Hüzeyme Yeşim Koçak, 1958 Kütahya doğumlu. Kandilli Kız Lisesi mezunu. Yazarlığı boyunca çeşitli kuruluşlardan ödüller aldı. Öykü ve Deneme türlerinde eserleri var. Konya'nın Merhaba Gazetesi'nde halen köşe yazarlığını sürdürmekte...
A.S.: Yazarlığınız... Ne zaman başladı?
— Çocukluk faslını saymazsak, ilk ciddi yazı denemelerim; 1977'de Konya'ya gelişim ve yerleşmemle başladı.
A.S.: İlk yazınızı hatırlıyor musunuz?
— Yerel basında yayınlanmış ilk yazım: Yarın Gazetesi'nde "Kadın Hakları ve Getirdikleri". Sene 1978.
A.S.: Birazda okuma sürecinizden bahsetsek... Kimleri okudunuz?
— Döneme, yeni uyanan meraklara, mecburiyetlere, alâkanızın şahlanışı, zihin açlığı veya yazarın tesirine göre, okuma listeleri değişiyor.
Hepsini zikretmenin mümkün olmadığını göz önünde bulundurarak: Cengiz Aytmatov, Ayşe Şasa, Nurettin Topçu, Ahmet Yüksel Özemre, İsmet Özel, Cemil Meriç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dücane Cündioğlu, Mustafa Özçelik, Oktay Sinanoğlu, Münevver Ayaşlı, Alev Alatlı, Nazife Şişman, Emine Işınsu, Osman Yüksel Serdengeçti, Sadık Yalsızuçanlar, Ali Ayçil, Halil Cibran, Nermi Uygur, Réné Guénon,William Chittick, Irvin D. Yalom...
Fakat kiminde, dağ başında isimsiz bir çoban yahut dağ veya eşya da; etkilendiğiniz yahut okumaya başladığınız bir kitap oluyor.
A.S.: Şimdilerde hangi kitabı, kitapları okuyorsunuz?
— Sadreddin Konevî'den "Tasavvuf Metafiziği"; Vıctor Hugo'dan "Gördüklerim, işittiklerim"; Yusuf Özkan Özburun'dan "Hatırla Beni Hayat", Susan Sontag'dan "Fotoğraf Üzerine", Nalan Barbarosoğlu'ndan "Yol Işıkları", Amin Maalouf'dan "Çivisi Çıkmış Dünya"...
Edebiyatın Cadısı olarak, Macide Tanır'dan "Tiyatronun Cadısı" ve Amerikan usulü demokrasiyi getirme yöntemlerini içeren, çağdaş bir klasik: Jim Marrs'dan "CIA ve Pentogon'un Gizli Dosyaları"
Geleneksel değerleri de elden bırakmamalı
A.S: Mutlaka okunmalı dediğiniz kitapları sorsak?
— Her şeyin büyük bir hızla değişmesi, sizde değerlerinize tutunma, sarılma ihtiyacı duyuruyor. Bu anlamda kimi zaman popüler bazı yazarlardan ziyade, sözgelimi 13. Asırdan bir ses daha yeni, vaatkâr ve seçkin geliyor. En azından daha kuşatıcı, kışkırtıcı.
Aslî gücü görüyorsunuz orada. Ezelî ve Ebedî sözü. Sanatkârın kelimelerle izdivacını, iç âleminin yüceliğini, teshir etme kuvvetini...
Dolayısıyla okudukça sizi her dem tazeleyip, ruhî bir enerjiyle besleyecek, teçhiz edecek Hz. Mevlânâ, İbn Arabî gibi büyüklerin eserlerini seviyorum. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Tarık Buğra, Yahya Kemal, Peyami Safa gibi geleneksel değerleri de elden bırakmamalı diyorum.
A.S.: Öykü ve denemelerinizi internet ortamında da yayımlıyorsunuz?
— Değerli edebiyat adamlarının, beğendiğim yazarların, genç avazların olduğu bir kaç sitede yazıyorum.
