SEYDİŞEHİR GEZİ YAZILARI

İbrahim DEMİRCİ Seydişehir'de bir çeşme Seydişehir insanı, çok alçakgönüllü, azıcık kırgın ama olgun, sabırlı, mütevekkil ve güzel göründü...

İbrahim DEMİRCİ

Seydişehir'de bir çeşme

Seydişehir insanı, çok alçakgönüllü, azıcık kırgın ama olgun, sabırlı, mütevekkil ve güzel göründü bana. Tarih ve tabiat zenginliğini, topluca yapılan bir gezinin -ister istemez- hızlı temposu yüzünden yeterince, doya doya teneffüs edemediğimi söylemeliyim. Bölge milletvekili Harun Tüfekçi Bey'i köyünün yakınındaki göletin kıyısında dinlerken, çok ârızalı Türk demokrasisinin istenirse pekâlâ iyileş-tiril-ebileceğini düşünmekten kendimi alamadım. Kayalarla ormanın sarmaştığı dağların dibindeki bu göletin kıyısında bir zamanlar nasıl kitap okuduğunu, ders çalıştığını anlatan bu adam, köklerine o kadar bağlı ki, bugün de sabah namazından sonra bu göletin kıyısında yürüyor, koşuyor; günün erken saatlerinde göletin bir ayna gibi dağı yansıttığını söyleyebiliyor. Güzelliğini düşleyebildiğim bu görüntüyü gözlerimle görerek yaşamayı istedim.

Seyyid Harun Velî külliyesinin alt yanında köşe başında bir çeşme gördüm.

Çeşmenin kitâbesi şöyle:

Ey hoşâ çeşme-i cân-bahş u hıyk-ı reşahât

Zencebil ırmağıdır sanki bu nehr-i cennât

Seydişehr içre binâ etdi bir ağa-yı kerîm

Yani Derviş Ali Ağa'dır o sâhib-i hayrât

Sıdk u ihlâsıla âsâr-ı Celîlü'l-hayrı

Heme mevzu ola mîzânına rûz-ı Arasât

Eyledi iki celîlü'ş-şiyemin rûhunu şâd

Biri hemnâm-ı Hüseyn ü biri Harûn-sıfât

Birisi vâlid-i bânîdir o şâh-ı şühedâ

Birisi şâh-ı velâyet ki refî'u'd-derecât

Hele mîzâb-ı şerif gibi olup kıble-nümâ

Teşneler nûş ede abdest ala erbâb-ı salât

Olıcak böyle ola çeşme lâtîfü'l-meşreb

Lülesinden akıdır nice mezâyâ-yı nükât

Bârekallah deyüp eyledi Rüşdî tarih

Ne güzel çeşme-i ra'nâ vü zihî âb-ı hayât

1249

Şair Rüşdî, Derviş Ali Ağa'nın yaptırdığı çeşmeye tarih düşürürken, babası Hüseyin ile Kerbelâ şehîdi Hz. Hüseyin'i sadece adaş olarak değil, yoldaş olarak da birleştiriyor, onların yanına şâh-ı velâyet saydığı Seyyid Harun Veli Hazretlerini de katıyor. Bu çeşmenin onların ruhlarını şâd edeceğini söylüyor. Çeşmenin lülesinden akan suyu, zencefil ırmağı, cennet nehri, âb-ı hayat saymakla yetinmeyip nice nüktelerin meziyetlerini de aynı lüleden akıtıveriyor. Bu ifadelerde şairane abartmaların değil, bütün nimetleri Hakk'ın yüce Zât'ına bağlayan tevhit anlayışının parlamakta olduğunu düşünüyorum.

Çeşmenin şurasına burasına yazılmış gereksiz şeylerin çirkinliği, kitabesindeki güzelliği daha çarpıcı hâle getiriyor.

Biliyorum, Seydişehir'e, bu efendi kente yeniden gitmem gerekecek.

**********************************************************

Ahmet KÖSEOĞLU
TYB Genel Sekt. Yard.
Konya Şube Başkanı

Velvelit'in Seydişehri


Fâkih Ahmed Kudbeddin
Sultan Seyyid Necmeddin
Mevlânâ Celâleddin
Ol Kutb-ı cihan kanı
-Yunus-

Tac, taht, kaftan, meliklik sizin olsun, bana Hakk'ım (işareti) gerek, verin bana bir hırka, bir asa, bir lokmada katık, diyerek, erenler diyarı Horasan'dan çıkıp, işaretini aldığı Diyar'ı Rum'a revan olan Seyyid Hârun Veli ile başlar Seyyid Şehrinin kuruluş öyküsü.

Selçuklu harap olmuş, taht devrilmiş, hovarda mirasçılar beyliklerini ilan etmiş, her yer toz duman, dönem sıkıntı ve buhran Hoca Ahmed Fakîh, Seyyid Necmeddin, Mevlânâ Celaleddin gibi tasavvuf pirleri dahi vuslata ermiş.

Tastamam kırk muhibbanı ile yola koyulan Seyyid Hârun, Bağdat'a varır. Muhteşem bir karşıla(ş)ma; İmam Caferi Sadık'ın neslinden âlemin kutbu Şeyh Alââddin'le, Peygamberimizin mübarek soyundan İmam Mûsâ Kâzım'ın torunu Seyyid Hârun, kırk gün halvete girerler. Tasavvuf şerbetini içip, Şeyh Alââddin'den destur alıp yola düşerler.
Kendilerinin geleceğini önceden sevenlerine haber veren Hoca Ahmed Fakîh'in rahmeti Rahman'la buluşması, Hârun Veli ile kavuşmasına mani hal olamaz. Keşfü keramet Hoca Ahmet, uzatır elini sandukasından Hârun-u Veli'ye, öper Horasan Sultanı, Konya'nın mürşidinin mübarek elini. Kon-ya-da kırk gün kırk gece tefekkür, tezekkür ile münacat edip Allah ü Teala'ya iltica eder. Nihayet, 'Ey Hârun! Rum'a çık, Karaman ilinde Küpe Dağı derler bir dağın şarkından yana bir şehir inşâ eyle, o şehrin halkı süleha ola, şâki olanın akıbeti hayır olmaya.' diye Horasan Meliki iken kulağına kudretten gelen ilâhi sesin gereği çıktığı hayırlı yolun sonuna, Küpe Dağı'nın eteğine gelirler.

Bilinebilen tarihin tamamına şahit olan yaşlı Kıtanın Anadolu'sunun her bir yanı gibi burası da, Hititler ve Romalılarla birlikte bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış. Seyyid Hârun'un kurduğu şehrin, milattan önceki çağların Velvelit kalıntılarıyla inşa edilmesi, medeniyetlerin birbirini emzirmesine de delâlet etse gerek.

Bugün, bağlı bulunduğu vilayetin (Konya) belediyesiyle aynı tarihlerde kurulan Seydişehir Belediyesinin (1871) hizmetlerini mütevazı bir şekilde yapmasını da Hârun'u Veli'ye dayandıranlar yok değil. Küpe Dağı'nın hemen eteğindeki doğal yeşillikten ve tatlı sudan istifade ederek, güzel ama abartısız düzenleme ile hoş bir park yapmış belediye. Adı da 'Kuğulu Park'. 'Sâhi kuğuları nerede bu parkın Sayın Başkan? Yoksa Ankara'nın Çankaya'sında betonların arasındaki 'Kuğulu Parkın' küçük havuzundaki, hallerinden memnun olmayan kuğular sizin miydi?'

Seyyid, şehrin markası haline gelmiş, her yerde O var. Belediye lokantasındayız, güleç yüzlü, genç biri giriyor içeri. Bölgenin Milletvekili, Hârun Tüfekçi. İsmini aldığına hayır dua ederek başlıyor konuşmasına, hizmet aşkını mütevazılığıyla meczetmiş. Birlikte gezmeyi teklif ediyor, hay hay memnuniyetle diyoruz. Şehrin hemen her yerinde Seyyid Hârun adını görerek ilerliyoruz. Seyyid Hârun Unlu Mamulleri, Seyyid Hârun Kitabevi, Seyyid Hârun Bisiklet Tamircisi, Seyyid Hârun Lokantası, Seyyid Hârun Hamamı ve nihayet Seyyid Hârun Camii ve Türbesi.

Soruyorum yanımdaki belediye yetkilisine; 'Sâhi ne oldu şu meşhur Seydişehir leblebisine?' Hiç buralarda göremedim. Yetkili; - Alüminyum Fabrikası kurulduktan sonra azalmaya başladı diyor. Suğla'da nohut yetiştirip Seydişehir'de leblebi yapıp satmak zor gelmiş vatandaşa. Fabrika işçisi olup sözüm ona kolayı tercih etmişler. Hasılı, alüminyum leblebiyi yemiş bitirmiş. Bir zamanlar 300'e yakın leblebici, meşhur Seydişehir Leblebisini Çorum Leblebisiyle yarıştırıyormuş. Şimdi sadra şifa tek kalmış Seydişehir Seyyid Hârun Leblebicisi Hacı Hârun Usta.

Seydişehir'e bir dahaki çağırıldığımızda umar ve bekleriz ki, o günlerde Seyyid Hârun Veli Hazretleri ile çağdaşlarını enine boyuna inceleyen/anlatan sempozyum yapılır, Hazretin külliyesinin etrafı tarihine ve ruhuna uygun tarihi şehir düzenleme örneklerine göre düzenlenir, tarihi Ilıca kaplıcalarının modern dinlenme/konaklama tesisleri bitirilir, Kuğulu Park'ın kuğuları getirilir, Pınarbaşı denilen yerdeki kayalığın üzerinden su salınıp şelale akıtılır. İşte o zaman tüm Süleha Seydişehir halkı ve biz, Hârun Veli Hazretleri ve Memiş Efendi'nin talebesi Sultan II. Abdülhamit'in Şeyhi Hacı Abdullah Efendiler başta olmak üzere yaptığımız hayır duanın sevabına nâil olmasını istediklerimize Vekil Hârun Tüfekçi'yi ve Reis İbrahim Halıcı'yı da yürekten dâhil ederiz.
**************************************************************************


Ahmet AKA

Seydişehir'den tren geçmez

Biliyoruz ki hayat, gün gelip, yavruları aç bir kedinin gözlerinde inceliyor. Hüzünle bileniyor duyguları insanın... Düşler, sadece çocukların çözebileceği bilmece de olsa hepimizi pamuk ipliğiyle hayata bağlayan; Seydişehir çekiyor bizleri.

Türkiye Yazarlar Birliği, Seydişehir'e götürecek yazarları. Aslında, birçoğu benim gibi. 9 bin yıllık tarihiyle gezilip görülmeyi bekleyen Gökhüyük'ü, binlerce yıl öncesinde nice gösterilere ev sahipliği yapmış Bostandere Köyündeki antik tiyatroyu görmek için gitmiyor oraya. Kuğulugöl'de Amerikan ördeklerini görmek için de gitmiyor. Dostlarla bir araya gelip moral bulunacak, hepsi o kadar.
... ve Seyit Harun Hazretleri'nin memleketindeyiz. Tınaztepe'nin yanaklarını yalayan kar, akıp giden ormanla serinletiyor burada insanı. Şadırvanları bir tek kumru bile şenlendiriyor. Çocuklar ara sokaklarda yaşlı amcaların yolunu kesiyor, sırf bir 'selamünaleyküm' diyebilmek için. Kuğulugöl'ün güzelliği çarpıyor adamı daha ilk bakışta. Hayatı, sakallarında saklayan bir adam beliriyor göz ucumuzda. 'Bu yol çok uzun dostum, bu yol çok sancılı' dercesine bir şeyler fısıldıyor yanındakine...
Ağzını kuru bir vanaya dayıyor kızım Esra. Belli ki çok susamıştır. Akif'in verdiği şerit şekerden soruyor hâlâ: Amca yok mu başka? Uzatıyor bir yenisi daha.
İkindi, uzak diyarların türküsü oluyor artık. Tren de geçmez bilirim bu şehirden; lâkin hayalimdeki rayların üzerinde eziliyor zaman. Gökhüyük'te bir kanal kesiyor tarihi. Hataya düşmeden yürüyebilecek kadar tutunmuşum hayata henüz.
Yazarımız Ali Işık'ı, fotoğraf sanatçısı öğretmen arkadaşım Ali Işık ile tanıştırıyorum. Ali, -şimdilik- gelenekten kopmayan bir fotoğraf sanatçısı. Öykücü dostum Abdullah Harmancı'yla 15 yıl aradan sonra aynı kareyi paylaşıyoruz, aramıza Ümit Savaş Taşkesen'i de alarak. Fatih Özkafa ile hat çalışmaları üzerine konuşuyoruz. 'photoshop'un hat sanatına da girdiğini öğreniyoruz ondan.
Yurtdışında bulunması nedeniyle Belediye Başkanı İbrahim Halıcı ile tanışma fırsatımız olmuyor. Başkan Vekili Behçet Topçu Bey ağırlıyor bizleri.
Bostandere köyündeki antik tiyatroda paylaşıyoruz akşam kumanyalarını. Koro şefi, bir türkü asılıyor akşam akşam. Ben, koptum kopacağım zaten. Gün batmış bir taraftan! Desteli amcam, her zamanki gibi sıralıyor ardı ardına... Işık hoca, 'atma da bana ver' diyor. Atan mı var hocam. Bir kahkaha tufanı kopuyor çocuklardan... Saat üçte Gazipaşa'ya gidecek olan Fahri amcam, elinde dergileri, uyuyor hâlâ. Saat olmuş 20. Her şeyi otomatiğe bağlamış mimar; ışıkları o gelmeden gülümsüyor Meram'da.

