Enkaz Altındaki Bir Şehrin Hazine Sandığını Açtım
Halk arasında bugün bile geçerliliğini koruyan bir özlü söz vardır. ‘Güzeller bahtsız olur’ diye bir söz. Antakya’nın güzelliği ve benzersiz vasıfları onu bahtsız kıldı.
Bir defa şuna inanmanızı isterim; şehir can taşıyan, ruhu olan bir organizmadır. Eğer bu canlı varlıkla düzgün, samimi, içten ve ikirciksiz bir alışveriş kurulamazsa insanı dışlar, kendini sizden gizler, hatta sizi ciddiye almaz, ‘sürüye sayar.’
6 Şubat Kahramanmaraş depreminin yıkıp geçtiği ve en ağır darbeyle sarstığı şehir Hatay oldu. Hatay’ı deprem öncesi görmediyseniz, nasıl bir yeryüzü cenneti olduğunu bilmeniz ve hayalinizde canlandırmanız mümkün değil.
Nehirler boyunca kurulan şehirler her zaman, orada yaşayanlara bir sonsuzluk hissi vermişlerdir. Hatay, böyledir. Eski çağlar içinde dünyanın en büyük, mamur ve müreffeh üç şehrinden biriydi Hatay; İstanbul ve Roma ile birlikte. Hatay güzellikte ve refahta bu iki başkentle yarışırdı.
Medeniyetler Bahçesi
Türkiye’nin depremle sarsıldığı 6 Şubat’ta, sabah erkenden PTT kargo bir kitap getirdi. “Medeniyetler Bahçesi Hatay Şehrengizi” adlı kitap, Kâmil Uğurlu ve M. Hilâl Uğurlu imzasını taşıyordu. Kâmil Uğurlu, bir şehrengiz yazarı, şair, mimar, öğretim görevlisi, eski TOKİ Başkanı, Karaman’ın efsane belediye başkanı. Şehirlerin ruhunu dinleyen bilge. O bir hezârfen. Benim için bir ağabey, gıpta ettiğim şahsiyet…
Hatay Şehrengizi, 464 sayfa, büyük boy, ciltli, Hatay Vakfı tarafından bastırılmış bir kaynak kitap. Kültür arkeolojisinin güzel bir örneği. Hatay Şehrengizi, bir kentin deprem öncesini kayıt altına almış, sabırla, emekle ve yıllar içinde kelime üstüne kelime eklenerek yazılmış bir temel eser.
Kitap aslında Hatay güzellemesi. Ama Hatay’a ağıt olarak okudum. Hatay’ın kültürü, sanatı, edebiyatı, yemekleri, sosyal hayatı, doğal güzellikleri, gelenek ve görenekleri, mimari eserleri ile şehrin tarihi, kültürel ve sosyal dokusuna ilişkin önemli bilgilerin, fotoğraf ve gravürlerin yer aldığı kitap 464 sayfadan oluşuyor.
Hatay Şehrengizi, depremden kurtarılmış bir hazine, adeta enkazdan çıkmış bir ahit sandığı. Bir yandan deprem haberlerini izliyorum bir yandan kilidi elime tutuşturulmuş hazine sandığı gibi, kitabı karıştırıyorum. Yıkılan, yerle bir olan Hatay’ın son kitabı. Depremden önceki Hatay hakkında yazılan son kitap. Yılların emeği ve birikiminin olgun meyvesi, gerçek bir hazine. Sanki ilahi bir güç, Hatay’ın depremle kaybolup gidecek her değerini Kâmil Uğurlu - M. Hilâl Uğurlu çiftine dikte ettirmiş. Şükürler olsun, böyle kıymetli bir eser ortaya çıkmış.
