Şu dağlar gül ger meşe
Güneşe gel güneşe
Senin yârin gül ise
Benimki mor menevşe
Durnalar yörü
Aman aman allı
Al dudaklar ballı
Yeşilde Bursa şanlı
Zeytin gözlü durnalar yörü
1960'lı yılların başlarında radyolarda plak çalan pikaplarda hep bu güzel türkü çalınırdı. O yılların ünlü ses sanatçıları Aliye Akkılıç, Nezahat Bayram ve diğer türkücülerimizin ağzında bir başka idi bu türkü... O zamanın biz gibi 15 -16 yaş gençleri de durmadan bu türküyü dinler ve özlerdik, o güzel ve yeşil Bursa'yı merak ederdik. Bilmem zeytin gözlü turnaları var mıydı ama tarihi eserleriyle, yeşilliği ve güzelliği ile hakikaten türkü sözlerini doğrular nitelikteydi Bursa.
Benim bu şehre belki onuncu gidişimdi ama bu seferki bir başka oldu. Çünkü Bursa'ya şehrin tarihini ve geçmişinin izlerini yeniden okumaya gidiyordum sanki. TYB Konya şubemizin 5-6 yıldır sürdürdüğü "Yazılacak Çok Şeyimiz Var" gezilerinden 18'incisini bu sefer de işte o güzelliği, yeşilliği, tarihi eserleri ile ünlü, Marmara'nın incisi Bursa şehrine yapacaktık. TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu'nun ve yönetim kurulu üyelerinin gayretli çabaları ile gerçekleşen bu tür gezilerde görülenler, yazılanlar tarihten bir belge olarak kalacaktı şüphesiz. Sayın Köseoğlu başkanın deyimi ile "söz uçar yazı kalır"dı...
Daha evvel TYB Konya Şubesinin sekreteri Şaban Özdemir'den aldığım davete icabet etmek için evet demiştim, bu geziye katılmaya. 10 Nisan 2009 gecesi saat 23'ü biraz geçerken eski Adliye binası arkasındaki mütevazı binanın önünden yola revan olduk. Gece boyu süren yolculuğumuzda, yazar, şair, sanatçı, ressam, fotoğrafçı bir çok güzel insan vardı.
Tarihe not düşmek için yorucu ama hoş bir yolculuktan sonra sabah 07.00'de Bursa Osmangazi Belediyesi Merinos Sosyal Tesisleri'nde tarihi tren istasyonundaki güzel bir lokantada idik.
10 yıl kadar esarette kalan ilimizin kurtuluş yıldönümüne rastlıyordu gezimiz. İşte tarih erkenden önümüze çıkıyor ve bulunduğumuz yer cennet mekan sultan Abdülhamit Han tarafından Almanlara yaptırılmış Bursa Mudanya arası çalışan bir tren istasyonu imiş. Antik çağda bu ilimizin ismi Prusyasmış. Sonradan Bursa olarak Türkçeleşmiş ve öyle devam edegelmiş. İnşallah hep öyle devam edecek.
Burada aramıza katılan Bursa TYB Şube Başkanı Mehmet Fatih Birgül bey ile birlikte kahvaltımızı yaptıktan sonra tarihe yolculuğumuz başladı. İlk olarak Davutdede Cami ve Türbesi'ni daha sonra Yıldırım Beyazıt Cami ve külliyelerini gezdik. Osmanlı cami mimarisinde bir görüntü dikkatimizi çekiyordu. Ana kapıdan girişte sağınızda ve solunuzda iki açık iki de kapalı mekân vardı, daha ileriye bakınca geniş bir cemaat yeri görülüyordu ki bu da camilerin Osmanlı sultanlarının sohbet etme müşaverede bulunma, kararlar alma, ibadet etme gibi bir çok fonksiyona sahip olan mekanlardı. Hatta kılavuzumuz Fatih Bey'in deyimi ile camiler, düğün ve nikah merasimlerinin bile yapıldığı sosyal tesislerdi.. Osmanlı sultanlarının halkı ile barışık olduğunun bir göstergesi demekti.
Bursa akarsu bakımından da çok zengin. Meşhur Uludağ'ın eteğinde olmak bunun bir getirisi işte. Dört ayrı dere ile parsellenmiş olan Bursa'nın bu derelerinin ismi: Gökdere, Nilüfer, Çilimboz, Karagöz dereleri. Aracımızla bir yerden geçerken akan bir derenin üzerinde bizim bakışlarımızı celbeden çarşı Irgandı Çarşısı imiş. Irgandı "sallanma" demekmiş.
Konya deyimlerinde de var ya "ırgalamak" diye yani "sallamak" diye birbirini tutuyordu deyimler. Fatih Bey hikâyesini de şöyle anlatıyordu çarşının: Bir adam hazine bulmuş. O hazineyi yerinden çıkarırken, yer müthiş şekilde sallanmış. Şahıs o hazine ile çarşıyı yaptırınca adına Irgandı Çarşısı denmiş. Harika bir görüntüsü vardı su akıntısının üstündeki çarşıyı dolaşması...