Gezi boyunca gösterdiği ilgiden dolayı Konya Milletvekilimiz Harun Tüfekçi Bey'e, Seydişehirli gazeteci arkadaşlar Mehmet Leventoğlu, Fahri Kubilay ve otobüs sürücümüze dönüşte yaş günümü şarkılarla kutlayan sevgili minikler Ayşe Tuba, Feyza, Zeynep, Bayram, Gülnihal, Itır, Asım, Mustafa Berat ve Akif Kuruçay'ın sevimli kuzeni -kurye kuzen- Melike'ye sonsuz teşekkürler.
*****************************************************************

Fatih ÖZKAFA

Şehirlerin Beslendiği Damarlar

Bir insan, daha önce görmediği bir yeri gördüğünde, ister istemez, zihninde bir karşılaştırma yapar. Bu, doğup büyüdüğü şehirle, ikamet ettiği şehirle ve daha önce görüp gezdiği şehirlerle yeni gördüğü yer arasında yapılan bir mukayesedir. Yeni gördüğü memleket, bir kimseyi daha ilk bakışta büyülese bile, bu büyünün sarhoşluğu azalmaya başlar başlamaz, o kimsenin zihnindeki karşılaştırmalar da başlar. Evet, der insan; falanca şehir de böyle, sırtını ulu bir dağa yaslamıştı veya falan şehrin de ortasından bir nehir geçiyordu.. vs.

İşte insan, hafızasında iz bırakan peyzajlara dayanarak yaptığı bu mukayeselerle, gezdiği şehirleri "çok güzel, sıkıcı, çirkin, ferah... vb." sıfatlarla tanımlayıverir. Halbuki her şehrin bir hikâyesi vardır; yine her şehrin bir, hattâ birçok efsanesi vardır. Şehirler, efsaneleriyle, hurafeleriyle, yanlış da olsa yerleşmiş gelenekleriyle ve doğruluğu 'tavatur' olmuş tarihî gerçekleriyle şehirdir.

Hâl böyleyken, hiçbir yerleşim birimini önemsemezlik edemeyiz. Bu kanaatim (TYB Konya Şubesi'nin düzenlediği) Seydişehir gezisinde daha bir pekişti. Zira, bu şehrin teşekkül hikayesini öğrendiğimizde de, Anadolu'nun pek çok kentinin kurulup canlanmasında olduğu gibi, maneviyat kaynaklı bir öncülüğün, merkezi rol oynamış olduğunu gördük. Konya - Hz. Mevlâna ilişkisi, Bursa - Emir Sultan ilişkisi, Nevşehir - Hacı Bektâş-ı Velî ilişkisi gibi örneklerde olduğu gibi, daha yüzlerce yerleşim merkezi için kurulabilecek bağlantılardan biri de Seydişehir ile Seyyid Harun-u Velî Hazretleri arasındaki ilişkidir.

Anadolu topraklarındaki şehirlerin çok büyük bir çoğunluğunun yurt olarak benimsenmesine etki eden faktörler arasında, o yerleşim yerinin coğrafî ve tarihî özellikleriyle birlikte, oradaki manevî bir merkezin önemli rolünü de vurgulamadan geçemeyiz. Klâsik Türk-İslâm şehrinin şekillenişinde kale, cami, yönetim merkezi, çarşı gibi siyasi, askeri ve sosyal yapı grupları, nasıl ki şehrin yapısal gelişimi için merkezi rolde ise, oradaki manevi öncüler de toplumsal ahlâkın, inancın, erdemin, hoşgörünün ve huzurun tesisine katkıda bulunarak ayrı bir merkezi rol üstlenmişlerdir. Bu, tarihsel bir vakıadır ve ülkemizin nerdeyse her köşesinde halkın kutsal addettiği mekânlar, olağanüstü saygı duyduğu kimseler olagelmiştir. Bu olguyu yalnızca sosyal açıdan değerlendirecek olsak bile, toplumdaki kırsal nüfus-şehirli nüfus dengesinin korunmasına yardımcı olmuş bir etken olarak sayabiliriz. Çünkü insanları doğup büyüdükleri yerlere bağlayan, onları orada kalmaya sevk eden, orada kaldıklarında mutlu ve müteselli olmalarını sağlayan nedenlerden biri de, -her ne kadar hurafelerle zenginleştirilmiş olsa bile- o yurdun efsaneleri yani kutsallarıdır.

Seydişehir, coğrafi zenginlikleri ve güzellikleri yanında, Seyyid Harun Hz.'nin sembolleşmiş ve Seydişehir'le bütünleşmiş manevi kimliğiyle de "Seydî"şehirdir. Şehrin nasıl kurulup geliştiğini öğrendiğinizde, Seydişehir'den Seyyid Harun-u Velî'yi çıkarınca Seydişehir diye bir yerin adından bile söz edilemeyeceğini görürsünüz.

Gezimizde de gözlemlediğimiz kadarıyla Seydişehirliler, Seyyid Harun-u Velî Türbesi ve Camii etrafını ideal bir biçimde düzenlemiş olamasalar da, tarihi mekanları istenen estetik seviyede ziyarete sunamasalar da, Tınaztepe Mağarası, Küpe Dağı, Suğla Gölü, antik yerleşim birimleri ve antik Açıkhava tiyatrosu gibi şehrin doğal ve tarihi zenginlikleriyle emsalsiz güzelliklerini yeterince tanıtamamış olsalar da fırıncısından bisiklet tamircisinin işyeri ismine varıncaya kadar Seyyid Harun-u Veli ile bütünleşmiş kimselerdir. Ve bu olgu, Seydişehir halkının kutsalıdır. Halk, kendi kutsalını bağrına basar, onu benimser ve onunla ilgili mekanları çirkinleştirdiğinin de farkında olmaksızın korumaya çalışır. Lâkin asıl kabahat, iyiniyetle tahribat yapan halkın değildir elbette; halkın kutsalını korumayı yine halka tevdi etmiş veya buna göz yummuş olan ilgili kurumlarındır.
****************************************************************************


HÜZEYME YEŞİM KOÇAK


BİR GEZİ MÜNASEBETİYLE

Seydişehir benim için ruhaniyetiyle, şahsiyetiyle öne çıkan, apayrı anlama sahip olan yerlerden biri.
Bunda hiç şüphesiz, ilçeye bir camii ve sağlık ocağı kazandıran, gönül adamı merhum Albay Muammer Tolasa gibi Seydişehirli bir Hak dostunu tanımış olmanın da etkisi büyük.
Dolayısıyla Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin 20.5.2006 tarihli Seydişehir gezisine farklı duygularla iştirak ettim.
İlçe, gönül erlerinden Seyyid Harun Veli Hazretlerinin himmetleriyle kurulmuş...
Seydişehir tarihi üzerine bir kitap yazan Abdurrahman Ayaz Bey'in anlattıklarına göre; Horasan'da bir melik olan Seyyid Harun, bazı manevi emirler sonucu, saltanatı bırakıp, bendelerinden 40 kişiyle birlikte Anadolu'ya geliyor ve Küpe Dağı civarına yerleşiyor.
Medresesiyle, külliyesiyle bir şehir inşa ediyor. Rum heyetine, yerleşmeyi dileyen diğer isteklilere de kucak açıyor ve irşat hareketlerini sürdürüyor.
Maneviyatın Sultanlarının her şeyden evvel bir "nizam" fikri güttüğünü biliyoruz. Maddî ve manevî imar bir arada yürüyor. Kendilerine yönelik bir benlik terbiyesinden ve çeşitli merhalelerden geçtikten sonra dışarıya açılıyor, vazifelerini ifa ediyorlar.
Davalarının sağlamlığı, imanlarının kaviliği, gönüller üzerinde derûni ve köklü tesirlerini sürdürmelerine sebebiyet veriyor.
Nizam "Sonsuzluk", medeniyetimizin değerleri üzerine şekillendiriliyor. Sürekli değişen muğlak, kayıtsız şartsız, seçmecesiz bir Batı saplantısına, iğreti bir çağdaşlık ölçüsüne göre değil...
İnsanı gözetip, kemali hedefliyor; kuvveti fıtrata uygunluğu ve İlâhi Kanun'a dayanmasından kaynaklanan bir varoluş felsefesiyle, dahili ve harici âlemlerini çerçeveliyorlar.
...
Gezi boyunca başkanımız Ahmet Köseoğlu Bey'in güzel tespit ve tavsiyeleri oldu.
Bir tanesi de, Seyyid Harun Veli Hz.nin türbesinin etrafının açılması ve temizlenmesiydi. Yani şehrin ruhunu örten, gölgeleyen bütün çirkinliklerin ortadan kaldırılması, değerlerimizin görülmesi gösterilmesi...
Seyyid Harun, bir "iç mimar" olduğu gibi şehir kurucusuydu.
Bize de, içimizi de inşa edip donatacak, mamur edecek inşacılar lazımdı.
Bu asli noktayı kaçırdığımız için, çaresizlik içinde geziniyoruz, külli bir bakıştan mahrumuz. Merkezimiz yok. Temellerimizi yitirdik.
Sûreta bir yükseliş, meselenin künhüne varamayış, yüzeysel tedbirler, yamalı bohça gibi görünümler, kakofoni, insicamsızlık...
İnançlarımızın mesnetsizliği, elverişsizliği ve çürüklüğünü acı tecrübeler karşımıza çıkarıyor. İç ve dış çevre birbirine uymuyor. Bir tarafı düzeltsek, diğeri bozuluyor. Yaptığımız işler sırıtıyor. İşbirliği paylaşım gözükmüyor.
Müşterek zemin yokluğu, kopukluk, iletişimsizlik, çarpıklıklar, çelişkiler, tuhaflıklar kesintisiz devam ediyor. Akılla kalp bağdaştırılamıyor, sosyal bir bölünmüş kafa, parçalarını bütün satıhlarda, ayrıntılarda gezdiriyor, sonra gömdüğü yerde bulamıyor.
Biz bir "dili" kaybettik. "Has" oluşumuzun, sahihliğimizin, millî şuurumuzun dilini...
Türk ve Müslüman varlığı olarak, bir "şahsiyet çizgisini" muhafaza edemediğimiz için.. hakiki manada yerleşmediğimiz veya mevcudiyetimizi koruyup, büyütemediğimiz için.. bu coğrafyanın ve vatanın "kıymetlerinden" habersiz olduğumuz için.. elbette köyden şehre de ruhumuz tecessüm edemiyor, azametinden mehabetinden ve gücünden habersiz kendini habire boşaltıp eksiltiyor.
"Özünü" kemiren ruh, "belirleyici" muktedir olup, zamana yayılamıyor. Tahribat, köksüzlük üzerine, -her sahada- payidar kalacak seviyeli inşalar yapılamıyor.
...
Esasen Muallimhane Camiinden, Kuğulusuna, barajına, leziz ikramlarına, ille de Tınaz tepesine kadar güzel bir geziydi.
Modern şehirciliğin öğelerinden olan, geniş yolların, yeşil alanların yapılması ve yeni yüz kazanması, daha önce de gidip geldiğimiz ilçenin ilerlediğinin "görülebilir" göstergelerinden...
Fakat bazı dertlerimiz, ana meselenin gözden kaçırılamayacak parçalarıydı. Değinmeden geçemedim.
Temennimiz, gelişimin mirasımıza sahip çıkılarak daha yüksek noktalara götürülmesi ve medeniyetimize dair bir "öncülük" fikrinin yediden yetmişe, köyden şehre içleştirilmesi...
Bu vesileyle geziyi tertipleyen Yazarlar Birliği'ne, Sayın Ahmet ve Mehmet Ali Köseoğlu'na, milletvekilimiz Sayın Harun Tüfekçi'ye, Belediye Başkanı İbrahim Halıcı Bey'e, bize mihmandarlık yapan Belediye İmar İşleri Müdürü Mevlüt Bey'e; bir güzellik ortamına katkıda bulunan sevgili yazar ve gazeteci arkadaşlarıma pek çok teşekkür ediyorum.
********************************************************************************