Baştâcı
Kitap, “önsöz” yerine “baştâcı” ile başlıyor. Sebepsiz değil; Hatay’da sıkça kullanılan bu birleşik kelime ne güzeldir. ‘Hay hay, baş üstüne, aman ne güzel…’ gibi, muhatabı yücelten güzel bir karşılık. Böyle güzel bir karşılığı alan kişi, yarı yarıya fethedilmiş, kazanılmış demektir. Bu kelime elbette başka bölgelerde de kullanılır. Ama Hatay’da o kadar saf ve doğal tarzda söylenir ki, insan kendini soylu bir başta ‘tâc’ gibi hisseder. Hatay Şehrengizi’nde önsöz yerine baştâcı yazılmış. Aşağıdaki ifadeler ‘Baştâcı’ndan:
“Hatay’dan söz edenler, sanki ağız birliği etmişçesine hep ‘hoşgörüden, mozaik bir sosyal yapıdan ve dinlerin, kültürlerin burada âhenk içinde yaşadıklarından’ söz ederler. Ve kilise kubbesi üzerindeki haç ile onun arkasında görünen cami mimarisini aynı kare içinde gösterme gayretinde olurlar.”
Yazının başlığı için kullandığım ‘Güzeller bahtsız olur’ deyişi de kitaptan alıntıdır. Ve bu söz, Hatay için hükmünü bir kez daha icra etmiş. Üstelik kitap yazıldıktan hemen sonra. Antakya tarih boyunca depremler yaşamış, sel baskınlarına uğramış, istila edilmiş, yakılmış, yağmalanmış. Her seferinde yeniden ayağa kalkmış. Şehir 1080’lerde Selçuklu yönetimine geçmiş. 1091’de dehşetli bir deprem olmuş. Surların büyük bölümü yıkılmış, kuleler devrilmiş, birçok insan evlerin enkazları altında kalmış.
Haçlı Ordusunun Vahşeti
Şanssızlık burada bitmemiş; 1097’de Haçlı seferlerinin ilki, binlerce atlı ve piyadeden oluşan büyük bir ordu Antakya önlerine gelmiş. Geniş bir düzlükte evleri, çarşıları, Silpius Dağı eteklerindeki görkemli villaları ile gerçek bir kraliçe olan Antakya haçlıları büyülemiş. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa ‘Hıristiyan” denilen yer de burasıymış.
Şehrin Türk valisi durumun ciddiyetini, bağlı olduğu sultanına ve civardaki Türk Beyliklerine bildirmiş. Yardım edilmesini istemiş. Beyliklerin aceleyle teşkil ettikleri küçük bir ordu, yardım için yola çıkmış ve yolda Haçlılar onları bozguna uğratmış. Kuşatma uzun sürmüş. Haçlılar mevcut erzaklarını bitirmişler. Kuşatanlarda kıtlık başlamış. Üçüncü ayda açlıktan kıvranmışlar; Yenmesi mümkün olmayan şeyleri yemişler. Bitki kökleri, sürüngenler, at, eşek, deve, köpek ve fareleri yiyerek açlıklarını bastırmaya çalışmışlar. Zaman içinde kıtlık dehşete dönüşmüş. Şehit olan ve şehir dışında gömülen Müslüman askerlerin cesetlerini mezarlarından çıkarıp onları yemişler. Esir Türklerden bazıları kazığa geçirilerek, hemen orada yakılan büyük bir ateşte akşam yemeği için hazırlanan bir et gibi kızartılmış.
Ne Depremi Bitmiş Ne Seli…
Antakya’nın dertleri hiç bitmemiş. Birçok kez deprem görmüş. Yerle bir olmuş. Bir din adamı olan seyyah L’Abbe E. Le Camus, 1888’de Antakya’yı ziyaret etmiş. Onun ziyareti sırasında şehir olağan dışı zor günlerinden birini yaşıyormuş. Şiddetli bir yağmur ile birlikte gelen fırtına şehri ve bölgeyi tamamen esir almış. Le Camus, şehirde küçük çapta bir kıyametin koptuğunu görmüş ve seyahatnamesinde bu olayı detaylı anlatmış. Le Camus, “…Zelzelelerle pek çok defalar yerle bir olmuş bu eski kent, zenginliği ve lüksüyle toprağın altına bütün canlılığıyla öylece batmış ki, azıcık bir yağmur sonunda yarılan topraklar insana asırlar boyunca yerin altında gizlenen hazineleri geri veriyor” diye yazmış.
