“Şiirde yenilik ustalara mahsustur”
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi tarafından geleneksel hâle getirilen ve şehrin en seçkin kültür faaliyetlerinin başında yer alan Mevlânâ Şiir Şöleni’nin on birincisi İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün işbirliği ve Karatay Belediyesi’nin ev sahipliğinde Konya’dan ve Konya dışından katılan 32 şairin katılımı ile gerçekleştirildi. Şölen çerçevesinde bu yıl ilk olarak Şiir Atölyesi de yapılarak Türkiye’nin dört bir yanından gelen konuklar hem şiirin hem de yayıncılığın serüvenini masaya yatırdılar.
Kılıçarslan Salonunda 14 Ağustos cumartesi günü üç oturum halinde gerçekleştirilen Şiir Atölyeleri’nde ilk oturum saat 10.00’da TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu’nun selamlama konuşmasıyla başladı. Son günlerde ülkemizi sarsan doğal afetler yüzünden bu etkinliği gerçekleştirip gerçekleştirmeme konusunda tereddüde düştüklerini anlatan Köseoğlu, “Paydaşımız Karatay Belediyesi ile yaptığımız istişare sonucunda programı yapma konusunda fikir birliğine vardık. Afetler sırasında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Fatihalarımızı yolluyoruz. Şölenimize katılan konuklarımıza da teşekkür ediyoruz. Bu gün şehrimizde şiirler okunacak ve şiir konuşulacak. Bir kültür ve sanatsever olarak bu benim için büyük mutluluk. Bu tür mutlulukların daim olmasını ve sürdürülmesini diliyorum” dedi.
1950’DEN 2000’E İMGESEL EVRİM
Başkanlığını şair Vural Kaya’nın yaptığı 1. Oturuma Hayrettin Orhanoğlu, Duran Boz ve İbrahim Demirci konuşmacı, Selim Somuncu, Mehmet Narlı ve Hicabi Kırlangıç da müzakereci olarak katıldılar. Hayrettin Orhanoğlu programdan bir gün önce kalp krizi geçirdiği için masada yer alamadı.
“1950-2000 yılları arasında şiirin imgesel evrimi” konulu oturumda konuşmacılar tespit ve fikirlerini beyan etti.
İlk konuşmacı İbrahim Demirci, doğrusu 1950, Türk tarihinde önemli kırılma noktalarından birini oluşturuyor. Biliyorsunuz 1950 yılında, 1946'da başlaması gereken ve fakat başlayamayan serbest seçimler 1950'de icra edilmiş idi ve 1950 Haziran'ında, 1932'de başlayıp 18 yıl devam etmiş olan ezan yasağı sona ermiş idi. Yani 1950'den sonra şehirleşme, kırsaldan, kır bölgelerinden şehirlere doğru bir göçün, akımın da başlangıç noktasını oluşturdu. Dolayısıyla edebiyat dünyasında da 1950’den sonra ortaya çıkan şairlerin, yazarların biyografilerine bakıldığı zaman İstanbul dışından, taşradan gelen, Anadolu'dan gelen imzaların, isimlerin arttığını göreceğiz. Dolayısıyla 1950 sonrası bir bakıma bir çeşit özgürleşme ve çeşitleşme zeminini oluşturdu, diyebiliriz. Hiç şüphesiz, özellikle edebiyat ve şiir söz konusuysa, sadece ülke içi dinamikler değil, dünyadaki gelişmeler de bizim şairlerimizi, sanatçılarımızı elbette doğal olarak etkiliyor. Dolayısıyla Avrupa'daki sanat hareketlerinin de Türkiye'de yankı bulması çok doğal bir şeydir.’ diyerek örneklerle konuşmasını tamamladı.
Mehmet Narlı da konuşmasında imgeye atıfta bulunarak “Eskiden hayal ve imaj olarak adlandırılan terim 1960 sonrası imgeye dönüştü. İmge somut bir kavram değil, soyut bir kavramdır. İmge bilinçle ilgili, bilinçten ayrı değil. İmge kendiliğinden oluşurken bir bilgiye ihtiyaç duymaz. İmgelerin dünyada gerçek olmayan bir şey yarattığını sanmıyorum. İmgeler özgürdür, bilinciniz özgür değilse imgeniz de özgür değildir. Özgür bilinç yaratır, özgür olmayan bir imge şairi taklitçi yapar.” dedi.
