Hece dergisinin kasım sayısı erken ulaştırıldı, beni daha fazla ilgilendirdiği düşünüldüğünden olmalı…
Önce şiirlere baktım. Dergilerde yazılardan önce şiirleri okumayı epeyi zamandır alışkanlık haline getirdiğim için… 20 şiirin tamamını okudum. Her yaştan, her anlayıştan şairin ortak noktası: Sentetik türkçenin şiirlerine nüfuz etmemesi. Birkaç istisna dışında -sel’li, -sallı kelime de yok.
Türkçenin geleceği ile ilgili karamsarlığımı ancak şiirler ümide tebdil edebiliyor.
İlk şiir Faruk Uysal’dan. Babasına adanmış bir şiir:
Hangi koyakta hangi mevsimde hangi yaban çiçeği açar bilirdi.
Şairlerden bir-iki mısra aktarmak istiyorum.
Ali göçer:
Gitmek yeni bir cümle oluyor.
Nureddin Durman:
Dünya bir misafirhanedir
Dostum sessizliğin sesini duydun mu?
Yaşar Bedri:
Kimsenin yoktu kara saçlarını kesmeye vakti.
Mustafa Uçurum:
Adımlarıma bir hicret gelip yerleşecek.
Mehmet Özger:
Eski harman savrulur konforlu kampüste.
Haluk Demiralp:
Hiçbiri asil değil orada
Yedek mülteci adayı
İbrahim Gökburun:
Başka bir ülkede başka bir dilin hecesinde
Gördüm, can sıkıntısını duvar diye ördün
Eyyüp Akyüz:
İtinayla arşivledim bunca acıyı.
Yasin Koç:
Aklımdan bir sayı tutarım.
Mutluluk dışarı çıkar.
İshak Arslan:
Hiçliğin hiçi insanmış anladım.
Nadir Aşçı:
Bazı yaralar vardır kapandıkça kanayan.
Berke Yalçın:
Gün bitmeden olur bunlar
Gün batmadan, film bitmeden
Erhan İksamuk:
Yağmurlar acıtır mıydı tenini hiç konuşmazken.
Ömer Yücedal:
Yürünsün dikenlli yollar yaralar sarılarak.
Hâle Nur Yenihançer
Çığlık atmanın en dargın yolunu bulmuşum.
Mahmut Hatunanoğlu
Her gün güneş değil artık dünya batıyor.
Kubilay Özmen
Hangi şiirim sıratta tutacak elimden?
Ali Sali’nin şiirini en sona bıraktım. “Toprak kirlenir” şiirinde, artık tedavülden kalkmış sayılan, TDK sözlüğünde “eskimiş” olarak kayda geçirilen yüzlerce yıllık güngörmüş kelimelerimizi ustaca, yerli yerinde kullanmış. Rayiha, tahayyül, sema, iksir, âşina, hâsıl (olur), sükunet, teskin, musibet, karye, mekân, kesif, rehavet, riayet.
Bunların yerine şu kelimeleri koysak, şiirin sadece havası mı değişir? Muhtevasını da etkiler bu kelimeler: Koku, imgelem, gök, iksir, tanıdık, ortaya çıkar, sessizlik, yatıştırma, musibet, köy, yer, yoğun, uyuşukluk, saygı…
Dikkat edilirse, iksir ve musibet kelimelerinin karşılığı yok. (Musibet için “yıkın”ı uydurmuşlar, fakat uydurdukları ile kalmışlar!).
Şiirde bir kelime var ki, artık kullanımdan düştüğünden şüphe yok: Karye. İşte bu kelime 5 defa tekrarlanıyor.
Karye, arapçadan geçmiş, köy demek. Evliya çelebi bir köyden söz ederken “Bu karye ahâlîsinin kapuları şeb u rûz küşâdedir” der. Yani halkının kapıları gece ve gündüz açık bir köy. Buradan ne anlaşılır? Misafirperver bir köy. Osmanlı salnamalerinde “karye” kullanılır. Sonra nedense “köy” tercih edilmiş. Türkçe diye mi? Bu da Farsça (kûy)dan.
Şair, ebelerinin, dedelerinin kullandığı bir kelime üzerinden kuruyor şiirini. “Burada eskiler örtü niyetine semayı kullanırdı.” Geçmişte kalmış bir kır hayatı, çocukluk günlerinin uzakta kalmış naif intibaları. Tabiatla iç içe bir hayat. Yağmur sonrasında topraktan bitiveren mantarların katık olduğu bir sadelik. Kederli bir yerin olmadığı dağlarda, kuşların, yaban mantarlarının destekçi olması. Sükunet de onlara kederi teskin etmek için katılır.
Şiirin ikinci bölümünde “musibet” kelimesi devreye girer.
“…musibet karyelerde
Mekân tutar ilk kendine”
Üçüncü bölümde musibetin tesirlerini görürüz: Toprak kirlenir, ağaçlar kirlenir…Adım adım kıyamet.
