Sekülerizmi din yaptılar!

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi konferansında konuşan Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın Hümanizm’den sonra sekülerizmin de din haline getirilmeye çalışıldığını...

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi konferansında konuşan Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın Hümanizm’den sonra sekülerizmin de din haline getirilmeye çalışıldığını söyledi:

Sekülerizmi din yaptılar!

 

Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin haftalık konferansları devam diyor. İl Halk Kütüphanesi Salonunda yapılan ve sosyal mecralardan da canlı yayınlanan yılın üçüncü konferansında Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın “Nasıl Sekülerleştik?” konusunu, tarihi süreçlerden örnekler vererek anlattı. Programın düzenleyicisi olan ve sunumunu yapan Yazar Cemil Paslı sekülerleşmenin dünya insanlığı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiğini anlattıktan sonra Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın’ın biyografisi hakkında bilgiler verdi.

ORTA ÇAĞDAN GÜNÜMÜZE SEKÜLERİZM

Konuşmasına son yıllarda sekülerleşmenin çok konuşulur hale geldiğini hatırlatarak başlayan Aydın “Herkes bundan rahatsızlığını dile getiriyor. Tarihsel süreç içerisinde, Ortaçağdan günümüze, insanlığı etkileyen felsefi akımları inceleyerek sekülerizme nasıl geldiğimizi görebiliriz” dedi.

“Sekülerizmi rönesansla başlatırsak, onu reform ve Fransız ihtilali takip ediyor. O sırada pozitivizm ortaya çıkıyor” diyen Aydın sözlerini “Daha sonra Darwin ve Freud gibi düşünürler ortaya çıkıyor ve liberalizm akımı gelişiyor. Pragmatizm ve Kapitalizm Amerika'da ve Batıda yayılırken Rusya'da sosyalizm ve komünizm ortaya çıkıyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Varoluşçulukla başlayan bu akım, sekülerleşme; günümüzde hümanizme ve katı bir sekülerizme doğru geliyor” diye sürdürdü.

DİN ADAMLARININ BASKISI RÖNASANSA SEBEP OLDU

Prof. Aydın sekülerizmin kronolojisini de çıkardığı konuşmasını şöyle sürdürdü:

Ortaçağı düşündüğümüz zaman; İslam Dünyasında ve Batı da yani tüm dünya da din hâkimdi, son sözü din söylüyordu. İslam dünyasında İslam âlimleri, ama özellikle Hıristiyan Batı dünyasında din adamları söylüyordu. Doğu’da da yine çeşitli adlarla din temsilcileri, görevlileri toplumu yönetiyordu. Bunlar hukuka, eğitime, sosyal hayata, her alana damgasını vuruyor, bilime ve sanata da müdahale ediyordu. Yani dinin müdahale etmediği hiçbir alan yoktu. Din her konuda insanlara son sözü söylüyordu. Ve bu hâkimiyetle özellikle batı dünyasında, din adamları aşırılıklarıyla insanlara eziyet eder vaziyete geldi. Din adamlarının bu baskısı, bilime ve sanata engel oluyor, sosyal hayatta da ekonomik hayatta da insanların gelişmesini engelliyordu. Toplumda bu baskıyı, dinin tekelini kırmak üzere kafa yoranlar Rönesans’ı ortaya çıkardı.

Rönesans, yeniden doğuş anlamına geliyor. Rönesans’ın özeti de bilimi ve sanatı dinden ayırmaktır. Rönesans’ta “Din insanın sosyal ve manevi hayatını belirlesin ama bilim ve sanatı ayıralım. Çünkü bilim evrende olan olayların nasılın olduğunu açıklar. Din ve felsefe ise niçin olduğunu açıklar’ diyorlar. Böylece yavaş yavaş aklı ön plana çıkarıyorlar. Ama İslam’da aklı ön plana çıkarmak çok yeni bir fikir değil. İslam dini akli değil ama makuldür. Akli demek, akıl ürünü demektir. Mesela felsefe aklidir. Hıristiyanlık dünyasına baktığımız zaman Skolaktizm dediğimiz şey karşımıza çıkar. Bu da akla, mantığa uysa da uymasa da buna inanacaksın, der. Bu dogmadır.

RÖNESANS BATI DA DİNDEN KURTULMANIN YOLU OLDU

Rönesans’ın aklı ön plana çıkarması bir anlamda batıdaki Hıristiyanlıktan bazı kaleleri düşürmesi anlamındadır. Yani bilim ve sanatı dinden ayırıp ön plana çıkarmak, dinden yavaş yavaş kurtulmanın bir yoludur.

