'Gönül gurbet ele varma' der ya bir Antep türküsünde... Bülbülün altın kafeste 'vatan vatan' dediği gibi... Antep gezimiz oldukça güzel geçti geçmesine, ama 'Türkiye'nin en büyük hayvanat bahçesi' diye övündüğümüz alanın bir hayvan hapishanesi olması yaraladı beni. Laf aramızda, ben Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyumu hayvanat bahçelerini kaldırma cesareti gösterecek adaya vereceğim...
Beldeyi muhayyereden ne zaman gurbete düşse yolum, Karahisar Kalesi takılır dilime Hasan Arslan ağabeyin yorumuyla...'Karahisar kalesi yıkılır gelir...' Ama Karahisar'a değil yolumuz bu sefer. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Konya Şubesinin geleneksel hale getirdiği "Yazılacak Çok şeyimiz Var" gezilerini bakır rengiyle serinleten Antep'e... Gaziantep'e... TYB'nin, katılabildiğim hemen her gezisi, gezip göreceğim tarihî ve coğrafî güzelliklerden ziyade; yoğun iş temposu dolayısıyla sesini duymadığım, yüzüne hasret kaldığım arkadaşların, ağabeylerin, kardeşlerin sohbetleriyle çekiyor beni kendine...
Düşünüyorum da; arkadaşlarımız, arkadaşlığımız olmasa; Antep, Afyon, Niğde, Nevşehir, dahası Konya ne anlam ifade eder... Ali Işık ağabey, Halil İbrahim Tongur arkadaşım, Kadim dostum Mehmet Ali Köseoğlu, siyasete düştükten(!) sonra sadece cenaze törenlerinde ulaşabildiğim güzel insan Ahmet Sorgun ağabey, Gazeteci Sadık Gökçe, Saffet Yurtsever hocam, hatıra fotoğrafçım Fikret Küçükmumcu, bir hizmet eri gibi her ihtiyaç duyduğumda yanımda hissettiğim Bedir Köseoğlu arkadaşım, iki dakikada on kıta şiir yazabilen İsmail Desteli ağabey... Pozantı'da İkram ettiği tatlı daha damağımda olan TYB Konya Şubesi eski başkanı Ahmet Köseoğlu, Yazar Hüzeyme Yeşim Koçak, Sadık ağabeyin değerli eşleri Anuş Gökçe ablamız, koruma altına aldığımız solcu yazar Zeki Oğuz, Ömer Lütfi Ersöz, Vural Kaya, Bariş Şayir, İbrahim Can kardeşim, eski mesai arkadaşlarım Mustafa Balkan, Selman Selim Akyüz, Hamdi Bağcı olmadıktan sonra sahi ne işe yarar geziler...
İçime buruk bir sevinç zerk ederek girdi otobüsümüz Gaziantep yoluna... Kurutulmuş bir hüzün, birhasret kırıntısı... bir duygu seli...Ne sayarsan say... "Sekiz saatlik yol nasıl biter?" dedirtmedi arkadaşlarımız sağ olsun. Uzun zamandır görüşemediğim Fikret Küçükmumcu'nun, "Saçların ihtiyarladığını söylüyor Ahmet" demesi ölümü hatırlattı bir kez daha. Yaş sormayan ölümü niye ihtiyarlıkta anıyor ki insan... Cahit Sıtkı Tarancı'nın Otuz Beş Yaş şiirinden mülhem, hayli zorlama bir şiir fısıldadım kulağına:
Şairlerin öldüğü yaşa yaklaştım sanırım
Yaş kırk beş, gönül hâlâ on yedisinde
Ne ihtiyarlık duygusu ne ölüm korkusu
Bilmem ki bu candan ne zaman usanırım
Pozantı'da Ahmet Sorgun ağabeyin yağmur seyrinde çayı ile kendimize gelirken, Ahmet Köseoğlu'nun tatlısıyla enerji depolayıp, İsmail ağabeyin hikayeleriyle gülümsüyoruz.
"Ne yiyip ne içtiğimiz değil, kiminle yola çıktığımız önemli!" diyor Ahmet Sorgun ağabey. Pensilvanya geliyor aklıma nedense... Ümit Savaş'ın yurt dışından arayıp selamlarını ilettiğini de söylüyor konuşma arasında... "Savaş mı çıkarmalıyım sizlere ulaşabilmek için" diyorum kendi kendime.
