Felsefe hikâye anlatmamaktır!

Türkiye Yazarlar Birliğinde Kurmaca’nın Felsefesi üzerine konuşan Doç. Dr. Güngör felsefe ileedebiyat arasındaki ilişkiye ve sınırlara dikkat çekti:Felsefe hikâye anlatmamaktır!

Türkiye Yazarlar Birliğinde Kurmaca’nın Felsefesi üzerine konuşan Doç. Dr. Güngör felsefe ile edebiyat arasındaki ilişkiye ve sınırlara dikkat çekti:

Felsefe hikâye anlatmamaktır!

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin düzenlediği “Kurmacanın Felsefesi” konulu programda Doç. Dr. Feyza Şule Güngör, edebiyat ile felsefe arasındaki ilişkiyi örnekleriyle anlattı. İnternet mecrasında canlı yayınlanan programı yazar Hüzeyme Yeşim Koçak yönetti.

Kendisinin, Kıta Avrupa'sı felsefesi alanında çalıştığına vurgu yaparak sözlerine başlayan Güngör üzerinde çalıştığı filozofların özelliklerinden de bahsederken “Şöyle bir yaklaşım görmüştüm; Levinas ‘Karamazov kardeşler olmasa ötekilik felsefem olur muydu bilmiyorum, büyük oranda ondan yararlandım’ diyordu. Heidegger'e baktığımda da o büyük kitabı Varlık ve Zaman’da Tolstoy'un Ivan İlyic'inden alıntılar yapıyordu” dedi. Güngör konuşmasında şunları dile getirdi:

FELSEFE YURT ÖZLEMİDİR

Novalis'in bir sözü var. Ben de kitabıma aslında onunla başladım; “Felsefe aslında bir yurt özlemidir. Her yerde evimizde olma içgüdüsüdür” diyor. Ben de şu temelden yola çıkmıştım; antik Yunan'dan beri felsefe ile edebiyat arasında bir sınır problemi söz konusudur, böyle bir çatışma var. O ikisi arasındaki sınır açıldığında iki tarafında özgünlüğü zedelenecek endişesi de vardı. Platon felsefeyi bir sistematik hale getirmek onu mitostan, hikâyelerden ayırmak için böyle bir sınırı belirginleştirmiştir, diyebiliriz. Çoğunlukla da platonun izinde giden felsefe tarihi bu sınırı korumuştur.

KURCAMANIN FELSEFESİNE NASIL BAŞLADIM?

20. yüzyılda felsefeden edebiyat sitesine, edebiyattan da felsefe sitesine çok fazla atıf olduğunu görüyoruz. Böyle bir sınır problemi yerine, dikenli telleri konuşmak yerine acaba aradaki eşikleri, geçitleri konuşmak nasıl olur diye de düşündüm ve bunu felsefenin karakteristiğinden ödün vermeden nasıl yapabileceğimiz kaygısıyla yola çıkmıştım.

Felsefe ve edebiyat arasında bir çatlak var. Ancak bu çatlağı görmezden geldiğimizde bu ilişki tarzı nasıl olur? Bu çatlağın bize ne söylediği ile ilgili e düşünebiliriz. Evimizde olma içgüdüsüne; felsefenin ve edebiyatın komşuyu ayartan, diğer alana ifşa eden, onun sorularını kendi sorularına dâhil eden bir okuma yöntemini kendimce kurmaya çalıştım. Bunu ikametgâh tesis etmek olarak gördüm. Kurgu ve kavramsallığın iç içe geçtiği ikametgâh olarak aslında ben Kurmacanın Felsefesi’ni düşündüm. Ama kısaca farklarından bahsetmek gerekirse; neden edebiyatın yan yana gelmesi felsefenin aleyhine bir ihlâl olay ihlal olarak değerlendiriliyor?

TÜRKİYE’DE HERKES FELSEFE YAPIYOR

Türkiye'de felsefe ya çok kolay ya çok zor olarak lanse ediliyor. Bir konuda konuştuğunuzda şöyle deniyor mesela; sosyal medyada bile herkes felsefe yapıyor. Yani felsefe herkesin yapabileceği bir alan gibi görünüyor. Bu nedenle kendi alanımın karakteristik özelliklerine dikkat ederek şunu söyleyebilirim; felsefe de, edebiyatta bir düşünüş şeklidir. Ancak ikisini birbirinden ayıran çok önemli birkaç nokta var. Her düşünüş felsefi olamaz. Yani hayat ve varoluş hakkında konuşan her edebiyat eserine biz felsefi diyemeyiz. Heidegger’in bir lâfı vardır; ‘Felsefe yapmanın ilk kuralı hikâye anlatmamaktır’ der. Çünkü felsefe de tutarlı olma, gerekçelendirme arzusu vardır.