Bursamız'ın manevi mimarlarından Emir Sultan'ın türbesine geldik. Her yer, harika.. Tarih hiç bozulmamış, korunmuş. Camileri, külliyeleri, hatta mezarlıkları... Hepsi iç içe... Hazretin manevi etkisinden kurtulmadan bir başkasının mekanında buluyorsunuz kendinizi... İşte hemen yakındaki Zeyni Camii'ni ziyaret ediyoruz. Ardından Yeşil Cami'yi.. Altından geçirilen yol ve depremlerin yıprattığı bu mekan restore ediliyormuş. Bundan dolayı içeriyi ziyaret etmek yasakmış. Yıldırım Beyazıt'ın oğlu Sultan 1. Çelebi Mehmet yatıyor bu türbede. Camilerde bir başka dikkat çeken şey ise imamın durduğu mihrab... Kenarlarında ve bazı camilerde mihenk taşları bulunuyor. Bu yuvarlak taşlar mekanın zemine oturup oturmadığını gösteriyormuş, kayması var mı yok mu bunlardan takip edilip ona göre önlem alınırmış. Ve bunca asır geçmesine karşın halen daha dönüşe devam eden mihenk taşlarının oluşu atalarımızın mimaride ne derece zirveye çıktıklarını anlatmaya yeter de artar sanrım.
Yeşil Camii'nin iç mimarisi de Yıldırım ve Murat Hüdevandigar 'Muradiye) camilerinin mimarisi ile aynı tarzda.
Gezimiz eski İslam Eserleri Müzesi (Müze-i Hümayün) ile devam ederken şöyle atalarımızın yaptığı işleri düşünmeden edemedim. Bursa'ya hayranlığım bir kat daha artarken kültür mirasının çok güzel korunmuş olduğunu hatta atalarımızın yaptığı mekanların civarındaki parklara, yeşilliklere, ağaçlara hiç zarar vermeden beton yığınlar yapılmadan kesme taşlar ile nakışlandığını müşahede ettim her yerin...
Gezimiz esnasında Osmangazi Belediyesi'nin Ördekli Kültür Evi'nde Konyalı neyzen, ebruzen Sadrettin Özçimi Bey'in açmış olduğu sergiyi gezip yine sabahki mekanımız Merinos Tren İstasyonu'nda yemeklerimizi yedik, namazlarımızı eda edip çaylarımızı içerken yine Konyamız'ın yetiştirdiği Bursa İl Özel İdaresi eski Genel Sekreteri, şimdi ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı KKTC müşaviri olan TYB üyesi Ali Altuntaş Bey de aramıza katıldı. Onunla da sohbet etme imkanı bulduk. Kılavuzumuz Mehmet Fatih Birgül Bey'e "bunca güzelliği hangi başkan yaptı diye?" sorduğumuzda Osmangazi Belediyesi eski Başkanı şimdi ise Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Altepe isminden söz etti. Gezimize devam ediyoruz. Yol boyu Bursa'nın sağımızda solumuzda kalan tarihi ve bugünkü binalarını geçiyoruz. Yol üzerinde olan üç tane kaplıca, Valilik binası, Atatürk Müzesi hakkında bilgiler veriliyor... Derken Mevlidi Şerif müellifi Süleyman Çelebi hazretlerinin mezarına geldik. Bu muhterem zatın ruhuna dualar gönderip ayrıldık. Uludağ'a doğru tırmanışımıza devam ettik.
Tepeye doğru çıkarken şöyle aşağılara batkım da 1 milyonu geçen nüfusu bulunan bir şehrin dağın yamaçlarını sekmeç sekmeç işleyip tarihi de koruyarak bir tabloyu andırması, bir belediyecilik başarısı değil miydi. Oysa daha az nüfusa sahip ama geniş ovalara yayılmış şehirlerdeki tarih katliamlarını ve düzensiz yerleşimleri hatırlayıp hayıflandık.
Ve nihayet dağın zirvesine yakın ama her imkana sahip 600 yıllık yaşamı olan tarihi bir çınarı da bulunan İnkaya köyünde temiz havada çaylarımızı yudumlayıp şehirleri konuştuk. Ali Altıntaş bey de yanımızda olmak üzere sohbeti sürdürdük.. Koca çınardan biraz bahsetmek isterim: İnsanların hayretle ve yaratanı düşünerek bakacağı dallarından, heybetinden, yaşından yarı çapından, bir şey anlatmaya gerek yok. 600 yaşında 3-4 metre çapında gövde genişliği koskoca bir alanı kaplayan, dalları budakları geniş bir alana yayılan bir anıt ağaç... Sanki Osmanlı... Osman Gazi'nin torunlarının bize emaneti...
Uludağ'ı da turlayıp saat 15.30 sularında mahşeri bir kalabalığın bulunduğu meşhur Ulu Camii'nin önüne geldik. O gün Bursa'nın kurtuluş yıldönümü olduğu içinmiş bu kalabalık. Yerli yabancı bir çok insan vardı. Ve verilen saatte buluşmak üzere serbest zaman başladı. Ve abdest alıp içerisine girdik. Kadın erkek birçok insanın her bir köşeye çekilmiş ibadet etmeleri insana duygusal anlar yaşatıyordu. Bizler de bir kenarda namazlarımızı eda edip banilerine hayır dualarda bulunduk.
