Son zamanlarda daha çok dil konuları ile ilgili yazıyorum.
Tarihî, tabiî türkçeyi, Yûnus Emre’den, Âkif’e, Yahya Kemal’e, Tanpınar’a ve günümüze ulaşan köklü dilimizi korumamız gerektiğinin altını çiziyorum. Dil devrimi virüsü bazı zihinlere öylesine hasar vermiş ki, sağlıklı düşünmeleri mümkün değil. Her defasında “dilimiz arapça, farsça kelimelerin istilasına uğradı, Osmanlılar türkçeyi mahvetti!” diyenler çıkıyor.
Onlara şu cevabı vermek zorunda kalıyorum: “Köklü türkçe hiçbir dilden korkmaz, farsçadan da korkmaz, arapçadan da!”
Fakaaaat…Kıytırık türkçe, uyduruk türkçe kendinden bile korkar!
Diller arasında kelime alışverişi olağandır ve başka dillerden kelime almayan bir dil varsa, o dil dünyanın kapalı bir alanında kalmıştır, bir kabile dilidir. “Dünya dili” kavramı içinde ele alınabilecek “arı dil” yoktur. Bugün en yaygın dünya dili ingilizcedir. Bu dilin anglo-sakson-germen kökenli kelimeleri % 20 civarındadır. Ondan daha fazla latince ve fransızca kelimeler vardır İngilizcede.
Türkistan Türkiye Gergefinde İran kitabını hazırlarken, türkçe-farsça ilişkilerini de ele almıştım. İşte ortalama bir farsça el sözlüğünde elif ve b harflerinde yer alan ve türkçe olduğu belirtilen kelimeler:
Açar, açmaz, ak, aka (ağa), aksungur, alaçık, amaç, otak, ata, atabek, oturak, ocak, ahte (hadım), ördek, ordu, ormak (keten kumaş), ulak (eşek, yük eşeği), ayak, iz, il, ilat, ilçi, bacı, batlak, barut, basma, basmacı, basmai, başlık (külah), başlık (başkan, serdar), baş, baykuş, boşkab (tabak), beş, boğaça, boncuk, boran, bibi, bayrak, bey, bek, bektaş, bezek, bayat, büyük…
Alman şarkıyatçısı Gerhard Doerfer farsçada moğolca ve türkçe unsurları araştırdığı 4 ciltlik kitabında, yalnız elif harfinde 267 unsura madde başı olarak yer vermiştir. Bu uzun listeyi burada vermek gereksizdir. Çok yaygın bazılarına bilmek yeter: Açar (anahtar), adaş, araba, ortak, armağan, iz, izci, üzüm, azık, ağız, akça, altun, emzik, incik, ancak, angut, ana, av, odun, oduncu, orta, orman, uğur, ok, ölçek, ayak, ayakçı, aynalı…
İsveçli dilbilimci Lars Johanson’a göre orta farsça zamanından beri, farsça tedricen türkçeyle birleşme yönünde hareket etmektedir. Alman doğubilimci Doerfer’e göre ise, farsça çoktandır Türk dili tipine meyletmektedir ve hatta bazı durumlarda farsça Hint- Avrupa dili görünüşünü kaybetmektedir.
Bir gerçek daha: Türkçe büyük dünya dillerinden en çok farsçaya kelime vermiştir! İşte Tahran Allame Tabatabai Üniversitesinden Mehdi Rızai’nin makalesi: “Fars dilinin çeşitli kaynaklarında (farklı alanlarda hazırlanan sözlükler, edebî ve tarihî metinler vb.) o kadar türkçe materyal var ki türkçenin söz varlığını kapsamlı bir biçimde tespit etmek için türkçenin tarihî metinlerinin yanı sıra farsçanın da tarihî metinlerini dikkatle taramak faydalı olacaktır.”
Fesüphanallah! İşte sözün özü: Türkçenin söz varlığını kapsamlı şekilde tesbit edebilmek için farsçanın tarihî metinlerini de taramak gerekir!
Günlük dilde kullanılan bazı kelimeler: Otak (oda, otağ), kaşok (kaşık), toşak (döşek). Biz tabak, tencere deriz, onlar boşkab! Biz anahtar deriz, onlar açar! 19. Yüzyılın sonunda Osmanlıların arapçadan yaptığı meşrutiyet gibi kelimeler de modern farsçada kullanılmaktadır.
Öyle kelimeler var ki, türkçe sözlüklerde farsça olduğu yazılı, farsça sözlükler ise o kelimeleri türkçe sayıyor! Karpuz kelimesi bunlardan biri. Biz onun farsça harboze’den geldiğini söylüyoruz, İranlı dilciler ise, karpuz’un “horboze”ye dönüştürüldüğünü iddia ediyor. Perçem, kötek, yağma, talan, vaşak, bahadır, iğdiş yine aynı bağlamdaki kelimeler.
Bizim arapçadan geçtiğini kabul ettiğimiz, fakat arapçada bizim bildiğimiz manasının olmadığını bildiğimiz telaş kelimesi farsça sözlüklerde türkçe sayılıyor. Bıldırcın, bezek, baklava, gedik, çürük, elek, sağdıç… bazı farsça sözlüklerde farsça defterine yazılmış. Farsçadan giren müjde veya onun değişmiş biçimi muştu kelimesi türkçe isimden isim yapan -luḳ ekini alarak moştoloḳ “muştuluk” şeklinde farsçada yeniden kullanılmaktadır.
Gelelim, edebiyata. Modern İran edebiyatının ilk verimlerinde türkçe unsurlara daha sık rastlanıyormuş. Sonra ne olmuş? Onlar da “dil reformu” yapmışlar. Türkçe kelimeleri atmışlar. İki taraf da müşterek unsurları atarak birbirinden uzaklaşıyorlar. Bunun bir üst akıl müdahalesi olduğunu düşünemez miyiz?
Türkçeye eserleri çevrilen Celal Âli Ahmed’in 1954’te yayınlanan Sergüzeşt-i Kendûhâ romanında ḳabcibaşį (kapıcı başı), ämḳizį (hala kızı) (< ämméḳézi), ḫalḳézį (teyze kızı) (< ḫāléqizi), ag gälin (ak gelin), hanbaci (hanım bacı, abla), şabacı ḫanum “ (< şahbacı ḫanum), ilçį (elçi), saḳ ve sālém (sağ salim) gibi kelimeler ve kelime öbeklerine sıkça rastlanmaktadır.
Türkçe-arapça dil ilişkilerini de yazacağız. Eskilerin elsine-i selâse yani “üç dil”) dedikleri arapça, farsça, türkçe arasında yüzyıllar boyunca geçişmeler, alışverişler bir haylidir. İslâm medeniyetinin bu taşıyıcı üç dili arasındaki alışverişte hiçbir tuhaflık yoktur. Tuhaflık bu üç dil arasındaki müşterekleri ortadan kaldırmak için bir üst aklın ıshalat, reform veya devrim gibi yolları Türklere, İranlılara ve Araplara kabul ettirmesidir!