Ahmet Köseoğlu, Konya Milletvekili Mustafa Kabakçı'nın, torunlarını "Uyusun da büyüsün ninni, büyüsün de dedesine oy versin ninni" diye sevdiğini anlatıyor, Kabakçı'nın, çok uzun zaman önce de "Sayın abonemiz bugün telefonlara bakım yapılacak, cihazınızın yağ sızdırmamasına dikkat edin" diyerek vatandaşları nasıl uyuttuğunu biliyorum.
Salih Sedat Ersöz'ün anlattığı buzağı hikayesi tam bir ibretlik.. Görünüşe aldanmama hikayesi. Halil İbrahim Tongur, MİT tırlarının durdurulduğu yere geldiğimizde, "İşte burası" diyor. Anlıyorum.
Yalçın dağları göstererek, "Dağlarına sahip olamayanın ovalarına hakim olamayacağı"nı ifade eden Fikret Küçükmumcu'nun sözlerini not alıyorum.
'İnce Düşler'den hatırımda kaldığı kadarıyla bir şiir mırıldanıyorum dağ üzerine:
takkeli dağ içime düşüyor bu gece
yıldırımlara çarpıyorum kendimi
elimi /
ölümün şakağında yıkıyorum
şehir yıkılıyor
ben ayıkıyorum
şekerden, nergisten uzak
bir aşık acem türküleri çığırıyor
dağınık saçları, kirli sakalı...
yalan gibi...
yaş / otuz üç
kuytu tebessümler dağıtıyor
adım gibi biliyorum
o/ysa bir benimle barışık
bir tek benimle...
iki de bir düşlerimi damıtıyor
şehrin bulutları avucumuzda
yılgın atlar kar tanesi bir ordu
geceyi kurdele yapan çocuk
sessiz sedasız
bir çığlık omzumuzda
Takkeli Dağ'ın asıl adının 'Gevele' olduğunu söylüyor Araştırmacı Yazar Ali Işık ağabey... Ben gevele(me)den Takkeli'yi daha çok sevdiğimi belirteyim, daha şiirsel...
Konya Kalelerine geliyor söz dönüp dolaşıp.Her gittiği şehirde bir kale gören ben, şehrin nasıl yıkıldığını içimde hissediyorum. Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesine 60 trilyon lira harcanmış, ama değmiş doğrusu. Konya'nın kalelerini yeniden inşa edebilir miyiz bilemiyorum, ama yıllardır türküsünü çağırdığımız Alâeddin Köşkü'nün yeniden yapılması için daha kaç sene bekleyeceğiz buradan sormak istiyorum ağalara!
Gaziantep Milli Eğitim Müdürü hemşehrimiz Celalettin Ekinci, uygulamalı otelde ağırlıyor bizleri. Bir kuşun sütü eksik. Şehitkamil Kaymakamı Hemşehrimiz Mehmet Aydın gezi boyunca yanımızdan ayrılmıyor. Salih Sedat Ersöz, çocukluk arkadaşı Mehmet Aydın ile hasret gideriyor. TYB heyetini ağırlayan Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu'nun, bizleri ağırlamaktan duyduğu memnuniyet gözlerinden okunuyor. Her biri mükemmel bir ev sahibi.
Zeugma Mozaik Müzesi Müdürü Yusuf Altın, Roma döneminden zengin eserlerinin sergilendiği müzede bizimle yakından ilgileniyor.
Sonrasında Türkiye'nin en büyük hayvanat bahçesini geziyoruz öğle sıcağında. Hamakta sallanan maymunlar uyuyan ayılar, yoruluyoruz... Turistik Bakırcılar Çarşısına çıkıyoruz döneceğimiz gün. Burada el yapımı ürürlerden çok, Çin malı çakma ürünler süslüyor tezgâhları. Konya'da fabrikalarda işe başlayan Suriyeli kardeşlerimiz Antep'te iş yeri sahibi olmuşlar bile. Her fırsatta eleştirdiğimiz Konya'nın cadde ve sokakları Antep'i görünce otoban gibi geliyor.
TYB, Mustafa Dündar, Mustafa Erkuş, Hasan Özücan gibi isimlerle de tanıştırıyor gezi vesilesiyle. Daha ne olsun..
TYB Konya Şubesi Sekreteri Yusuf Özdemir ve Rüstem hocama da selâm...