Bildiğiniz gibi İnternet ortamında erişim, çalışmaların sergilenmesi daha kolay.
Neticede fazla bulanmadan dolanmadan, iletişim kuracağınız; değerlendirip, işinizi yapacağınız bir vasat, vasıta olarak görüyorum.
A.S.: Özellikle öyküye yoğunlaşmış durumdasınız sanırım?
— Öyküde yoğunlaşma var.
Ancak zamanla, gelişen şartların itelemesi ve edebî yolculuğunuzun sevkiyle, farklı malzemeleri, türleri de denemeye yöneliyor; daha kesif bir atmosferin, uzun süreli çalışmaların, değişik yazı zevklerini elde etme eğiliminin, tozpembe(!) hayallerin içine girebiliyorsunuz.
A.S.: Peki ya bir yazın türü olarak deneme ne ifade ediyor sizin için?
Deneme benim için keşif, açı, sancı, muhasebe, melezliğiyle genişleme, düşüncelerimi gözden geçirme, süzme... Diğer türlerde söyleyemediklerim; dil uzunluğu(!)
Birbirine geçişlerde, dinlendiğim eğlendiğim hareketlendiğim, vazgeçemediğim. Peşine düştüğüm, peşimdeki.
Yazmak; izli, içli, işli serap...
A.S.: Niçin yazıyorsunuz, ya yazmasaydınız?
—Pek çok sebep sayabilirim yazmak için... "Yazar Hüzeyme'yi" seviyorum evvelâ.
Mutluluk, güç, tevazu, iktidar, gövde gösterisi, ıstırap, eleştirel ihtiyaç, yeni bir dünya için ilk taşı döşeme; harflerdeki i(sti)kbal istiklâl, yazmanın bir duygu karmaşasına, yoğunluğuna, fıtrata verdiği cevap kadar, bir zihin açılımına verdiği cevaz, imtiyaz...
Keşfetmek, fethetmek, büyük aile, nizam ve imtizaç. Murat almak, kurcalamak ve sarsmak...
Kadınlık, erkeklik, insan(lık) ve türap... Kuyuya taş atmak, onuncu köy, yerden gökten deniz "yıldız"(ı) toplamak, güzeli aramak.
İnşanın dolambaçları, dehlizlerinde; kelimelerin raksı ve söylenmedik cümlelerin tutkulu çağrısı. İçinizdeki şair, yazar ve münekkidin estetik ve tetikleyici şarkısı.
İstiap haddini aşmak, sarılmak, yanmak ve ışıklanmak...
Almışım kalemi elime, Yaz "ALLAH" yaz! ...Harflerle güreş tutmak, kitaplarda oynamak... Yazmak; izli, içli, işli serap...
Hayatın merareti şiddeti, yaşamanın tadı(çalkantılar, kırılma dönemleri, karşıtlıklar, sosyal değişmeler, ferdî hayattaki iniş çıkış, karşılaşma temaslar, dönüşümler); içteki sanat özünün açığa çıkıp, boy atması ve kaderin yazısı için hoş bahanelerdir sadece...
Ve her kula nasip olmaz, edebiyat(ın)a gebe kalmak; bin türlü haz, niyaz..." diyorum.
Ama uzun zaman yazmadığım bir dönem oldu. Demek ki dışarıda kalmak, içte biriktirip yazma(ma)k, g(ayrılık), her çeşit beşer(iyet) hâli de mümkünmüş.
Merkezinize, nerede durduğunuza, yürek donanımınıza bağlı biraz da hadiseler karşısındaki tavrınız, duruşunuz...
Kalem sahibi olmak, fevkalâde güzel; büyük bir nimet. Ancak gerçek sahibi siz olmadığınız için bu bağışlanabilir de, alınabilir de. Muhtemelen imtihan vesilesidir; sonunda hepsi emanet... Dolayısıyla, "Yazmasaydım ölürdüm" diyemem. Ayrıca, farklı meşrep ve meslekten nice kıymetli insana; hayatın tanzimi, taksimine de doğrusu haksızlık etmek, karşı çıkmak istemem.
