Yorum - Doç. Dr. Şaban Çalış] Özgürlük: İnsanlık adına lütfen!

Son yapılan anayasal değişikliklerle birlikte üniversitelerde özgürlükler konusunda artık yeni bir döneme girilmiştir.Özellikle kılık-kıyafet bağlamında...

Son yapılan anayasal değişikliklerle birlikte üniversitelerde özgürlükler konusunda artık yeni bir döneme girilmiştir.
Özellikle kılık-kıyafet bağlamında tartıştığımız eğitim ve öğretim hak ve özgürlüklerinin önündeki yasal olmayan, düşsel, kurgusal ve sanal, her nasıl adlandırılsa, tüm engeller de ortadan kaldırılmıştır. Hukukun en basit ve en temel ilkelerine rağmen birilerinin paşa gönüllerince fiilî olarak yarattıkları ve yıllarca haksız, hukuksuz ve mesnetsiz olarak uyguladıkları, olmayan yasakları ortadan kaldırmak için, siyasî irade, anayasal düzeyde değişiklikler yapmak zorunda kalmıştır. Onaylama ve yayımlama sürecinin tamamlanması ile kendiliğinden hüküm ifa eden bu düzenlemelere rağmen uygulamada doğabilecek sıkıntıları gidermek adına; bu anayasal düzenlemeleri de dikkate alan YÖK, geçici veya sürekli olarak hiç kimsenin eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamayacağını, bu bağlamda da kılık kıyafetin üniversite öğrencileri için artık serbest olduğunu ifade eden resmî bir açıklama hazırlayarak, üniversitelere tebliğ etmiştir. Üniversitelerde özgürlük noktasında bu tebliğ YÖK açısından kayda değer, tarihsel bir dönüm noktasıdır.

Ancak her fırsatta siyaset kurumuna saldırmayı marifet sayanlar; hiç beğenmedikleri siyasetçilerin önünü alabilecekleri ve hatta mutlaka onlardan önde gitmeleri gereken bir konuda izleyici olmayı bile beceremeyip; hatta daha düne kadar kendilerinin de çok önem verdikleri YÖK'ü dahi hiçe sayarak, özgürlük konusunda ayak bağı olmaya devam ediyorlar. Daha da vahimi, basit bir uygulama değişikliği ve sıradan bir yorumla rektörler tarafından rahatlıkla çözülebilecek bir sorunun halli için olmadık talepler ileri sürebiliyorlar. En azından bu yazı kaleme alınırken üniversitelerin bir bölümü yasakçı uygulamalara devam edeceklerini açıklıyor; rektörlerin bir kısmı talimat verdikleri güvenlik görevlileri marifetiyle ve bir kısmı da bizzat kampüs kapılarında bekleyerek yasakçı uygulamalara nezaret ediyorlar.

Kibarlık budalası tiplemesini yaratan Molière bu günlere şahit olsaydı ne yapardı bilemem. Zannımca böylesine tuhaf bir olay onun tahayyül sınırlarını aşar, böyle bir konuyu oyun olarak asla tasarlayamazdı. Oysaki Molière sadece yaşananlara bakıp ilk perdesinde "olmayanı uygulama", ikinci perdesinde "olmayanı kaldırma", üçüncü perdesinde de "yasak budalalığının" ele alınacağı çok komik bir oyun tasarlayabilir, ismini daha da ölümsüzleştirebilirdi.

Ünlü komedyenlerimizden birisinin bir zamanlar Türkiye'de insanları hem güldürmenin, hem de ağlatmanın zor olduğunu söylediğini hatırlar gibiyim. Zorluk, insanımızın müşkülpesentliğinden ya da malzeme yokluğundan değildi: Zorluk Türkiye'de bizzat hayatın kendisinin trajedi ve komedinin uç noktalarında seyretmekte olmasından kaynaklanıyordu. Anlatılmak istenen şey, normalitesini kaybetmiş bir zihniyetin her yere sirayet ettiği, her şeye egemen olduğuydu. Türkiye'deki bu tuhaflığı kimsenin aslında mantığı da almıyor. Her şey sürrealist bir düzlemde seyrediyordu; insan yok, gerçek diye bir şey yoktu.