Caminin yapılış tarihi gözümün önüne devleti osmaniyenin kuruluş yıldönümü de aklıma geldi. Çünkü 1299'da Osmanlı devleti kurulmuş 100. yılında ise bu cami yapılmıştı. İçerisindeki şadırvanı aradım, restore ediliyormuş etrafı çadırlar ile kapatılmış. Bu caminin içerisindeki şadırvan hikayesi herkes tarafından biliniyordur ama ben yine de değineyim dedim. Cami buraya yapılacakmış. Kimisi malını meccanen bağışlamış, kiminin yeri istimlâk edilip parası ödenmiş ama bir hanım var ki yerini paralı parasız vermek istemiyormuş. Koca Sultan kimseyi kırmıyor, incitmiyor ve onun maliki olduğu yere bir şadırvan yaptırayım onun da o sevaptan faydalanmasını sağlayayım demiş. Üstelik kadın ehl-i kitaptanmış.
İkindi sonrası Ulu Camii'den ayrılıp geziye devam ettik. Hamzabey Cami ve Külliyesini ardından Muradiye külliyelerinin olduğu cami, imaret ve medreseleri, türbeleri ziyaret edip yine sabahki mekanımıza döndük. Akşam yemeklerini yedik, namazları eda ettik.
TYB Konya Şubesi tarafından hazırlanan program TYB Bursa Şubesi Seyyid Usul Kültür Merkezi'nde icra edildi. İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş ve Feyzi Şimşek tarafından hazırlanan 'Anadolu Selçuklu Eserleri' slayt gösterisine Bursa İl Özel İdaresi eski Genel Sekreteri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı KKTC Müşaviri hemşerimiz Ali Altuntaş, Prof. Dr. Mustafa Kara, TYB Bursa Şubesi yönetimi ve Bursalılar yoğun ilgi gösterdi. Programı icra eden TYB Konya Şubesi Üyesi İbrahim Dıvarcı, eski uygarlıkları tanımanın en iyi yolunun onların geride bıraktıkları eserlerden geçtiğini belirterek, Selçuklu Devleti'nin imparatorluk olsa da mütevazı bir devlet olduğunu söyledi. Dıvarcı "Ve Selçukluların acelesi vardı buralara yerleşmeye ama Osmanlı ise daha rahattı bu topraklarda" dedi ardından devamla Anadolu Selçuklu Eserleri'nden seçtiği slâytlar hakkında tek tek bilgi veren Dıvarcı, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çok önemli hizmetler gördüklerini kaydetti.
Program sonunda TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu bazı yayınları Konyalı yazarlar, şairler ve gazeteciler adına İlahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Kara'ya takdim etti. Mekanda misafirlere verilen demli çayları içtikten sonra Ceylan Oteli'ne çekilip istirahat ettik.
Pazar sabahı saat 8'de kalkıp kahvaltımızı yaptık. 9.30'a doğru yine tarihi mekanlara ulaşmak üzere otobüsümüze binip yollara düştük. Kosova'da şehit düşen ve Uludağ'ın sırtlarında Çekirge'de ebedi istirahatgahına çekilmiş olan Sultan Murat Hüdavendigar'ın ziyaretinden sonra Orhangazi, Osmangazi türbesi ve külliyesinde idik. Burada da cami türbe ve tarihi güzellikleri ziyaret edip Gümüşlü Kümbet, Saat Kulesi ve Bursa Kalesi'nde fotoğraflar çektirdikten sonra Köprülü Dede Kavaklı Mescidi, Üftade Cami ve külliyelerini de ziyaret ettik.
Artık zaman daralıyor dönüş vaktimiz yaklaşıyordu. İki gündür bizlerle olan, elinden gelen fedakârlığı gösterip çok yorulan kardeşimiz Mehmet Fatih Birgül Bey'in köyüne gidecektik. Onun köyü de Uludağ'ın yükseklerinde içerisinden büyük bir derenin çağlayıp aktığı Misi köyü idi. Buraya gelmeden benim de Bursa'da ikamet eden arkeolog bir akrabam ve köylüm olan Mehmet Armağan'ı da davet ettik. Sağ olsun biz daha köye varmadan Mehmet Bey kardeşim, eşi ile köye gelmişti bile. Hemen buluşup sarmaş dolaş olduk. Gurubumuzla tanıştırdık. Mehmet Bey ve eşi Yurdagül Hanım da Konyalı yazar ve aydınlarla memleket hasreti giderdi. Kısa görüşme ve dere kenarındaki tatlı çay sohbetinden sonra oradaki dostlarımıza veda edip Konya'ya dönmek üzere yola revan olduk
Allaha şükür akşam saat 21 sularında ise Konya'da evlerimizde idik. Darısı başka gezilere diyoruz.. 21 Haziran'da Şanlıurfa'nın ve Bursa'nın yazar-şairlerini de biz Konyalılar ağırlayacağız inşallah. Sevgi ve saygı ile...
Memleket 21.04.2009