Reformla tüm halka dini yorumlama kutsal metinleri yorumlama hakkı gelince insanlar İncili okuyup kendisi yorumlamaya başladı. Bu da bu bir bakıma Hristiyanlığın bitişini hazırladı. Çünkü herkes kendi kafasına göre yorumlamaya başladı.

Bundan sonra ortaya laiklik kavramı çıktı. Laikliğin anlamı, ‘Devlet yönetiminde din adamları son sözü söylemesin, din söylemesin’ demekti. Hani bilim ve sanat rönesansta ayrılmışlardı ya; papazlardan, din adamlarından, devlet yönetiminde de söz söyleme hakkını aldılar.

POZİTİVİZM ALLAH İNANCINI YOK ETTİ

Laiklik Fransa'da başladı ve bu esnada Fransız İhtilali oldu. Bununla birlikte Cumhuriyet fikri yaygınlaşmaya başladı. Cumhuriyet'te krallıkların sonunu getirdi. Bu esnada ‘Elle tutulan gözle görülen şeyin dışında gerçeklik yoktur’ diyen Pozitivizm fikri ortaya çıktı. Dolayısıyla metafizik, din vesaire bunların hepsi ortadan kalkmış oluyordu. Pozitivizm, Allah inancını yok eden çok katı bir anlayıştı. Her şeyi gözle görülür hale getiriyordu.

Freud ise insanın kötü yaratıldığını ve sadece cinsellik isteyip, diğer insanlara hükmetme arzusu taşıdığını söyleyerek sekülerleşmeye zemin hazırladı. Arkasından ortaya çıkan Darwin direkt Allah yoktur demedi ama evrenin yaratılışını insanların meydana gelişini evrime getirdi. Bundan sonra da, Darwin ve Freud gibi aynı kökenden olan Marx’la Sosyalizmin çıktığını görüyoruz. Sosyalizm ‘Anca beraber kanca beraber, birey değil toplum önemlidir’ diyordu. İnsanları eşitlemeyi, her şeyi toplumun malı yapmayı amaçlıyordu. Ama ferdi mülkiyet olmayınca bu sefer devletçiliğe dönmeye başladı. Sonra da devleti yönetenler aynı şekilde işin kaymağını alıp halka zulüm etmeye devam etti. Bu esnada da Faşizm ortaya çıktı. Faşizm nedir? Sosyalizm önce toplum diyordu ya; faşizm de ‘Önce devlet, önce millet, önce vatan’ diyordu. Dolayısıyla devleti, milleti, vatanı yöneten lider çok önemlidir ve o istediğini yapabilmelidir. İnsanları serbest bırakmamalıdır. Etnisiteye ve ırkçılığa, milliyetçiliğe dayanan bir akım da İtalya’da Mussolini ve Almanya'da Hitler’i doğurdu. Bu fikirler de insanları Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'na getirdi.

Daha sonra Varoluşçuluk denilen Egzistansiyalizm gelişti. ‘Bireyin varlığı özünden önce gelir. Kimse kimseye karışmasın, herkes kendi yolunu kendi çizsin. Doğruya yanlışa herkes kendi karar verip, sorumluluğu da kendisi alsın. Kendisi dışında ona bir şeyi empoze edebilecek kimse yoktur’ diyen bir anlayıştı bu.

SANAYİ DEVRİMİ İLE KAPİTALİZM DOĞDU

500yıl kadar önce de Batı Avrupa'da Kapitalizm ortaya çıktı. Sanayi devrimi ile doğduğunu söyleyebiliriz. Avrupa feodalizminin içinde, toprak sahibi sınıfın egemen olduğu bir toplumda değişim için bastıran güçlerin ittirmesiyle kapitalizm ekonomik bir sistem olarak büyüdü. Ancak yeni kapitalist toplumun farkını sadece ticaret, olarak görmek doğru değildir. Çünkü ticaret hep vardı.,