GÖR(ÜL)MEK BAĞLAMINDA BİR GEZİ DEĞERLENDİRMESİ

Hüzeyme Yeşim Koçak

"Her şahıs görülmek ister.*"
Çünkü varlığımız, fiillerimiz, sürdürdüğümüz hayat, insanî münasebetlerimiz, bizim gösterenimiz aynamızdır, şahsiyetimizin delilleridir.
Takdir görmek, varlık işaretlerimizi onaylatmak, hedeflerimize ulaşmak, istediğimiz her konuda başarmak isteriz.
İktidar savaşlarını da bu mealde değerlendirebiliriz. Bu arzu bazen tutku, yerine göre zafiyetimizi ve kuvvetimizi oluşturur.
Meselâ Tanrı tarafından "görülmeyi" de arzu ederiz.
Mesajımız vardır, iletmek istediklerimiz... Bütün varlık âleminin de nazara gelmek, görülmek istendiğini düşünebiliriz. Büyüyerek, hareket ederek yahut değişerek dönüşerek eylemde bulunduğunu, bizimle aynı dünyayı paylaştığını ve buluştuğumuzu...
Bir bakıma birlik içindeyizdir.
Cenab ı Hak'ta Dünyayı, "görülmek, mevcudattaki izlerinden kendisine ulaşılması için yarattı" buyururlar.
Farklı açı ve yaklaşımlardan, zamanın mekanın görülmesi/değerlendirilmesi gerekebilir.
Dolayısıyla, insanlarıyla beraber, şehirlerin beldelerin de bir variyet olarak görülme, büyüme problemi vardır. Varoluş sıkıntıları...
20.5.2006 tarihli Yazarlar Birliği Konya Şubesi'nin düzenlediği Seydişehir gezisinde sevinç kadar biraz hüzün de mevcuttu. Seydişehir'in görünen ve görün(e)meyen yüzü bizi düşündürdü.
Biz iç dünyamızın akislerini, dünya görüşümüzü; dışımızda da belirleyici bir kuvvet, görünüş olarak seçmek istiyorduk. Halbuki Türkiye'nin akıl zorlayan, yakan umumi manzarası, yüreklerimizi ve çevremizi sarmıştı.
Geleneğin boy gösterememesi, millî şahsiyetin, ruhî yükseliş izlerinin, soylu direnişin, sahiplik ve aidiyet duygusunun, ferdî ve maşerî şahlanışın tezahürleri görünmüyordu.
Şehirler, köyler kadar bütün bir tarih coğrafya, bu azîz millet de görülmek istiyordu.
Ezilen değerler, şanlı bir reddiye isteyen gövde gösterisi yapan katmanlı kötülük, nâhak veya asîl davalar görülmeyi gösterilmeyi, seviyeli cevapları bekliyordu.
...
Görmek, bir ulaşım açılım, bilgi ve tecrübe; aksi rabıtasızlık muhtemelen cehalet...
"Görmek bir kere, nereden baktığınızla çok alâkalı bir şeydir. Çünkü birine aşağıdan baktın mı burun deliklerini görürsün, yukarıdan baktın mı da saçlarını. Burnunu hiç göremeyebilirsin bile"*.
Gezide biz nasıl baktık. Görmemiz gerekenleri gördük mü? Yoksa bir imajın körüklemesi, baskın çıkmış görüntüler, asıl görülmesi gerekeni gölgeledi, ardına mı düşürdü?
Aslında insan merkezli her yerle ilgili bazı sıkıntılar, dertler sıralamak, görüntülemek mümkün; işin tabiatı gereği.
Nesiller arası kopukluk, iktisadî meseleler, eğitime dair sorunlar.. bilumum arızalar, çiğlikler ya da yeterince büyüyüp gelişememek, kıyıda kalmışlık yani "görünmemekle" alâkalı yaralar...
Fakat belki de esas mesele, bizim "görünüp görünmememizden" kaynaklanıyordu.
...
Bir de görünmeyen yüzü vardı Seydişehir'in...
Seyit Harunların, Abdullah Efendilerin, nizam kurucularının, bu taşı toprağı şekillendirenlerin, damgasını vuranların "Gör" dediği... Şeytan'ın değil... Maneviyatın güzel yüzü...
Biz ekseriyetle gözümüze sokulan, sırnaşık hatta makyajlı görüntülerin, kalıplı ama içi boş muasır örüntülerin peşine düşer, tesiri altında kalırız.
Seydişehir'de belki de asıl görünen, bütün azametiyle Seyyid Harun Veli oldu. Ve onun şahsında toplanan bütün bir maneviyat kökü... Kurucu, inşa edici, temellendirici...
Onların temsiliyeti; içimizin ateşini, muhtemelen bizim "karalarımızın da" çevreye yansımalarını, insanlığımızın derekesi ve dünya ahvalinin gösterdiği acı kabul edilemez gerçekleri, ıztıraplarımızın yekûnunu hafifletti, ağırbaşlı bir ümitle serinletti.
Zamanın "şiddetini", zaman ve mekân üstünün verdiği bağışlanmış bir saadetle sildi, yeni zamanları müjdeledi.
Zıtlar arası çatışma, bir imtihan sırrı her dem mevcuttu.
Çağ kahramanlarını, üzerindeki ataleti gafleti söndürecek, dertlerine son verecek gönüllüleri, zinde-Hak izinde fikir hareket beraberliklerini, er meydanına baş koyacak "ateşten gömlek" sevdalıları(nı) talep ediyordu.
Herhalde "Hakîkat" de görülmek isteniyordu.

*İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, sh. 224-225, Şule yayınları, 1999
************************************************************

Dil İklimi/ Ali IŞIK/ ali_isik01@mynet.com

Seyyid Harun Velî'nin coğrafyasında binlerce yılı bir günde yaşamak...

Ahmet Köseoğlu başkanlığındaki Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesini gerçekleştirdiği kültürel faaliyetler bakımından tutabilene aşk olsun. Alâeddin tepesinin kuzey eteğinde hizmetlerine tahsis edilen tarihî Konyalı evi, yaz kış kültürün beşiğidir âdeta. Türk kültür ve edebiyatının seçkin temsilcileri, her cumartesi günü Türk kültürü meşalesini yukarıda zikrettiğimiz tarihî mekânda şavklandırırlar. Bazı cumartesiler, kültür ziyafetinden kulakların yanında gözler de nasiplenirler. TYB Konya Şubesi, "Yazılacak çok şeyimiz var..." esprisiyle her yıl coğrafyamızın farklı mekânlarına geziler düzenler. Seydişehir gezisi esprinin sekizinci gezisidir.

Bu yıl, şakacı bir baharla karşı karşıyayız. Zaman zaman haber bültenlerinde yağmur duasına çıkan beldelerin haberlerini dinlesek de; bahar, olanca rahmet ve bereketiyle geldi. İçimden, bu gün bari olsun baharın bir şakasına daha muhatap olmasak, diye geçirir geçirmez çark ediyorum. Zira -Allah afatından esirgesin- bu niyazda nimete küfranda bulunma tehlikesi var. Aslında içimden geçenler, geziye katılan bizler ve çoluk çocuklarımız adına bir iyi niyetten kaynaklanıyor. İnsan, kendi başına bir memleketi ne kadar ayrıntılı gezse de, bu toplu gezilerin hazzını duyamıyor. Bu yönüyle geziler de sofralar gibi. Kalabalıklaştıkça paylaşılanlar lezizleşiyor, daha bir feyizleniyor. Neyse ki korktuğumuza uğramıyoruz.

Gecikmeli bir bahar sabahında mahmurluğumuzu Meram'da akşamdan kalma bir Gedavet yelinde yıkıyoruz. Tavus Baba'dan emanet selâmı ehline vermek için Konya'ya bir eyvallah temennası çakıyoruz.

Daha Meram'da hâkimiyetine girdiğimiz yeşilin, yol boyu, hatta bütün bir gün boyu cazibesinden kurtulamıyoruz.

Yollar tıpkı hayat gibi. Döne kıvrıla, ine çıka ilerliyor. Her dönemeçte bir başka tablo; ya bir sürpriz, ya bir hüsran...

Bir saati bir az geçkin bir zaman diliminden sonra Küpe dağının eteklerindeyiz. Birden bire yükselen dağlara yaslanmış göz alabildiğince yeşil ovada yayılım alanı her geçen gün biraz daha genişleyen Seydişehir, birleşik bir kelime olan isminin her iki unsuruna yaraşır bir gelişim göstermiş.

Henüz dünyaya gözlerini yeni açmış, küçük, şirin Seyyid Harun Parkı'nda ayaklarımız yeniden yeryüzüyle buluştuğunda pek alışkın olmadığımız mis gibi bir hava karşılıyor bizi ilkin. Fırsatı değerlendirip derin derin nefes alıyorum da verirken cimrileşiyorum nedense...

Parkta, henüz yabancılık duygularını üzerimizden atmadan, oturdukları kameriyeden gizli bir emir almışçasına hep birlikte ayaklanan ev sahiplerimizce karşılanıyoruz. Seydişehir Belediye Başkan Vekili, aynı zamanda İl Genel Meclisi Üyesi Behçet Topçu, Seydişehir Belediyesi İmar Müdürü Mevlüt Yaman, İHA Seydişehir Muhabiri Mehmet Leventoğlu ve diğer belediye ve yerel basın temsilcisi zevat... Güleç yüzlü, sevecen tavırlı bu Anadolu çocukları, insanda güven hissi uyandırıyor. Seydişehir'in genç şehremini İbrahim Halıcı'nın görev dolayısıyla yurt dışında olduğundan haberli olmamıza rağmen tekrar tekrar özürler beyan edip emrimizde olduklarını vurguluyorlar.

Bütün gezi ekibi, bir an önce gezi programına başlamanın sabırsızlığı içinde. İkram edilen çayları aceleyle içip doğruluyoruz. Hemen oracıkta mihmandarlarımızla uzaktan yakına yeni bir gezi programı yapılıyor. Buna göre ilk göreceğimiz yer Muallimhane Camii ve Türbesi.

Seydişehir Hükümet Meydanındaki bu Osmanlı yadigârı, taş duvarlı, ahşap örtülü bir mekân. Arapça kitabesine göre cami, Hicrî 936, Miladî 1529 yılında Pir Mehmet oğlu Hacı Recep adına, Kur'an okutulmak ve öğretilmek üzere muallimhane (öğretmen evi, mektep) olarak yaptırılmış. Camiin doğu duvarına bitişik kesme taştan türbe, çift sütun üzerinde yükselen kemerli, üstü yarım kubbeyle örtülü giriş ve kubbeli kapalı asıl türbe kısmından oluşmaktadır. Türbede Pir Mehmet, Hacı Recep ve eşlerine ait ikisi büyük, ikisi küçük olmak üzere, üç basamaklı merdiveni andıran, taştan sandukaları yer almaktadır. Camiin tek şerefeli minaresi, taş işçiliği bakımından türbeyle benzerlik göstermekte, hatta camiden çok türbeye ait olduğu izlenimi vermektedir. Eserler incelenip, dışından içinden resimlendikten sonra yönümüzü Seydişehir'in kurucusu Seyyid Harun'un mamurelerine çeviriyoruz. Ancak yolumuzun üzerinde levhasına göre Hacı Abdullah Dehlevî, Seydişehir Tarihi yazarı Abdurrahman Ayaz Hocaya göre Şeyh Hacı Abdullah Efendinin türbesi var.

Şeyh Abdullah Türbesi kendini gösterdiğinde kaderine terk edilmiş sağlı sollu birkaç otantik Seydişehir evinin sıralandığı küçük, dar bir sokak dikkatimi çekiyor. Zamanın acımasızlığının, insanların vefasızlık ve hoyratlığının nişanesinin resimlerini çekip türbedeki kalabalığa ulaşıyorum.

Müderris ve Nakşibendî Şeyhi Hacı Abdullah Efendi (1806 -1903), Seydişehir'in manevî mimarlarındandır. Şeyh ve aile efradının sandukalarının yer aldığı kesme taştan ahşap (çatı) örtülü dikdörtgen planlı yapı bir türbe-camiidir. Mekânın iç duvarları tamamen yakın dönem çinileriyle kaplanmış. Çinilerin üstü de gerek yeni harfli gerek eski hatlı dua, bilgi ve açıklama levhalarıyla donatılmış. Türbe-camiin içinde ilk kabir Türbedar Hacı Ali Efendiye aittir. Camiin iç kısmının sağ tarafında mihraba kıyasla ilk sanduka Hacı Abdullah Efendiye aittir. Sonra üç oğlunun sandukası yer almakta. Camiin sol tarafında ise Hacı Abdullah Efendinin eşi ve kızlarına ait altı sanduka sıralanmakta. Şeyh'in sandukası diğerlerine göre oldukça heybetli. Sandukaların üstleri altunî nakışlı ve işlemeli hatlı tek örnek yeşil çuhalarla örtülmüş.

Nihayet Seydişehir'in kurucusunun huzurundayız. Seyyid Harun, Hazreti Peygamber soyundan bir Horasan emiridir. Bir gün aldığı ilâhî bir emir doğrultusunda emirliği bırakarak, kılavuzu bulutun peşinde, diyar-ı Rum'da Karaman eyaleti sınırları içindeki Küpe dağının doğu eteğinde bir şehir kurmak amacıyla gelir bu topraklara. Onun hikâyesi başlı başına bir yazı konusudur. Merak edenlere Abdurrahman Ayaz'ın "Seydişehir Tarihi -Seyyid Harun Veli, Şeyh Hacı Abdullah Efendi" isimli eseri öneririz. Kitaba 0332 582 16 81 no'lu telefonla ulaşabilirsiniz.

Seyyid Harun Camii, Müslüman-Türk Seydişehir'in ilk yapısıdır. 1302'de başlayan inşası 1320'de tamamlanmış. Kesme taş duvarlı, ahşap örtülü, dikdörtgen planlı camiin taşları Seydişehir yakınlarındaki Velvelid harabelerinden temin edilmiş. Cami duvarlarının değişik yerlerinde kullanılan işlemeli ve kabartmalı antik mimarî elamanlar oldukça dikkat çekici. Bunlardan cami girişinin sağında,Seyyid Harun Türbesinin kuzey köşesinin orta kesimine oturtulmuş andezit taşı üzerinde, bir vazodan çıkan simetrik asma ve üzüm salkımlarıyla üstündeki üç kuş motifinin yer aldığı simetrik rölyef özellikle dikkate şayandır. Caminin içi oldukça bakımlıdır, bakımlı olmasına da;başta mihrabı olmak üzere caminin mimari unsurları, bu bakımlılığın rengârenk boyaları altında tarihî değer ve güzelliğini kaybetmiştir.

Cami girişinin sol tarafında, camiye bitişik üstü kubbeyle örtülü Halife Sultan Türbesi ile bu türbeye bitişik Rüstem Beğ Türbesi yer almaktadır. Rüstem Beğ türbesi yapı özellikleri bakımından Selçuklu kümbetlerini andırmaktadır. Bu kümbetin içinde Ali Beğ, Dürrî Hatun ve Yusuf Beğ'in de mezarları bulunmaktadır. Rüstem Beğ'in Beylikler Dönemi özelliğini taşıyan baş ve ayakucu şahidelerinden öte, mezarının üst kapak taşı hat, süsleme ve ince işlemeli rahmet çukurlarıyla Türk mezar sanatının nadir örneklerindendir.

Cami, medrese ve hamamdan oluşan Seyyid Harun Külliyesinden geriye kalan diğer eser Seyyid Harun Hamamı, caminin kuzeyine düşmektedir. Yine antik kesme taştan yapılmış 1310 tarihli hamam, kadın ve erkek bölümlerinden oluşmaktadır. Külliyenin ikinci önemli eseri medresenin adeta sır oluşu oldukça düşündürücüdür. Cami etrafındaki turun tamamlanmasıyla tekrar otobüsümüzdeyiz. Güleç yüzlü, kara yağız, heybetli bir Anadolu çocuğu olan Seydişehir Belediyesi personelinden kaptanımız, bu güzel gezimizin isimsiz kahramanıdır (Gezi yoğunluğundan onunla ilgilenemeyişimiz gezimizin eksik noktalarındandır; bu mahcubiyetle kendisini şükranla yâd ediyoruz).

