Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin düzenlediği dijital konferansta Prof. Dr. Hülya Eraydın Argunşah tarih romanları yazarı Mustafa Necati Sepetçioğlu’nu anlattı. “Sepetçioğlu’nu Asrımızın Dede Korkut’u olarak niteleyen Argunşah “Biz sanatçılarımıza hak ettikleri değeri vermiyoruz, Sepetçioğlu da böyle. Onun eserlerinde millet olarak düşüncemiz, duygularımız ve inançlarımız var. Sepetçioğlu yeniden keşfedilmeli ve okunmalı” dedi. TYB Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Yazar Hüzeyme Koçak’ın hazırlayıp yönettiği program Youtube ve Facebook üzerinden canlı yayınlandı.
TÜRK MİLLETİNİN TARİHİNİ VE KÜLTÜRÜNÜ ANLATIYOR
Sözlerine Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesine teşekkür ederek başlayan, Argunşah’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
Ben Sepetçioğlu’nun Çağdaş Dede Korkut olduğuna inanıyorum. Çünkü Dede Korkut Türk milletinin tarihini, kültürünü, anlattığı hikâyelerle geleceğe aktarmaya çalışıyor. Anlatılarında sadece tarih yok, aynı zamanda inanışlar, sosyal hayatla ilişkili konular, hatta düşünüşle ilişkili, bir tür Türk felsefesi diyebileceğimiz, hayata bakış tarzı da dediğimiz, deşildiğinde Türklerin temel değerleri ortaya koyulacak olan bir takım şeyler de var. Sepetçioğlu’nun romanında da Dede Korkut’taki unsurları oluşturan bir takım yapılar buluyoruz. Özellikle tarihi romanları, bugünkü anlayışımız içinde modern destan olarak niteleniyor. Dolayısıyla sadece Dede Korkut’un o anlatı tekniğini, bir romanda bulunan malzemeyi hikâyenin içerisine yedirmesinin ötesinde bize tarihi romanı modern destan olarak düşündürüyor. Ancak üslup açısından çok büyük bir yakınlık olduğunu söylemek mümkün değil. Bir takım farklılıkları var ama tarihi anlatması, yanı sıra Türk milletinin kültürünü, düşünüş tarzını inanışlarını, sosyal ilişkilerini, insanlar arası münasebetlerini anlatması bakımından bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Ve modern destan-tarihi roman ilişkisi kurarak ben Sepetçioğlu'nun bir Modern Dede Korkut, bir destan anlatıcısı olduğunu düşünüyorum. Dede Korkut gibi Sepetçioğlu’da ne yaptığının farkında.
DESTANLARI MODERNİZE ETTİ
Sepetçioğlu’nu yazmaya iten, model oluşturan şeyin Dede Korkut hikâyeleri olduğunu düşünüyorum. Onun ilk kalem deneyimlerinin içerisinde destanları modernize etmek var. İlkokulda öğretmeni ona Avrupa destanlarını ödev verince Sepetçioğlu kızıyor “Neden Avrupa, Türk destanları yok mu? Ben onları okumak istiyorum” diyor. Öğretmeni de “Evet, var ama onlar her okuyucunun anlayabileceği dille yazılmamış” diyor. Sepetçioğlu o zaman karar veriyor “Bunları ben yazacağım” diye. İlk eserlerinde, yani bizim kendisini tanımamıza bugün daha çok okumamıza vesile olan romanlarından önce Türk destanlarını yeniden kaleme aldığını görüyoruz.
VARMAK İSTEDİĞİ NOKTADA DİĞER YAZARLARDAN AYRILIYOR
Sepetçioğlu için tarihi roman yazmak temel bir iştir. Kendisini bir tarihi roman yazarı olarak tanımlıyor. Onun yazarlık macerasının tanımı için belirlediği temel unsur; bir tarihi roman yazarı olmaktır. Destani unsurlar barındıran, kendi milletinin tarihini yazan bir romancı olmak istemiştir. Ve ne yaptığının farkında bir yazardır. Yani “Ben bir modern yazarım ve tarihi roman yazacağım” diyor.