MODERNİZM TEK DOĞRUYU SAVUNDU

Avrupa’da 17. Yüzyıldan itibaren Modernizm görülmeye başlandı. Bu toplumsal, siyasal ve kültürel değişim dönemini ifade eder. Bu dönem aklı temel alması ve tüm toplumsal ilişki ve kurumları akılcı esaslar üzerine oturtmayı hedeflemesi nedeniyle “akıl çağı” olarak da anılır. İnsan aklı, modernizmle birlikte, dünyayı anlamak, yorumlamak ve dönüştürmek için tek referans kaynağı olarak ortaya çıkmıştır. Böylece ortaçağda din ve gelenekten beklenen dünyayı anlamak, yorumlamak ve değiştirmek görevi modernizmle birlikte insan aklına verildi. Gerçeğin ‘tek’ olduğunu ve buna akıl yoluyla ulaşılabileceğimizi belirten Modernizm, buradan hareketle ideal bir toplum modeli ortaya koymuştur. Laikleşme, akılcılık, kentleşme, sanayileşme ve ulus devlet gibi süreç ve kavramlar hep bu dönemin ve idealleştirmenin ürünleridir.

POSTMODERNİZM BİRDEN ÇOK DOĞRU OLABİLECEĞİNİ İDDİA ETTİ

Bu gelişmelere karşı, modernizm anlayışının başarısızlığını ilan eden bir takım düşünürler, modern dönemin sona erdiğini ve yeni bir dönemin başladığını iddia etti. Bu dönemin adı ‘Postmodern Dönem’ olarak kayda geçti.

Postmodern düşünürler, modernizmin en temel varsayımı olan “gerçeğin tek olduğu ve buna akıl yoluyla ulaşılabileceği” düşüncesine karşı çıkarlar. Onlara göre doğru birden fazla olabilir.

 

SEKÜLERİZM DÜNYACILIK DEMEKTİR

Çok geniş bir terim olan sekülerizm, içinde birçok akımı ve farklı tür teorileri barındırır. Mesela M. Weber ve E. Durkheim’dan tutun da A. Comte, K. Marx, J. Frazer, B. Wilson, P. Berger ve T. Luckman’a kadar birçok sosyolog, bu kavrama farklı anlamlar yükleyerek kullanmışlardır. Fakat bizim dikkate aldığımız sekülerizm, Avrupa’da sosyologlar tarafından ortaya atılan ve konumuz bağlamında, yani inanç eksenli tanımlanmış olanlarıdır.

Türk Dil Kurumu, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiş ve dünyacılığı ‘Bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti’ olarak tanımlamıştır. Sekülerizm kelimesini ilk defa kullanan da George Jacob Holvoake ise ‘İnançtan kaynaklanan bütün düşüncelerin dışlanmasını esas alan doktrindir’ diye tarif etmiştir.

HÜMANİZM İNSANCILIK DEMEKTİR

‘Her şey insan için, insana göre,  insan tarafından, en son sözü insan kendisi söyler. İnsanın kendisinin üstünde hiçbir varlık yoktur diyerek âdeta insanın tanrılaştırıldığı görüş’ olan Hümanizm’den ilk bahseden Dante olmuş, yeni çağlarda ilk kullanan 1776-1848 arasında Friedrich Immanuel Niethammer adlı Alman pedagog bu kelimeyi, ‘insan severlik ve insancılık’ olarak anlatmıştır.

SEKÜLERİZMİN BİÇİMLERİ

Sekülerimizn ilk uygulama biçimi Fransa’daki laiklik uygulaması olan devlet kurumuyla dinin birbirinden ayrılmasıdır. Devlet ve devlet kurumlarının işleyişinde din tamamen devre dışı bırakılmış, din bu işlerden bütünüyle çıkartılmıştır.

İkinci tip uygulama biçiminde de kamusal alanın tanrı-din fikrinden arındırılması söz konusudur. Kamusal alan, toplumsal hayattaki politik-ekonomik-kültür-eğitim-eğlence-sanat-meslek vs gibi işleri kapsadığı için, bu kapsamdaki alanlarda din referans olmaktan çıkartıldı. Böylece insanlık gündelik hayatında dinî referans almadan iş görmektedir.

Üçüncü biçim olan son aşamada ise farklı ilkeler, değerler, kurallar ve onları vazeden otoriteler arasında, din de tek başına hakikat iddiasında bulunamaz, baskı kuramaz, totaliterlik yapamaz olmuştur.