Ağaran saçlarını henüz siyaha boyatmak fırsatını bulamamış yaşlı Küpe dağının etekleri zengin su kaynaklarıyla dolu. Öğle yemeği öncesi gezimizin son etabında bunlardan birini, Pınarbaşı'nı, görmeye gidiyoruz. Bu vesileyle takip ettiğimiz bir caddenin çiğnenmesine gönlümüz razı olmuyor neredeyse. Adının Selçuk olduğunu öğrendiğimiz caddenin modern düzenlemesi Seydişehir'e saygınlık katmış. Tanışmak şerefine eremediğimiz Seydişehir'in genç Belediye Başkanı İbrahim Halıcı'nın bu kabil hizmetleriyle kulağını çınlatıyoruz.

Pınarbaşı'nın garipliğinin sebebini gezimizin ikinci etabında gittiğimiz Kuğulu Park'ı görünce anlıyoruz.

Öğle yemeğinde yeni bir mihmandar kazanıyoruz: Yöreden sorumlu Konya Milletvekili Harun Tüfekçi... Yemek sonrası genç ve sempatik milletvekilimiz bizi kendi köyüne (Gökçehüyük) yaptırdığı sulama göletine götürüyor. Küpe dağının zümrüt eteğine yaslanmış bu su havzasının yansıttığı renk oldukça ilginç. Bu şirin su havzası, masmavi göğün rengini aksettireceği yerde yeryüzünün yemyeşil dokusuna bir başka tonla eşlik ediyor. Her bucağında farklı bir güzelliği yansıtan manzaradan kopması oldukça zor geliyor. Ama neylersiniz ki başta Tınaztepe mağarası olmak üzere gezilecek daha başka yerler var. Ve biz de ister istemez bu hedefe yöneliyoruz. Tabi önce Kuğulu Park'ı ziyaret ettikten sonra...

Kuğulu Park, yine Küpe dağının bağışı suyun ihya ettiği cennetten bir köşedir. Yalnız, göz alabildiğine uzanan yemyeşil çimlerin üzerine yayılmış insanlar, burayı yanık et yağı kokusuna bulamamış olsalardı ne olurdu sanki. Bizde her su kenarının, her yeşil dokunun eti çağrıştırması ne gariptir. Otobüsümüz bizi Tınaztepe'ye ulaştırmak üzere Toroslar'ı tırmanırken hâlâ bu garip çağrışımın etkisindeyim.

Tınaztepe mağarası... İnsan nutkunun tutulduğu mahzen... Hani anlatılmaz; yaşanılır, denilir ya o türden. İnsanın bazen şaşkınlıktan, bazen korkudan çoğu kez de hayranlıktan içi bir hoş oluyor bu esrarlı mekânda. Burada gezmeyi sevenlere tavsiyemiz şudur: Tınaztepe mağarası gezisi düşünürseniz, gezi programınıza başka bir yeri ilave etmeyiniz. En azından yarım gününüzü burası için ayırmalısınız. Tınaztepe mağarasını insanlığın hizmetine sunan misafirperver güzel insan Hasan Çelmeli'ye ne kadar teşekkür edilse azdır.

Beyşehir-Çumra sulama projesine borçlu olduğumuz Gökhöyük köyü kazı alanına vasıl olduğumuzda güneşin dinlenme saati yaklaşmıştır. Dar vakitte binlerce yıl öncesine gidiyoruz. Yığma taş temeller üzerinde yükselmiş topraktan setlere dönmüş birbirine ulalı odacıklardan oluşmuş küçük bir köy. Odacıklardan sadece mutfak olanları hemencecik fark ediliyor. Zira ocağının külleri yanında, taştan oyma küçük buğday havanı ve yine taştan tokmağı her mutfakta göze çarpan avadanlıklardan.

Buradan ayrılıp antik tiyatro için Bostandere kasabasına ulaştığımızda güneş istirahatına çekilmişti artık. Gölgesiz bir aydınlıkta, bir grup kasabalıdan adres sorumuza gönüllü rehber olmakla karşılık veren Sert Osman'ı yanımıza alıp, "Günahkâr sokakların tövbekâr gençleri 83/3 tertipleri" harç sıvalı bir duvarda bırakarak, kasabanın yaslandığı tepeye tırmanmağa başlıyoruz. Yol da yol hani, tam ahiret hatırlatıcısı. Kısa, ama zahmetli bir yolculuktan sonra yüksekçe tepenin zirvesindeyiz. Havanın lacivertten siyaha dönüşümü tanıklığında oturuyoruz küçük antik tiyatronun yarım daire kat kat taştan oturaklarına. Tepenin doğu istikametinde uzanan Seydişehir düzlüğü ile yaslandığı Küpe dağının oluşturduğu manzara daha bir hayranlık uyandırıyor. Özellikle fotoğraf sanatıyla meşgul gezi üyeleri, gurup anında burada olamayışlarına hayıflanıyorlar.

Seydişehir Belediyesinin akşam için hazırladığı kumanyaları eğitimci Mustafa Karaçelebi'nin ezgileri eşliğinde yiyoruz. TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu'nun "Haydi gidiyoruz" uyarısıyla dönüyoruz gerçeklik dünyasına. Dönüyoruz ama geçici bir süre. Gezi süresince otobüsümüzdeki Mustafa Karaçelebi yönetimindeki çocuk korosu dâhil herkes sus pus dönüş yolculuğunda. Bir günde tanık olduğumuz binlerce yılın -hatta Tınaztepe mağarası broşürüne göre milyonlarca yılın- hayranlığının esrikliği de cayırtıyla yaşanmaz ki...

Teşekkürler TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu, gezi koordinatörü M. Ali Köseoğlu ve Seydişehir Belediyesi.

Ey ebedî yurt Türkiye, binlerce şükran da senin şahsında yüce Yaradan'adır.

*************************************************************************

Mustafa KARAÇELEBİ

Efendi'nin Şehri 'Seydişehir'

Geçen cumartesi günü TYB Konya 2006 yılı 'Yazacak Çok Şeyimiz Var' konulu şehir dışı gezilerinden birini daha Konya'mızın şirin ve zengin ilçelerinden Seydişehir'e yaptı. Seydişehir Belediyesi'nin gönderdiği otobüs ve içinde seyahat eden yolcuların sayısının fazla olması bende köy otobüsü daüssılasını yaşattı. Nasıl yaşatmazdı ki! Öylesine sıcak, keyifli, bol sohbetli bir yolculuk yaptık ki, sonradan eklediğimiz plastik beyaz renkli sandalyelerin her virajda deprem oluyormuşçasına bulundukları yerden kaymaları ve bizim onlara sahip olmak ve sabitlemek için harcadığımız emek, takdire değerdi doğrusu.

Konya - Antalya yolu üzerinde otobüsümüz giderken, dağ bayır çayır çimen bir de adını bile net bilmediğim ama fotoğraflarını çekmek için can attığım çiçekler. Fakat bunu otobüsün şoförüne bir türlü söyleyemedim. Ama çevreme topladığım ve Konya TYB Çocuk Meclisi üyelerine göstererek avundum.

Otobüsün içinde yerleşim genel olarak, organize ekibi önde, ardında aileler ve en arkada dokuz çocuk ve ben... Çocukların ismini vereyim de arkadaşlık görevimi yerine getirmiş olayım: Feyza, Zeynep, Ayşe Tuba Köseoğlu; Bayram ve Gülnihal Aslan; Itır, Asım Aslan; Mustafa Berat, Melike Çenger..

Biz yolda yanlışlıkla hep fıkra anlatmışız. Yol bitmiş be Seydişehir İlçemizin içinde bulunana Belediye Parkının kenarına park ederken anladık. Güzel bir hava ve güzel bir şehre ayak bastık. Birçoğumuz için Seydişehir bilinmeyen bir yer değildir. Fakat bu kez yazacak çok şeyimizin olduğunu düşünerek ordayız.

Biraz soluklandıktan ve birer bardak çay içildikten sonra mihmandarlar eşliğinde Seydişehir ziyaretimiz başladı. İlk ziyaretimiz Muallimhane Camii

Muallimhane Camii

Seydişehir'in merkezinde bir cami, alışılmışın dışında bu caminin kitabesi mihrabın hemen üzerinde. Ve kitabesindeki ibarede Hacı Recep bin Muhammedbin Er Raci tarafındanHicri 936, Miladi 1536 yılına tarih düşülmüştür. Yapı tekniği moloz taş örgü, ahşap hatıllarla desteklenmiş, pencere üstleri ve kanarları tuğla ile sivri sağır kemer ileçerçevelenmiştir. Üst örtü ahşap bu gün kırma düz çatı ile restore edilmiştir. Caminin doğu cephesinde kesme taştan bir türbe bulunmaktadır. Türbenin önünde tek kubbeli son cemaat yeri veya revak mahalli bulunmaktadır.

Türbedar Ölmeden Önce Kendine Mezar yaptırdı

"Şeyh Hoca Abdullah Efendi Türbesi" nin içindeyiz. Nakşibendî tarikatının Seydişehir kolunu temsil ediyor olmalıdır. İfrat ve tefrit diye bir şey var İslam dininde konuyu bilenler bilir. Bilmeyenlerde öğrensinler gerekli, içeri girdiğimizde çok abartılı bir düzenleme ile karşılaşıyoruz. Benim bildiğim Nakşîlik tarikatında zikir dahi (hafi zikir) yani gizli yapılan zikir makbuldür. Hal böyle olunca içinde bulunduğumuz mekânda bulunan mezarların bu şekilde tezyin (Süslenmesi) biraz ifrata kaçmış. Bu işinde Seydişehir Alüminyum fabrikasında işçi olarak çalışmak için Erzurum'dan gelen bir Müslüman'ın önderlik ettiğini söz ettiler. Bu şahıs henüz sağ olduğu halde kendi mezarını hazırlatmış. Eğer rivayetler doğru ise. Hangi din olursa olsun özünü kaybettiren oluşumların başında bu tür aslı astarı olmayan fakat birilerinin marifeti ile dindenmiş gibi yapılan davranışlardır. Konya TYB Çocuk Meclisi üyelerine ölülerimizi rahmetle anmalıyız diyoruz ve. Mezar başında üç İhlâsı şerif ile bir Fatihayı şerif okuyarak geçmişlerimizin ruhuna bağışlamamızın faydalı olacağını söyledik ve çocuklarımız bu görevi yerine getirdiler.

Seydi Harun Camii

Seydi Harun Camii bütün misafirlerin ortak merakı olmuştur. Çünkü Seydişehir'e yani efendi şehrine efendi olan zatın adına yaptırılmış külliyesi ve kabri orada. Ben dahi önden heyecanla koştum. Fotoğraf almak için ışık durumunu ayarlamaya çalışırken, hemen caminin girişine nazır evin havlu kapısının kenarında sarı taştan bir kitabe gelişi güzel oturtulmuş. Çok ilgimi çekti. Önce oradan bir fotoğraf aldım. Daha sonra gurup ile birlikte camiiyi ziyarete girdik. Selçuklu karakteri taşıyan camide Osmanlı mimari tarzında eklemelerde göze çarpmaktadır. Pencere kapıları orijinal görünmektedir. Mihrap, minber 18. sonları veya 19. yy başlarında tamir görmüş. Yalnız bu güzelim ata yadigârı camiye zevk, estetik yoksunu birileri beyaz yağlı boya ile boyayarak tarihi bir servete en büyük kötülüğü etmişler farkında değiller. Bu tür yapıların ahşap kısmı sadece aşı boya ile korunabilir. Hem estetik kaygı korunmuş olur, hem de ahşap malzeme ağaç kurdu, nem, buna benzer tesirlere karşı korunmuş olacaktır. Caminin yukarı çekme katına çıkıyoruz, orda penceresiz bir oda ile karşılaşıyoruz. Kapısında yine zevksiz bir tabela, Seyidi Harun Hazretlerinin Çilehanesi yazılı. İçerisi aydınlatılmamış karanlık bir oda. Avluda toplanıyoruz.Abdurrahman Aymaz Hoca Efendiden söz ediliyor. Alaylar Camii imam ve hatibi olarak görev yaptığını öğreniyoruz. Abdurrahman Aymaz, Seydişehir'e sevdalı bir imam kardeşimiz. Bu bizim izlenimimiz, bütün misafirlere kitabında imzalıyor. Kitabın adı "Seydişehir Tarihi" Kitabında Seyit Harun veli, Şeyh Hacı Abdullah efendi merkezli Seydişehir'in kuruluşunu işlemiştir.

Harun Tüfekçi Kimdir?

AK Parti Konya Milletvekili Harun Tüfekçi'yi burada uzun uzun anlatmayacağım.Çünkü o kendini seçimler boyunca anlatmış ve bölge milletvekili olarak parlamentoya girmiş. Otobüsümüz çamların kırmızı toprak yollardan yaylana yaylana ilerlerken herkes bir birine soruyor! Nereye gidiyoruz? Önden bir ses Gökçehöyük Köyünün göletine gidiyoruz. Otobüsümüz durdu kapı açıldı ayağımız suya erdi. Evet birkaç adım aşağımız gölet ve pırıl pırıl su. Güneş su yüzeyinde yakamozlar oluşturmuş, karşımız yüksek Küpe dağı doruklarda kar var. Yol yol görülüyor. Küpe Dağı ormanlıktır. Yani cennet köşelerimizden bir köşedir. Harun Tüfekçi kafileyi buraya getirmekten çok mutlu; gölet için oluşturulan bendin üzerindeki kayaları göstererek "işte ben burada her zaman kitap okurum." Gazeteciyiz durur muyuz? Hadi gösterin o zaman nasıl oku yosunuz! Harun Tüfekçi arka tarafta görünen şirin Gökçehöyük köyü göstererek, oradan buraya kadar koşarak gelir sabah sporumu yaparım. Burada kitabımı okur güne öyle başlarım. İnan sevgili okuyucu bu hayatı keşfetmektir. Böyle milletvekilimiz olduğu için çok sevindim. Bizlerde aynı anlattığı gibi bir kare fotoğrafını aldık sağ olsun bizi kırmadılar. Gölet'in derinliği 25 metre/> ve su hacmi bir buçuk milyon metre küptür.