Şiir şu mısralarla biter:
Musibet çatınca son nefesini verirken karyede
Kapıların önüne atılmış cesetler görürsün.
Şiirin adı “Toprak kirlenir”dir. Modernizm toprakları kirletir, tabiî yaşama sahalarını tahrip eder, böylece karyeler, yani tabiî bir hayatı sürdüren yerler son nefesini verir…
Ali Sali’nin şiirini kaybolan bir hayata yakılan ağıt olarak okuyabiliriz. Bu kelimeler metinde anlamı oluşturmakla kalmaz, şiirin ses ve âhengini de yapar.
Şiirlerden sonraki ilk yazıya sırf ne demek istediğimizi anlatmak maksadıyla (asla eleştirmek kastıyla değil), temas etmek istiyorum.
Sayfayı çevirince hava değişiyor!
Yazının ilk sayfasının bir taraftan arıdil, diğer taraftan Latin kökenli kelimelerle örüldüğünü görüyoruz. (Bütünü öyle, biz sadece birinci sayfa üzerinden konuşacağız). Bu yazı tamamen arıdilin kelimeler ile yazılabilir miydi? Mesela problematik yerine “sorunsal” deniliyor. Tematik yerine tema “izlek”le karşılandığına göre, “izleksel” denilebilirdi. Form yerine biçim, ontoloji yerine, varlıkbilimi, poetika yerine şiir kuramı, terminoloji değil de terimbilimi denilebilirdi. Bu bir dil anlayışı tezahürü olabilirdi. Fakat böyle yapılmadığına göre, uydurma kelimelerle batı dillerinden kelimelerin birlikte kullanılmasının sebebi ne olabilir? Günün cari yazma şekli bir moda gibi herkesi sarmalıyor belki de.
Yine de batı kaynaklı kelimeler daha anlaşılır. Mesela başlıkta kullanılan “biçimsel yönelim”i nasıl anlamalıyız? Bu olsa olsa “şekil tercihi” olabilir.
“Bilişsel şiirbilim” diye bir şey varmış, en azından biz bu yazıdan öğreniyoruz. Peki nedir “bilişsel şiirbilim”? Şiir-bilim, şiir bilgisi veya ilmi olmalı. Ya bilişsel? Bugüne kadar bu kelimeyi kullanıp da anlamını bilene rastlamadım, desem yeri var. Bilişsel, “kongitif”in karşılığı olarak gösteriliyor. Bu durumda, bilişsel, bilme ile ilgili, kavramaya mahsus, idrake müteallik, yani “idrakî” oluyor. İdrak “algı” olarak karşılandığı halde neden “algısal” denilmiyor? Şu ibareyi anlamaya çalışalım: “Biçimsel şiir bilimin tekniğinin yönergeleri.” Burada yönerge kafaları karıştırıyor olabilir. Bu kelime “talimat, direktif” karşılığı olarak kullanılıyor. Demek ki şeklî şiir ilmi tekniği bize talimat veriyor!
Bu kabil yazılarda bolca görülen -sel’li, sal’lı kelimeler de dikkat çekiyor. Bu -sel, -sal eki ekseriya gereksiz veya yanlış şekilde, isim veya sıfat tamlamalarının yerine kullanılıyor. Bir dostuma sordum, neden böyle bir kelime kullandığını. Yani onu daha anlaşılır olarak ifade edebilirdin mânasına. “O zaman sıradan olurdu, dikkat çekmezdi!” Mesela kavramsal bütünlük (kavram bütünlüğü), varoluşsal problem (varoluş problemi) olarak kullanıldığında böyle bir sıradanlık hissediliyor değil mi?
“Felsefî ıra” kavramı iki defa geçiyor. Felsefe malûm, felsefî de. Ya ıra? Ira şeciye, karakter karşılığı uydurulmuş ama yaygınlaşamamış. “Felsefî karakter” neyin nesi?
“Uydurma kelimelerin anlam alanlarının belirsizliği yazılı metinlere müphemlik katarak ilgi çeki görünmesini mı sağlıyor?” diye düşünmeden edemiyorum!
Başa dönersek: Şairlerimiz doğru yolda. Arıdille yazmak, şiiri inkâr etmek demek. Halbuki şiir, fanteziye yatkındır. Kelime seçiminde bu sebeple çok aykırı davranılabilir. Nesir öyle mi ya?
Bu yanlış dil seçiminin nereye kadar varacağını, ülkemizde arıdil literatürünü oluşturan fransızca profesörlerin kitaplarına bakarak söyleyebilirim: Bir gün Hece dergisinin adını “Seslem” yapmak zorunda kalabiliriz!
Bu yazıdan maksat, Hece dergisinin yönetimine, dergide bizimle ilgili bölüm hazırlayan dostlara, kalem erbabına teşekkür etmekti. Biraz dertleşmeden bunu yapamadık.
Velhasıl, emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Sürç-i lisan ettik ise affola!