SEKÜLERİZM DİN HALİNİ ALDI

Modernizmle birlikte gelişen sekülerliğin ilk iki aşamasında, sanayileşmenin getirdiği yoğun çalışma hayatı ve kent hayatının hızlı ve karmaşık yapısı karşısında insanlık çok meşgul bir günlük yaşantı sürmekteydi. Bu nedenle insana ibadethane yerine fabrikayı, büroyu, alışveriş merkezlerini, tatili, eğlenceyi, tüketimi ve hazzı sunan modern hayat, buralardaki zamanları ve işleri de ibadet olarak sundu. Dolayısıyla modernizm kutsal ve doğaüstü olanın yerine doğayı; ahiret yurdu yerine bu dünyayı; dinin yerine bilimi; din adamının yerine bilim adamını; dinî bilgi yerine bilimsel bilgiyi; dindar yerine özgür bireyi; dinî cemaat yerine sivil toplumu sundu. Bu sundukları içinde de yeni kutsallar oluşturarak, vahye dayalı bir din yerine, şartlara uygun yeni bir din icat etti. Bu dinin adı da sekülerizmdir.

HÜMANİSTLER AVRUPADA DİN OLMA YOLUNDALAR

Belçika'da yasa gereği her din mensubu vakıf ve dernekler yaptıkları faaliyet kadar devletten yardım alır. Hümanistler de kendilerini bir din gibi addederek gerekli yardımı almak istiyorlar. Müstakil bir din gibi algılanmak istiyorlar. Yani şu an bildiğiniz bir din haline geliyorlar.

Özetini yaparsak; önce rönesansla bilimle dini ayırdılar. Sonra reformda tanrıyla kul arasında din adamını bertaraf ettiler. Laiklikler beraber din ile devleti ayırdılar. Daha önce tüm eğitim sistemini papazlar yönetiyorken nötr olsun diye devlet okulu diye bir şey çıkardılar. Devlet Okulu, hiçbir dini empoze etmeden ortak eğitim verecek. Şu anda gelinen noktada hayatın tüm alanından dini çıkarmış oldular. Dolayısıyla insanların nihai amaçları dünyadan keyif almak, dünya için yaşamak haline geldi. ‘Dünyaya bir defa geldin, hayat kısa, zevkini çıkar, keyfine bak’ felsefesini yerleştirdiler. Bunlara göre hayatın anlamı cinselliğini yaşamak, para kazanmak, makam sahibi olmak, şöhret yapmak, yemek, içmek, dünyadan kalmak… Evet, insanların en son geldiği nokta budur.

NEHY-İ ANİL MÜNKER FARZ-I AYN OLDU

Bu gelişim bize de aynı şekilde yazıyor. Mesela pozitivizm 1900’lü yılların başında yakıp kavurmuştu. Eskiden düğünler nasıldı şimdi nasıl? Eskiden inşallah, maşallah, Allah bereket versin, Allah rahmet eylesin, geceniz mübarek olsun gibi kelimeleri kullanırken şimdi ‘Babam hasta’ deyince duyduğu filmlerden öğrendiğiyle hareket edip ‘Üzüldüm’ diyor. Allahaısmarladık, Allah yolunu açık etsin, Allah işini gücünü rast getirsin sözlerinin kullanılmıyor. ‘Kendine iyi bak’ diyorlar. Bilinçaltında ‘Başkası seni ilgilendirmez, keyfine bak kendine’ anlamı taşıyor. Bu şekilde yavaş yavaş biz de aynı şeyi yemeye, aynı şekilde ticaret yapmaya, aynı şekilde eğlenmeye başladık.

Emri bil maruf nehyi anil münker farz-ı kifayedir ya; şu anda günümüzde farz-ı ayn hale gelmiştir. Farzı yerine getirirken de hiçbir şey eksik yapmamak gerekir. Bu ne demek? Yani kişinin gücü neye yetiyorsa, nerede bulunuyorsa, bulunduğu ortamda bunu düzeltmek için çalışacaktır.

İzleyicilerden gelen soruların da cevaplandırıldığı programın sonunda TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu Prof. Dr. Aydın’a plaket takdim ederken Prof. Dr. Şaban Çalış da TYB yayınlarından oluşan kitap seti hediye etti.

 

Haberler Haberleri

Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni Taşkent'te yapılacak
TYB Konya'da Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp Anıldı - Felsefeyi Sosyolojiyle Yenilemek
Vefatının 30. yılında Tarık Buğra
Konyalı On’lar Perşembe Sohbetlerinde Nail Bülbül Konuştu
Konyalı On’lar Perşembe Sohbetlerinde Kâmil Uğurlu Konuştu