Narlı, “Ben roman ve hikâyelerde yazar yerine anlatıcı tabirinin kullanılması taraftarıyım. Şair yerine de şiir öznesi kelimesini kullanabiliriz” diyerek oturuma başka bir boyut daha kazandırdı.
Oturumun ikinci konuşmacısı Hicabi Kırlangıç ise sözlerine “İmge bir görüntü, Farsçada tasvirdir… İstihare, karineli ve karinesiz diye ikiye ayrılır. Şairlerin çoğu ürettikleri istiharelerin orijinal olduğunu iddia ediyor. Bunlar karinesiz istiharelerdir” diyerek başladı. Çok köklü olan Türk şiir geleneğinden bir kopuşun Batılılaşma hareketleri ile başladığını ve 1950 yılından sonra bu ivmenin hız kazandığını söyleyen Kırlangıç, “Dilin kendi oluşturduğu bir anlam dünyası var. Bazı dönemlerde farklı arayışlara yöneliyorlar. Etkileşme her zaman olmuştur. Ancak bu etkileşme sürecinde kendi dilini oluşturan şair özgün kalmayı başarmış sayılıyor” dedi.
Duran Boz da “Batılılaşma sürecinde Türkiye’de yapılmak istenilen yeni bir insan türü oluşturmaktı. Bu dönemde birçok intihaller var. Bu dönem Tevfik Fikret’i, Mehmet Akif’i, Balkan Savaşı sonunda Mehmet Emin Yurdakul’u ortaya çıkardı. Necip Fazıl imgeleri değiştirdi” dedi.
MATBU YAYINCILIK BİTMEZ
11.30’daki Şiir Atölyesi’nin ikinci oturumunda, “İnternet karşısında edebiyat dergilerinin durumu nedir? Dijitalleşme matbu dergiyi bitirdi mi? Şiir dijitalleşme döneminde neden kendine yer açamıyor?” gibi sorulara cevap arandı. Yöneticiliğini Osman Özbahçe’nin yaptığı oturuma Mustafa Aydoğan, Ali Ayçil, Yunus Emre Altuntaş konuşmacı olarak katılırken müzakereciler masasında Tuba Kaplan, Fatma Şengil Süzer ve Mustafa Uçurum yer aldı.
İnternetin özellikle yeni nesil üzerinde büyük etkisi olduğu konusunda hemfikir olan katılımcılar matbu derginin ömrü konusunda çeşitli fikirler ileriye sürdü. Dergiye 30 yıl kadar bir ömür biçenler olduğu gibi bunun süresi olmadığını, her zaman ve şartta matbu dergi olacağını savunanlar da oldu. Sanal âlemde yetişen, özellikle 2010 sonrası doğanların hâkim olduğu bir şiir dünyasında daha ciddi editörler tarafından hazırlanan ve internet ortamında yayınlanan şiir dergilerinin ciddi rağbet göreceği de bu oturumda dile getirildi.
YENİLİK YAPMAK USTALARA MAHSUSTUR
Saat 14.00’teki Üçüncü oturumda ise katılımcılar “Yenilik, gücünü yitirdi mi? Önceden şiir yenilik taşırdı geliştirirdi, şimdi taşıyamıyor, neden? sorusuna cevap aradı. Emre Öztürk’ün başkanlık ettiği oturumda Emre Söylemez, Yusuf Araf ve Murat Küçükçiftçi konuşmacı, Eray Sarıçan, Ali Bal ve Vasfettin Yağız da müzakereci masasında yer aldı.
Yeni’nin ne anlama geldiği, tam olarak açıklanamadığı veya bir şeyin Yeni olduğuna nasıl karar verileceği konusunda bir kıstas bulunmadığını söyleyen katılımcılar şirin değiştirme gücünün bir anda ortaya çıkmayacağı, bunun zaman içinde etkisini göstereceğini dile getirdiler. Oturumun en önemli tespiti ise “Şiirde yenilik yapmanın usta şairlere mahsus olduğu” hususuydu.
Atölye çalışmalarında konuşmacı ve müzakereci olan şairlere, aynı gün Gül Bahçesinde icra edilen şiir şöleninin ardından Mevlana Türbesinin giriş kapısı olan Gümüş Kapı’nın maketi takdim edildi.