Bakmayın size Molière'den, komediden ve sürrealist bir durumdan söz ettiğime: Türkiye'de genelde özgürlükler, özelde başörtüsü konusunda yaşadığımız buz gibi bir gerçek ve müthiş bir trajikomik durum var ortada. Ve şimdi perdeyi açarak herkese gerçeğin çölüne hoş geldiniz deme zamanı. Kılık kıyafeti yasaklayan bir kanuni düzenleme olmamasına; aksine, yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olduğuna ilişkin kanunun amir hükmüne; eğitim ve öğretimin herkesin hakkı olduğuna; bu hakkın kullanımının hiçbir surette engellenemeyeceğine dair yasal ve anayasal düzenlemelere ve hatta bunların üzerinde Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarda bu yöndeki hükümlere rağmen yasak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bazı rektörler şimdi de herhangi bir yasaktan söz etmeyen YÖK Kanunu'nun ek 17. maddesinde değişiklik yapılmadıkça yasakçı ve baskıcı uygulamalara devam edeceklerini; çok temel bir insani hakkın ve özgürlüğün üstelik özüne de dokunup hiçbir şekilde kullanılmasına müsaade etmeyeceklerini iddia ediyorlar.

Başta rektörler olmak üzere, yasakçı tüm çevrelerin, ulusalcıların, kızıl elmacıların ve sözde cumhuriyetçilerin özellikle gerçek vurgusunun nasıl bir çöle tekabül ettiğini görme açısından, içinde bulunduğumuz şu dönemden ve başörtüsü tartışmalarından daha net bir örnek olamaz herhalde. Burada basitçe bu kesimin gerçeğinin keyfîlik, zorbalık, kuralsızlık, kanunsuzluk, haksızlık ve hukuksuzlukla çölleştirildiğini de kastetmiyorum. Yapmayız-yaptırmayız söylemleri zaten demokrasi, hak ve özgürlükten ne anladıklarını da açıkça ortaya koyuyor. Bütün bunlardan çok bizar da değilim. Özellikle özgürlük talebi bir ihtiyaç konusu ve elbette çap meselesi. Birilerinin buna ihtiyacı yoktur. Olabilir. Pozitivizmle marazileşen müşahhas düşüncenin kalıplarına sıkışıp kalmış; mücerret ve aşkın bir hak ve özgürlük nosyonuna sahip olamayanlara da saygı gösterilmek zorundadır elbette. Hatta şiddete başvurmadıkları sürece onların da kendi düşüncelerini açıkça ifade edebilme noktasında desteklenmesi gerekir. Ben bu yöndeki fikirlerin ifadesinden asla kaygı bile duymuyorum.

Ancak bunca çaba ve düzenlemeye rağmen, bugünlerde yasakçıların sıkça dile getirdikleri YÖK Kanunu'nun ek 17. maddesindeki değişiklikler de dâhil her ne istiyorlarsa o yönde bir değişiklik yapılsa bile hiçbir şeyin değişmeyeceği kanaatine sahibim. Geçmişte YÖK, mevzuatta bu yönde bazı değişiklikler yapmaya kalktı da ne oldu? Özal YÖK Kanunu'nda değişiklikler yaptı da ne oldu?.. 2004 yılında "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" hükmü Anayasa'ya eklendi de ne oldu? Şimdi anayasasal değişiklikler yürürlüğe girdi de ne oluyor?..

Yeterince açık değil mi? Artık Türkiye'de özgürlükler açısından bir mevzuat sorunu yok. Ortada ciddi bir zihniyet sorunu var. Anayasal değişikliklere yapılan itirazlar göstermektedir ki bu konuda ne yaparsanız yapın, değil mi ki özgürlüklerden bahsediyorsunuz, yasakçıların pozisyonu değişecek gibi görünmüyor. Çünkü gerçek diye gördükleri o çölleşmiş zihniyette çok temel ve fakat oldukça korkunç ve trajik bir yokluk ve yoksunluk var: Bu gerçeklikte anlaşıldığı kadarı ile eleştirel akıl yok, fikir yok, mantık yok. Daha da önemlisi vicdan ve ahlak yok diyebilirim, ama bütün bunları önceleyen esas unsur olarak ortada insan yok. Hak ve özgürlüklerin son tahlilde insani bir mesele olduğu ve bu konuyla ilgili her şeyin de ahlaki temeller üzerinde yükseldiği düşünüldüğü zaman durum daha da vahimleşmiyor mu?