Kuğulu Park Bizi Bekler

Seydişehirliler Kuğulupark'ları ile ne kadar övünseler azdır. Ben buranın yabancısı değilim. Bundan öncede bir vesile ile Kuğulupark'ı görme fırsatım oldu. Bu günün Pazar olması ayrı bir güzellikti, Halk öbek öbek oturmuş piknik yaparken aralarından bir tane aile hemen dikkatimi çekti, bayan koymuş önüne leptop'u internette dolaşıyor anlaşılan. İzin istedim bir kare fotoğraf aldım. Adlarını sorduğumda avukat Zafer Ünal ve eşi Öznur Ünal hanımefendi olduğunu söylediler. Kendilerine mutlu günler diledik. Gurubumuza Kuğulupark'ın yukarısındaki restoranda çay ikramı yapıldı. Bizim orada uzun süre kalmamız düşünülemzdi biz çocuklarla arka tarafı dolaşarak, biraz ağaçların arasında dolaşma fırsat buldu.

Tınaztepe Mağarası

Tınaztepe Mağarasına ilk vardığımda bir doğa harikası ile karşı karşıya olduğumu hissettim. Bir kez daha, Allahın adaletine sığındım. Çünkü Allah her yere ayrı bir nimet, güzellik lütfetmiş. Yeter ki insanlar bunu paraya çevirebilsinler. Ama görgüden bilgiden yoksun insanımızın elinde mağaralar basit reklâm bezlerine kurban edilebilmektedir. Bu duruma da bütün etkili ve yetkili kişi ve kurumlar göz yummaktadırlar. Beni bu kadar kızdıran nedir diyeceksiniz. Fotoğrafta da görüldüğü gibi boydan boya kırmızı afiş asılmış güya restoran reklâmı yapılıyor. Her aklı başlında olan bu lokantaya uğramaz. Niçin çünkü reklâm bezinin abes duruşu her şeyi açıklamaya yetiyor. Bu reklâm bezi bana 12 Eylül öncesi bombalı pankartları hatırlattı. Çok kötü bir imaj. Bir an önce vazgeçilmeli ve kaldırılmalı. Diğer taraftan Mağarayı ilk gezenlerin gördükleri karşısında hayranlıklarını gizlememeleri çok doğal, gerçekten tabii oluşmuş 1580 metre/> uzunluğunda bir mağara, belirli yerlerinde çok enteresan doğa oluşumları gerçekleşmiş bir mağara.

Akşam olurken otobüs bizi bir köyün yukarısındaki tepeye anfi tiyatroya çıkardı. Aşağıda köyün içinden ezan sesi gelirken, biz tarihi taşların üzerine oturmuş güneşin kaybolduktan sonraki ufuktaki kızıllığını izledik. Ardından kumanya dağıtıldı ve ardından M. Ali Köseoğlu; Mustafa Karaçelebi bu anfi tiyatronun anısına bize bir türkü söyler dedi. Ben biraz nazlandıktan sonra 'Kırmızı Gül Demet Demet' türküsünü çıplak sesle söyledim. Ve alkışımızı aldık çöplerimizi topladık yola revan olduk.

Biz ne yazmış isek, doğruluğuna inandığımız için yazdık. Her doğru her yerde söylenmez olduğunu biliyoruz fakat nefsimizi bunları söylemekten geri alamadık. Allah'ım sonumuzu hayır etsin.

**************************************************************************

Hacer KARA

Küpe Dağı'nın Eteklerinde

TYB Konya Şubesi'nin gerçekleştirdiği doyumsuz gezilerden birini daha geride bıraktık. 21 Mayıs 2006 Cumartesi günü, Konya'nın neredeyse pek çok ilçesini birlikte gezdiğimiz ekibimiz yine tam tekmil hazırdı. Sabah erkenden Seydişehir yollarına düştük. Otobüsün arka tarafını kaplayan çocukların söylediği şarkıların eşliğinde yolculuğun ne kadar sürdüğünün farkına varmadan Seydişehir'e ulaştık. Bir parkta çaylarımızı içip dinlendikten sonra Seydişehir'in anıtsal mimarisini tanımak amacıyla sokakları adımlamaya başladık. (Bu sırada bir leyleği havada görmemiz bu yıl yapılacak diğer gezilerin habercisi olsa gerek.)

Eski bir tarihi geçmişe sahip olan Seydişehir, maalesef tarihi kent dokusunu yitirmiş. Ancak yine de gezilecek eserler mevcut. Seyyid Harun Camii, caminin önündeki Türbeler ve Hamam, Muallimhâne Camii ve Türbesi, Şeyh Hacı Abdullah Efendi Türbesi bunlar arasında yer alıyor. Sokak aralarında gezerken betonârme binaların arasına sıkışmış da olsa hâlâ cumbalı evlere rastlamak mümkün. Bu evleri tarihe tanıklık etmeleri bakımından şanslı sayıyorum. Umarım içinde yaşayanlar da sahip oldukları değerin farkındadırlar. Bu küçük gezintinin ardından öğle yemeği için ara verdik.

Yemekten sonra dağların yanı başındaki Kuğulu Park'a doğru uzandık. Seydişehir burada doğal güzelliğiyle bizi kendine hayran bıraktı. Doruklarında kar, yamaçlarında yemyeşil ağaçların ve rengârenk çiçeklerin bulunduğu dağlar, ressamlara ilham verecek kadar fevkâlade bir görünüm sergiliyor bize. Çaylarımızı daha bir keyifle yudumluyoruz. Buradan Gökçehüyük Barajı'na ve ardından Tınaztepe Mağarasına yol aldık. Çok merak ettiğimiz ve gördüğümüz muhteşem manzara karşısında büyülendiğimiz bu doğa harikasını mutlaka görmelisiniz. 230 milyon yılda oluşan mağara, 1650 m. uzunluğunda, 65 m. derinliğinde. İçine sızan sulardan dolayı traverten, sarkıt ve dikitlerin oluştuğu, küçük göl ve havuzların bulunduğu mağaranın sonunda suyu berrak, büyük bir göl yer almaktadır. Mağara ortamının astım ve bronşit hastalarına iyi geldiği belirtilmektedir. Tınaztepeden dönerken uğradığımız Gökhüyük kazı alanındaki yerleşim, Çatalhöyük'tekiyle benzer özellikler taşıyor. Yan yana kerpiçten yapılan evlerin içinde ocaklar yer almaktadır. Kazılar sırasında çok sayıda, buğday öğütmek için kullanılan topraktan yapılmış küçük değirmen çıkarılmıştır.

Gezinin son durağı, Bostandere Köyü'nde Aktepe mevkiinde yer alan Roma tiyatrosuydu. Çok küçük olan bu tiyatronun basamaklarında oturup kumanyalarını yiyen ekibimize Roma Dönemi'ne ait bir oyun sergilenmiyordu ama İsmail Desteli şiirini, Mustafa Karaçelebi türküsünü okudu. Bu keyifli anlardan sonra geç saatlerde Konya'ya döndük.

Seydişehir'in tarihi hakkında şu bilgileri sizlerle paylaşabiliriz.

Tarihçe

Seydişehir Konya'nın güneybatısında, Konya'ya 92 km. uzaklıktadır. Küpe ve Eğriburun Dağları'yla çevrilidir. Göller Bölgesi (Psidya) sınırları içinde yer alan Seydişehir'in tarihi Prehistorik devirlere kadar iner. Beyşehir ve Suğla Gölleri arasında Prehistorik devir araştırması yapan J. Mellart bu iki göl arasında bulunan Çamur, Bucak, Dereköy, Gençali, Kaşaklı, Toprak Tol ve Burun höyüklerinin yüzeyinden topladığı seramik parçalarından, bu höyüklerin Neolitik ve Kalkolitik devirlerden kaldığını tespit etmiştir. Bugün Seydişehir'de MÖ. 5500-5000 yıllarına ait en eski yerleşme olarak bilinen Suberde Höyüğü'nden sonra Prof. Dr. J. Bordaz 1974 yılında Beyşehir Gölü güneyindeki Erbaba Höyüğü'nde bir kazı yapmış ve burada MÖ. 5800-5400 yıllarına ait bir Neolitik Çağ yerleşmesi tespit etmiştir. Bütün bu araştırmalardan Beyşehir ve Suğla Gölü arasındaki bölgenin günümüzden 7500-8000 yıl önce Neolitik Çağları yaşayan bir medeniyete sahne olduğu, insanların bu bölgede küçük topluluklar halinde köyler kurduğu, toprağı işlediği, ormanlarda avcılık yaptığı sonucu ortaya çıkmıştır. MÖ. 1800'lerden itibaren bölgeye önce Hititler, ardından Frigler hakim olmuştur. Hellenistik, Roma ve Bizans devirlerini de yaşayan Seydişehir'de Roma döneminden kalan bir tiyatro bulunmaktadır. Antik tiyatro 1969 yılında Bostandere Köyü'ne su götürmek için su yolu açılırken ortaya çıkarılmıştır.

1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Anadolu'nun kapısı Türkler'e açılmıştır. Ancak Seydişehir'in asıl kuruluşu, Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından hemen önce, bölgede Eşrefoğulları'nın hâkim olduğu sırada, yaklaşık olarak 1300'lü yılların başında gerçekleşmiştir. Seydişehir, Seyyid Harun Veli tarafından kurulmuş ve onun ismi ile anılmıştır. Seyyid; emir, bey, reis anlamlarına geldiği gibi, peygamber soyundan gelenlere de verilen bir unvandır. Rivayete göre; Seyyid Harun Veli Horasan'da beylik yaparken aldığı ilâhi bir işaret üzerine Anadolu'ya göç etmeye karar verir. Kendisinden Karaman İli'nde Küpe Dağı'nın doğusunda bir şehir kurması istenmiştir. O da bunun üzerine emirliği terk ederek kırk kişilik maiyeti ve ailesiyle yollara düşer. Kafile Bağdat üzerinden Konya'ya gelir. Konya halkının orada şeyh olarak kalmasını rica etmelerine rağmen yolculuğa devam ederler ve kafileye kılavuzluk eden bulut nihayet Küpe Dağı'nın doğu yanında durur. Seyyid Harun yakınlardaki Elita (Vervelit) şehrinin harabelerinden getirilen taşlarla burada bir şehir kurar. Bilindiği gibi Anadolu'nun imarında ve İslam dininin buralara yayılmasında Horasan Erenleri'nin büyük önemi vardır. İşte Seyyid Harun Veli bu görevi başarıyla gerçekleştirmiştir. 1320 yılına kadar yaşayan Seyyid Harun'un vefatından sonra vasiyeti üzerine önce kızı Halife Sultan, ardından kardeşi Bedreddin'in oğlu Musa Bey postnişin olur.

Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti arasında sık sık el değiştiren Seydişehir, Fatih Sultan Mehmet'in 1473'te Karamanoğullarını ortadan kaldırması üzerine Osmanlı topraklarına dahil olur.

Seydişehir 1874 yılında belediyelik, 1915 yılında ilçe olmuştur. 1960 yılında aliminyum tesislerinin kurulmasıyla ekonomik açıdan gelişme göstermiştir.

Seyyid Harun Külliyesi

Seyyid Harun Camii

Seydişehir'in güneyinde yer alan Seyyid Harun Veli Külliyesi'nin ana yapısıdır. Kitabesi olmamakla birlikte kuzeybatıda camiye bitişik olan Seyyid Harun Veli Türbesi'nden yola çıkılarak caminin 1302-1320 yılları arasında Seyyid Harun Veli tarafından yaptırıldığı söylenebilir.

Kuzey-güney doğrultusunda uzanan cami, ahşap hatıllı moloz taştan inşa edilmiştir. Üzeri ahşap kırma çatılıyla örtülmüştür. Duvarlarda yer yer devşirme malzeme kullanılmıştır. Kuzeybatıda yer alan ve sonradan eklendiği anlaşılan taş minare tek şerefelidir. Harime kuzey, doğu ve batıdaki üç ayrı kapıdan girilmektedir. Harim, ahşap direkli, düz tavanlı, mihraba dik üç sahınlıdır. Selçuklu plan tipinin uygulandığı cami, plan şeması bakımından orijinalliğini korurken, mihrap, minber ve vaaz kürsüsü gibi yapı elemanları bakımından geç dönemde değişikliğe uğramıştır. Bu ahşap ögeler oyma-kabartma tekniğinde, bitkisel motiflerle süslenmiş ve yağlı boyayla boyanmıştır. Ahşaptan yapılan pencere kanatlarının kündekâri tekniğinde olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan yalnız güney cephedeki birkaçı korunmuş, diğerleri onarımlar sırasında kaldırılmıştır. Mahfil U şeklinde harimi dolanmaktadır. Mahfilde Seyyid Harun Veli'nin inzivaya çekildiği bir hücre yer almaktadır.

Türbeler

Seyyid Harun Camii'nin kuzey cephesi'nde üç türbe yer almaktadır. Bu üç türbeden caminin giriş kapısının sağındaki Seyyid Harun Veli Türbesi'dir. Türbenin giriş kapısı üzerindeki kitabesinden H. 720/M. 1320 yılında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Taştan yapılan yapı, kare planlı olup, dıştan piramidal külâhlı, içten kubbelidir.

Halife Sultan Türbesi; Camii'nin kuzeydoğu köşesindeki türbe, Seyyid Harun Veli'nin 1367'de vefat eden kızı Halife Sultan'a aittir. Kesme taştan inşa edilen yapı kare planlıdır. İçten ve dıştan kubbelidir. Türbenin hem içten hem dıştan kubbeli olması daha geç bir dönemde yapıldığı izlenimini vermektedir.

Rüstem Bey ve Sultan Hatun Türbesi; Halife Sultan Türbesi'nin bitişiğindedir. Turgutoğlu Emir Şah Bey'in kızı Sultan Hatun ile Halil Bey oğlu Rüstem Bey için yaptırılan türbenin kesin tarihi bilinmemekle birlikte, içindeki en eski mezar taşının 1422 tarihli olması sebebiyle 15. yüzyılın ilk çeyreğine atfedilmektedir. Yapı kare planlı olup, dıştan sivri külâh, içten kubbe ile örtülüdür. Bu plan tipiyle türbe, geç bir tarihte yapılmış olmakla birlikte, Selçuklu türbe mimarisinin son örneklerindendir. Yapının beden duvarları taştan, külâhı tuğladan yapılmıştır. Kümbetin içinde beş mezar bulunmaktadır.