Sepetçioğlu’nu diğer tarihi roman yazarlarından ayıran şey varmak istediği noktadır. O “Ben modern bir insanım, modernlik göstergesi aslında kendi milletinin tarihini, kültürünü tanımasıdır. Ben bunu yapmaya çalışıyorum” diye düşünüyor ve kendisini bu anlamda görevli görüyor.
TÜRK TARİHİNİ BİR BÜTÜN OLARAK GÖRÜYOR
Türk tarihini bir bütün olarak görüyor. Yani böyle kesintilerle görmüyor. Sevdiği ve sevmediği zamanlar konusunda ayırım da yapmıyor. Yahya Kemal'in de öyle bir fikri vardır. Türklerin Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya girişlerini İstanbul'u fethetmek için geliş olarak görür. Sepetçioğlu’da öyle davranıyor Kilit, Anahtar ve Kapı ilk üçlemesinde. Alparslan'ın, hocası sayesinde bir ayağı ta abidelere kadar gider ve onu besler. Diğer ayağı geleceğe açıktır; İstanbul'un fethi fethini düşler. Yani Türk tarihinin o aydınlık açılışının kaynağını aynı Yahya Kemal gibi Sepetçioğlu da Anadolu'ya Malazgirt ile giriş içerisinde görür ve o devamlılık fikrini anlatır.
MEB BASIMEVİNDE 6 AY KALABİLDİ
İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1957 yılında tamamladıktan sonra Milli Eğitim Basımevine giriyor. Bu dönem önemli; çünkü Bin Temel Eser Serisi var. Basımı için gayret sarf ederken iktidar değişince Sepetçioğlu’nu bu görevden alıyorlar. 6 aylık bir görevi olmasına rağmen Bin Temel Eserin hazırlanması açısından önemli bir başlangıç yapıyor. Bu defa Tercüman’ın Binbir Temel Eserini hazırlıyor. Bunlar Türk kültür hayatı için çok önemli faaliyetler.
TÜRK-İSLÂM SENTEZİNE İNANIYOR
Türkçe öğretmeni Kadri Özyalçın, Liseden Necip Fazıl onun üzerinde ruh ve mana iklimini oluşturan, izler bırakan isimlerdir. Başka isimler de eklenebilir, mesela Atsız’ı söylemek gerekiyor. Haydarpaşa Lisesi'nde Necip Fazıl Mustafa Necati'nin velisidir ve Edebiyat Fakültesine gitmesi konusunda büyük etkileri ondan aldığını söylememiz mümkün. Özellikle tarihi roman yazmak açısından Atsız çok önemlidir. Atsız’dan ayrılan tarafı da; Sepetçioğlu Türk İslam sentezine inanıyor. Yani Türklerin İslâm'la tanıştıktan sonraki tarihleri üzerinde durmasını sebebi odur.
Türk ocaklarına eşi Muazzam hanımla beraber gittiklerinde Hamdullah Suphi’yi dinleme şansı elde ediyor. Suphi'nin özellikle hitap tarzı, çok temiz ve güzel Türkçe kullanıyor olması onu etkiliyor. Bu yüzden yazılarında temiz bir Türkçe kullanma konusunda dikkatli olduğunu, bunun Hamdullah Suphi'den geldiğini söylüyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 1950-60’lı yıllarda Kaplan’lardan Reşit Rahmeti'ye, Caferoğlu'ndan Timurtaş'a kadar çok geniş bir kadro var. Onlardan ders alma fırsatı olmuş. Buna gezilerini de eklediğiniz zaman Sepetçioğlu’nun roman dünyasını oluşturan kültürel birikimi tamamlanmış oluyor.
Eşi Neriman Muazzam Hanım Konya doğumlu ve Selçuk Üniversitesi Marşı’nın güfte yazarıdır. Yazardır aynı zamanda; çocuk kitapları yazdı. 10 civarında çocuk kitapları var.
