde canlanıveriyordu... Alış veriş sohbetleri birbirlerine yapılan o anam babam latifeler o sohbetler aman Allah'ım Karatay binasının o görkemini ve şatafatını (tabiî ki yeniliği severim ammaaa) o günün eski binalarına ve sohbetlerine hiçbir zaman değişmem dorusu.
Başkan çok güzel şeyler anlatıyordu, çalışmalarından dolayı kendisini kutluyorum... Konuşmalarında ve zaten buraya çağrılışımızda binayı tanıyıp gezmek vardı ama ben ne yazık ki hastalığımdan dolayı erken ayrıldım... Başkan bütün birimleri, nikah salonlarını, toplantı salonlarını bu 6 katlı devasa binayı anlatıyorken mahalleler yıkıp eski molozları kaldırarak böyle bir bina yapması tabiî ki gurur verici...
Bunun yanında Meram Belediyesi aklıma geldi de.
Bu kadar mal varlığı edinmiş, koca Et Balık Kurumu'nun 150 bin metrekare arazisini Meram'a kazandırmış, Tapu'nun karşısında o kadar büyük bir arsası dururken kendisine ait bir yer yaptırmayıp hala büyük şehrin binasında oturması... TMO'dan aldığı yeri ise aylardır Konevi Hastanesi yapacağım diye uğraşmasına değer miydi? Çünkü zaten bu Anıt civarında yeteri kadar hastane vardı... İşte Vakıf Hastanesi, işte Akademi Hastanesi, işte Anıt Hastanesi... Bunca hastane varken o daracık yere hastane yakışır mıydı diye düşünmeden edemiyoruz. Ve "bu da bir hizmettir" diyerek işi oluruna bırakıyoruz.
Kahvaltı sonrası bina hakkında bilgiler veren Sayın Hançerli şunların altını çiziyordu: "Bu binanın yapımı için ayda harcadığımız 600 bin YTL'lik parayı artık başka yatırımlar için harcayacağız "dedi ve bir de "Karatay halkı bu binayı benimsedi sevdi" diye ekledi. Tabiî ki insanlar yeniliği güzelliği severler Sayın Başkan... Daha binanın alt katında hizmet için gelen vatandaş görevliler tarafından sıcak ilgiyle karşılanır, MEDAŞ'ın KOSKİ'nin faturasını yatırır, PTT işlemlerini orada yapar hatta yapacağı evin imar çapını bile çayını içerken hazırlanmış eline verilmiş bulursa (öyle diyor başkan) niçin benimsemesin, neden sevmesin?
Güzeli de güzel işi de her vatandaş sever. Sayın Hançerli'den sonra söz alan belediyenin bağrında yıllarca görev yapmış, halen de o kadroda bulunan TYB Konya Şubesi Başkanı Sayın Ahmet Köseoğlu da belediyecilik konusunda tecrübelerini anlatarak Başkan Hançerli'yi tebrik etti. Yazarlarımızın Konya kültürüne hizmet edenlerin çoğu oradaydı. Bunların hepsi de Konya'nın yaşları ile, tecrübeleri ile, konumları ile gezmeleri ile, aydınlık ışığı konumunda değerlerdi. Konuşmaların sonunda beklenen şey oldu ve Konyamızın medarı iftiharı diyebileceğimiz Konya çelebisi, efendisi Hasan Özönder ağabeyimiz söz aldı. Ben eski Konya'yı anlatayım biraz diye düşünürken Hasan abi gelince birde o mevkiinin eski esnaflarından olması hasebiyle benim şavkım söndü, nutkum tutuldu. Öyle derler eskiler "nutku tutulmak" yani konuşamamak... Tabi Hasan ağabeyin yanında bizim de konuşmamız olmazdı. Ama o olmaz ise eski o mevkiyi anlatacak bir ben vardım yaş ve yöre adamı olarak.
Hasan abim güzel sözlerini güzel nükteler yapar bağlar, onu bildiğim için dikkatlice dinliyordum. Bizleri davet etmesinden dolayı Hançerli başkana teşekkür eden ağabeyimiz eski yaşanmış bir Konya öyküsü ile başladı söze. Eskiden Konya'nın Araplar semtinde yaşlı, pirifani, en az seksenlik bir Ahmet ağa varmış... Çok Konyalının gönlünde olduğu gibi Ahmet ağanın da gönlünde aklında kuş sevgisi, güvercin sevdası varmış.
Zamanın bahçeli bağlı Konya evlerinin yani mahallesinin damlarında, pardılarında, çatılarında o ihtiyar yaşına rağmen damda daşta gezer, kuş uçururmuş. Mahallenin kadınları, genç gelinleri, kızları evin bahçesinde bel beller, mandal yapar bir şeyler eker dikerler... Ahmet ağadan rahatsız olurlar sere serpe çalışamazlar, hayalarından evlerinin beylerine şikayet ederler... Adamalar ahmet ağaya durumu anlatır izah eder ama Ahmet ağa bunlara pek kulak asmaz bildiğinden de şaşmazmış...
Nihayet Ahmet ağayı zamanın hakimine kadısına şikayet etmişler. Hakim bir gün Ahmet ağayı huzura çağırmış ve baya azarlar gibi sert konuşmuş... "Be ihtiyar sen nasıl adamsın bu yaşında damda pardıda gezerek mahallenin kadın kızlarına bakıyormuşsun, sana ayıp değil mi, sana yakışır mı bu yaşta" deyince,
Ahmet ağa "yok be hakimim guzum benim ne elin gelininde ne de gızında garısın da gözüm yok. Öyle bir şeye de tenezzül etmem. Benim bir aşkım var, bir sevgim var o da guş hastalığı... Onlara aşığım, onlarla haşır neşir olurum... Damda pardıda gezmem ondandır. Hatta bir derdim de var hay guzum der" ver ceketinin sağ etek tarafını açarak orada saklamakta olduğu güvercini gösterip "şu ak çifte guyruk zivt garaya (güvercini gösteriyor) 20 gündür eş ararım bulamadım, sende var mı acaba buna bir eş hakimim" deyiverince... Hakim gülmüş "tamam amca bende de yok sen ona eş aramaya devam et" demiş ve yanındakilere de "bunu salın bunun derdi başka" der. Hasan abi sözü nereye bağladı dersiniz.
"Sayın Başkan yaptıkların çalışmaların çok güzel, Allah razı olsun, Allah daha da çalışma gücü versin ammmaaa. Buraya gelenlerin şu karşındakilerin derdi başka, bunlar kültür aşığı gonya aşığı yazar ve şairler, sen gerisine bakma... Kültürden ne haber?" deyiverdi...
Ve Sayın Hançerli ona da mütevazi bir cevap verdi ve bu güne kadar kültür için hiçbir şey yapamadığını, buna zaman bulamadığını ama bundan sonra ilerde TYB ile bir şiir şöleni düzenleyeceklerini, Mevlana Müzesi arkasındaki boşalttıkları belediye binalarını yine kültür işleri için tahsis edeceklerini ve orada faaliyet gösteren Karmek'e ait genç kızlarımızın ve diğer kursiyerlerin hizmetine sunacaklarını anlattı.
İnşallah anlatılanlar hikayede kalmaz da bunları da Allah ömür verise yazarız, çizeriz... Saygılarımla...
Memleket