Çöl Kraliçesi Antakya’da
Antakya ile ilgili ilginç seyahatnamelerden biri de ‘Çöl Kraliçesi’ lakaplı Gertrude Bell’e aittir. Ünlü casus Lawrence’nin de dostu ve hocası olan Bell, Antakya’yı ve bölgeyi 1900 yılında gezmiş, gözlemler ve tespitler yapmış, seyahatnamesini 1907’de İngiltere’de yayımlamış. Ortadoğu’nun sınırlarını çizen kadın olarak bilinen Bell, “Burayı sanatın beşiği, en muhteşem medeniyetlerden birinin üzerinde yaşandığı topraklar olarak heyecanla seyrettim.” demiş.
Hatay Şehrengizi elinizden uzun süre bırakamayacağınız bir kitap. Habib-i Neccar anlatılmış uzun uzun. Yasin Suresi’ndeki “Derken, şehrin öteki ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Gelin, bu elçilere uyun. Evet, sizden hiçbir ücret istemeyen, hiçbir menfaat beklemeyen bu insanlara uyun. Onlar doğru yoldadırlar. Hem sonra ben, beni yaratan Allah’a ne diye kulluk/ibadet etmeyeyim ki?! [Bilin ki] sonunda hepiniz hesap vermek üzere O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.” ayetinde sözü edilen gencin, Habib-i Neccar olduğu rivayet edilir. Olayın geçtiği yerin Antakya olduğuna inanılır.
Mehmet Akif’i Ağırlamışlar
Sadece insanı değil; taşı, toprağı, suyu, ağacı, kuşu, kurdu, can taşıyan her yaratığı ürperten, titreten, mahşer görüntülü depremden yüreğim sızlarken, Hatay Şehrengizi’nde Mehmet Akif’in Hatay’da bir süre misafir edildiğini, ziyaretçileri arasında genç Cemil Meriç’in de olduğunu, Atatürk’ün Hatay üzerine düşüncelerini, Ayla Kutlu’nun, Asi’nin gerdanlığı Roma Köprüsünü yıktıran bir bilinçsiz komutana ve olaya tepkisini içeren enfes yazısını, Amik Gölünden göçen turnaları, Antakya sokaklarını, Hatay’ın çınarlarını, Aslanlı Konaktaki ziyafetleri ve daha nice bilmediğim destansı öyküleri çoğu kez gözyaşı döke döke okudum. Bu kadar mı? Hayır, daha fazlası var. Onlarca isim, mekan, tarih, öykü ve nicesi… Asrın felaketini yaşayan bir şehrin hazine sandığından farksız bir eser.
Hatay Vakfı Başkanı Mehmet İhsan Aydeğer’i gıyabında tanıdım ve bize böyle bir kitap armağan ettiği için minnettar kaldım. Kitabın editörlüğünü Hataylı emekli deniz subayı, gıda mühendisi ve gastronomi uzmanı İbrahim Ünal Kahraman yapmış. Kendilerine geçmiş olsun dileklerimi iletmek isterim. Allah hepimize sabırlar ve dayanma gücü versin.
Derin Acılar Dilsizdir
Antakya Müzesi’nde Romalı düşünür ve devlet adamı Seneca’nın sözlerinin yer aldığı lahitteki uzun yazıdan bir cümle şöyle: Hafif acıIar konuşabiIir ama derin acıIar diIsizdir.
Tam da bugünlere özgü bir cümle. Acılarımız derin. “Sargı, yarayı saklar ama daha ziyade gösterir” demişler. Umudumuz, yaraların erken sarılması. Sargıyı bir an önce görmek istiyoruz. Biliyoruz ki, Hatay, kökü kurumayan verimli bir ulu ağaç… Her yıkılış sonrası daha da gürleşip canlanan bir anıt ağaç… Gözyaşlarıyla sulanan toprakların ölmez ağacı… Acıların ve kayıpların yasını tutmak bize düştü. Yaraları bir an önce sarma görevi ise hepimizin katkısına sahip çıkmasını beklediğimiz devlete kaldı.