Antik Yunan'dan beri problem olmuş veya olabilecek tarzda sorular bugün de felsefenin konusunu oluşturur. Yani biz bu geleneğin çerçevesinde devam ederiz. Ancak özellikle edebiyat için böyle bir geleneksellik söz konusu değildir. Mesela roman yenilik arzusundan beslenir. Bir romancı birkaç romanında aynı konuları işlediğinde siz artık onu değiştirmesini beklersiniz. Felsefe ise eleştirel ve tutarlı olma dediğimiz özelliğinin yanında gelenekselliğini koruyarak devam eder. Bir diğer şey; diliyle biçimiyle ilgilidir. Roman 3 boyutlu bir kurgudur. Duygularımızla algılayabildiğimiz, bütün bir dünyayı çok uzun tasvirlerin arkasına saklanarak; Vadideki Zambak da dikkat etmiştim, bir soru var ve 500 sayfa sürüyor.

Biçim konusu edebiyat için önemlidir. Ancak biz bir kavramsallık içerisinde hareket eder, bir kavramı yadsırken bile bir kavram kullanırız. Mesela 20. yüzyıl filozoflarından Berida kavramsallığa karşıdır. Her seferde hiçbir kavramdan hareket edemeyeceğimizi söyler. Ama dekontrüksiyon, yapı söküm dediğimiz kavram haritası içerisinde hareket ederiz. Edebiyatçının böyle bir zorunluluğu yoktur, filozof kavram geliştiren biridir.

Uzun diyaloglarla hayat içerisindeki olaylara anlatan edebiyatçı felsefeye geçtiğinde; felsefe ile bu ilişkiyi kurduğunda muhakkak biz felsefeciler olarak orada bir kavram yakalamaya çalışırız. Mesela benim Kurmacanın Felsefesi’nde bazen bir romanı okursunuz, hoşunuza gider. Ama onu nerede bir kavrama bağlayacağını bilemezsiniz.

Kant mesela estetik adlı eserine, en sanatsal olabilecek eserine ‘Benim ifadelerimin çok kuru olduğunun farkındayım’ diyerek başlar. Filozoflar açıktır, nettir, lâfı dolandırmadan söyler. Ama edebiyatçı diyalogların ardından gider.

Felsefe yapayım, diye bir edebiyat eserine giriştiğinizde o çok eğreti durur. Zaten deha dediğimiz yazarların iklimlerinde atmosferinde var olan bir şeydir. Bu nedenle felsefe ve edebiyat ilişkisi bir sınır ilişkisidir. 20 yüzyıla geldiğimizde, bizim içinde bulunduğumuz dönemlerde bir sitesizliği, sınırsızlığı deneyimliyoruz, diyebiliriz.

Dostoyevski ‘İki kere iki dört ediyorsa bunun bir anlamı yok, beş ediyorsa mucize olan budur’ der. 20. yüzyıla geldiğimizde bu tartışılmaya başlanmıştır. Evet matematikte iki kere iki dört eder ama yaşamda eder mi tartışmaları gündeme gelmiştir.

Bir romancı için imalar, çelişkiler değerlidir, edebiyatta buna değer veririz. Çünkü yazarım kendi ötekisini sunmaya çalıştığı bilinçli veya bilinçsiz ortaya koyan şeylerdir. Felsefede ise bir sınır çizilir.

SADECE DÜŞÜNMEK TEFEKKÜR EETMEK DEĞİLDİR

Heidegger, gökyüzü, yeryüzü, içindekiler ve bunları saran tanrısallığı korumaktan bahseder. Tefekkür edici düşünce bunların saygınlıklarını kutsiyetlerini koruyarak düşünmektir. Çok alışık olduğumuz ‘hayret etme’ söylemi de böyledir. Bunların birini çekip aldığınızda, onlara saygının çevrelendiği kutsiyeti aldığınızda sizin düşünmeniz, ‘hesaplayıcı düşünme’ haline geliyor. Son yıllarda ben çok netflix izliyorum. Bir sahneyi geri alıp bir-iki defa izlediğinizde anket gibi bir şey çıkıyor ve ‘Bu sahneyi beğendiniz mi?’ diye soruyor. Bu sonra yapılacak filmlerde bu seçiminiz belirleyici olacak demektir. Size hap gibi bir şey vermek istemektedirler. Sizi düşünmeye, tefekküre sevk etmek gibi bir görevi yoktur. Edebiyatta da bir yazar, ‘Çok satıyor’ diye neyin satacağını bilerek yazmaya başlarsa bu da hesaplayıcıdır.

Heidegger ‘Hesaplayıcı düşünme, teknik çerçevede düşünme insana dair bir şiddettir’ der. Neden? İnsanın ne ise o olmaklığına zarar verir. Tefekkür edici düşünme dediğimizde edebiyatta da sanatta da felsefede de bu dörtlünün kutsiyetini korumak bunu temel almak vardır.

Edebiyata, felsefeye hesaplayıcı düşünce ile baktığımızda, bize estetik ve sanat zevki veren metinlerin, dünya ile estetik ve düşünsel bir bağ kurmamızı engelleyen hap gibi metinler haline indirgeneceğini düşünüyorum.

Haberler Haberleri

Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni Taşkent'te yapılacak
TYB Konya'da Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp Anıldı - Felsefeyi Sosyolojiyle Yenilemek
Vefatının 30. yılında Tarık Buğra
Konyalı On’lar Perşembe Sohbetlerinde Nail Bülbül Konuştu
Konyalı On’lar Perşembe Sohbetlerinde Kâmil Uğurlu Konuştu