Biz yazar çizer bozar âdemler olarak; her işin başında "insaniyeti, kulluk şuurunu" öncelemeliyiz, nirengi noktası almalıyız diye düşünüyorum.
A.S.: Havva Hanım'ın Gamzesi, Bekleyen, Edebiyatçıysam Ne Olayım" ve diğerleri... "Ayırdığınız" bir kitap var mı içlerinde?
— Hepsinin ayrı yeri var tabii; türlü deneyimler, yeni basamaklar, esinti ve zenginlikler. İlk kitap, ilk öykü, ilk deneme...
Ancak "Çoban Aşkın Çocuğuydu" ve "Bekleyen" apayrı izler taşıyor. Bazı edebî çevrelerin dikkatini çekmiştim.
Tecrübesiz ama içtenlikle yazdığım ilk romanım "Çoban Aşkın Çocuğuydu" bir roman yarışmasında üçüncülük derecesi almıştı. "Bekleyen" isimli öykü kitabım ise, TRT'de sanat eleştirmeni Ömer Lekesiz tarafından bir edebiyat programında tanıtılmıştı.
Edebî kıvamını, dengesini bulmaya, inşasının temellerini belirlemeye anlamaya çalışan; yeniden uyanan, kuran, dalgalanan, fallardan(!) kuşlardan haber, medet uman bir yazar olarak; "mesafelerin" dürülmesi, özellikle o tarihteki sevindirici gelişmeler, seri adımlar ve ipuçları olarak nitelenmişti benim için.
A.S.: Öykü ve denemeleriniz ironi yüklü ayrıca...
— İroniden hoşlanıyorum. Genellikle kendiliğinden gelişiyor. Edebiyatınızı oluşturan unsurlardan biri şeklinde doğuyor.
Güçsüzlüğün, kadınsı çaresizliğin, öfkenin bir tezahürü biçiminde billurlaşıyor, yazıyı süsleyip renklendiriyor bazen de zekâyı yansıtma yolu olarak, gösteri şekliyle fakirce dökülüyor.
A.S.: İlk ödülünüz... Türk Edebiyatı Dergisi'nin düzenlediği "Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması'ndan mı?
— Evet, 1997'de "Hayriye'nin Düğünü" öyküsü vesilesiyle.
Üstad Ahmet Kabaklı'nın sofrasına oturduk; sonra da kanatlandık uçtuk
A.S.: Türk Edebiyatı Dergisi demişken, Merhum Ahmet Kabaklı Beyefendi ile görüşmüşlüğünüz oldu mu?
— 2000 senesinde, aynı yarışmanın ödül töreninde kendisini görmüş ve elini öpmüştük. Salonda pek az seyirci vardı. İlginin azlığından dolayı üzüntülüydü. Mamafih, bizleri görünce gözleri parlıyordu. Unutulmaz anlar yaşadık orada.
İdealist bir insandı. Ünlü yazarlarımızdan Sevinç Çokum; Ahmet Kabaklı'nın, yarışmalarda taşralı yazarların teşvik edilmesi ve desteklenmesi istediğini belirtmişti.
Mahir Adıbeş, Muhterem Yüceyılmaz, İsmail Bilgin, Mehmet Emin Ulu "Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması'nın" öne çıkardığı, faal yazarlarımızdandır.
Bu mütevazı, özendirici ödüller, dereceler; ben de katlanarak, bambaşka mânâlara yol açtı; edebî bakımdan çoğaldı.
Belki, bazılarımız Ömer Seyfettin'in paltosundan çıktık; Üstad Ahmet Kabaklı'nın sofrasına oturduk; sonra da kanatlandık uçtuk.
Ertesi sene İstanbul'a, üçüncü kere "Ömer Seyfeddin Hikâye Yarışması" münasebetiyle gittiğimizde, ne yazık ki vefat etmişlerdi.