Hamam

Külliyenin parçalarından biridir. Seyyid Harun Camii ile aynı tarihlerde yağıldığı sanılmaktadır. Kadın ve erkekler için ayrı bölümleri bulunan bir çifte hamamdır.

Muallimhane Camii ve Türbesi

Camii, 1529 yılında, Pir Mehmet oğlu Hacı Recep adına Kur'an okutmak ve öğretmek amacıyla "Muallimhane" (Mektep) olarak yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı yapı, ahşap hatıllı moloz taştan inşa edilmiştir. Üzeri ahşap kırma çatılıdır. Tek şerefeli bir minaresi bulunan cami oldukça sadedir. Harim ahşap sütunlu, düz tavanlıdır. Mihrap, kesme taştan süslemesiz olarak yapılmıştır. Üzerinde H.936/M.1529 tarihli bir kitabe yer almaktadır. Minber ve vaaz kürsüsü ahşaptandır. Bu tarihlerde Osmanlı mimarisinde kubbeli yapı yapma geleneği yaygındır. Ancak Muallimhane Camii'nin Seydişehir'in küçük bir yerleşim yeri olması ya da bir mektep olarak düşünülmesinden dolayı Selçuklu plan tipinde yapılmış olması mümkündür.

Muallimhane Camii'nin doğu cephesinde, duvara bitişik olarak, Pir Mehmet oğlu Hacı Recep ve ailesinin yattığı 1529 tarihli türbe yer alır. İçinde dört mezar mevcuttur. Yapı dikdörtgen planlı, içten kubbelidir. Giriş kapısının önünde bir revak bulunmaktadır.

Şeyh Hacı Abdullah Efendi Türbesi

Seyyid Harun Hamamı'nın kuzeybatısındadır. Türbe 1903 yılında vefat eden müderris ve Nakşibendi şeyhi Şeyh Hacı Abdullah Efendi için yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı türbenin duvarları kaba yonu taştan örülmüş, üzeri ahşap kırma çatıyla örtülmüştür. İç kısımda duvarlar çiniyle kaplıdır. Türbede Şeyh'in ailesi ve müritlerinin de mezarları yer almaktadır.

Anlattığımız yapıların dışında, 1880 yılında yapılan Yusuf Efendi Türbesi, 1833 yılında, Derviş Ali Ağa tarafından yaptırılan Ağa Çeşmesi halen ayaktadır. Üç kapısı (Ulu Kapı, Hızır veya Pazar Kapı Kiçi (Küçük) Kapı) bulunan kale, Konya Salnâmeleri'nde belirtilen altı medrese ve çok sayıdaki çeşme ise günümüzde mevcut değildir.
************************************************************************

İsmail DETSELİ

Seyyid Harun'un Huzurunda...

Allahın lütfüne mazhar olmuş bir Harun veli
Horasan da barakmış şöhreti ve melikliği
Çık denmiş diyar'ı Rum'a bul orada küpeyi
Kur dağın eteğinde çiğdem tepesine güzel şehri

TYB Konya Şubesi her yıl mutad olarak yapmakta olduğu "Yazılacak çok şeyimiz var" adı altında gezilerin bir yenisini önceki gün Konya'nın güzel ilçesi Seydişehir'e yaptı.

Gezimiz her zamanki gibi gayet zevkli ve neşeli başladı. Sabah saat 8'de hareket dendi ancak yarım saatlik bir gecikmeyle Seydişehir'den bizi götürecek 0302 Mercedes marka otobüs geldi TYB'nin önüne. Ben ilk gelenlerden olabilir miyim dedim ama maalesef bir kız bir de oğlan çocuğu bizi geride bırakmış. Hatta onlarla birlikte değerli hocamız Ali Işık bey de eşi ile beraber erkenci olanlardandı.

Diğer arkadaşlarımızın da gelmesiyle ekibi tamamlayıp yola koyulduk. Krom Mağnezit Fabrikası'nı biraz geçince otobüsümüz durdu, ne oldu demeye kalmadan sayın Başkanımız Ahmet Köseoğlu "Bir arkadaşımız yetişmek üzere. Geç kalmış, onu biraz bekleyelim" dedi. Bekledik, kardeşimiz Hilal Seyhan Hanım da geldi, saat 9.05'te yola devam ettik.

Bu sefer "ilk jesti ben yapayım" dedim. Benim her yıl yaptığım bahçemin hamıtatlı can eriğinden sabah namazından sonra toplamıştım, bol bol herkese dağıttım. Ohh keyfim yerine geldi. Bir de arkadaşlardan teşekkür alınca daha da keyiflendim. Adamın kendi el emeğini başkalarına sunabilmesi kadar tatlı bir şey yokmuş.

Çıktık Seydişehir yoluna
Canımız emanet Baki Çoban'a
Bir alkış tutunuz kaptana
Bizi gezdirsin Seydişehir

Güle oynaya çıktık yola
Şehrin dışında verdik mola
Telefon gelmiş Ahmet başkana
Biraz gecikeceğiz Seydişehir.

Diye şiire başladım.
Yol kısa, laf da uzun... Kaptan da Baki Çoban olunca farkında olmadan varıvermişiz Seydişehir'e.

Şehrin göbeğinde güzel bahçeli bir lokanta ve çay servisi olan yerde karşılayıp bizlere çay ikramı yaptılar. Sayın Belediye Başkanı İbrahim Halıcı Bey bir yurt dışı gezisinde olduğundan dolayı bizleri başkana vekâleten Sayın Behçet Topçu Bey, İmar Müdürü Sayın Mevlüt Yaman bey karşıladılar. Bir de bana daha samimi bir tavırla abi "hoş geldin" diyen oldu. Dikkatli baktım, Memleket'in Seydişehir Temsilcisi Fahri Kubilay'dı. Sarıldık, "Hoş bulduk" dedik. Belediye personeli ile akşama kadar bize mihmandarlık yaptı.

Çaylarımızı içip gezimize başladık. Seydişehir çok muhterem bir zat tarafından kurulmuş. Onun şanına ve adına uygun olarak büyümüş, serpilmiş, adeta bir zenginler ve görgülüler şehri unvanını almış. Bilmem bana öyle geldi, o güzelim mis gibi çarşıları, o kat kat apartmanları, yüksek okulları, Anadolu liseleri o ilçenin kan damarı alüminyum fabrikaları burayı capcanlı bir şehir yapıvermiş.

Üzerinde yapılış tarihi Osmanlı dönemi 1529 yazılı olan Muallimhane Camii ziyaretiyle gezimize başladık. Tarihte bir çelişki var mıdır diye düşünürken "Beylikler Dönemi olup Osmanlı döneminde onarım görmüş olabilir" dendi. 2. olarak Şeyh Hacı Abdullah Dehlevi Efendi türbesine geçildi. Bu zat Bozkır köylerinden gelmiş, bu mescitte görev yapmış ve bu türbede medfunmuş. Hemen yanında Seydi Harun Hamamı vardı. Sanırım yıkık döküktü onun yanından geçtik veeeee. O zatı muhterem Seydi Harun Hazretleri Cami ve Türbesi'ne vardık. Miladi 1320 tarihli bu caminin içinde her bayramda arefeden bir gün önce hanımlara, arefe günü ise erkeklere mübarek sakalı şerif ziyareti yaptırılırmış.

Burada Seydi Harun'un gelişinden biraz bahsetmek gerekir. Bu bilgileri değerli hocamız Seydişehirli yazar Abdurrahman Ayaz bey cami avlusunda bizlere aktardı. Horasan'da melik, yani emir olan Seydi Harun günlerce manevi bir duygu ile rahatsız edilir. Ya Harun Diyar-ı Rum'a çık, Karaman ilinde Küpe Dağı derler bir dağın şarkından (doğu) yana bir şehir yap... O şehrin halkı suleha ola. Şaki olanın akıbeti hayrolmaya... Git orada bu şehri kur diye emir tekrarlanır. Bu manevi baskılara dayanamayan bu zat bir gün çevresindekilere durumu açar. Ey yarenlerim ben dedem ile büyük amcamın mezarını ziyaret ettiğimde bana fevkalade haller oldu. "Sultanım bize anlat" derler anlatır. Çevresi "Bizleri bırakma ya melik, seninle biz de gidelim" derler. Melik yanına 40 adamını da alır, Bağdat yolu ile Karaman'a gelir. Oradan sonra Konya'ya vasıl olur ve Hoca Ahmet Fakih talebelerine "Bize bir misafir gelecek Horasan'dan, aman onu iyi ağırlayalım" der ve gelen misafir hakikaten çok iyi ağırlanır. İki sene burada kalır, ama henüz vaadini yerine getirememiştir. Tekrar yola koyulur Hatunsaray üzerinden May'a, yani Kayasu kasabasına doğru yola çıkar Kayasu'ya gelmeden kardeşinin oğlu Körpe Seyit vefat eder. Körpe Seyit'in mezarı ve türbesi halen adı geçen yerdedir. Ziyarete açıktır.

Bu ziyaretleri yapıp tekrar aynı çay bahçesi ve lokantaya dönüp yemeğe oturacağımızda Milletvekili Sayın Harun Tüfekçi bey de yetişti, bizimle yemeğe katıldı ve bir müddet de bizimle gezilere katılıp Kuğulu Park'ta işleri dolayısı ile müsaade isteyerek ayrıldı. Biz daha bundan sonra çok güzel yerler gezdik. Tınaztepe Mağarası'nı ve Gökçehüyük Barajı'nı
....

Seyyid Harun'un manevi huzurundan ayrılırken cami içinde aldığım hazzı dışarıda bulamayışımın üzüntüsü içindeydim. Üzüntümün nedeni, cami ve külliyesinin çevresi maalesef istenilen güzellikte olmamasıydı. Hâlbuki bu çevredeki bir yanda o mezbelelik gibi köhne evler bir yanda yüksek apartman ve külliyeyi doğudan gölgeleyen camiden yüksek Seyyid Harun konferans salonu, külliyeye adeta pres yapıyordu. Hâlbuki belediye çevredeki mülk sahipleri ile istişareler yapıp kendinden bazı feragatler halktan da bedelli veya bedelsiz anlaşma yolu ile huzurlu bir parka dizaynı yapılabilirdi kanaatindeyim.

Öğle yemeğinden sonra Seydişehir Sofrası'nın bahçesinde palmiyeler altında çaylarımızı yudumladıktan sonra yemekte bize iştirak eden vekilimiz Harun Tüfekçi ile sohbete daldık.

Harun Bey "Buraya kadar gelmişken benim köyümü ve köyümün ismi ile anılan Gökçehüyük barajını görmeden gitmeyiniz. İnanıyorum buradan çok haz alacaksınız" dedi "hay hay" dedik ve ilçeye 6 km. uzaklıkta olan baraja yine vekilin kılavuzluğunda ulaştık. İyi ki de gelmişiz. Hakikaten o güzel barajın Küpe Dağı'na naz edercesine nazlı yakamozları bizleri büyülemişti. Sayın vekil buraya kitap okumaya gelirmiş. Hatta üniversite imtihanlarına bile burada hazırlanmış. 200 bin metreküp su kapasiteli bu barajın hemen yakınını işaret ederek 650 bin metre küp su kapasiteli bir barajın daha yapılacağı müjdesini veriyor bize. Seviniyoruz.
Vekil Harun Tüfekçi'nin köyü
Pek hoştu havası ve suyu
Çok acil işlerimiz vardı
İçemedik bir demli çayı:
Oradan ayrılıp yeşil bahçeleri yol kenarında seyrederek yine küpeye nazar edercesine güzellikler sunan Kuğulu Park'a geldik. Harun Tüfekçi müsaade isteyip ayrılıyor. Kuğulu Park'ın sularında kuğu göremedik ancak üç adet pekin ördeği yüzüyordu. Başka güzellikler vardı. Yemyeşil çimenler üzerinde her bir tarafa yayılmış, ilçe halkı mangallardan çıkan kokulu dumanlar yeşil ağaçlar arasından küpe dağına doğru adeta bulut oluşturuyordu. Kaptanımız Baki Çoban bana Küpe'nin zirvesine yakın bir mağarayı işaret ederek "Bak abi şu mağaranın ismi Ferizine. Bu mağaranın ta Alanya'ya indiği söylenir. Buraya belediye bir çıkış yolu yapmak için proje hazırlığında, o yapılırsa ziyaretler kolaylaşacak" dedi.

Artık yolumuz Tınaztepe'ye doğruydu ve 22 km sürecek yola revan olduk.
Yol manzarası bir harikaydı. Otobüsümüz Antalya istikametinde dağlara tırmandıkça arkamızda Seydişehir ve Yalıhüyük ovasında görünen Soğla gölünün görünümü muhteşemdi.

Gezdik Tınaztepe mağarasını
Çok hoş bulduk serin havasını.
Önündeki Mağara restoran yazısını
Pek hoş bulmadık Seydişehir.

Gördük o muhteşem oluşumunu
Rabbimin bize tabiatı sunuşunu
Sarkıt ve dikitlerin güzel duruşunu
Büyülenerek seyrettik Seydişehir.

Ve meşhur mağaradayız. Burada bütün yazarlara mağaranın özellikleri anlatıldıktan sonra inişli çıkışlı yürüyüş başladı. Bu mağara 49 yıllığına Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan kiralanmış. Bir buçuk trilyonluk bir yatırımla halkın hizmetine sunulmuş. Adam başı 3, çocuklardan 2 buçuk turistlerden de 10 YTL giriş ücreti alıyorlar. Demir basamak ve tahta merdivenlerle inilen ve kenarları muazzam bir ışık sistemi ile dizayn edilmiş mağara 1580 metrelik 30 metre derine iniş ile mağara sonunda çok derince suyu yeşile çalan bir gölde sona eriyor. Ve burada devreye giren görevli sağ taraftaki dehliz gibi yeri göstererek burası 22 km uzunlukta göllerle Soğla gölüne kadar gidiyor. Araştırmacıların böyle dediklerini naklediyor. Aman Allah'ım içersindeki sarkıtlar dikitler adam figürünü andıran oluşumlar sağ ve solumuzda bir karnabahar çiçeğini andıran travertenler harika bir görünüm arz ediyordu. Şunu da belirtmekte yarar var: Benim yaşım 60'ı geçkin olduğu halde ben mağara içersinde hiç yorulmadığım gibi yürüdükçe nefesim açıldı. "Bronşit hastalarına iyi gelir" demişlerdi. Dışarı çıktığımızda sosyal tesislerin güzel olduğunu gördük. Ancak buradaki lokantanın isminin Mağara Restoran olmasına üzüldüm. Türkçe daha güzel bir isim verilebilirdi.