Şimdi üniversitelerde kılık kıyafet konusu bağlamında aslında sözün bittiği yerde duruyoruz. Tam da burada sadece sözlere değil, söylem ve sembollere de ihtiyaç yok artık. İnsan olma dışında her şeyi bir kenara bırakalım. Hayat sadece kuru metinler üzerinden okunmaz, kimsenin kimseye insanlık dersi vermek de haddine düşmez. Masumluk edebiyatına sığınmaya da gerek yok. Diyelim ki kimseden kendisini, kampüslerden dışarıda tutulmaya çalışılan o çocukların yerine koyması da beklenmemeli. Ama hiç olmazsa insanlık babında her birimiz birer anne veya baba olmalıyız. Ya da kardeş, teyze, hala, amca, dayı ve belki de artık bir nine veya dede olabiliriz.

Bugün her şeyi bir yana bırakıp, içinizde taşıdığınıza emin olduğum vicdanınızın sesini dinleyerek, gelin size en yakın bir çocuğu karşınıza alın. Ruhsal olmasa da mutlaka ama mutlaka bir fiziksel temasta bulunun. Doğumunu ya da annenizden dinlediğiniz kendi doğumunuzu hatırlayın. O çocuk kokusunu, anne-baba deyişini, yürüyüşünü, koşuşunu, düşüşünü hatırlayın. Gülüşünü, acılarını, ağlayışını gözünüzün önüne getirin. Anasınıflarında başlayan okuma serüveninin o çocuğu, anne babasını ve çevresini soktuğu bunalımlı yılları düşünün. Üniversite sınavını, stresini ve kazandığında duyduğu o muazzam sevinci kafanızda tekrar canlandırın. Ve en çok da bu süreçte bir çocuk için üniversite kapılarına gelinceye kadar harcanan emekleri ve bağlanan umutları hesap edin. Çocukların besledikleri hayalleri, yaptıkları planları ve bekledikleri gelecekleri düşünün. Bir de kabul edelim ki bu süreç kız çocukları için çok daha çetin geçiyor. Bin bir türlü baskıdan kurtulup, milyonların içinden süzülerek üniversite kapılarına kadar gelebilmiş, çoğu Anadolulu ve bırakın ailelerini, neredeyse geldikleri koskoca bir bölgenin üniversitede okumayı hak etmiş biricik çocukları şu üç beş kızın sadece ve sadece eğitim adına verdikleri amansız mücadeleleri tahayyül etmeye çalışın. Ve düşünün ki üniversite kapılarında horlanan, aşağılanan, suçlu muamelesine tabi tutulup güvenlikçilerin önünde bir dal gibi titreyen, başını eğmiş, boynunu bükmüş o kız çocukları sizin. Başörtüsünü bırakın bir kenara. Düşünün ki sırf birilerinin paşa gönülleri eteklerini, saçlarını ve küpelerini ideolojik bulduğu veya bir şeylerin sembolü gördüğü için kampüs kapıları yüzlerine kapanıyor. Gayri insani bir muameleye tabi tutuluyorlar. Yetmiyor, bir görevli o kapılarda, kızınızın size sığındığı bir yerde, üzerinize saldırıyor, iki yumruk da size atıyor. Kimlere gideceksiniz ki?.. Gitseniz ve ilgili saldırgan cezalandırılsa da ne olacak ki?.. Ezilmişsiniz bir kere ve çare olarak görülen siz, çaresizsiniz artık. Ve düşünün ki çocuklarınız gözlerinizin önünde, kimliklerini, kişiliklerini, benliklerini ve geleceklerini kaybediyorlar. Onun için ortaya konan tüm emekler, analığınız, babalığınız ve her şeyiniz birileri tarafından fütursuzca yok ediliyor; üstelik hiçbir neden olmadan. Rektörlüğü, hocalığı, ana-baba olmayı bir kenara bırakın. Bu muameleye tabi tutulan hiçbir tanıdığınız da olmasın. Böyle bir durumda lütfen sadece ve sadece insanlık adına ne derdiniz?.. Tamam... Sadece siz düşünmeyin. Hep birlikte düşünelim: Ne der, ne eder, ne yapardık?..

Zaman

Haberler Haberleri

TYB KONYA ŞUBESİNDE MİTAT ENÇ ANLATILDI
"YAZARLARIMIZ OKULLARDA" PROJESİ TAMAMLANDI
TYB KONYA’DA UZLUK AİLESİ VE MEVLÂNA İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI KONUŞULDU
Bakan Tunç: Hukuk dili dil bilinciyle şekillenmelidir
TYB KONYA’DA MESNEVÎHANLIK GELENEĞİ VE MESNEVÎ OKUMALARI PANELİ YAPILDI