Hatay, kadim medeniyetlerin birlikte yaşadığı şehir, Ortadoğu’nun incisi, Beyrut’un kan kardeşi, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın emaneti, Atatürk’ün Cumhuriyete son hediyesi, Lübnan’ın sedir kokularını Anadolu’ya taşıyan Asi’nin ana kucağı, Amanos dağlarının gür ormanları…
Habib-i Neccar’ın minaresinden ezan, kiliseden çan ve sinagogtan hazan sesi yeniden duyulsun. Medeniyetler korosunun ezgileri tez zamanda yankılansın. Ah Hatay, sen bizimsin, sen bizimsin, sen bizim!
Anılar Tazelenirken!
Hatay’da konakladığım Kuseyri ailesine ait Savon oteli, Antakya mutfağı, kâğıt kebabı, halhalı zeytini, nar ekşisi, zahteri, künefe, ceviz reçeli, kabak tatlısı, Samandağ biberi, ipeği, defne sabunu, turunç kokulu meyveleri, Asi kenarındaki çay bahçeleri, kaleden şehre kuş bakışı, Türkiye’nin ilk müze otelinin açıldığı günü, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olarak katıldığı Hatay Medeniyetler Buluşması’nın ilki, Harbiye Şelalesi, iki güzel dostla Antakya Medeniyetler Korosu’ndan dinlediğim konser, müzeler, mozayikler, heykeller, ibadet mekanları, koleksiyonuma dahil ettiğim baykuş heykelcikleri, çalıştığım kurumun ilk bürosunu açtığımız gün, deneyimli bir muhabiri görevlendirdiğimizin kıvancı ve günlerdir enkaz aralarında drama tanıklık emekle kalmayıp ortak olan gazeteci meslektaşlarımı nasıl unuturum?
Buraya yazamadıklarımı, anılarımın en özellerini nasıl unuturum? Hatay’ı görüp unutmak mümkün mü? Hatay’ı unutmak mümkün mü? Feyruz’un büyülü sesiyle okuduğu “Le Beyrut” şarkısını “Hatay... Selam sana yüreğimin derinliklerinden ey Hatay / Denizine ve evlerine de öpücükler… / Büyüdü halkımın yaraları büyüdü / Ve anaların gözyaşları da… / Sen benimsin, sen benim / Ahh, kucakla beni!” diye terennüm etmenin vaktidir. Hatay’a ağıt yakmanın vaktidir.
Kâmil Uğurlu’nun sayısı yediye ulaşan şehrengizlerinden bir önceki, ne ilginç, yine depremde büyük hasar gören, can kayıplarının çok olduğu Kahramanmaraş’a ait. “Kahramanmaraş Şehrengizi” 2018’de yayımlanmıştı. Bir gün, o kitaptan da söz etmek dileğiyle. Uğurlu çiftine binlerce teşekkür, bu eseri hazırladıkları için. Bana Hatay’ın hazine sandığını gönderme nezaketini gösterdikleri için ayrıca teşekkür ederim. “Medeniyetler Bahçesi Hatay Şehrengizi” kütüphanemin yeni demirbaşı oldu. Kâmil Uğurlu külliyatına bir eser daha eklendi. Bu kitabı bekliyordum. Çünkü Şehir ve Kültür dergisinin Şubat 2022 tarihli 91. sayısında, Dr. Mimar Kâmil Uğurlu imzalı “Hatay’daki Harikalar Antakya Sokakları Dar” başlıklı yazıyı okumuş ve Hatay Şehrengizi’nin hazırlandığını hissetmiştim.
Ayrıca bu yazının büyük bölümü Hatay Şehrengizi’nde altını çizdiğim satırlardan oluştu. Bir dil ustasının ve Türkçe sevdalısının lezzetli anlatımından nasiplendim ve Amonosların kardelenleri misali, beğendiğim ifadeleri hoş bir koku kabilinden sizlere sunmak istedim.
Not: Antakya Medeniyetler Korosundan “Bülbül” kasidesini, Feyruz’dan “Le Beyrut” ağıdını ve Karsu’dan “Neredesin Sen” türküsünü dinlemenizi öneririm. (Karsu, adını memleketi Hatay’ın Altınözü ilçesine bağlı eskiden köy, şimdi mahalle olan Karsu’dan almış.) Linkleri ekte sunulmuştur.