A.S.: Günümüz öykücülüğüne ve denemeciliğine dâir görüşlerinizi alsak... Gidişat nasıl sizce?
— Kaliteli, iyi öykücü ve denemeciler mevcut. Fakat kendiminkiler başta, "eskilerdeki" lezzeti, neşveyi, heyecan ve kavrayıcılığı, dil ustalığını bulamıyorsunuz. Bir şeyler eksik sanki ya da bana öyle geliyor.
Küresel kültürün işgaline; tefekkürün, sanat ve yazının aleyhindeki şartlara rağmen; edebiyatın yaşayacağına inanıyorum.
Çünkü insan, oku(n)mak, ilişki kurmak, sözünü geçirmek arzusunda olan bir varlık.
Aksettirmek, mührünü vurmak, izle(t)mek, vücuda getirmek ve ibdâ etmek isteyecektir.
İstikbalden ümitliyim. Güzellik kapıları kapanmaz ne de olsa...
Yazarlar umutlu ve sevdalıysa, edebiyatın da bir geleceği olacaktır. Çünkü yazmak da bir şuur, inanç, sebat ve mukavemet işi.
İnsan var oldukça, kelimeleri rakamları kullanacak, yeni inşa yollarına koşacak, kendini ölçüp biçip, heceleyecek, hayatı(nı) yorumlayacaktır.
Sahih, üstün bir edebiyat da ergeç ortaya çıkacaktır.
A.S.: Sık aralıklarla yazıyorsunuz, çalışkan bir yazarsınız anlaşılan...
— Gayret ediyorum. Zaman daralıp, kısalıyor. Yarınlar ne getirir, bilemiyorsunuz. Aynı imkânları bulamayabiliriz, fırsatı değerlendirmek lâzım" diyerek, şartları zorluyor, hızlanıyorsunuz.
Siyasî Cambazlardan yüz çevirelim!
A.S.: Malûm... Bir müddet evvel, yerel bir dergi için yazı istemiştik sizden, göndermiştiniz de... "Kirlenmek" üzerineydi. Bir söyleşinizde de vurgulamışsınız: "Kirlenmek güzeldir" denilen, maddî-manevî lekelenmeye özendirilen, hatta dayatılan kara bir çağda yaşıyoruz...
Bazı kıstaslarınız, manevî değerlerle teçhizatınız olmazsa "Kiri, p(isi), ufûneti" fark etmez; hatta güzellersiniz. Müslüman Türk olarak bu "farkındalığı", hayır'ları yitirdik.
En önemlisi kire, zulme(te) razıyız. "Yükselen(!) yeni güçlerle ittifak halinde" ıpılık, teslimiyetçiyiz.
"Uyum", kirle, (z)illetle uyu(ş)mayla eş anlamlı... Bütün bir hayata mal olacak dava bu.
Biz muhteşem dağ zirvelerini, gönlü yıkayan muhabbetli nehirleri, okyanusların incilerini..bağı, bahçıvanı ve Gül'ü; semanın haysiyetini, kutsiyeti, ezel şarkılarının terennümünü, derûnu kaybettik.
Bir sesleniş, bir feryat kulaklarımı, kalbimi tırmalıyor şimdi.
Sürgit sürünmekten... Sürülmekten bıktık, "Ayakta Durmak İstiyorum" artık diyor!
Düzenbaz, oyunbaz ve şeâmetli dünyayı devirelim.
Siyasî Cambazlardan yüz çevirelim!
Ne olur, Gökyüzünün Bedirlerine, Dolunaya meyledelim!
Behemehâl arınalım, Güzelleşelim.
Hayır, "Kirlenmek Çirkindir" dostlar, kir kokusuna bayılsak da, dikleşip, yücelelim bir direniş, diriliş ruhuyla!
A.S.: Son olarak... Şu sıralar üzerinde çalıştığınız yeni bir eser var mı?
Bir romana nefesimi yetirmeye çalışıyorum.
A.S.: Çok teşekkür ederim.