İnsanın sosyal bir varlık olduğu, toplum içinde yaşamak zorunda olduğu iyi bilinen bir gerçektir. İnsanın sosyalliği kadar değişim ve dönüşüm olgusu da bir vakıadır. İnsan sürekli gelişen, kendini yenileyen dinamik ve değişime açık bir varlıktır. Değişim ve dönüşüm kavramları anlam ve kullanımları itibariyle tartışılabilir olsa bile gerçekliği tartışılamaz.
Yakın döneme kadar Türkiye'de en çok kullanılan kavram devrimdi.
Atatürk devrimleri, sosyalist devrim, İslam devrimi vs artık bu kavramların kullanım alanı biraz daha daraldı.
Devrim yerine daha kullanışlı ve makul olduğu için dönüşüm kavramı kullanılır oldu. Çünkü devrimde zor kullanımı, şiddet unsuru ağır basmakta ve devrim acelecilik taşımaktadır. Üstelik gelenekçi toplumlarda devrimin somut karşılığı bulunmamaktadır. Şüphesiz Türkiye'nin en başarılı ve tek ciddi devrimci hareketi Atatürk inkılabı veya Kemalist devrim olarak nitelenen harekettir. Türkiye Cumhuriyetini bu irade kurmuş ve inkılaplar bu kadro tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu gün de en çok tartışılan konu yine Atatürkçülük ve İnkılaplarıdır. Ülkemizin geldiği nokta, katettiği mesafe ise hepimizin malumudur.
Halen Türkiye'nin en ciddi meselesi devrimci Kemalistlerin Türkiye'nin değişimine ayak uydurup kendini yenileyememesidir. Tek kelime ile Kemalist olduğunu söyleyen seçkinci kadro aristokratik bir kimlik kazanmış ve toplumun önünü kapatmıştır. Aydın yada entelektüel adıyla bilinen bu kesimin öncüleri bile tam anlamıyla tarih dışı olmuş veya düşünceleri ile tarihin arkasına takılıp kalmışlardır. Seçkinci statüko kendi varlığını korumanın dışında hiçbir şey düşünememektedir.
Halbuki mevcut Türkiye 20. yy ilk yarısındaki Türkiye değildir.
Dinamik toplumsal yapı Cumhuriyetin bütün kazanımlarını sahiplenmiş, milli güç unsurlarını etkin bir şekilde kullanmış, evrensel değerlere kendini açmış ve ciddi oranda kendini yenilemiştir. Bugün Türkiye'de yepyeni bir kuşak yetişmiştir. Siyasette, ekonomide, bilimde ve sanatta dünya ölçeğinde üretim yapabilecek bir kadro. Üstelik bu ekip kompleksiz, kendinden emin, kendiyle ve tarihiyle barışık bir özgüven noktasına ulaşmıştır. Bu düşüncelerim masa başında şekillenmedi, bir hayal ürünü de değil. Gezip gördükçe bu düşüncelerimin doğruluğuna olan inancım artıyor.
Geziyorum dedim ya geçen hafta Odunpazarı belediye başkanı Burhan Sakallı'nın davetine uyarak Yazarlar Birliği Konya Şubesi olarak Eskişehir'deydik. Eskişehir, düşüncelerimi tarttığım, tartıştığım bir laboratuar görevi yaptı benim için. Malum bir Batı Anadolu şehri ama sanki Batı vurgusu ağır basan Anadoluluğu gölgede kalmış bir şehir.
Şimdi gördüm ki bu şehir kendini yeniden tanımlıyor, tamir ediyor tıpkı Türkiye gibi. Gelenekle modernliğin, Doğu ile Batı'nın barıştığı, birlikte yaşayabileceği bir uygarlık merkezine dönüşüyor.
Kentlilik bilinci, kentsel dönüşüm, tarihsel dokunun tamiri, sanatsal faaliyetler, ticaretin canlandırılmasına yönelik girişimler, halkla kurulan sıcak ilişkiler, yoksulların korunması, kamu hukukunun korunması noktasındaki duyarlıklar geçekten takdire şayan. Sanki yeni Türkiye Eskişehir'den yeniden inşa ediliyor gibi geldi bana. Buna karşılık elitlerin seçkinci direnişi, halka tepeden bakan tavırları da küçük bir Türkiye gibi.
Bu şehir beni yeniden yüreklendirdi. Güzel şeyler oluyor bu ülkede dedim. Geleceğime güvenle bakmamı sağlayacak kadar büyük güzellikler.
Çocuklarımıza bugünden daha iyi bir Türkiye bırakabileceğimize inanıyorum. Hani Şerif Mardin hoca Kemalistlerin iyi, güzel ve doğruyu tesis edemediğini söylemişti ya. Hoca Eskişehir'e giderse bu eksikliğinde yeni kadrolar tarafından inşa edildiğini ve devrimin tamamlanmakta olduğunu görebilir. İyinin, güzelin ve doğrunun egemen olabileceği bir Türkiye. Odunpazarı Belediye başkanı sayın Burhan Sakallı'ya, değerli çalışma arkadaşlarına, özellikle Sosyal ve Kültür işleri müdürü İsmail Köse'ye sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Saygılarımla.