Gidiş yolumuza geri dönerek Seydişehir'e indik. Ve Bozkır Seydişehir arasında Soğla gölü civarında tarihi Gökhüyük harabelerinde idik. Yeni Çarşamba çayı kanalı yapımı dolayısı ile tarihi Hüyük'ten bir kısım harabe meydana çıkarılmış. Asırlar boyu toprak altında yatıp da sonunda bir kazaya uğrayıp yüze çıkarılan uykusu bölünen tarih...

Güneşin yakışı yağmurun yıkışına terk edilmesi beni ve bütün görenleri üzüntüye boğdu. Bu kanal biraz daha eski yatağına doğru alınıp da buranın korunması sağlansa idi daha iyi olurdu. Bu tarihi derinliklerinden ses veren örenden ayrılışımız akşamın yakınlaştığının işaretiydi. Ama bir tarihi yer daha vardı bizi bekleyen. Çok eski bir tarihe sahip olan Bostandere kasabasının tam üst yamacında Küpe Dağı'na adeta ben buradayım diyerek bakan bir yamaçta idi. Yüksek dağların arasından Küpe'ye bakan antik tiyatro. Şöyle buradaki manzaraya baktım demek ki o insanlar da yaşamın tadını en az bizim kadar biliyorlarmış. Yalnız ne yazık ki burada gördüğümüz manzara da Gökhüyük'tekinden farksızdı. İlgisizlik her yerde kendisini gösteriyor. Ne toprağın altındakine ne de yüze çıkarılanına değer verilmiyor.

Belediye ilgililerinin hazırlayıp getirdikleri kumanyaları bu antik mekânda yedik ve fıkralar anlatıp şarkılar söyleyerek oradan ayrıldık. Dönüşte Küpe dağına bakarken dilimden şunlar döküldü:

Pek haşin bakıyor Küpe
Başımızı döndürüyor tepe
Hoş geldiniz ve güle güle
Der misin bize Seydişehir

İlçeler içinde şehir gibisin
Küpeye dayanmış nehir gibisin
Seyidi Harun'un bir eserisin
Konya'mızın incisisin sen Seydişehir

Yolların Akdeniz'e bağlıyor bizi
Yapıldı ilçemize bu güzel gezi
Şairler yazarlar yazacak sizi
Tarihin yenilenecek bil Seydişehir

***********************************************************************

Atilla YARAMIŞ

Yazılacak Bir Yer: Seydişehir

Seydişehir'i daha önce görmemiştim. Ancak TYB Konya Şubesi'nin düzenlemiş olduğu bu gezi sayesinde (20.05.2006) anladım ki görülebilecek güzel yerlerden biri de burasıymış. Gökçehüyük, Kuğulu Göl, hele Tınaztepe...

8.30 gibi Konya'dan çıktık. Oraya vardığımızda (saat 10 suları) kafilenin ilk işi bir çay içmek oldu. Oturduğumuz masalara evvela boş bardakların gelmesi buranın farklı olduğunun ilk göstergesiydi. Daha sonra cam sürahilerde (tam sürahi mi bilmiyorum ama çaydanlık değil) getirilen çaylar, bu farklılığı bir kez daha yineledi. İlk olarak Muallimhane Camii'ni gezdik. Caminin tarihi 16.yy'a kadar uzanıyor. Önündeki şadırvanın yeni olduğu her halinden belli. Ancak kubbesi, Selçuklu mimarisini anımsatıyor. Belli ki bu şadırvanı yapanlar, cami ile bir uyum sağlamak istemişler; ama bu stilin en az 300-400 yıl geride kaldığını unutmuş olmalılar. Burayı gezdikten sonra ara sokaklardan ve Seydişehir halkının "bunlar da kim" diyen gözleri arasından Seyyid Harun Veli Cami'sine vardık. Bu camiye ismini veren zât, Seydişehir'e de adını veren kişi. 700 yıl evvel ta Horasan'dan mânevi bir işaretle buraya gelip bir vatan kurduğu söyleniyor. Orada anlatılanlara göre Seyyid Harun'un ilk işi, yeni kurduğu bu memlekete cami, aşevi, hamam ve bir de medrese açması oluyor. Bu o kadar mânidardır ki; Seyyid Harun'un zâtında milletimizin geçmişte, dinine (cami), yoksullara (aşevi), temizliğe (hamam) ve ilme (medrese) ne kadar önem verdiği ortaya çıkıyor.

İlçe merkezine çok yakın bir köy, Gökçehüyük köyü de orada bulunan bir baraja ismini vermiş. Bu baraj gölüne şafak vakti etrafındaki dağların siluetinin vurduğu söylendi. Hayal etmesi bile ne kadar hoş.

Eldeki programa göre sırada Kuğulu Göl vardı. Hani adından da anlaşılacağı gibi şöyle gölün üstünde yüzen kuğular falan düşündük. Ancak birkaç ördeği bile zor gördüğümüzü söyleyeyim. Her ne kadar kuğusuz da olsa, manzara ve ortam çok güzeldi. Pikniğe gelen onlarca aile şehrin insanı yalnızlaştıran havasından bir süreliğine olsun uzaklaşmış, doğanın tadına varıyordu. Elinde çayı olan yaşlı bir nineye "afiyet olsun" dediğimde, ışıl ışıl gözleri ve nurlu yüzüyle "sağol" demesi, Seydişehir'i sevmem için galiba yetti bana.

Sıra Tınaztepe Mağarası'nda. Kuğulu Göl'den otobüsle epey gittikten sonra vardık oraya. Etrafı dimdik dağlarla çevrili. Dağlar "yeşil"in sırrını çözmüş olmalı ki daha bir yeşil. İç taraflara doğru akan mütevazı bir dere.

Mağaranın girişine varabilmek / çıkabilmek için on dakika yürüdük sanıyorum. Çıktığımızda gerimizde nefis bir yar (uçurum) bırakmışız. Mütevazı dediğim dere uçurumun dibine doğru kendini kayadan kayaya vuruyor. Faruk Nafiz'i hatırlıyorum:

"Dökülür köpüklü sular yarından"

...

Suya hayran kalarak mağaranın girişine yürüdüm (bu, birinci ve büyük olan mağara, küçük olan ikincisine vakit darlığından giremedik). Rehberin anlattıklarını duydukça heyecanım biraz daha arttı. Karşımda dünyanın üçüncü; vatanın da en büyük mağarası duruyordu.

- Bismillah!

İçeride nemli ve soğuk bir hava. Söylenene göre yaz-kış, gece-gündüz 9 derece sıcaklık. Astım hastalarına bulunmaz şifa! İkinci bir sürpriz ise "ney" sesi oldu. 1500 m/>.yi aşan yolculuğun büyük bir bölümünde eşlik etti bizlere. Asırlardır tasavvufun timsâli olan bu ses, her tarafından Yaratan'ın büyüklüğünü dile getiren bu doğa harikası ile adeta bütünleşmiş ve bizi daha bir mest etmişti. Mağara, küçük ama harika bir gölle son buldu. Rehberin dediğine göre bu gölün ardı, ta Suğla Gölü'ne uzanıyormuş.

Yaşım itibariyle belki çok yer görmedim. Onun için yapacağım bir kıyas da sağlıklı olmayabilir. Ama şu kadarını söyleyeyim ki "Tınaztepe'yi görmeden hayatımızın bir bölümü boş kalacaktır.

Bir sonraki adresimiz Gökhüyük'tü. Bu yerleşim biriminin tarihi günümüzden 7000 yıl önceye uzanıyor. Demek oluyor ki yerleşik hayata geçmiş insanoğlunun ilk yerleşim yerlerinden biri burası. Ne mutlu Seydişehir'e, böyle bir tarih hazinesini bağrında tutuyor. Ancak üzücü ve vatanımızca "klişe" haline gelmiş bir durum da söz konusu. Eğer bir çaresi bulunmasa bölgede yapılmakta olan barajın suları, bu "tarih hazinesi"ni boğacak güce sahip olacaktır. Temennimiz şu ki bulunacak/bulunması gereken çare, barajdan daha güçlü olsun.

Gezimizin son durağı Antik Tiyatro. Her ne kadar Aspendos ya da Hiyerapolis kadar ihtişamlı olmasa da biraz ilgi ve bakım bu tarihi yapıyı canlı kılmaya yetecektir. Öyle ki metruk hiçbir mekan bin yıl, iki bin yıl her şeyiyle beraber tarihe kalmaz. Onları özüne sadık kalarak gerekirse yeniden inşa etmeli ve yaşatmalıyız. Maalesef, Seydişehir'deki bu esere en kısa zamanda el uzatılmazsa, yerinde tozlu bir yelin estiğini görmek imkânsız değil.

***

Hülasa, Seydişehir yazılacak çok şeyi olan bir yer.

*******************************************************************

Kürşat Azılıoğlu- yankı
YAZILACAK ÇOOK ŞEYİMİZ VAR...

Türkiye yazarlar birliği(TYB) Konya şubesinin 2006 yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen 'yazılacak çok şeyimiz var' isimli gezilerinin Seydişehir ayağında ben de vardım.
Geziye çıkmadan önce biraz isteksizdim açıkçası Seydişehir'i görmek için...
Seydişehir denilince aklıma alüminyum fabrikasından başka bir şey gelmiyordu.
Ama hiçbir yokuşun zorluğu, tırmanılmadıkça anlaşılamaz diyerek kalktım Seydişehir'e geldim.
TYB Konya şubesi başkanı Ahmet Köseoğlu'nun yönetiminde, Mehmet Ali Köseoğlu'nun koordinatörlüğünde düzenlenen Seydişehir gezisinin kadrosu da bir hayli renkliydi.
Konya basının birçok ismi yerini almıştı bu gezide...
Konya Seydişehir yolunun başında bu şehirle ilgili tüm olumsuz düşüncelerim bir anda kayboldu. Seydişehir, doğanın tüm renklerini yeşermişti, gökyüzü en güzel maviydi...
Seydişehir'e gidilecek en güzel mevsimde gidiyorduk anlaşılan, yolculuk sırasında gazeteci büyüklerimiz önbilgiler verirken otobüsün camımdan doğanın çocukluğunu seyrediyorduk. Doğa baharı yeni getirmişti.
Seydişehir'e kısa bir sürede vardık, bizi Seydişehir belediyesinin yetkilileri çok sıcak bir şekilde karşıladı.
Seydişehir Horasanlı bir Türk olan Seyyid Harun Veli'nin ailesi ve kendisine uyan kırk kadar dervişi ile Horasan'dan Anadolu'ya göç etmesi ile Torosların eteğinde kurulmuş bir kent. Bu kent 680 yıllık uzun tarihinde bir çok tarihi olaylar yaşamış Osmanlı - Karamanoğlu mücadelesi yıllarında bu iki devlet arasında sık sık el değiştirmiş, Osmanlı devletine geçtikten sonra da Konya eyaletinin bir ilçe merkezi olarak, yüzyıllar boyunca varlığını devam ettirmiş. Seydişehir in köklü geçmişi neredeyse bu ilçeyi bir açık hava müzesi haline dönüştürmüş.
Seydişehir'e girişimizde ilçeye de adını veren bu muhterem zatın türbesini ziyaret ediyoruz.
Seydişehirliler Seydişehir'in Mevlana'sı diyorlar Seyyid Harun veli için, türbesini gördükten ve bir bilirkişinin Seyyid Harun hakkında bilgi vermesinin ardından hak veriyoruz bu benzetmeye...
Seydişehir sıcakkanlı insanlarıyla göze çarpıyor, burası fotoğraf sanatçıları için çok iyi bir mekân, hâkimiyet gazetesi yazı işleri müdürü Ahmet aka ve fotoğraf sanatçısı Ali Işık ve ben bol bol fotoğraf çektik bu güzel ilçede...
Gezi planındaki birçok yeri gördükten sonra anlatmaya doyamayacağım tınaz tepe mağarasına ulaştık.
Mağara hakkında bir ön bilgimiz yoktu, açıkçası ben küçük bir mağara görmeyi bekliyordum
1580 metre uzunluğunda bir mağara olduğunu girişteki görevlilerden öğrendik
Tınaztepe mağaraları 1968 yılında Fransız bilim adamı Michel Bakalowichz tarafından ilk olarak bulunmuş ve mağaranın krokisi çıkartılmıştır.
Dr Michel Bakalowichz mağaranın tıbbi araştırmasını yapmış ve astım hastalığı için doğal bir tedavi ortamı olduğunu bilgi dergisindeki makalesinde belirtmiştir.
Günümüzde mağarayı gezi amaçlı görmeye gelenlerin olduğu gibi, şifa bulmak amacıyla gelenlerin sayısı da bir hayli çoktur. Mağaranın 1580 metrelik eşsiz doğa harikası parkurunu gezdikten sonra işletmeci firma tarafından ikram edilen adaçayı da şifa bulmak için buraya gelen hastalar düşünülerek menü ye eklenmiş.
Seydişehir Konya yolu üzerinde açılan bir sulama kanalının inşası sırasında tesadüf eseri bulunan neolitik döneme ait olduğu tahmin edilen bir yerleşim merkezi de hayli ilgi çekti.
Kısacası Seydişehir gezisi dolu dolu geçti ve saat 23.00 sularında Konya ya vardığımız da
Bütün üyelerimiz yorgunluktan uyur olmuştu.
Güzel bir hafta sonu geçirmek isteyen tüm Konyaları bu güzel ilçeyi görmeyi tavsiye ediyorum. Seydişehir düzenli yapısıyla, güler yüzlü halkıyla ve Torosların eteğinde doğanın içinde çok güzel bir ilçe, hadi bir hafta sonunu bu ilçeyi görmeye ayırın, pişman olmayacaksınız.
*******************************************************************

Ömer TOKGÖZ

BOZKIRDAKİ VAHA -SEYDİŞEHİR

Ömür Biter Yol Bitmez

20 Temmuz Cumartesi günü Yazarlar Birliğinin "Yazılacak Çok Şeyimiz Var " başlığı kapsamında Seydişehir İlçesine yapılacak gezi organizasyonuna katılmak üzere Konya Anadolu Lisesine giden Kızım Havva ve ilköğretim 3.sınıf öğrencisi Ebru ile birlikte sabah 07.30'da Zaferdeki evimizden Yazarlar Birliğinin Konya evine doğru yola çıktık.

