TYB'de "Araplarda Türk Algısı" Konferansı

Ali Dadan Türkler kendi yazılı kaynaklarının Göktürk kitabelerinden ileri gitmediği; ancak ilişkide bulundukları komşuları tarafından tutulan yıllıklarda...

Ali Dadan Türkler kendi yazılı kaynaklarının Göktürk kitabelerinden ileri gitmediği; ancak ilişkide bulundukları komşuları tarafından tutulan yıllıklarda haklarında bölük pörçük bilgilere ulaşıldığı, kendileri hakkında yazılan kaynaklarının da Çin, Bizans ve Arap Kaynakları olduğunu söyledi. Türkler hakkında bilgi veren ilk Arap tarihçisi Taberi olduğunu belirten Dadan bu konuda şunları söyledi: " Türkler hakkında ilk bilgiler Taberi'nin eserinde görülür. Taberi, "Milletler ve Peygamberler Tarihi" adlı eserinde, Türkler'in Hz Nuh'un oğlu Yafes'in soyundan geldiğini söyler. Taberi'nin bu bilgilerini Tevrat da doğrular. Yalnız Tevrat'ta Türk olarak değil, Togorma olarak bahsedilir.

Türklerle ilgili hadisler, Hatip el- Bağdadî, Süyutu, Hindî gibi âlimlerin eserlerinde mevcuttur. Muhammed bir Ebu Müslim, Türkler hakkında Hazret-i Peygamberin şöyle bir konuşma yaptığını rivayet ederler: "Kâle SAV. Hıfz/ muhafaza 10 kısımdır. Bunun 9'u Türklerde 1'i ise diğer kavimlerdedir."

Çoğu alimler, Hz Peygamberin Türkleri tanımadığını, onun için de bir hadis gelmediğini savunmuşlardır. Halbuki Hz Peygamber, Peygamberlik görevi gelmeden önce bir tüccardı ve pek çok ülkeye kervan göndermiştir. Suriye ve Şam tarafına gönderdiği gibi Türk memleketlerine de kervanlar göndermiştir. Türklerin ürettiği pek çok eşyalar, kumaşlar, dokumalar, alet ve edevatlar Arabistan yarımadasında alıcı bulmuştur.

Hz. Peygamberin Türkleri tanıyıp tanımadığına da değinen Dadan, sözlerine şöyle devam etti: "Hz Peygamber Türkleri tanıyor mu? sorusuna verilecek cevap, evet tanıyordu; hem de çok iyi tanıyordu. Türklerin verdiği sözden asla dönmeyeceklerini ve yaşadıkları coğrafyanın özelliklerinden dolayı yayla ve kışlak arasında hayvanlarını otlatan ve hayvanlarını ve ailelerini çeşitli saldırılardan korumak için savaşçı bir kavim olduklarını, çok iyi ok ve kılın kullandıklarını, kendilerine sığınanları da geri vermediklerini, vermeyeceklerini çok iyi biliyordu."

Yardımcı Doç. Dr. Ali Dadan, salondaki dinleyicilere de "Kur'an'da Türk adı geçer mi?" diye bir soru yöneltti ve sonra bu soruyu şöyle cevapladı: "Direk olarak geçmez. Yalnız bazı müfessirler Kur'an'da geçen bazı kavimlerin Türk olduğu hükmüne varmışlardır. Mesela Zülkarneyn kıssasında; set çekilirken ora halkından demir ve bakır ve katran istiyor. Önce o kavmin dilinden anlayamadığı için daha sonra tercüman vasıtasıyla anlaştığı kabul ediliyor. Çünkü istediği maddeleri hemen hazırlıyorlar. Bu Seddi inşasını isteyen kavimlerin Türk olduğu vurgulanıyor. Vani Mehmet Efendi Zülkarney'in Oğuz Kağan olabileceğini kabul ediyor. Zemahşeri'nin de tefsirinde sözünden anlamadı; onları dinlemediği şeklinde tefsir ediliyor. Ayetin devamına bakıldığında aralarında anlaşmanın sağlandığı ve seddin inşa edildiği görülüyor. Zülkarney'ne tabi olanlar Türk, seddin arkasında kalanlara Ye'cüc ve Me'cüc denilyor.

Ye'cüc ve Me'cüc'ün hangi kavim olduğu bu güne kadar açıklığa kavuşturulmuş değildir. Ye'cüc ve Me'cüc'ün Türkler olduğu Arap kaynaklarında hep vurgulanmıştır. Halbuki Türkler Müslüman olduktan sonra İslamiyet'e son derece saygılı davranmışlar ve bir numaralı savunucuları olmuşlardır. Moğollar Bağdad'ı istila ettikleri zaman çok büyük katliam yapmışlar, her tarafı yakıp yıkmışlar, kütüphaneleri yakmışlar, el yazma binlerce kitabı Dicle suyuna atarak İslam kültürüne çok büyük bir darbe vurmuşlardır. Bunun için Ye'cüc ve Me'cüc'ün Moğollar olması ihtimali daha kuvvetli oluyor."

