“Yazılacak Çok şeyimiz Var” TYB Konya Şubesi’nin sloganı. Her yıl, cennet yurdumuzun cennet köşelerini; yazar gözü, düşüncesi, fikri ve yorumuyla gezerek ele alıyoruz.
Bu yıl yolumuz, Tabiatın kalbi Bolu’ya düştü. Bolu Belediyesi’nin misafiri olarak iki gün, Bolu’nun; kültürü, tarihi, doğası, gönül insanlarını, tasavvuf erenlerini, hepsi birbirinden değerli insanlarını tanıma fırsatı yakaladık.
Bolu’nun; çalışkan, hizmet ehli ve insan sevgisiyle dopdolu olan değerli Belediye Başkanı sayın Alaaddin Yılmaz, yardımcısı ve diğer yöneticilerle tanışma imkanına kavuştuk. İki gün boyunca rehberlik yapan değerli Muzaffer Yıldırım, esprileri, Bolu hakkındaki bilgileri ve gösterdiği nezaketle Konyalı yazarların takdirine mazhar oldu. Başta Belediye Başkanı sayın Alaaddin Yılmaz ve ekibine, bizi otelinde ağırlayan, gerekli ikramı esirgemeyen Polis evi yöneticilerine en derin şükranlarımı arz ederim.
İlk durağımız Bolu Çorbacısı oldu. Gecenin ilerleyen saati ve yolun verdiği yorgunlukla nefis Bolu çorbasına kaşık salladık. Çorbaları içtikten sonra kalacağımız Polis Evi’ne doğru yolumuza devam ettik. Polis evi, eski e 5 Karayolu üzerinde şirin ve temiz bir yer. Gecenin ilerleyen saatinde bir an önce uyumak ve yorgunluğumuzu atmak istiyorduk. Herkesin kimliği ve hangi odalarda kalacağı ayarlandıktan sonra odalarımıza çıktık. Odalarda kaç kişi kalacaksa o kadar sayıda Belediyenin hatırası olarak; iki adet hediye vardı. Hediyenin biri; Bolu kültür, tarih, edebiyat ve önemli kişilerinin anlatıldığı, Bolu’yu tanıtan kıymetli eserler, diğer hediye; Bolu’nun yöresel ve el emeği ürünleriydi. Derin bir uyku çektikten sonra sabahleyin erkenden kalkıp ormanda sabah yürüyüşü yaptık. Bolu deyince, orman, bol oksijen, yeşil ve doğayla içiçelik akla geliyor. Bu nimetten yararlanmaya çalıştık.
Bolu gezimizin ilk günkü durağı Abant idi. Burada doğa müzesini gezme fırsatı yakaladık. Doğada neredeyse göremeyeceğimiz, insanların aymazlığı sebebiyle yok olmaya yüz tutan hayvanların mumyalarını görebildik. Abant gölünü çepeçevre dolaştık. Gölü güzelleştiren Nilüferler, insana bambaşka bir haleti ruhiye veriyordu. Abant’ta; isteyen faytonlarla göl turu yapıyor, isteyen ata biniyordu. Abant’ta, göle karşı öğle yemeklerimizi yiyip, çaylarımızı içtik. Tabiatın bu güzellikleri arasında, Allah’ın bizlere lütfettiği bu sayısız nimetler içinde O’na ne kadar şükretsek az olduğu kanaati bir kez daha belirdi bendenizde. “Allah’ın hangi nimetini yalanlayabilirsiniz?” ilahi mesajını almamak mümkün değildi. “yeryüzünü gezin, dolaşın…” emrine uygun olarak istikametimiz Göynük idi.
Göynük’ü güzelleştiren Akşemseddin Türbesiydi. Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’in hocası. Akşemseddin, (H. 792) 1390 yılında Şam‘da doğmuştur. Asıl adı Mehmet Şemsettin Bin Hamza’dır. Babasının adı Hamza’dır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin adlarıyla meşhur olmuştur. Baba tarafından Hz. Ebu Bekir soyundan gelen Akşemseddin, 7 yaşında hafız olup, ailesiyle birlikte Amasya‘nın Kavak bucağına yerleşmiştir. Akşemseddin’in türbesini ziyaret ettikten sonra öğle namazımızı camide kıldık.
Göynük, eski Göynük ve yeni Göynük olarak iki kısımdan oluşuyor. Eski Göynük; Safranbolu, Beypazarı, Odunpazarı…evleri gibi tarihi evleriyle meşhur bir ilçe. Yurdumuzun her yerinde bu tür evleri görmek mümkün. Ancak korumak ve değerinin yitirilmemesine gayret etmek gerekiyor. Göynük tepesine çıkmayı arzuladık. Konyalı yazarlar olarak, bu yokuşu tırmanmanın, Göynük’ü tepeden kuş bakışı seyretmenin tadına doyum olamaz diye düşündük. Güç bela, ıkılayarak, tısılayarak tepeye ulaştık. Gerçekten buradaki manzara görülmeye değerdi. Her ne kadar yolu bozuk da olsa, Göynük’e gelip de, tepeye çıkmamak olmazdı.
Göynük’teki ziyaret ve gezimizi bitirdikten sonra otobüsümüze binerek tekrar Abant üzerinden Bolu’ya geçtik. Zira akşamüzeri Bolu MTTB binasında; “Anadolu Mektebi” öğrencileri bizleri bekliyordu. Konyalı yazarlarla buluşmak, onların; yazı, fikir ve düşüncelerinden istifade etmek istiyorlardı. Bolu’ya gidinceye kadar vakit ilerlemiş de olsa, yorgun da olsak mutlaka, geleceğimizin teminatı, ülkenin umudu bu gençlerle buluşmak olmazsa olmazlarımızdandı.
Anadolu Mektebi, Asım’ın neslinin yetişeceği bir ocaktı. MTTB binasında gençlerle buluşma faslında ilk söz bendenize verildi. Gençlerin; “Nasıl yazmalıyız? Yazarken nelere dikkat etmeliyiz?” sorularına, dilim döndüğünce cevap vermeye çalıştım. Âsım’ın Nesli ile ilgili yazmış olduğum şiirmi de okumak nasip oldu.
Âsım’ın Nesli
Dimdik ayakta, Âkif’in düşündüğü “Âsım’ın nesli”,
Ezelden, ebede susmayacak Hakkın ilahi sesi!
“Anadolu mektebi” gençlere şuur veriyor,
Her bir gencimiz bizlere gurur veriyor!
“Âsım’ın nesli” bir sembol, dünden yarına,
Adım adım, dalga dalga yayılıyor her yana!
Diğer yazar arkadaşlar da doyurucu bilgiler vererek gençlerin kafalarındaki soru ve merak edilenlere cevaplar verdiler. Gezimizin bu ilk günkü bölümünü böylece, hayırlısıyla kapattık. İkinci günkü bölümü yarınki yazımda ele almaya gayret edeceğim.