Seydişehir, Yalıhüyük ve Ahırlı ilçelerine 2000-2002 yılları içerisinde çalışmakta olduğum Türkiye İş Kurumu Konya İl Müdürlüğü mesleki rehberlik hizmetleri kapsamında öğrencilere yönelik "meslek seçiminin hayatımızdaki önemi" konulu seminerleri vermek üzere üç kez geldiğim için yüzeysel olarak bu ilçelerimizin sosyo-ekonomik yapısını biliyordum. Ancak yolculuk öncesinde hafta içi yaptığım internet taramasında özellikle Seydişehir belediyesinin web sayfasında, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü sitesinde ve Seydişehir haber.com sitesinde yer alan oldukça faydalı bilgileri irdeleyerek bu seyahate hazırlanmıştım.

Fuar alanına geldiğimizde 0302 Mercedes marka Seydişehir Belediyesi Yazan bir otobüsün park ettiğini fark ettik. Şoförün araçtan telaşla indiğini görünce bende gayri ihtiyarı yaklaşarak kendisine Seydişehir Belediyesi otobüsünü etkinlik için mi getirdiğini sordum, evet dedi ancak adresi bulamadığını ifade etti. Bende tam adamına sordun deyip sıcak bir selamlaşma ile bizimde Yazarlar Birliği etkinliğine katılmak üzere yürümekte olduğumuzu belirtince Şoför Baki Beyin davetiyle otobüse atlayıp rehberlik yapmak üzere Alaaddin tepesi etrafında bir tur atıp yazarlar birliğine intikal ettik.

Etkinliğe katılmak üzere beklemekte olan hazirunla selam ve kelam faslından sonra ayak divanında bu tür etkinlikler için genel bir afiş hazırlatılması ve otobüsün ön kısmında mobil reklâm yapılmasının vucubiyeti üzerinde durduk. Etkinlik koordinatörü sempatik insan Mehmet Ali Bey'le bu vb. gereksinimlerin karşılanmasında güçlükler bulunduğu belki imece usulü katkılarla bu türden darboğazların karşılanabileceği üzerinde mutabakata vardık.

Herkes şanına yakışanı yapar

Aşık ve dertli insan İsmail Detseli ağabeyimiz Dutlu kırı civarında verilen kısa bir molayı fırsat bilerek kendi bahçesinde aşılama yaparak geliştirdiği can erik cinsi ama çıtır çıtır ve kütür kütür nitelikte ve ekşi de olmayan güzelim eriklerinden tüm katılımcılara ikramda bulundu. Yol esnasında Toros dağlarının yüceliği ve yeşilin güzel tonları bizi nasıl bir Seydişehir' in karşılayacağı hakkında ipuçları veriyordu.

Dağ ne kadar yüce olsa da yol onun üstünden aşar

Seydişehir Küpe dağlarının eteğinde Seyyid Harun Veli Hazretleri tarafından Çiğdemtepe ekseninde kurulan bir beldemiz olup, etrafı birbirinden yüce dağlarla çevrilmiş olup; insana heybetli dağlar, ormanlık çamlar, kaynak suları ve enfes havası ile insana ufuk kazandıran bozkırdaki vaha intibaını vermekle kalmayıp; insanlarında Akdeniz iklimine özgü tolerans ve yumuşaklık kazandırdığı söylenilebilir.

Seydişehir halkı Konya da yaşayan bizlere göre günlük streslerini atma ve tabiatla baş başa kalma konusunda oldukça şanslılar. Bir günlük kısa zaman dilimi içerisinde görmekle ve havasını teneffüs etmekle bahtiyar olduğumuz Pınarbaşı mevkisi, Kuğulu park, Tınaz tepe mağarası, Gökçe yurt barajı, antik kent vb. alanların doğal atmosferini hem korumalı hem de flora faunasına özgü güzelliklerini bozmadan rekreasyon alanları dediğimiz yürüyüş parkuru, bisiklet parkuru, yüzme havuzu ile hafif ve amatör spor dallarına yönelik etkinlikler için dizayn edilmiş parkurlar ile daha da bir güzelleştirilmelidir. Seyyid Harun Veli sempozyumu ve etkinlikleri düzenlenerek yerel ve ulusal etkinliklere kanal açılmalıdır. Seydişehir Leblebisi yerel ağız tadı ile tüketime sunulmalıdır.

Tınaz tepe mağarası heybetli bir dağ yamacında bir dünya harikasıdır ki iç galerilerinde gidiş geliş 3 km/> performans istiyor. Mağara yolculuğu yürüyüş ayakkabısı ve ter emici iç çamaşırlara ihtiyaç gösteriyor. Mağara işletmecisi Hüseyin Bey mağarayı turizme kazandırır ve düzenlerken hakikaten kaliteli yatırım yapmış, ziyaretçilerin ihtiyaçları için mescit, büfe, duşlu-sıcak sulu lavabo ve tuvalet oluşturmuş.. Bunlar elbette turistik işletmecilik açısından güzel organizasyonlar, ancak tuvaletlerde alaturka/alafranga dengesi kurulmalı, büfe hizmetleri makul fiyatlarda olmalı, bilet ve büfe ödemelerinde visa kart kullanılabilmeli, ankesörlü telefon olmaması ise gözüme çarpan küçük eksiklikler...

Ak Parti Konya Milletvekili Harun Tüfekçi Bey ılımlı ve sıcakkanlı bir insan olarak hem karşılamada bulunarak hem de gezi güzergâhına Gökçeyurt barajını ekleyerek bizlere eşlik etmekle güzel bir jest yaptı.

Seydişehir Belediyesi engelli yurttaşların da belediyesi

Sayın İbrahim Balcıyı "Seydişehir Ümit Çocukları Derneği" ile işbirliği yaparak değişik açılardan tıbbi, sosyal, mesleki rehabilitasyona ihtiyaç duyan sağlık özürlü hemşehrileri ve aileleriyle diyalog kurması ve yardımcı olmasından dolayı iki kere teşekkür etmek istiyorum. Birincisi Sayın Balcı Birleşmiş Milletler Sakatların Hakları Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı ile anayasamızın 61, maddesinin gereklerini yasal/insancıl sorumluluğunun bir tezahürü olarak yapmaktadır. İkinci teşekkürü ise bu çalışmalarla Konya Numune Hastanesinin vakumla doğum uygulamaları sonucunda yüzde 40 ortopedik engelli olan oğlumun ve İsmail Detseli beyin down sendromlu çocuğunun yazgısını düşünürken bizlere "yalnız değilsiniz" ve "yaşama sevincinizi destekliyoruz" mesajını verdiği için hak etmektedir.

Dönüş güzergâhında ise Bostan dere kasabasında antik tiyatroyu ziyaret ederek mola verdik. Dağın yamacından tüm ovaya seyir imkanı sağlayan bu tiyatroda henüz arkeolojik kazı ve zemin etütleri yapılmamış... Bu tiyatrodan akşam güneşine özgü atmosferik yansımaları temaşa ederken aklıma burada yaşayan "meçhul antik site sakinlerinin" demokratik ve yönetsel icraatlar ve söylevler yaptığı, tiyatro sanatına özgü drama, tragedyalar ve şölenlerin ifa edildiği bilinen bu platformda 2006 yılı 20 Mayısında Yazarlar Birliği etkinliği vesilesiyle katılımcıların gelip konaklaması paradoksal ve anakronik bir durumdu. Yüzlerce yıldan sonra stilini koruyan taş merdivenlerde oturarak düşüncelere dalan grubumuza nev-i şahsına münhasır şahsiyet Mustafa Karaçelebi'den duygusal bir türkü ve İsmail Detseli'den dinlenilen papağan fıkrası hoş bir letaif olarak kalbimize nüfuz etti..

Bir not da Koordinatöre;

Programlar oldukça titiz ve dakik bir akışla tasarlanmakla birlikte daha da güzel bir etkinlik yapılması amacıyla Yazarlar Birliği Konya Şubesine özgü gezi programlarının toplu seyahat düzeyinden aktif etkinlik düzlemine taşınmasında rolü olacağını düşünüyor ve acizane birkaç öneride bulunmak isterim: Bu tür etkinlikler öncesi Konya da bir gün öncesinde ve dönüş sonrasında bilgilendirici basın açıklaması yapılması, Gidilecek şehrin yerel basın-tv-yazar çizerinin programdan haberdar kılınması, Kaymakamlık, Sendikalar, Meslek Yüksek Okulu, Aydınlar Ocağı, Türk Ocakları,Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Milli Eğitim Müdürlüğü gibi sivil-resmi yerel protokolle karşılama/tanışma/buluşma noktası oluşturulması, Gruba yönelik duyurularda ve araç içi konuşmalarda kullanılmak üzere megafon temin edilmesi, seyahat esnasında araç içinde dinlenilmek üzere enstrumantal cd, şiir kasetleri bulundurulması...

Son söz niyetine

Nice seyahatlerde buluşmak ümidiyle, vesselam

***************************************************************************

Fahri KUBİLAY

Tanıtıma ihtiyacımız var

Tanıtım bir iş en can alıcı unsurudur. Elinizde bulunan kıymet ne kadar değerli olursa olsun tanıtamazsanız kıymetini sadece siz bilirsiniz. Reklâmını yapar, tanıtırsanız kıymetini cümle âlem bildiği için sonuçta oluşacak değer sizin kar hanenize yazılır. Bu vesile ile Seydişehir'in elindeki değerleri iyi tanıtmak Seydişehirlilerin birinci görevidir. Bacasız fabrika olarak tarif edilen turizm şu anda dünya ekonomisinin can damarı olarak kabul ediliyor. Seydişehir gibi doğal güzellikleri ve tarihiyle tanınmaya ne kadar çok ihtiyacı olduğu ortadadır. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi 'yazacak çok şeyimiz var' sloganı ile Seydişehir'e bir gezi programlamış. Köşe yazarları, araştırmacılar, edebiyatçılar, eğitimciler ve üniversite öğrencilerinden oluşan bir ekip Seydişehir'e geldi. Seydişehir Belediyesi tarafından misafir edilen gruba Seydişehir'den birkaç arkadaş da eşlik ederek Seydişehir'in tarihi turistik ve doğal güzelliklerini tanıtmak için elimizden gelen gayreti gösterdik.

İlk olarak Muallimhane Camii'nden başlayarak Hacı Abdullah Efendi Türbesi ve Seyyid Harun camiiyle devam eden gezinin en can alıcı kısmı Seyyid Harun camii ve Tınaztepe mağarası idi.

Seyyid harun camiini ziyaret ederken Alaylar İmamı Abdurahman Ayaz da geziye eşlik ederek Seydişehir tarihi hakkında ve Seyyid Harun Veli'nin Seydişehir e gelişini detaylı bir şekilde gelen misafirlere uzunca anlattı ve soruları cevapladı. Cami ve çevresi hakkında ortaya çıkan sonuç, "Burayı niye markalaştırmıyorsunuz?" sorusu oldu. Gerçekten haklılardı.

Seyyid Harun çevresinde yapılacak çevre düzenlemesi çok katlı binaların başka bir yerde inşa edilmesi, işhanının üst katının yıkılması elektrik kablolarının kaldırılması yerlerin asfalt değil de daha uygun bir malzemeyle döşenmesi ve ışıklandırılarak çevrenin bir cazibe merkezi haline dönüştürülmesi. Bütün bunların yanında her yıl sempozyumlar düzenlenerek ilçenin tanıtımı yönünde ne gerekiyorsa yapılması. Bütün bunları konuştuk, ekiple birlikte.

Kuğulupark'ta bulunan muhteşem doğal yapıyı görünce herkes hayran kaldı. Türkiye'nin hiçbir yerinde bulunmayan bu eşsiz değeri gören herkes buraya en kısa zamanda piknik amaçlı gezi düzenleyeceklerini söyledi.

Bir doğa harikası olan Tınaztepe mağalarına ben şimdiye kadar gelip de hayran kalmayan insan görmedim. TYB'li dostlar da "keşke bu güzelliği daha önce görseydik" diye hayıflandılar

Sabahın erken saatlerinde başlayıp akşama kadar devam eden gezide Muallim hane camii Seyyid Harun camii Pınarbaşı ve Gökçehüyük barajı, Kuğulupark Tınaztepe mağarası Gökhüyük kalıntısı ve Bostandere antik tiyatrosu gezildi.

Yazar arkadaşların izlenimleri Seydişehir'e ve Seydişehirli'ye umarım ışık tutacaktır.

Ben geziyi tertip eden TYB Genel Sekreteri ve TYB Konya Şube Başkanı Ahmet Köseoğlu'na ve geziye katılan bütün misafirlere Seydişehir'in tanımına katkılarından dolayı teşekkür ederim.

Haberler Haberleri

TYB KONYA ŞUBESİNDE MİTAT ENÇ ANLATILDI
"YAZARLARIMIZ OKULLARDA" PROJESİ TAMAMLANDI
TYB KONYA’DA UZLUK AİLESİ VE MEVLÂNA İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI KONUŞULDU
Bakan Tunç: Hukuk dili dil bilinciyle şekillenmelidir
TYB KONYA’DA MESNEVÎHANLIK GELENEĞİ VE MESNEVÎ OKUMALARI PANELİ YAPILDI