Hz. Peygamberin hadisine dönecek olursak;Habeşliler ve Türkler sizlere dokunmadıkça siz de onlara ilişmeyiniz. Neden Habeş sözü de zikredildi: Çünkü inançları farklı da olsa dini yaymaya başladığı zaman Mekkeli müşriklerin zulmüne dayanamayan sahabeler Habeşistan'a göç etmelerine arada anlayışlı ve adil bir hükümdarın olduğunu söyleyerek hicrete izin vermişti.Onun için Habeşli tabirini de kullanıyor. Onun için Habeşliler ve Türkler size dokunmadıkça onların üzerine seferler düzenlemeyiniz; ama sığınılacak bir kapı aradığınız zaman yine onlara müracaat edebilirsiniz, buyuruyor. Çünkü Yahudiliğin bile yayılma imkânı bulduğu Türklerin çok toleranslı davranacaklarını biliyor.

Dadan, gerek hendek savaşı esnasında gerekse Medine'i- münevverede mescidin yanında bir Türk çadırından kurdurduğundan bahsetti ve şunları ilave etti: "Yine sahih hadislerde hadis olarak değil de bir uygulama biçimi olarak geçer. Hendek savaşında ve Medine' de mescidin yanında Hz. Peygamberin çadırının yanında beyaz bir Türk otağının da kurulu olduğu rivayet edilir. Hz. peygamberin vefatına kadar bu Türk çadırını kullanıyor, vefatından sonra Hz. Ebu Bekir'e ondan da kızı Hz. Ayşe'ye geçiyor. Hz Ayşe daha sonraları bu çadırda kendisine fıkhı meselelerde soru sormak isteyenleri kabul ediyor."

Yine bir başka rivayette "Sizler ayakkabıları deriden, giysileri kıldan yüzleri kırmızı ve kalın derili bir kavim sizle savaşmadıkça kıyamet kopmaz." Bu bütün hadis kitaplarında yer alır. Bazı muhaddisler bu hadiste geçen kavmi Türkler olarak tefsir etmişlerdir. Fakata o zaman da Orta Asya'daki pek çok kavim aynı şekilde giyiniyordu.

Arap ravilere göre Ceyhun Nehri'nin ötesinde kalan bütün halklar Türk'tür. Halbuki o bölgeye Türk gibi giyinen ve kuşanan pek çok kavim vardır. Ve Türkler Müslüman olduktan sonra tamamen İslamiyet'in hadimi olmuşlar, hizmette en üst seviyeye çıkmışlardır.

Yukarıdaki hadis o halde ravilerin bir çıkarımıdır.

Araplar, Emeviler dönemine kadar Hz. Peygamberin sözüne bağlı kalmışlardır. Emeviler döneminde Türkler bağımsızlığını kaybedip küçük küçük devletçikler haline gelince bunların üzerine seferler düzenlenmiş, çok kanlı savaşlar yapılmıştır. Emeviler, koyu bir Arap milliyetçiliğine dayandığı için burada Türklerin tekrar toparlanıp güçlü bir devlet kurmalarının önüne geçip onları yok etme yoluna gitmişlerdir. Türkistan'ın ortalarına kadar seferler düzenlemişler, büyük kitler halinde Türkleri esir edip, kadınlarını cariye, erkeklerini de köle olarak kullanmışlardır. Türk memleketlerinde çıkan isyanlar da çok kanlı bir şekilde bastırılmıştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin babası da Türkistan'dan getirilen kölelerdendir.

Türkler hakkında, Hz. Ömer'den gelen bir haber de şöyledir: Mesleme, İki kişinin öldürülmesine çok üzülür ve ona şöyle der: "Geylan ve Salih'in öldürülmeleri seni üzmesin. Onların öldürülmeleri 2000 Türkün öldürülmelerine bedeldir." Burada bu kişiler fitne çıkardıkları için onların fitnesinin Türklerle savaştan daha tehlikeli olduğunu söylüyor.

Türklerin Müslüman olmasına gelince onların Müslümanlığı Talas savaşından öncedir. Ticaret yoluyla Müslümanlığı kabul eden kitler vardır. Ancak Talas Savaşı ve Abbasilerin Araplardan başka Müslüman olanlara karşı biraz daha toleranslı tutumları Türkleri çok büyük kitleler halinde İslam'a girmelerine yol açmıştır.

Program, Yrd. Doç. Dr. Ali Dada'na Yazarlar birliği anısına plâket takdim edilerek konferans sona erdi.

Haberler Haberleri

Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni Taşkent'te yapılacak
TYB Konya'da Vefatının 100. Yılında Ziya Gökalp Anıldı - Felsefeyi Sosyolojiyle Yenilemek
Vefatının 30. yılında Tarık Buğra
Konyalı On’lar Perşembe Sohbetlerinde Nail Bülbül Konuştu
Konyalı On’lar Perşembe Sohbetlerinde Kâmil Uğurlu Konuştu