“Mustafa Miyasoğlu’nun vefatı ile halis Türkçe son ustalarından birini kaybetti...”

D. Mehmet DOĞAN

Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan yazar Mustafa Miyasoğlu’nun vefatı üzerine bir mesaj yayınladı.

Bir taraftan edebiyatımızın önemli isimleri ve eserleri üzerine yazılar, hatta kitaplar yayınladı, diğer taraftan edebî eserlerini yazmayı sürdürdü.

Edebiyat ve düşünce tarihimizin büyük isimlerini, önemli şahsiyetlerini bugüne taşıma yönünde çabaları beş kitaplık bir külliyatla okuyucuya ulaştı. Öncelik Necip Fazıl Kısakürek’te olmak üzere, Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman Saba, Haldun Taner ve Ahmet Mithad Efendi üzerine çalışmaları, akademik kuruluğun ötesinde okuyucuyla ilişki kurabilen önemli eserlerdir.

Türkiye’de edebiyatçı, yazar dilinin edebiyat ve düşünce birikimini bilmekle birlikte, dilin vazgeçilmez önemininin de farkında olmak zorundadır. 20. Yüzyılda alfabesi değiştirilmiş, böylece bin yıllık birikimine çarpı çekilmiş, bununla yetinilmemiş diliyle, kelimeleriyle oynanmış bir ülkenin yazarı bu yıkımların meydana getirdiği öldürücü boşluğu veya zihin karışıklığını dikkate almıyorsa, dille oynayanların tuzağına düşmüş demektir.

Mustafa Miyasoğlu’nun farkı, döneminin “islâmcı” olarak nitelenen bazı yazarlarının aksine dildeki yıkıcı değişimi bilerek eserlerini meydana getirmesidir. Böylece o, 19. yüzyılda başlayan sadeleşme çabalarının 20. yüzyılın başındaki verimi olan halis türkçe edebiyatın Ahmed Midhat Efendi, Ömer Seyfeddin, Refik Halit, Memduh Şevket Esendal çizgisindeki istikrarını temsil eden bir dille eserlerini vermiştir. Cümleleri açık seçiktir, kelimeleri yerli yerindedir, bu yüzden anlam kaybı yoktur. Dönemin bazı “islâmcı” edebiyatçıları, dilin edebiyattaki temel rolünü görmezden gelerek, cumhuriyetin ürettiği sun’i dilin tuzağına düşmekten ve anlam kaybına uğramaktan kurtulamamışlardır.

Miyasoğlu, Edebiyat Sohbetleri kitabında, bu farkındalığı şöyle ifade ediyor: “Dilimizi ve kültürümüzü İslâmdan koparmaya çalışanların batıdan kelimelere karşılık bulacak ne zamanları ve ne niyetleri vardı. Amaç adilimizi İslâm kültür ve medeniyete çevresine ait kelime ve kalvramlardan temizlemekti. Yeni dilimiz her şeyi ifade  edebilmeliydi, ama islâmî hayat ve terbiyenin etkisinden kurtulmalıydı. Yeni dilin öncülüğünü yapan Ataç, Yunanca ve Latinceyi benimsememiz, okul müfredatınında mecburi hale getirmemiz gerektiğin savunuyordu. Hatta bir yazısında açıkça ‘ben bu yeni kelimeler uydurarak dili bozmak ve bu dille okuma yazmayı imkânsız hâle getrirek kullanımdan kaldırmak istiyorum’ diyordu.”

Miyasoğlu, ömür mühletini, istikamet sahibi bir fert ve bu toprakların bin yıllık kültürünün gerçek bir varisi olarak edebî eserleri, edebiyat üzerine çalışmaları ve fikir mücadelesi ile doludurdu. Bu çabalarının sağlığında ne ölçüde takdir edildiği elbette bahsi diğer.

Türkiye’nin yaşatıcı değerleri onun hassasiyetlerini kaynağı idi. Bu sorumlulukla çalıştı, eserlerini verdi, her şeye rağmen hizmet etti ve mücadelesini sürdürdü. Neslimin yüzakı, aziz kardeşim Mustafa Miyasoğlu, inanıyorum ki her zaman rahmetle anılacaktır. Yakınlarına, yazarlar camiasına, miletimize baş sağlığı diliyorum.