Ne düşünüyorsun

Hüzeyme Yeşim Koçak

Oyuncu ve seyirci… Dingin, eski zamanlarını özlüyor. Pek az kişinin, zâtıâlilerini(!) bildiği ama göğsü başı dik gezdiği, hür olduğu; beyninde, ruhunda bu kadar cisim, ayrıntı, çöp, hurda bilgi taşınmadığı, yönlendirilmediği, rüyalarının, temiz pak(!) hayallerinin karışmadığı, meçhul şahsiyet kaldığı zamanları…

Bir ejderha gibi, içine habire resim, suret atacak, gösteri yığacaksınız. Beğeni toplayıp, kendinizi onaylatacaksınız.

Yetinmek, durmak yok, yola devam. Hep daha, hep ileri!, üstün başarı(!) daimî haşarı…

Ne kadar çok ayıklanması gerekiyor. Ve ayılması ne kadar zahmetli!

Bu ne çeşit bir sarhoşluk, ne müessir, keskin bir büyü, nasıl bir elektrik. Sizi çevreliyor, çerçeveletiyor, rehin alıp, sınırlarınızı çizip, odalara kapatıyor.

Sahici, kalıcı temaslar, bağlantılar yok. İşin içine ecinniler, sanal ninniler, zehir hafiyeli takipler, şekil pazarları, envaiçeşit satıcı karışıyor. Me’ler, keller, şebekler, kafanızdaki eller.

Sınıflar, ezilenler, asilzadeler, egemenler, aslında biçareler. Çünkü güdümlüler.

Herkes birbirine rapor vermeye, izahata, ifşaata mecbur ve memurdur(Bakınız, nihayet birilerine iş bulundu)

Türlü sesler, en kutsalından en müptezelin yan yana gelişi, birbirini tekzip eden görüntüler.

Okuyacağım, okunacağım.  Kim kimi okur Allah Aşkına! Biteviye benzer ve aynı okumaları, gezintileri yapar durursunuz. Hava alır(!), yorulursunuz.

Doğru dürüst alışveriş imkânınız bile olmaz. Daima birilerini kollayacaksın, gözeteceksin(!) izleyecek, memnun edeceksin. Göze girmek için.

 Tahakkümcü göz de ne oynak organdır Yarabbi!. Kırpışır, yumulur, bakışır oynaşır durur. Haspanın kimle hangi seviyeli(!) birlikteliği, arkadaşlığı olduğu belli değildir. Elden ele,  gözden göze gezinir, bir türlü durulmaz.

Aziz Nefsini tarizler, papara lâkin az para. Kim ödül verecek ha.

 Tıkla/n/ma (kapıyı çalan kim ya) peşinde, tık nefessiz günler.

Hangi pencerelerden b(akıyorsun). Kimin kapısındasın.

Kalbin dikiş tutmazken, gözünü kime diktin.

Yüzüne gözüne bulaşan çamuru nasıl temizleyeceksin. Onu da mı internetten temin edeceksin. T(eller), ziller, kutulardaki mahpuslar, mahbesler. Hevesler, kafesler.

Makine makine söyle bana; En Güzel Kim?

Tabii ki sizsiniz aynı gemide seyreden bensiniz, bizsiniz, der ayna. Bu nasıl ayna?

Canı sıkkındı. Galiba en doğrusu, bir paylaşım yapmaktı.

Egoyu paylaya paylaya(!) aklına bu düşünce gelmişti. İyi olacak, efkâr dağılacak,  efkâr dağıtacaktı.

Biraz oyalandı. Eline bir kitap aldı. Sonra yemek, turşu, mevsimi olmasa da boza pişirdi filan, azıcık da dırdır yaptı. Ki (m) dedi kodu için, sevgili cihaza baş(ını) vuracaktı.

 Caydı. En azından birkaç gün duracaktı.

Sonra dinlenmek için bilgisayarı açtı. Haberler, gazeteler, siteler, şehirler, akrep kıskaçları, Bizans oyunları, magazin sofraları, çarpıcı oyalanmalar emrindeydi.

Fakat eli, gayriihtiyari bir yere gitmişti.

Ne düşünüyorsun?”

Ona, kim ikide bir fikrini zikrini sorup, değer verirdi. Âmir, sevecen bir ses tekrarladı:

“Evet, ne düşünüyorsun?”

İçinde minnete benzer bir his uyandı. Azıcık özgüven, bir parça daha, sonra:

“Aziz seyircilerim, vefakâr okuyucularım, görünmez tak/ipçilerim, silinmezlerim…”

Kıymetli beyninin ürünlerini yazıyordu. Az sonra, gruplara, turplara trumplara, bilumum k(açıklara) gönderecekti. Bir İçses duyuldu:

“Bi beğeninizi alırım abicim!” gelsin üjj beşş…

Tanrım! Herkes ne kadar cömert, bölüşmeci(!), verimkâr, yani gönüllüydü.

Koy bir pasta açları doyur. Şen bahçelerden, batık diyarlardan seslen; çarpılmış boyanmış suratlarda eğleş, dön dur.

Ekmek bedava, su bedava, hava beleş. Kızlar oğlanlar hep keleş, birbirine eş.

Aslında suretine değil, siretine de dokunulmuş gibi hissediyordu zaman zaman.

Çizgiler, line, ha(l)tlar kapışmış karışmıştı. Duruşu, mevkii, merkezi neredeydi.

Bir ihtimalle, kalbi sızladı. Belki de hiç yoktu. Yoktu.

Görüntülere kanmayın. Kavgacı değil, İblisle bile barışıktı. Yumuşacıktı.

Kaynak: Merhaba Gazetesi