HAYAL EDEREK DEĞİL ÇALIŞARAK YAZDI
Sepetçioğlu çalışarak yazıyor, sadece hayal ederek değil. Tarihsel dönemi pek çok kaynaktan öğreniyor, sonra kurguluyor ve romanın geçtiği coğrafyayı mutlaka görmek istiyor. Orada yaşamak, o atmosferi solumak istiyor. Eserlerine bunun da önemli bir katkısı olduğunu söyleyebiliriz.
YAZAR EVLERİ MÜZE YAPILMALI
Ben de epeyce bir dünya seyahati yaptım. Hem Asya'da hem Avrupa'da; mesela Azerbaycan'da gördüğüm ve beni etkileyen önemli şeylerden bir tanesi yazar evleridir. Yazarların bir dönem ya da hayatları boyunca kaldıkları evleri, eşyaları her neyse onları da koruyarak müze haline getirmişler. Zile Belediyesi de bu konuda girişimde bulunmalı, Sepetçioğlu gibi bir yazarı benimsemeli.
SEPETÇİOĞLU ÇAĞLARI KONUŞTURUYOR
Sepetçioğlu şimdiki zamanı, benzetmem biraz abartı olabilir ama bir rasat kulesi gibi görüyor. Geçmişe ve geleceğe baktığı bir rasat kulesi… Buradan bakarak geçmişteki ve gelecekteki çağların, Türk milletinin çağlarının konuşmasını anlatıyor, çağları konuşturuyor diye düşünüyorum.
İDEALİNDEKİ SERİYİ TAMAMLAYAMADI
Emekli olduktan sonra milletin tarihini anlatan bir seri yazmak için plan yapıyor ve 25 kitap düşünüyor. Bu 25 kitaptan oluşan nehir romanı bitirdiğini söyleyemeyiz. Burada 6 tane kitabın eksik olduğunu söyleyebiliriz.
HAK ETTİĞİ DEĞERİ VEREMEDİK
Biz sanatçılarına vefa göstermeyen bir kitleyiz. Sanatçılarımıza hak ettikleri değeri vermiyoruz. Sepetçioğlu da hak ettiği değeri görmemiştir. Aslında bizim ondan alabileceğimiz öğrenebileceğimiz çok şey var. Sadece tarihi sevmek, milleti sevmek, Anadolu coğrafyasına, kültürüne yakınlaşmak, unuttuğumuz değerleri hatırlamak gibi o kadar çok şeyi ondan öğrenebiliriz ki… Türk tarihi okuyucusu belki onu yeniden keşfedebilir. Sepetçioğlu küstürdüğümüz bir yazar. Biz Türkler de biraz tarihimize de küsmüş görünüyoruz. Sepetçioğlu sayesinde yeniden acaba tarihe uzanabilir miyiz? Sepetçioğlu ile barışabilir miyiz, yeniden tanışabilir miyiz? Çünkü nesiller değişiyor. Bir de Avrupa edebiyatlarında gördüğümüz bir şey var. Nesillerin bir ortak yazarları var. Bir de o kültürü oluşturan, herkesin okuduğu eserleri var. Bizde galiba bu yok. Biz biraz ideolojiler üzerinden bakıyoruz. Oysa bu değerler çoktan eskidi. 12 Eylül hazırlayan süreç içerisinde bu vardı. Bizim artık geçmişimizle, yazarımızla, edebiyatımızla barışmamız ve onları yeniden keşfetmemiz lâzım. Ben Sepetçioğlu’na, bireysel olarak sadece ona değil, pek çok yazarımıza ihanet içinde olduğumuzu düşünüyorum. Onları unutuyoruz, unutulmaya mahkûm ediyoruz. Tanpınar diyor ya hani “Sûkut suikasti” diye. Sessizce bir köşede bırakıyoruz. Ben son zamanlarda Sepetçioğlu eserlerini okuyan bir gençle tanışmadım. Kitapçılarda eserlerini de görmedim. Çok acı bir durum. Sepetçioğlu yeniden keşfedilmeli okunmalı, diye düşünüyorum.